Taraflar arasında görülen davada;
Davacı, evlatlığı olduğu miras bırakan A..’nin maliki olduğu . parsel sayılı taşınmazını davalıya satış suretiyle temlik ettiğini, temlikin muvazaalı ve mal kaçırma amaçlı yapıldığını, satış tarihinde murisin yaklaşık 80 yaşında bulunduğunu ve bunama halinde olduğunu ileri sürerek, tapu iptal ve tescile karar verilmesini istemiştir.
Davalı, iddiaların gerçeği yansıtmadığını, taşınmazın intifa hakkı miras bırakanda kalmak kaydı ile çıplak mülkiyetinin kendisine satış suretiyle temlik edildiğini, bedelinin ödediğini belirterek davanın reddini savunmuştur.
Mahkemece, iddianın sübut bulmadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.
Karar, davacı tarafından süresinde temyiz edilmiş olmakla, Tetkik Hakimi raporu okundu. Düşüncesi alındı. Dosya incelendi. Gereği görüşülüp, düşünüldü.
Dava, ehliyetsizlik ve muris muvazaası hukuksal nedenlerine dayalı tapu iptal ve tescil isteğine ilişkindir.
Mahkemece, davanın reddine karar verilmiştir.
Dosya içeriği ve toplanan delillerden, miras bırakan A..’nin maliki olduğu 24 parsel sayılı taşınmazı, intifa hakkını üzerinde bırakarak çıplak mülkiyetini 03.04.2001 tarihinde ikinci eşi Ali Osman’ın gelini olan davalıya satış suretiyle temlik ettiği, dava dilekçesinde miras bırakan Ayşe’nin temlik tarihinde bunama halinde olduğu ve temlikin mal kaçırma amaçlı ve muvazaalı yapıldığı ileri sürülerek, eldeki davanın açıldığı anlaşılmaktadır.
Dava dilekçesinin açıklanan içeriği ve iddianın ileri sürülüş biçiminden, davada ehliyetsizlik ve muris muvazaası hukuksal nedenlerine dayanıldığı açıktır.
Hemen belirtilmelidir ki; Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 11.4.1990 gün ve 1990/1-152-1990/236 sayılı kararında da vurgulandığı üzere, davada dayanılan maddi olaylar bakımından birkaç hukuki nedenin bir arada gösterilmesinde ilke olarak usul ve yasaya aykırı bir yön yoktur.
Bilindiği üzere; davranışlarının, eylem ve işlemlerinin sebep ve sonuçlarını anlayabilme, değerlendirebilme ve ayırt edebilme kudreti (gücü) bulunmayan bir kimsenin kendi iradesi ile hak kurabilme, borç (yükümlülük) altına girebilme ehliyetinden söz edilemez. Nitekim Medeni Kanunun “fiil ehliyetine sahip olan kimse, kendi fiilleriyle hak edinebilir ve borç altına girebilir” biçimindeki 9. maddesi hükmüyle hak elde edebilmesi, borç ( yükümlülük ) altına girebilmesi, fiil ehliyetine bağlamış. 10. maddesinde de, fiil ehliyetinin başlıca koşulu olarak ayırtım gücü ile ergin ( reşit ) olmayı kabul ederek “ayırt etme gücüne sahip ve kısıtlı olmayan bir ergin kişinin fiil ehliyeti vardır.” hükmü getirilmiştir. “Ayırtım gücü” eylem ve işlev ehliyeti olarak tarif edilerek aynı yasanın 13. maddesinde “yaşının küçüklüğü yüzünden veya akıl hastalığı, akıl zayıflığı, sarhoşluk yada bunlara benzer sebeplerden biriyle akla uygun biçimde davranma yeteneğinden yoksun olmayan herkes bu kanuna göre ayırt etme gücüne sahiptir.” denmek suretiyle açıklanmış, ayrıca ayırtım gücünü ortadan kaldıran önemli nedenlerden bazılarına değinilmiştir. Önemlerinden dolayı bu ilkeler, söz konusu yasa ile öteki yasaların çeşitli hükümlerinde de yer almışlardır.
Öte yandan; Medeni Kanununun 15. maddesinde de ifade edildiği üzere, ayırtım gücü bulunmayan kimsenin geçerli bir iradesinin bulunmaması nedeniyle, kanunda gösterilen ayrık durumlar saklı kalmak üzere, yapacağı işlemlere sonuç bağlanamayacağından karşı tarafın iyiniyetli olması o işlemi geçerli kılmaz. (Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararı 11.6.1941 tarih 4/21)
Yukarıda sözü edilen ilkelerin ve yasa maddelerinin ışığı altında olaya yaklaşıldığında bir kimsenin ehliyetinin tespitinin şahıs ve mamelek hukuku bakımından doğurduğu sonuçlar itibariyle ne kadar büyük önem taşıdığı kendiliğinden ortaya çıkar. Bu durumda, tarafların gösterecekleri, tüm delillerin toplanılması tanıklardan bu yönde açıklayıcı, doyurucu somut bilgiler alınması, varsa ehliyetsiz olduğu iddia edilen kişiye ait doktor raporları, hasta müşahede kağıtları, film grafilerinin eksiksiz getirtilmesi zorunludur. Bunun yanında, her ne kadar H.U.M.K.’nun 286 maddelerinde belirtildiği gibi bilirkişinin “rey ve mutaalası” hakimi bağlamaz ise de, temyiz kudretinin yokluğu, yaş küçüklüğü, akıl hastalığı, akıl zayıflığı, sarhoşluk gibi salt biyolojik nedenlere değil, aynı zamanda bilinç, idrak, irade gibi psikolojik unsurlara da bağlı olduğundan, akıl hastalığı, akıl zayıflığı gibi biyolojik ve buna bağlı psikolojik nedenlerin belirlenmesi, çok zaman hakimlik mesleğinin dışında özel ve teknik bilgi gerektirmektedir. Hele ayırt etme gücünün nispi bir kavram olması kişiye eylem ve işleme göre değişmesi bu yönde en yetkili sağlık kurulundan, özellikle Adli tıp kurumundan rapor alınmasını da gerekli kılmaktadır. Esasen Medeni Kanunun 409/2 maddesi akıl hastalığı veya akıl zayıflığının bilirkişi raporu ile belirleneceğini öngörmüştür.
Ayrıca; 2659 sayılı Yasanın 7 ve 16. maddeleri hükmü uyarınca bir kişinin ehliyetsizliğinin Adli Tıp Kurumu 4. İhtisas Dairesinden alınacak raporla saptanması gerekeceği ve ehliyetsizliğin kamu düzeni ile ilgili olması nedeniyle öncelikle inceleneceği açıktır.
Ne varki, mahkemece ehliyetsizlik iddiası yönünden hükme yeterli bir araştırma ve inceleme yapıldığının söylenebilme imkanı yoktur.
O halde, hukuki ehliyetsizliğin kamu düzeni ile ilgili olduğu gözetilerek ve önemine binaen öncelikle incelenmesi, tarafların bu yönde bildirecekleri tüm delillerin toplanması, varsa miras bırakana ait sağlık kurulu raporları, hasta müşahade kağıtları, reçeteler vs. istenmesi, tüm dosyanın Adli Tıp Kurumu’na gönderilmesi, akit tarihinde miras bırakanın ehliyetli olup olmadığı yönünde rapor alınması, miras bırakanın ehliyetli olduğunun saptanması halinde muris muvazaası hukuksal nedenine dayalı isteğin değerlendirilmesi gerekeceği kuşkusuzdur.
Hal böyle olunca, yukarıda açıklanan ilkeler çerçevesinde gerekli araştırma ve incelemenin yapılması, soruşturmanın eksiksiz tamamlanması, sonucuna göre bir karar verilmesi gerekirken eksik soruşturma ile yetinilerek hüküm kurulması doğru değildir.
Davacının, temyiz itirazının kabulü ile hükmün açıklanan nedenlerden ötürü (6100 sayılı Yasanın geçici 3.maddesi yollaması ile) 1086 sayılı HUMK."nın 428.maddesi gereğince BOZULMASINA, alınan peşin harcın temyiz edene geri verilmesine, 19.01.2012 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.