Esas No: 2013/14919
Karar No: 2013/18267
Yargıtay 1. Hukuk Dairesi 2013/14919 Esas 2013/18267 Karar Sayılı İlamı
"İçtihat Metni"
MAHKEMESİ : EFLANİ(KAPATILAN) ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ
TARİHİ : 08/06/2012
NUMARASI : 2010/53-2012/36
Yanlar arasında görülen tapu iptali ve tescil, mümkün olmaz ise bedelinin tahsili davası sonunda, yerel mahkemece davanın, reddine ilişkin olarak verilen karar davacı vekili tarafından yasal süre içerisinde temyiz edilmiş olmakla dosya incelendi, Tetkik Hakimi raporu okundu, açıklamaları dinlendi, gereği görüşülüp düşünüldü;
Davacı, kanser hastası olduğunu, tedavisi için evrak imzalaması gerektiği telkiniyle davalı kardeşi Şerife ile onun eşi olan diğer davalının kendisini notere götürerek satış yetkisinide içeren vekaletname imzalattırdıklarını, vekil İ."in vekalet görevini kötüye kullanarak babasından intikal eden çekişmeye konu taşınmazlardaki miras payını eşi olan diğer davalıya satış göstermek suretiyle devrettiğini, herhangi bir bedelde ödemediklerini, akit tarihinde aynı zamanda ehliyetsiz olduğunu ileri sürerek eldeki davayı açmıştır.
Dava, ehliyetsizlik ve vekalet görevinin kötüye kullanılması hukuksal nedenlerine dayalı tapu iptali ve tescil, mümkün olmadığı takdirde bedel isteğine ilişkindir.
Mahkemece, davacının iddiasının sabit olmadığı gerekçesi ile davanın reddine karar verilmiştir.
Dosya içeriği ve toplanan delillerden; çekişmeye konu 104 ada 39 ve 82 parsel sayılı taşınmazdaki davacının miras paylarının 22.09.2010 tarihinde vekil tayin ettiği davalı İ. tarafından aynı gün, taşınmazı paydaşlarından eşi olan diğer davalıya satış suretiyle devredildiği görülmektedir.
Hemen belirtmek gerekir ki; akit tarihinde davacının fiil ehliyetine haiz olduğu Adli Tıp Kurumu Dördüncü İhtisas Kurulu"nundan alınan rapor ile saptandığına göre, ehliyetsizlik iddiası yönünden davanın reddine karar verilmiş olmasında kural olarak bir isabetsizlik yoktur. Davacı vekilinin bu yöne değinen temyiz itirazları yerinde değildir. Reddine.
Davacı vekilinin öteki temyiz itirazlarına gelince;
Bilindiği üzere; Borçlar Kanununun temsil ve vekalet aktini düzenleyen hükümlerine göre, vekalet sözleşmesi büyük ölçüde tarafların karşılıklı güvenine dayanır. Vekilin borçlarının çoğu bu güven unsurundan, onun vekil edenin yararına ve iradesine uygun davranış yükümlülüğünden doğar.
6098 s. Türk Borçlar Kanununda (TBK) sadakat ve özen borcu, vekilin vekil edene karşı en önde gelen borcu kabul edilmiş ve 506. maddesinde (818 s. Borçlar Kanununun 390.) maddesinde aynen; "Vekil, vekâlet borcunu bizzat ifa etmekle yükümlüdür. Ancak vekile yetki verildiği veya durumun zorunlu ya da teamülün mümkün kıldığı hâllerde vekil, işi başkasına yaptırabilir.
Vekil üstlendiği iş ve hizmetleri, vekâlet verenin haklı menfaatlerini gözeterek, sadakat ve özenle yürütmekle yükümlüdür.
Vekilin özen borcundan doğan sorumluluğunun belirlenmesinde, benzer alanda iş ve hizmetleri üstlenen basiretli bir vekilin göstermesi gereken davranış esas alınır." hükmüne yer verilmiştir. Bu itibarla vekil, vekil edenin yararına ve iradesine uygun hareket etme, onu zararlandırıcı davranışlardan kaçınma yükümlülüğü altındadır. Vekâletin kapsamı, sözleşmede açıkça gösterilmemişse, görülecek işin niteliğine göre belirlenir. (TBK"nin 504/1) Sözleşmede vekaletin nasıl yerine getirileceği hakkında açık bir hüküm bulunmasa veya yapılan işlem dış temsil yetkisinin sınırları içerisinde kalsa dahi vekilin bu yükümlülüğü daima mevcuttur. Hatta malik tarafından vekilin bir taşınmazın satışında, dilediği bedelle dilediği kimseye satış yapabileceği şeklinde yetkili kılınması, satacağı kimseyi dahi belirtmesi, ona dürüstlük kuralını, sadakat ve özen borcunu göz ardı etmek suretiyle, makul sayılacak ölçüler dışına çıkarak satış yapma hakkını vermez. Vekil edenin yararı ile bağdaşmayacak bir eylem veya işlem yapan vekil değinilen maddenin son fıkrası uyarınca sorumlu olur. Bu sorumluluk BK"de daha hafif olan işçinin sorumluluğuna kıyasen belirlenirken, TBK"de benzer alanda iş ve hizmetleri üslenen basiretli bir vekilinin sorumluluğu esas alınarak daha da ağırlaştırılmıştır.
Öte yandan, vekil ile sözleşme yapan kişi 4721 s. Türk Medeni Kanunun (TMK) 3. maddesi anlamında iyi niyetli ise yani vekilin vekalet görevini kötüye kullandığını bilmiyor veya kendisinden beklenen özeni göstermesine rağmen bilmesine olanak yoksa, vekil ile yaptığı sözleşme geçerlidir ve vekil edeni bağlar. Vekil vekalet görevini kötüye kullansa dahi bu husus vekil ile vekalet eden arasında bir iç sorun olarak kalır, vekil ile sözleşme yapan kişinin kazandığı haklara etkili olamaz.
Ne var ki, üçüncü kişi vekil ile çıkar ve işbirliği içerisinde ise veya kötü niyetli olup vekilin vekalet görevini kötüye kullandığını biliyor veya bilmesi gerekiyorsa vekil edenin sözleşme ile bağlı sayılmaması, TMK"nin 2. maddesinde yazılı dürüstlük kuralının doğal bir sonucu olarak kabul edilmelidir. Söz konusu yasa maddesi buyurucu nitelik taşıdığından hakim tarafından kendiliğinden (resen) göz önünde tutulması zorunludur. Aksine düşünce kötü niyeti teşvik etmek en azından ona göz yummak olur. Oysa bütün çağdaş hukuk sistemlerinde kötü niyet korunmamış daima mahkum edilmiştir. Nitekim uygulama ve bilimsel görüşler bu yönde gelişmiş ve kararlılık kazanmıştır.
Somut olaya gelince; davalılar savunmalarında çekişmeye konu payların devri sebebi ile davacıya herhangi bir bedel ödenmediğini, davacıya bakmaları karşılığı işlemin yapıldığını belirterek, temliklerin bedelsiz olduğunu kabul etmişlerdir. Davalıların bu savunmaları karşısında keşif yapılarak resmi akitte gösterilen değerler ile gerçek değerler arasında fark olup olmadığının belirlenmesinin sonuca etkili olmadığı, diğer bir söyleyişle keşif yapılmasına gerek bulunmadığı tartışmasızdır. Kaldı ki verilen kesin süre zarfında keşif masraflarının yatırıldığı evrak arasına alınan PTT tahsilat belgeleri ile mahkeme veznesi tahsilat makbuzları ile de görülmektedir.
Öte yandan, herkes iddiasını ispatla mükellef olup, davacıya ait çekişme konusu paylar satış gösterilmek suretiyle temlik edildiği halde, davacıya bakılması karşılığı aktarıldığı yönündeki iddialarını da davalı tarafın ispat etmesi gerekir. Ne var ki davalılar da bu yöndeki iddialarını kanıtlayabilmiş değillerdir.
O halde, belirlenen bu olgular yukarıda açıklanan ilkelerle birlikte değerlendirildiğinde vekalet görevinin kötüye kullanıldığı, davalıların el ve işbirliği halinde davacıyı zararlandırdıkları benimsenmek suretiyle davanın kabulüne karar verilmesi gerekirken yanılgılı değerlendirme ile yazılı olduğu üzere karar verilmiş olması doğru değildir.
Davacı vekilinin belirtilen nedenlerle temyiz itirazları yerindedir. Kabulü ile, hükmün açıklanan nedenlerden ötürü (6100 sayılı Yasanın geçici 3.maddesi yollaması ile) 1086 sayılı HUMK"nun 428.maddesi gereğince BOZULMASINA, alınan peşin harcın temyiz edene geri verilmesine, 19.12.2013 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.