Taraflar arasındaki davadan dolayı Silivri 1. Asliye Hukuk Hakimliğinden verilen 02.06.2010 gün ve 2009/111 esas 2010/274 karar sayılı hükmün onanmasına ilişkin olan 11.07.2011 gün ve 3430-8082 sayılı kararın düzeltilmesi süresinde davalı vekili tarafından istenilmiş olmakla, dosya incelendi gereği görüşülüp düşünüldü:
Davacı vasisi, kısıtlı davacının 21.05.2007 tarihinde dava konusu 187 parsel sayılı taşınmazı temlik ettiğini, bu tarihte hukuksal ehliyetten yoksun bulunduğunu ileri sürerek, iptal ve tescil isteğinde bulunmuştur.
Mahkemece, davanın kabulüne karar verilmiştir.
Dosya içeriği ve toplanan delillerden, davacının vesayet altına alınması için 20.09.2004 tarihinde sulh hukuk mahkemesinde dava açıldığı, 19.09.2007 tarihinde kısıtlanmasına karar verildiği, bu dosya kapsamında rapor alınmak üzere uzun süre geçirildiği; Bakırköy Prof. Dr. Mazhar Osman Ruh ve Sinir Hastalıkları Eğitim ve Araştırma Hastanesi raporuyla hafif derecede montal retardastgon hastası olduğu; vasi tayini gerektiğinin bildirildiği görülmektedir.
Bilindiği üzere; Davranışlarının, eylem ve işlemlerinin sebep ve sonuçlarını anlayabilme, değerlendirebilme ve ayırt edebilme kudreti (gücü) bulunmayan bir kimsenin kendi iradesi ile hak kurabilme, borç (yükümlülük) altına girebilme ehliyetinden söz edilemez. Nitekim Medeni Kanunun “ fiil ehliyetine sahip olan kimse, kendi fiilleriyle hak edinebilir ve borç altına girebilir “ biçimindeki 9. maddesi hükmüyle hak elde edebilmesi, borç ( yükümlülük ) altına girebilmesi, fiil ehliyetine bağlamış. 10. maddesinde de, fiil ehliyetinin başlıca koşulu olarak ayırtım gücü ile ergin ( reşit ) olmayı kabul ederek “ ayırt etme gücüne sahip ve kısıtlı olmayan bir ergin kişinin fiil ehliyeti vardır. “ hükmünü getirmiştir. “Ayırtım gücü “ eylem ve işlev ehliyeti olarak ta tarif edilerek aynı yasanın 13. maddesinde “ yaşının küçüklüğü yüzünden veya akıl hastalığı, akıl zayıflığı, sarhoşluk yada bunlara benzer sebeplerden biriyle akla uygun biçimde davranma yeteneğinden yoksun olmayan herkes bu kanuna göre ayırt etme gücüne sahiptir.” denmek suretiyle açıklanmış, ayrıca ayırtım gücünü ortadan kaldıran önemli nedenlerden bazılarına değinilmiştir. Önemlerinden dolayı bu ilkeler, söz konusu yasa ile öteki yasaların çeşitli hükümlerinde de yer almışlardır.
Hemen belirtmek gerekir ki, Medeni Kanununun 15. maddesinde de ifade edildiği üzere, ayırtım gücü bulunmayan kimsenin geçerli bir iradesinin bulunmaması nedeniyle, kanunda gösterilen ayrık durumlar saklı kalmak üzere, yapacağı işlemlere sonuç bağlanamayacağından karşı tarafın iyi niyetli olması o işlemi geçerli kılmaz. (Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararı 11.6.1941 tarih 4/21)
Yukarıda sözü edilen ilkelerin ve yasa maddelerinin ışığı altında olaya yaklaşıldığında bir kimsenin ehliyetinin tesbitinin şahıs ve mamelek hukuku bakımından doğurduğu sonuçlar itibariyle ne kadar büyük önem taşıdığı kendiliğinden ortaya çıkar. Bu durumda, tarafların gösterecekleri, tüm delillerin toplanılması tanıklardan bu yönde açıklayıcı, doyurucu somut bilgiler alınması, varsa ehliyetsiz olduğu iddia edilen kişiye ait doktor Raporları, hasta müşahede kağıtları, film grafilerinin eksiksiz getirtilmesi zorunludur. Bunun yanında, her ne kadar H.U.M.K.’nun 286 maddelerinde belirtildiği gibi bilirkişinin “rey ve mutaalası” hakimi bağlamaz ise de, temyiz kudretinin yokluğu, yaş küçüklüğü, akıl hastalığı, akıl zayıflığı, sarhoşluk gibi salt biyolojik nedenlere değil, aynı zamanda bilinç, idrak, irade gibi psikolojik unsurlara da bağlı olduğundan, akıl hastalığı, akıl zayıflığı gibi biyolojik ve buna bağlı psikolojik nedenlerin belirlenmesi, çok zaman hakimlik mesleğinin dışında özel ve teknik bilgi gerektirmektedir.
Hele ayırt etme gücünün nisbi bir kavram olması kişiye eylem ve işleme göre değişmesi bu yönde en yetkili sağlık kurulundan, özellikle Adli Tıp Kurumundan rapor alınmasını da gerekli kılmaktadır. Öte yandan, 2659 Sayılı Yasanın 7 ve 16. Maddeleri gereği bu tür iddiaların son inceleme ve karar merciinin Adli Tıp Kurumu ilgili ihtisas dairesi olacağında kuşku yoktur. Esasen Medeni Kanunun 409/2. maddesi akıl hastalığı veya akıl zayıflığının bilirkişi raporu ile belirleneceğini öngörmüştür.
Hal böyle olunca, yukarıda açıklanan ilkeler ve yasa hükümleri çerçevesinde bir araştırma yapılarak tüm delillerin birlikte değerlendirilip sonucuna göre bir karar verilmesi gerekirken, eksik inceleme ile yazılı olduğu üzere hüküm kurulması isabetsizdir. Anılan hususlar davalının karar düzeltme isteği üzerine bu kez yapılan inceleme ile anlaşıldığından Dairenin 11.07.2011 tarih 343/8082 sayılı onama kararının ortadan kaldırılmasına, yerel mahkemenin 02.06.2010 tarih 111/274 sayılı kararının açıklanan nedenlerden ötürü 6100 sayılı HMK"nun ek 3.maddesi yollamasıyla HUMK"nun 428.maddesi uyarınca BOZULMASINA, alınan peşin harcın temyiz edene geri verilmesine, 27.12.2011 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.