Esas No: 2011/9775
Karar No: 2011/12785
Karar Tarihi: 15.12.2011
Yargıtay 1. Hukuk Dairesi 2011/9775 Esas 2011/12785 Karar Sayılı İlamı
"İçtihat Metni"
MAHKEMESİ : ORDU 2. ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ
TARİHİ : 05/04/2011
NUMARASI : 2007/276-2011/140
Taraflar arasında görülen davada;
Davacı,babasının 17.3.2006 tarihinde öldürülmesi ve bu olayla ilgili annesinin tutuklanmasından sonra,babası adına kayıtlı taşınmazların intikal işlemlerini yaptırmak üzere davalının eşi olan dayısını 7.4.2006 tarihinde vekil tayin ettiğini, dayısının 133 ada 1 parsel zemin kat 1 nolu işyerini 4.10.2006 tarihinde intikalini yaptırdığını, ancak daha sonra bilgisi ve talimatı olmadan anılan taşınmazı 20.10.2006 tarihinde davalıya satış suretiyle teemlik ettiğini, yapılan işlemin vekalet görevi kötüye kullanılarak muvazaalı biçimde gerçekleştirildiğini ileri sürüp, tapu iptali ve tescil isteğinde bulunmuştur.
Davalı, davanın reddini savunmuştur.
Mahkemece, vekaletname kapsamındaki satış yetkisinin kullanıldığı, dolayısıyla vekalet görevinin kötüye kullanılmadığı ve muvazaa olgusunun ispatlanamadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.
Karar, davacı vekili tarafından süresinde temyiz edilmiş olmakla; Tetkik Hakimi raporu okundu, düşüncesi alındı. Dosya incelendi, gereği görüşülüp, düşünüldü.
Dava, vekalet görevinin kötüye kullanılması hukuksal nedenine dayalı tapu iptali ve tescil isteğine ilişkindir.
Mahkemece, davanın reddine karar verilmiştir.
Dosya içeriği ve toplanan delillerden; dava konusu 133 ada 1 parsel zemin kat 1 bağımsız bölüm numaralı işyerinin davacının miras bırakanı babası H. adına kayıtlı iken, 04.10.2006 tarihinde intikal ile davacı adına tescilinden sonra, davacının Ordu 3. Noterliği’nden vermiş olduğu 07.04.2006 tarih ve 4492 sayılı vekaletnamesine istinaden dayısı ve davalının eşi olan vekili F. B.tarafından 20.10.2006 tarihinde ve satış suretiyle davalıya temlik edildiği anlaşılmaktadır.
Davacı, babasının 17.03.2006 tarihinde öldürülmesi ve bununla ilgili annesinin tutuklanmasından hemen sonra davalının eşi olan dayısı F.’ın kendisinden, babası adına kayıtlı taşınmazların intikalini yaptırmak üzere vekaletname aldığını, ancak vekalet görevinin kötüye kullanılması suretiyle davalıların el ve işbirliği içerisinde hareket ederek anılan temliki işlemi gerçekleştirdiklerini ileri sürerek eldeki davayı açmıştır.
Bilindiği üzere; Borçlar Kanununun temsil ve vekalet bağıtını düzenleyen hükümlerine göre, vekalet sözleşmesi büyük ölçüde tarafların karşılıklı güvenine dayanır. Vekilin borçlarının çoğu bu güven unsurundan, onun vekil edenin yararına ve iradesine uygun davranış yükümlülüğünden doğar.
Borçlar Kanununda sadakat ve özen borcu, vekilin vekil edene karşı en önde gelen borcu kabul edilmiş ve 390/2 maddesinde "vekil, müvekkiline karşı vekaleti hüsnüniyetle ifa ile mükelleftir..." hükmüne yer verilmiştir. Bu itibarla vekil, vekil edenin yararına ve iradesine uygun hareket etme, onu zararlandırıcı davranışlardan kaçınma yükümlülüğü altındadır. Sözleşmede vekaletin nasıl yerine getirileceği hakkında açık bir hüküm bulunmasa veya yapılan işlem dış temsil yetkisinin sınırları içerisinde kalsa dahi vekilin bu yükümlülüğü daima mevcuttur. Hatta malik tarafından vekilin bir taşınmazın satışında, dilediği bedelle dilediği kimseye satış yapabileceği şeklinde yetkili kılınması, satacağı kimseyi dahi belirtmesi,ona dürüstlük kuralını, sadakat ve özen borcunu gözardı etmek suretiyle, makul sayılacak ölçüler dışına çıkarak satış yapma hakkını vermez. Vekil edenin yararı ile bağdaşmayacak bir eylem veya işlem yapan vekil değinilen maddenin birinci fıkrası uyarınca sorumlu olur.
Öte yandan, vekil ile sözleşme yapan kişi Medeni Kanunun 3. maddesi anlamında iyi niyetli ise yani vekilin vekalet görevini kötüye kullandığını bilmiyor veya kendisinden beklenen özeni göstermesine rağmen bilmesine olanak yoksa, vekil ile yaptığı sözleşme geçerlidir ve vekil edeni bağlar. Vekil vekalet görevini kötüye kullansa dahi bu husus vekil ile vekalet eden arasında bir iç sorun olarak kalır, vekil ile sözleşme yapan kişinin kazandığı haklara etkili olamaz.
Ne var ki, üçüncü kişi vekil ile çıkar ve işbirliği içerisinde ise veya kötü niyetli olup vekilin vekalet görevini kötüye kullandığını biliyor veya bilmesi gerekiyorsa vekil edenin sözleşme ile bağlı sayılmaması, Medeni Kanunun 2. maddesinde yazılı dürüstlük kuralının doğal bir sonucu olarak kabul edilmelidir. Söz konusu yasa maddesi buyurucu nitelik taşıdığından hakim tarafından kendiliğinden (resen) göz önünde tutulması zorunludur. Aksine düşünce kötü niyeti teşvik etmek en azından ona göz yummak olur. Oysa bütün çağdaş hukuk sistemlerinde kötü niyet korunmamış daima mahkum edilmiştir. Nitekim uygulama ve bilimsel görüşler bu yönde gelişmiş ve kararlılık kazanmıştır.
Somut olaya gelince; davacının babasının 17.03.2006 tarihinde öldürüldüğü ve Ordu Ağır Ceza Mahkemesi’nin 4.5.2007 tarih 2006/164 esas, 2007/68 sayılı kararıyla anılan suçtan dolayı davacının annesinin cezalandırılmasına karar verildiği, davacının 19.04.1987 doğumlu olup, 07.04.2006 tarihinde, babasının vefatı nedeniyle kendisine intikal edecek taşınmazlara ilişkin olarak intikal ve satış yetkilerini içerir şekilde dayısı F.’ı vekil tayin ettiği, çekişmeli taşınmazın davacı adına intikali yapıldıktan sonra vekili tarafından 20.10.2006 tarihinde vekilin eşi olan davalıya satış suretiyle temlik edildiği, ancak taşınmazın kira bedellerinin davacıya ödendiği, yine taşınmazın satış bedeli ile keşfen belirlenen gerçek değeri arasında aşırı fark bulunduğu, davalı tarafından satış bedelini dahi ödediğine ilişkin belge sunulmadığı ve ödemenin kanıtlanamadığı dosya kapsamıyla sabittir. Ayrıca dinlenilen davacı tanıkları da iddiayı destekler mahiyette beyanlarda bulunmuşlardır.
O halde, anılan bu olgular yukarıda değinilen ilkelerle birlikte değerlendirildiğinde; çekişmeli taşınmazın temlik işleminin, vekalet görevinin kötüye kullanılması suretiyle gerçekleştirildiği sonucuna varılmaktadır.
Hal böyle olunca, davanın kabulüne karar verilmesi gerekirken, yanılgılı değerlendirmeyle yazılı olduğu üzere hüküm kurulmuş olması doğru değildir.
Kabule göre de; yargılama sırasında çekişmeli taşınmazın dava tarihi itibariyle keşfen belirlenen değeri üzerinden harç tamamlanmadığına göre, dava dilekçesinde gösterilen miktar itibariyle vekalet ücreti takdir ve tayini gerekirken fazla avukatlık parasına hükmedilmiş olması da isabetsizdir.
Davacının temyiz itirazları yerindedir. Kabulü ile, hükmün açıklanan nedenlerden ötürü (6100 sayılı Yasanın geçici 3.maddesi yollaması ile) 1086 sayılı HUMK."nın 428.maddesi gereğince BOZULMASINA, alınan peşin harcın temyiz edene geri verilmesine, 15.12.2011 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.