Taraflar arasında görülen davada;
Davacılardan S. S., R. B. ve S., miras bırakan anneleri N."nın; diğer davacılar ise kendilerinin davalı Ş."i vekil tayin ettiklerini, ancak vekilin haberleri ve izinleri olmadan iyi niyetli olarak verilen vekaletname ile çekişme konusu 1929 ada 6 parsel sayılı taşınmazdaki 1 nolu bağımsız bölümdeki paylarını vekalet görevini kötüye kullanarak ve muvazalı olarak diğer davalılar ve kendi adına tescil ettirdiğini, davalı M."in vekilin eşi, diğer davalının da baba bir anne ayrı kardeşi olduğunu ileri sürerek, payları oranında iptal ve tescil istemişlerdir. Davacılardan A. yargılama sırasında davadan feragat etmiştir.
Davalılar, davanın reddini savunmuşlardır.
Mahkemece, davacı A. tarafından açılan davanın feragat nedeniyle reddine; davalılar Ş. ve M. aleyhine açılan davanın zamanaşımı nedeniyle reddine; davalı M.aleyhine açılan davanın bu davalıya yapılan temlik olmadığı gerekçesiyle reddine karar verilmiştir.
Karar, davacılar vekili tarafından süresinde temyiz edilmiş olmakla; Tetkik Hakimi raporu okundu, düşüncesi alındı. Dosya incelendi, gereği görüşülüp, düşünüldü.
Dava, vekalet görevinin kötüye kullanılması hukuksal nedenine dayalı tapu iptal ve tescil isteğine ilişkindir.
Mahkemece, davanın reddine karar verilmiştir.
Dosya içeriği ve toplanan delillerden; çekişme konusu 1929 ada 6 parsel sayılı taşınmazdaki 1 nolu bağımsız bölümdeki bir kısım payların, bir kısım davacılar miras bırakanı Necla, diğer payların da diğer davacılar adına kayıtlı iken davalı vekil Ş. tarafından 14.12.1994 taihinde davalı M. satış yoluyla temlik edildiği görülmektedir.
Mahkemece, davalılardan M."e anılan akit ile bir temlikin yapılmadığı belirlenmek suretiyle bu davalı hakkında açılan davanın reddine karar verilmiş olmasında bir isabetsizlik yoktur. Davacıların bu yöne ilişkin temyiz itirazları yerinde değilidir. Reddine.
Ancak, iddianın ileri sürülüş ve içeriğinden davada vekalet görevinin kötüye kullanıldığı iddiasına dayanılmaktadır. Bu tür bir davada aslolan hukuki ilişki, vekalet ve uyuşmazlığı doğuran vakıa o vekaletin kötüye kullanılmasıdır. Bu nitelikteki davaların zamanaşımı ve hak düşürücü süreye tabi olmadığı da kuşkusuzdur.
Bilindiği üzere, Borçlar Kanununun temsil ve vekalet bağıtını düzenleyen hükümlerine göre, vekalet sözleşmesi büyük ölçüde tarafların karşılıklı güvenine dayanır. Vekilin borçlarının çoğu bu güven unsurundan, onun vekil edenin yararına ve iradesine uygun davranış yükümlülüğünden doğar.
Borçlar Kanununda sadakat ve özen borcu, vekilin vekil edene karşı en önde gelen borcu kabul edilmiş ve 390/2 maddesinde "vekil, müvekkiline karşı vekaleti hüsnüniyetle ifa ile mükelleftir..." hükmüne yer verilmiştir. Bu itibarla vekil, vekil edenin yararına ve iradesine uygun hareket etme, onu zararlandırıcı davranışlardan kaçınma yükümlülüğü altındadır. Sözleşmede vekaletin nasıl yerine getirileceği hakkında açık bir hüküm bulunmasa veya yapılan işlem dış temsil yetkisinin sınırları içerisinde kalsa dahi vekilin bu yükümlülüğü daima mevcuttur. Hatta malik tarafından vekilin bir taşınmazın satışında, dilediği bedelle dilediği kimseye satış yapabileceği şeklinde yetkili kılınması, satacağı kimseyi dahi belirtmesi,ona dürüstlük kuralını, sadakat ve özen borcunu gözardı etmek suretiyle, makul sayılacak ölçüler dışına çıkarak satış yapma hakkını vermez. Vekil edenin yararı ile bağdaşmayacak bir eylem veya işlem yapan vekil değinilen maddenin birinci fıkrası uyarınca sorumlu olur.
Öte yandan, vekil ile sözleşme yapan kişi Medeni Kanunun 3. maddesi anlamında iyi niyetli ise yani vekilin vekalet görevini kötüye kullandığını bilmiyor veya kendisinden beklenen özeni göstermesine rağmen bilmesine olanak yoksa, vekil ile yaptığı sözleşme geçerlidir ve vekil edeni bağlar. Vekil vekalet görevini kötüye kullansa dahi bu husus vekil ile vekalet eden arasında bir iç sorun olarak kalır, vekil ile sözleşme yapan kişinin kazandığı haklara etkili olamaz.
Nevarki, üçüncü kişi vekil ile çıkar ve işbirliği içerisinde ise veya kötü niyetli olup vekilin vekalet görevini kötüye kullandığını biliyor veya bilmesi gerekiyorsa vekil edenin sözleşme ile bağlı sayılmaması, Medeni Kanunun 2. maddesinde yazılı dürüstlük kuralının doğal bir sonucu olarak kabul edilmelidir. Söz konusu yasa maddesi buyurucu nitelik taşıdığından hakim tarafından kendiliğinden (resen) göz önünde tutulması zorunludur. Aksine düşünce kötü niyeti teşvik etmek en azından ona göz yummak olur. Oysa bütün çağdaş hukuk sistemlerinde kötü niyet korunmamış daima mahkum edilmiştir. Nitekim uygulama ve bilimsel görüşler bu yönde gelişmiş ve kararlılık kazanmıştır.
Hal böyle olunca, vekalet görevinin kötüye kullanılmasına yönelik iddianın yukarıdaki ilkeler uyarınca araştırılması, taraf delillerinin toplanması varılacak sonuca göre bir karar verilmesi gerekirken, yanılgılı değerlendirmelerle yazılı olduğu üzere hüküm kurulmuş olması doğru değildir. Davacıların bu yöne ilişkin temyiz itirazları yerindedir. Kabulüyle, hükmün açıklanan nedenlerden ötürü (6100 sayılı Yasanın geçici 3.maddesine göre) 1086 sayılı HUMK."nun 428.maddesi gereğince BOZULMASINA, alınan peşin harcın temyiz edene geri verilmesine, 27.12.2011 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.