Taraflar arasında görülen davada;
Davacı, davalıya ait 122 ada 48 parsel sayılı taşınmazın kıyı kenar çizgisi içinde kaldığını ileri sürüp, taşınmazın kıyıda kalan kısmının tapusunun iptalini istemiştir.
Davalı, davanın reddini savunmuştur.
Davanın süre yönünden reddine ilişkin olarak verilen karar, Dairece;"yasal düzenlemeler gözetilerek davanın reddinin doğru olduğu, ancak Hazinenin davasında haklı olup olmadığının belirlenerek oluşacak duruma göre yargılama giderlerinin hüküm altına alınması gerektiği" gerekçesiyle bozulmuş, mahkemece bozma ilamına direnilmesi üzerine Hukuk Genel Kurulunca;"Anayasa Mahkemesinin iptal kararından sonra oluşan yeni durum dikkate alınarak davanın incelenip karara bağlanması gerektiği" gerekçesiyle Dairenin bozma ilamının kaldırılmasına ve işin esasının incelenmesi için dosyanın Daireye gönderilmesine karar verilmiştir.
Karar, davacı vekili tarafından süresinde temyiz edilmiş olmakla; Tetkik Hakimi raporu okundu, düşüncesi alındı. Dosya incelendi, gereği görüşülüp, düşünüldü.
Dava; tapu iptali ve kayıt terkini isteğine ilişkin olup, yerel mahkemece kurulan hükmün temyizi üzerine; 14.03.2009 tarihinde yürürlüğe giren 5841 Sayılı Yasa hükümleri uyarınca hak düşürücü süreden dolayı davanın reddinin doğru olduğu, ancak mahkemece yargılamaya devam edilip Hazinenin haklılığının anlaşılması durumunda davalının tüm yargılama giderlerinden ve avukatlık ücretinden sorumlu tutulması gerekirken eksik soruşturma ile hüküm kurulduğu gerekçesiyle kararın bozulduğu, mahkemece önceki kararda direnildiği, direnme kararının Hazinece temyiz edildiği, bu sırada ret kararına dayanak yapılan yasanın iptal edildiği ve Yargıtay Hukuk Genel Kurulunca Anayasa Mahkemesinde verilen iptal kararından sonra oluşan durum dikkate alınarak davanın incelenip karara bağlanması için Daire kararının kaldırılarak dosyanın Daireye gönderilmesine karar verildiği görülmektedir.
Gerçekten de; işin esası bakımından 5841 sayılı Yasanın yürürlüğü döneminde davanın hak düşürücü süreden reddedilmiş olması doğrudur. Ancak anılan yasa Anayasa Mahkemesinin 12.05.2011 tarih 2009/31 E. 2011/77 K. sayılı kararı ile iptal edilmiş ve karar 23.07.2011 tarihinde Resmi Gazetede yayımlanarak iptal hükmü yürürlüğe girmiştir.
Öyle ise, kesin hüküm halini almamış ve kazanılmış hakkın istisnasını teşkil eden bu durum karşısında 5841 Sayılı Yasa hükümleri uyarınca davanın reddine ilişkin olarak kurulan hükmün, verildiği tarih itibarıyla doğru olduğu düşünülse ve ayrıca Anayasanın 153. maddesine göre iptal kararı geriye yürümezse de 10.3.1969 gün ve 1/3 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararının gerekçe bölümünde belirtildiği üzere iptal, kesin şekilde çözüme bağlanmış uyuşmazlıkları etkilemez ve henüz anlaşmazlık hali devam ediyorsa iptalin kapsamına girer. Öyleyse, davanın hak düşürücü süreden reddine ilişkin kurulan kararın Anayasa Mahkemesi’nin anılan iptal kararından sonra doğru olduğu söylenemez. Zira, kamu düzeninin söz konusu olduğu bütün haller istisnanın kapsamına girer.
O halde, bu belirlemeye göre işin esastan karara bağlanması gerekeceği açıktır.
Bilindiği üzere; son kez yürürlüğe giren 3621 sayılı kıyı kanununun ‘ kıyı kenar çizgisini’ belirleme yöntemine ilişkin 5. ve 9. maddeleri, Anayasa Mahkemesinin iptal kararı kapsamı dışında bırakılmış; anılan kanun maddesinin uygulanmasına yorum getiren ve görülmekte olan davalarda dikkate alınması zorunlu bulunan 28.11.1997 gün ve 5/3 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararında ‘ kural olarak, mülkiyet hukuku yönünden kıyı kenar çizgisi belirlenmesi görevinin adli yargıya ait olduğuna; ancak 3621 sayılı Kıyı Kanununun 9. maddesi uyarınca idare tarafından kıyı kenar çizgisi belirlenmiş ve yazılı bildirime rağmen yasal süresinde idari yargıya başvurulmaması nedeniyle yargı yolunun kapanmış olması veya idare tarafından verilip kesinleşmiş karar bulunması durumlarında, bunlara uygun şekilde kıyı kenar çizgisinin adli yargı tarafından saptanması gerektiğine’ işaret edilmiştir.
Hal böyle olunca; öncelikle idare tarafından 3621 sayılı Kanunun 9. maddesi hükmüne göre ‘ kıyı kenar çizgisi’ haritasının düzenlenip, düzenlenmediği araştırılmalı, ondan sonra, üç Jeolog veya Jeoloji mühendisi veya Yüksek Mühendisten oluşturulacak uzman bilirkişi kurulu ve Tapu Fen Memuru aracılığıyla yerinde keşif yapılmalı; harita düzenlendiğinin ve yukarıda değinilen İçtihadı Birleştirme Kararında belirtildiği şekilde işlem gördüğünün, böylece davanın taraflarını bağlayan bir içerik kazandığının anlaşılması durumunda ‘ kıyı kenar çizgisi’ idarenin düzenlediği haritaya değer verilerek saptanmalıdır. Harita düzenlenmediğinin ya da düzenlenip de 5/3 Sayılı Kararda yazılı olduğu gibi bizzat bildirim yapılmadığının veya ilanen bildirime karşın idari yargıya başvurulmadığının ortaya çıkması halinde ise, kıyı kenar çizgisi, bilimsel verilerden ve düzenlenmiş olmakla birlikte bağlayıcılık niteliğini kazanamamış haritadan delil olarak yararlanılarak belli edilmeli, belirlenen çizgi Tapu Fen Memuru sıfatını taşıyan uzman bilirkişinin krokisine infazda kuşkuya yer bırakmayacak biçimde yansıtılmalı ve sonucuna göre bir hüküm kurulmalıdır.
Belirlenen ilkeler göz önüne alındığında; işin esasının 28.11.1997 tarih 5/3 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararına göre değerlendirilmesi, davanın kısmen veya tamamen kabulü halinde de, 19.1.2011 tarihinde yürürlüğe giren 6099 sayılı Yasa hükümleri de gözetilerek taraf iddiaları doğrultusunda gerekli araştırma ve inceleme yapılmak suretiyle uyuşmazlığın çözüme kavuşturulması bakımından karar bozulmalıdır.
Davacı Hazinenin, temyiz itirazları yerindedir. Kabulü ile hükmün (6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununun geçici 3. maddesi aracılığıyla) 1086 sayılı HUMK."nun 428.maddesi gereğince BOZULMASINA, 28.12.2011 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.