Taraflar arasında görülen davada;
Davacılar, miras bırakanları M. Ü."ın mirasçılarından mal kaçırmak amacıyla 239 sayılı parsel sayılı taşınmazı satış suretiyle 112, 829, 4, 9, 904 sayılı parselleri ise ölünceye kadar bakma akdi ile oğlu olan davalı A."e, 989 parselini ise yine ölünceye kadar bakma akdi ile gelini olan davalı E.ye temlik ettiğini, temliklerin muvazaalı olduğunu ileri sürerek tapu iptal ve miras payları oranında adlarına tesciline karar verilmesini istemişlerdir.
Davalılar, murisin aynı saikle davacılar miras bırakanı olan H. Ü.’a da taşınmaz devri yaptığını belirterek davanın reddini savunmuşlardır.
Davanın ve birleşen davanın kabulüne ilişkin olarak verilen karar, dairece; “bilindiği üzere; tarafların tüm delilleri toplanıp, tetkik edildikten ve HUMK.nun 376. maddesine göre; son sözleri dinlenip duruşmanın bittiği bildirildikten sonra hakimin; aynı yasanın 388. maddesi uyarınca kararı gerekçesi ile birlikte (tam olarak) yazması ve hüküm sonucunu 389. maddede öngörülen biçimde tefhim etmesi asıldır. Ne var ki, uygulamada söz konusu yasanın 38l. maddesinin son fıkrasının getirdiği ayrıcalığa dayanılarak bazı zorunlu nedenlerle sadece hükmün sonucu tutanağa geçirilip tefhim edilmekte, gerekçeli karar daha sonra yazılmaktadır. İşte bu gibi hallerde HUMK.nun 389. maddesine uygun olarak tarafların hak ve yükümlülüklerini açıkça gösteren tefhim ile aleniyet ve hukuki varlık kazanan kısa karara daha sonra yazılan gerekçeli kararın uygun olması zorunludur. Esasen kısa kararı yazıp, tefhim etmekle davadan elini çekmiş olan hakimin artık bu kararını değiştirmesine yasal olanak yoktur. Öte yandan, kısa kararla gerekçeli kararın çelişkili olması, yargılamanın aleniyeti, kararların alenen tefhim edilmesine ilişkin Anayasanın l4l. maddesi ile HUMK.nun yukarıda değinilen buyurucu nitelikteki maddelerine de aykırı bir durum yaratır. Ayrıca anılan husus kamu düzeni ile ilgili olup, gözetilmesi yasa ile hakime yükletilmiş bir ödevdir. Aksine düşünce ve uygulama yargı, yargıç ve kararlarının her türlü düşünceden uzak, saygın ve güvenilir olması ilkesi ile de bağdaşmaz. Mahkemece, kısa kararda sadece tapunun iptaline karar verilmişken gerekçeli kararda ilaveten tesciline denilmek suretiyle, değinilen ilke ve yasa hükümleri göz ardı edilerek kısa karara çelişkili olarak gerekçeli karar yazılması doğru değildir” gerekçesiyle bozulması üzerine bozma ilamına uyularak mahkemece, davanın kabulüne karar verilmiştir.
Karar, davacılar tarafından süresinde temyiz edilmiş olmakla, tetkik hakimi raporu okundu. Düşüncesi alındı. Dosya incelendi. Gereği görüşülüp, düşünüldü.
Dava, muris muvazaası hukuksal nedenine dayalı tapu iptali ve tescil isteğine ilişkin olup, hükmüne uyulan bozma ilamı doğrultusunda işlem yapılarak mahkemece, davanın kabulüne karar verilmiştir.
Ancak, asıl davanın davacıları tarafından 20.08.2003 tarihinde, 989 parsel sayılı taşınmazla ilgili olarak aynı hukuksal nedenle davalı E.Ü. aleyhine tapu iptali ve tescil davası açıldığı, anılan dava dosyasının 2003/280 esas üzerinden yapılan yargılaması sırasında 25.05.2005 tarihinde eldeki dava dosyası ile birleştirildiği görülmektedir.
Bu durumda, birleşen dava hakkında da bir karar verilmesi gerekirken, birleşen dava yönünden olumlu ya da olumsuz bir hüküm kurulmamış olması doğru değildir.
Davacıların bu yöne değinen temyiz itirazları yerindedir. Kabulü ile hükmün (6100 sayılı Yasanın geçici 3.maddesine göre) HUMK."nun 428.maddesi gereğince BOZULMASINA, bozma nedenine göre sair hususların şimdilik incelenmesine yer olmadığına, alınan peşin harcın temyiz edene geri verilmesine, 22.12.2011 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.