Taraflar arasında görülen davada;
Davacı, kayden maliki bulunduğu 518 ada 1 parsel sayılı taşınmazın hile ile alınan vekaletname ile davalılardan vekili M.tarafından diğer davalıya muvazaalı olarak satıldığını ileri sürerek, tapu iptal ve tescil isteğinde bulunmuştur.
Davalılar, davanın reddini savunmuşlardır.
Mahkemece, ispat edilemeyen davanın reddine karar verilmiştir.
Karar, davacı vekili tarafından süresinde temyiz edilmiş olmakla; Tetkik Hakimi raporu okundu, düşüncesi alındı. Dosya incelendi, gereği görüşülüp düşünüldü.
Dava tapu iptali tescil isteğine ilişkin olup, mahkemece davanın reddine karar verilmiştir.
Dosya içeriği ve toplanan delillerden,kayden davacıya ait 518 ada 1 parsel sayılı taşınmazın 12.08.2009 tarihli vekaletnameye istinaden vekil M. tarafından 14.08.2009 tarihinde satış suretiyle diğer davalı O.’a temlik edildiği anlaşılmaktadır.
Davacı, davalılardan oğlu M.’in diğer davalı O.’dan faiz karşılığı borç para aldığını, davalı oğlunun, okuma yazma bilmemesinden faydalanarak ve kredi çekerek evi ipotek vereceğini söyleyerek, notere götürdüğünü ileri sürmek, suretiyle kendisinin kandırıldığını beyan ederek eldeki davayı açmış ve mahkemece 15.08.2009 tarihli protokol başlıklı belge gerekçe gösterilerek davanın reddine karar verilmiştir.
15.08.2009 tarihli protokol başlıklı belgede R., S., M. Y. M. C. olan 22000 lira borçları karşılığında S. Y.’a ait 518 ada 1 parsel sayılı taşınmazın yediemin olarak O. E. sattıklarını, senet ödendiğinde taşınmazın iade edileceği, senet ödenmezse taşınmazın M.C.’a verileceği hususlarını içermektedir. Ne var ki ne davacı S.’nın nede vekili M.’in imzasını taşımamaktadır. O halde anılan belgenin davacı aleyhinde hukuki netice doğurmasına olanak yoktur tanık ifadelerinin de belge münderecatını doğrulaması davacıya bir sorumluluk yüklemez. Öyleyse mahkemenin belgeyi değişik değerlendirmesinin doğru olduğu söylenemez.
İddianın ileri sürülüş biçimine ve içeriğine göre taraflar arasındaki çekişmenin vekalet görevinin kötüye kullanılması hukuksal nedeninden kaynaklandığı açıktır.
Bilindiği üzere,Borçlar Kanununun temsil ve vekalet bağıtını düzenleyen hükümlerine göre, vekalet sözleşmesi büyük ölçüde tarafların karşılıklı güvenine dayanır. Vekilin borçlarının çoğu bu güven unsurundan, onun vekil edenin yararına ve iradesine uygun davranış yükümlülüğünden doğar.
Borçlar Kanununda sadakat ve özen borcu, vekilin vekil edene karşı en önde gelen borcu kabul edilmiş ve 390/2 maddesinde "vekil, müvekkiline karşı vekaleti hüsnüniyetle ifa ile mükelleftir..." hükmüne yer verilmiştir. Bu itibarla vekil, vekil edenin yararına ve iradesine uygun hareket etme, onu zararlandırıcı davranışlardan kaçınma yükümlülüğü altındadır. Sözleşmede vekaletin nasıl yerine getirileceği hakkında açık bir hüküm bulunmasa veya yapılan işlem dış temsil yetkisinin sınırları içerisinde kalsa dahi vekilin bu yükümlülüğü daima mevcuttur. Hatta malik tarafından vekilin bir taşınmazın satışında, dilediği bedelle dilediği kimseye satış yapabileceği şeklinde yetkili kılınması, satacağı kimseyi dahi belirtmesi,ona dürüstlük kuralını, sadakat ve özen borcunu gözardı etmek suretiyle, makul sayılacak ölçüler dışına çıkarak satış yapma hakkını vermez. Vekil edenin yararı ile bağdaşmayacak bir eylem veya işlem yapan vekil değinilen maddenin birinci fıkrası uyarınca sorumlu olur.
Öte yandan, vekil ile sözleşme yapan kişi Medeni Kanunun 3. maddesi anlamında iyi niyetli ise yani vekilin vekalet görevini kötüye kullandığını bilmiyor veya kendisinden beklenen özeni göstermesine rağmen bilmesine olanak yoksa, vekil ile yaptığı sözleşme geçerlidir ve vekil edeni bağlar. Vekil vekalet görevini kötüye kullansa dahi bu husus vekil ile vekalet eden arasında bir iç sorun olarak kalır, vekil ile sözleşme yapan kişinin kazandığı haklara etkili olamaz.
Ne varki, üçüncü kişi vekil ile çıkar ve işbirliği içerisinde ise veya kötü niyetli olup vekilin vekalet görevini kötüye kullandığını biliyor veya bilmesi gerekiyorsa vekil edenin sözleşme ile bağlı sayılmaması, Medeni Kanunun 2. maddesinde yazılı dürüstlük kuralının doğal bir sonucu olarak kabul edilmelidir. Söz konusu yasa maddesi buyurucu nitelik taşıdığından hakim tarafından kendiliğinden (resen) göz önünde tutulması zorunludur. Aksine düşünce kötü niyeti teşvik etmek en azından ona göz yummak olur. Oysa bütün çağdaş hukuk sistemlerinde kötü niyet korunmamış daima mahkum edilmiştir. Nitekim uygulama ve bilimsel görüşler bu yönde gelişmiş ve kararlılık kazanmıştır.
Mahkemece yukarıda değinilen ilkeler gözetilerek tarafların iddia ve savunmaları doğrultusunda delillerin toplanarak ondan sonra bir karar verilmesi gerekirken yazılı olduğu üzere karar verilmiş olması doğru değildir.
Hal böyle olunca, davacının temyiz itirazları yerindedir. Kabulüyle hükmün (6100 sayılı Yasanın geçici 3.maddesine göre) HUMK."nun 428.maddesi gereğince BOZULMASINA, alınan peşin harcın temyiz edene geri verilmesine, 27.12.2011 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.