Yargıtay 1. Hukuk Dairesi 2011/9396 Esas 2011/14150 Karar Sayılı İlamı

Abaküs Yazılım
1. Hukuk Dairesi
Esas No: 2011/9396
Karar No: 2011/14150
Karar Tarihi: 30.12.2011

Yargıtay 1. Hukuk Dairesi 2011/9396 Esas 2011/14150 Karar Sayılı İlamı

1. Hukuk Dairesi         2011/9396 E.  ,  2011/14150 K.

    "İçtihat Metni"

    MAHKEMESİ : PAZAR(RİZE) ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ
    TARİHİ : 04/03/2010
    NUMARASI : 2010/25-2010/108

    Taraflar arasında görülen davada;
    Davacılar, maliki oldukları 102 ada 13 parsel sayılı taşınmazın geldisi olan 102 ada 10 parselin 55.18 m²"lik bölümünün kıyıda kaldığından bahisle bedelsiz olarak hükmen tapusunun iptaline karar verildiğini ileri sürerek, tazminat isteğinde bulunmuşlardır.
    Davalı, davanın reddini savunmuştur.
    Mahkemece, tapu iptali kararının kesinleştiği tarih ile dava tarihi arasında 1 yıllık zaman aşımı süresinin dolduğu gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.
    Karar, davacılar vekili tarafından süresinde duruşma istekli temyiz edilmiş olmakla, duruşma günü olarak saptanan 30.12.2011 Cuma günü için yapılan tebligat üzerine temyiz edenler vekili Avukat.... ile temyiz edilen vekili Avukat .... geldiler duruşmaya başlandı, süresinde verildiği ve kayıt olunduğu anlaşılan temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra gelen vekillerin sözlü açıklamaları dinlendi, duruşmanın bittiği bildirildi, iş karara bırakıldı. Bilahare Tetkik Hakimi .tarafından düzenlenen rapor okundu, düşüncesi alındı. Dosya incelenerek gereği görüşülüp düşünüldü:
    Dava, tapu kaydının iptalinden kaynaklanan tazminat isteğine ilişkindir.
    Mahkemece, davanın zaman aşımı nedeniyle reddine karar verilmiştir.
    Dosya içeriğinden, toplanan delillerden; davacılar adına kayıtlı bulunan 102 ada 13 parsel sayılı taşınmazın geldilerinden olan 102 ada 10 parsel sayılı taşınmazın 55.18 metrekarelik bölümünün kıyı kenar çizgisi içerisinde kaldığından bahisle, Ardeşen Kadastro Mahkemesinin 2002/6 Esas 2004/26 Karar sayılı ilamı ile tapu kaydının iptaline karar verildiği ve 16.02.2006 tarihinde kesinleştiği anlaşılmaktadır.
    Hemen belirtilmelidir ki, bir kimsenin herhangi bir mal veya alacağının elinden alınması durumunda bu kimse alınan bu şeyi istemeyip müspet zararının tazminini isteyebileceği gibi akdi feshedip zapta ilişkin yasal düzenlemelerden yararlanarak verdiği şeyin geri alınmasını isteme hakkına da haizdir. Somut olayda davacının malik olduğu taşınmazın bir bölümünün tapusu derecattan geçerek kesinleşen mahkeme kararıyla iptal edildiğine göre tekeffül hükümleri çerçevesinde isteğinin tazminat olacağı tartışmasızdır. Şu da ifade edilmelidir ki, böylesi bir durumda Borçlar Kanununun 61 ve devamı hükümlerinde öngörülen sebepsiz zenginleşme kurallarının özellikle aynı yasanın 66. maddesinde yer alan zaman aşımının somut olayda uygulama yerinin bulunmadığı sabittir.
    O halde, zapt vaki olduğu ve tekellüf hükümlerinin uygulanması gerektiği hallerde hangi zaman aşımının uygulanacağı, başlangıcı ve süresinin ne olacağı yönleri üzerinde durulmasında fayda görülmektedir.
    Bilindiği üzere zapt, çoğu kez önceden öngörülemesi mümkün olmayan bir haldir. Bu itibarla, zamanaşımı zaptın vaki olduğu tarihte başlar. Taşınmazın zaptına ilişkin bulunan mahkeme kararının kesinleştiği tarih zamanaşımının başlangıcı olur.Diğer taraftan zapttan doğan davaların kaç yıllık zamanaşımına tabi olacağı hakkında kanunda bir hüküm yoktur. Öyleyse Borçlar Kanununun 125. maddesi gereğince genel hükümlere bağlı kalınarak zaman aşımının 10 yıl süreli olduğunu kabul etmek gerekir. Nitekim, 9.10.1946 günlü ve 6/12 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararında “ Ayrıca dava sebebine bakılarak, olaya uyan zaman aşımı veya hak düşüren süre hükümlerinin uygulanması gerekir; Bu arada yerine göre, Borçlar Kanununun 125. maddesinde yazılı 10 yıllık zaman aşımı uygulanabilir” biçimindeki benimseme şekli de bu konuda istikrar kazanmış içtihatları teyit eder niteliktedir. (B.13HD.13.12.1988T.4424E, 6089K,Y1. H.D.1.11.1976 tarih 10332E.10527K)
    Somut olayda, taşınmaz malikleri yönünden zapt Ardeşen Kadastro Mahkemesinin dereceattan geçerek 16.02.2006 tarihinde kesinleşen 2002/6 Esas,2004/26 sayılı kararı ile gerçekleştiğine göre eldeki davanın açıldığı tarih gözetildiğinde davanın yasal süre içinde açıldığı kuşkusuzdur.
    Bu durumda işin esasına girilerek karar verilmesi gerekirken yanılgılı değerlendirme ile yazılı olduğu gerekçelerle davanın reddine karar verilmiş olması doğru değildir.
    Diğer taraftan işin esasına yönelik inceleme yapılırken de aşağıdaki ilkelerin gözetilmesi gerekmektedir,
    Mülkiyet hakkı gerek Anayasa ve yasalarla iç hukuk yönünden, gerekse Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve ek protokolleri ile kabul edilmiş temel haklardan olmakla birlikte bir şeye malik olan kimsenin hukuk düzeninin sınırları içerisinde o şey üzerinde dilediği gibi kullanma, yararlanma ve tasarrufta bulunma yetkisi belirtilmiş, malikin malını haksız olarak elinde bulunduran kimseye karşı istihkak davası açabileceği gibi her türlü haksız elatmanın önlenmesini de dava konusu edebileceği hüküm altına alınmıştır.
    Bilindiği gibi, mülkiyet hakkı kısıtlanamaz nitelikte bir temel hak ve özgürlük olmayıp, yukarıda sözü edilen yasa ve sözleşmelerin hakkı tanımlayan maddelerini takip eden fıkralarda ifade edildiği gibi, mülkiyet hakkı da kamu yararının bulunduğu hallerde sınırlandırılabilir veya tamamen kaldırılabilir.
    Ne varki, bu sınırlandırma veya kaldırma gerçekleştirilirken; T.C.Anayasasının 90/5.maddesi ile bir iç hukuk normu kabul edilen AİHS. hükümlerince AİHM tarafından oluşturulan 30.5.2006 tarih 1262/02 sayılı kararda ifade edildiği üzere; “… bir kişiyi mülkünden yoksun bırakan bir önlemin…”, “kamu yararına meşru bir amaç gütmesi gerektiği…”, bu önlem alınırken “… Başvurulan yollar ve gerçekleştirilmesi amaçlanan hedef arasında makul bir oransallık ilişkisi olması gerektiği…”, kişinin “… kişisel ve haddinden fazla yük taşıma zorunda kalması halinde gerekli dengenin kurulamayacağı…” açıktır.
    Diğer bir anlatımla, kamu yararı ile mülkiyet hakkından kısmen veya tamamen yoksun bırakılan kişinin hakkı arasında makul, kabul edilebilir, hak ve adalet dengesini sağlayacak bir oranın kurulması asıldır.
    Bu arada, üzerinde durulması gereken konulardan biri de; çekişme yaratılan tapu kaydına bağlanan ve böylece kişi adına mülkiyet hakkı oluşturulan yere ait tapunun niteliğinin belirlenmesidir.
    Devlet tarafından verilen, doğru esasa ve geçerli kayda dayalı tapu ile sağlanan mülkiyet hakkına değer verileceği kuşkusuzdur. Böyle bir yer, temel vasfı yani kamu malı olma niteliği değişmemekle birlikte, kişinin söz konusu tapuya dayalı hakkının yukarıda ifade edildiği gibi korunması gerekeceği muhakkaktır.
    Aksi düşünce tarzının, devletin verdiği tapunun geçersizliğini ileri sürerek, hiçbir karşılık ödemeksizin iptalini istemesi, geçerli kayda dayalı mülkiyet hakkı ile bağdaşmayacağı gibi, devletin saygınlığını zedeler nitelikte bir tutum olacaktır.
    Öte yandan, Anayasa’nın 40 ncı maddesinin 3.fıkrasında “ kişinin resmi görevliler tarafından vaki haksız işlemler sonucu uğradığı zarar da kanuna göre Devletçe tazmin edilir.” Hükmü öngörülmüş, keza Anayasanın 129 ncu maddenin 5 nci fıkrasında “ memurlar ve diğer kamu görevlilerinin yetkilerini kullanırken işledikleri kusurlardan doğan tazminat davalarının ancak idare aleyhine açılabileceği” açıklanmıştır. M.K.nun 1007 nci maddesi bu bağlamda yorumlandığında, tapu sicillerinin tutulmasından ve bundan doğan zararlardan devletin sorumlu olacağı ilkesinin benimsendiği anlaşılmaktadır.Yasanın bu açık hükmünün kaynak olduğu devletin sorumluluğu tapu sicilinin tutulması sırasında, sicil memurunun hukuka aykırı işlemi ile sonuç arasında nedensellik bağının varlığı gerekli ise de eylem yada işlemin kusura dayanması gerekmez.Zira devletin sorumluluğu kusursuz sorumluluktur. Kusursuz sorumluluk, sicile güven ilkesine aykırı olarak tapu siciline bağlı çıkarların veya ayni hakların yanlış tescil sonucu değişmesi ya da yitirilmesi bu haktan yoksun kalınması temeline dayanır. Çünkü sicillerin doğru tutulmasını üstlenen ve taahhüt eden devlet, aykırı kayıtlardan doğan zararları da ödemeyi taahhüt etmektedir. Dayanaksız ya da hukuksal duruma uymayan kayıtlar düzenlemek taşınmazın niteliğinde yanlışlıklar yapmak da aynı kapsamda düşünülmelidir.
    Diğer taraftan, Tapu Sicil memurlarının sicilin hatalı tutulmasından sorumlu bulunacakları ilkesi yanında, sicilde yapılması gereken işlemi yapmamaları suretiyle ortaya çıkan olumsuz eylemlerin de aynı kapsamda düşünülmesi gerekeceğinde kuşku yoktur.
    O halde, olayda davalı Tapu Sicil Müdürlüğünün dolayısıyla Hazinenin Türk Medeni Kanunun 1007. maddesinden kaynaklanan sorumluğunun dikkate alınması zorunludur. Bu bağlamda, çekişmeli taşınmazın değerinin belirlenmesi önem taşımaktadır.
    Ancak, mahkemece, bu bağlamda yapılan soruşturma ve değerlendirmenin hüküm vermeye yeterli olduğu söylenemez.
    Bilindiği üzere; davanın konusu olan bir taşınmazın değeri belirlenirken; cins ve nev"i, yüzölçümü, değeri etkileyebilecek tüm nitelik ve unsurlar, varsa imar durumu vergi beyanı, resmi kurumlarca yapılmış değer takdirleri, arazilerde taşınmaz malın mevki ve koşullarına göre olduğu gibi kullanılması durumunda getirebileceği net gelir; arsa ise emsal satışlara göre olması gereken satış değeri, taşınmazda yapı var ise, resmi birim fiyatları, maliyet hesapları ve yıpranma payı ile bedelin saptanmasında etkili olacak diğer objektif ölçülerin göz önüne alınmasında zorunluluk vardır.
    Bunun sonucu olarak, arsa niteliğindeki taşınmazın emsalinin üstün ve eksik yönleri belirlenip karşılaştırma yapılarak zeminine; resmi birim fiyatları esas alınıp yıpranma payının düşülerek üzerindeki muhdesat durumuna göre değerinin saptanması; taşınmazın tarım arazisi olması halinde net gelir üzerinden bilimsel yollarla değerinin belirlenmesi; her iki halde de yıpranma payının varsa değer kaybının düşülmesi, emsalin zorunluluk olmadıkça yakın ve benzer bölge ve yüzölçümlü olması, bu konuda taraflara emsal gösterme olanağının tanınması; bu yönden mahkemece de re"sen araştırma yapılması, bilirkişi kurullarının açıklanan hususları irdelemeye, saptamaya ve değerlendirmeye yetkin, sıfat ve yeteneğe sahip uzman bilirkişilerden oluşturulması icap eder.
    Esasları yukarıda gösterilen tespitler yapılırken çekişmeli taşınmazın niteliğinin diğer deyişle arsa veya arazi olduğunun 17.4.1998 tarih 1996/3 esas ve 1998/1 sayılı İnançları Birleştirme Kararı içeriği ve sonucu ile birlikte gözetilmesi gerekeceği de kuşkusuzdur. Diğer yandan, Bakanlar Kurulunun 28.02.1983 gün ve 1983/6122 sayılı kararında değinildiği gibi, Belediye ve mücavir alan sınırları içinde kalan bir taşınmazın arsa niteliğinde olduğunun kabulü için uygulamalı (1/1000 ölçekli) imar planı ile iskân sahası olarak ayrılan yerlerde bulunması; imar planında yer almayan taşınmazın arsa sayılabilmesi için ise, Belediye veya mücavir alan sınırları içinde ve Belediye hizmetlerinden yararlanan meskûn yerler arasında yer alması zorunluluğu da dikkate alınmalıdır.
    Öte yandan, bu tür bir davanın, davacının taşınmaz mülkiyetini yitirdiğinin kesinleştiği (iptal ve tescil davası kararının kesinleştiği) tarihten sonra açılabileceği; mülkiyetin kaybedildiği tarih itibariyle taşınmaz değerinin tespiti ve taşınmaz üzerinde bir bina var ise, kişinin yapılanmada iyiniyetli sayılıp sayılamayacağının tespiti bakımından bu binanın ne zaman ve hangi aşamada yapıldığı da gözden uzak tutulmamalıdır.
    Hal böyle olunca, öncelikle mükerrer ödemeye sebep olmamak açısından davacıların A.İ.H.M.nde dava açmak suretiyle tazminat alıp almadıkların tespiti, ondan sonra dava konusu taşınmazın değerinin yukarıda belirlenen ilkeler çerçevesinde, inceleme ve araştırma yapılarak belirlenmesi, hâsıl olacak sonuca göre bir karar verilmesi gerekmektedir.
    Tarafların, bu yönlere değinen temyiz itirazları yerindedir. Kabulüyle hükmün açıklanan nedenlerden ötürü (6100 sayılı Yasanın geçici 3.maddesi yollaması ile) 1086 sayılı HUMK."nın 428.maddesi gereğince BOZULMASINA, alınan peşin harcın temyiz edene geri verilmesine, 21.12.2011 tarihinde yürürlüğe giren Avukatlık Ücret Tarifesinin 14. maddesi gereğince gelen temyiz eden vekili için 900.00.-TL. duruşma avukatlık parasının temyiz edilenden alınmasına, 30.12.2011 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

     

    Hemen Ara