Taraflar arasında görülen davada;
Davacılar, ortak mirasbırakan M.nin 167 ada 1 parsel sayılı taşınmazdaki 1/2 payını mirastan mal kaçırmak amaçlı ve muvazaalı olarak 2.9.2004 tarihinde ve satış suretiyle davalı oğluna temlik ettiğini, işlem tarihinde murisin yapılan işlemleri algılamayacak durumda olduğunu ileri sürüp, tapu iptali ve miras payları oranında tescil isteğinde bulunmuşlardır.
Davalı, iddiaların doğru olmadığını, mirasbırakanın çekişmeli taşınmazdaki 1/2 payını satacağını ve tedavisinde harcayacağını bildirip, davacılara bu payı satın almaları teklifinde bulunduğunu, ancak davacıların bu hususla ilgilenmemeleri üzerine,anılan 1/2 payın çıplak mülkiyetini kendisinin satın aldığını belirterek davanın reddini savunmuştur.
Mahkemece, miras bırakanın davalıya yaptığı temlikin mirastan mal kaçırma amaçlı ve muvazaalı bulunduğu gerekçesiyle davanın kabulüne karar verilmiştir.
Karar, davalı vekili tarafından süresinde temyiz edilmiş olmakla; Tetkik Hakimi raporu okundu, düşüncesi alındı. Dosya incelendi, gereği görüşülüp, düşünüldü.
Dava, ehliyetsizlik ve muris Muvazaası hukuksal nedenlerine dayalı tapu iptali ve tescil isteğine ilişkindir.
Mahkemece, davanın kabulüne karar verilmiştir.
Dosya içeriği ve toplanan delillerden; ortak miras bırakanın çekişme konusu 167 ada 1 parsel sayılı taşınmazda maliki olduğu ½ payının intifa hakkını üzerinde bırakarak çıplak mülkiyetini 02.09.2004 tarihinde ve satış suretiyle davalı oğlu İbrahim’e temlik ettiği anlaşılmaktadır.
Davacılar, anılan temliki işlemin mirasçılardan mal kaçırma amaçlı ve muvazaalı olduğunu ve temlik tarihinde miras bırakanın akıl sağlığı bakımından yapılan işlemleri algılayamayacak durumda bulunduğunu ileri sürerek eldeki davayı açmışlardır.
Hemen belirtilmelidir ki; ehliyetsizlik iddiası kamu düzenini ilgilendirir ve re’sen gözetilmesi gerekir. Bu niteliği itibariyle de öncelikle incelenmesi gerekeceği açıktır.Ne var ki, somut olayda bu yön üzerinde durulmuş değildir.
Bilindiği üzere, davranışlarının, eylem ve işlemlerinin sebep ve sonuçlarını anlayabilme, değerlendirebilme ve ayırt edebilme kudreti (gücü) bulunmayan bir kimsenin kendi iradesi ile hak kurabilme, borç (yükümlülük) altına girebilme ehliyetinden söz edilemez. Nitekim Medeni Kanunun “ fiil ehliyetine sahip olan kimse, kendi fiilleriyle hak edinebilir ve borç altına girebilir “ biçimindeki 9. maddesi hükmüyle hak elde edebilmesi, borç ( yükümlülük ) altına girebilmesi, fiil ehliyetine bağlamış. 10. maddesinde de, fiil ehliyetinin başlıca koşulu olarak ayırtım gücü ile ergin ( reşit ) olmayı kabul ederek “ ayırt etme gücüne sahip ve kısıtlı olmayan bir ergin kişinin fiil ehliyeti vardır. “ hükmünü getirmiştir. “Ayırtım gücü “ eylem ve işlev ehliyeti olarak ta tarif edilerek aynı yasanın 13. maddesinde “ yaşının küçüklüğü yüzünden veya akıl hastalığı, akıl zayıflığı, sarhoşluk yada bunlara benzer sebeplerden biriyle akla uygun biçimde davranma yeteneğinden yoksun olmayan herkes bu kanuna göre ayırt etme gücüne sahiptir.” denmek suretiyle açıklanmış, ayrıca ayırtım gücünü ortadan kaldıran önemli nedenlerden bazılarına değinilmiştir. Önemlerinden dolayı bu ilkeler, söz konusu yasa ile öteki yasaların çeşitli hükümlerinde de yer almışlardır.
Hemen belirtmek gerekir ki, Medeni Kanununun 15. maddesinde de ifade edildiği üzere, ayırtım gücü bulunmayan kimsenin geçerli bir iradesinin bulunmaması nedeniyle, kanunda gösterilen ayrık durumlar saklı kalmak üzere, yapacağı işlemlere sonuç bağlanamayacağından karşı tarafın iyi niyetli olması o işlemi geçerli kılmaz. (Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararı 11.6.1941 tarih 4/21)
Yukarıda sözü edilen ilkelerin ve yasa maddelerinin ışığı altında olaya yaklaşıldığında bir kimsenin ehliyetinin tesbitinin şahıs ve mamelek hukuku bakımından doğurduğu sonuçlar itibariyle ne kadar büyük önem taşıdığı kendiliğinden ortaya çıkar. Bu durumda, tarafların gösterecekleri, tüm delillerin toplanılması tanıklardan bu yönde açıklayıcı, doyurucu somut bilgiler alınması, varsa ehliyetsiz olduğu iddia edilen kişiye ait doktor raporları, hasta müşahede kağıtları, film grafilerinin eksiksiz getirtilmesi zorunludur. Bunun yanında, her ne kadar H.U.M.K.’nun 286 maddelerinde belirtildiği gibi bilirkişinin “rey ve mutaalası” hakimi bağlamaz ise de, temyiz kudretinin yokluğu, yaş küçüklüğü, akıl hastalığı, akıl zayıflığı, sarhoşluk gibi salt biyolojik nedenlere değil, aynı zamanda bilinç, idrak, irade gibi psikolojik unsurlara da bağlı olduğundan, akıl hastalığı, akıl zayıflığı gibi biyolojik ve buna bağlı psikolojik nedenlerin belirlenmesi, çok zaman hakimlik mesleğinin dışında özel ve teknik bilgi gerektirmektedir.
Hele ayırt etme gücünün nisbi bir kavram olması kişiye eylem ve işleme göre değişmesi bu yönde en yetkili sağlık kurulundan, özellikle Adli Tıp Kurumundan rapor alınmasını da gerekli kılmaktadır. Esasen Medeni Kanunun 409/2. maddesi akıl hastalığı veya akıl zayıflığının bilirkişi raporu ile belirleneceğini öngörmüştür.
Hal böyle olunca, yukarıda açıklanan ilkeler ve yasa hükümleri doğrultusunda araştırma ve inceleme yapılması, varsa miras bırakana ait tedavi evrakları, reçeteler, film-grafiler vs. temin edildikten sonra Adli Tıp Kurumu Başkanlığından rapor alınmak suretiyle tarafların ortak miras bırakanının akit tarihinde hukuki ehliyete haiz olup olmadığının saptanması, murisin ehliyetli olduğunun belirlenmesi halinde muris muvazaası hukuksal nedeni üzerinde durulması, toplanan ve toplanacak olan tüm deliller birlikte değerlendirilerek sonucuna göre bir karar verilmesi gerekirken, noksan soruşturmayla yetinilerek yazılı olduğu üzere hüküm kurulmuş olması isabetsizdir.
Davalının temyiz itirazları yerindedir. Kabulü ile, hükmün açıklanan nedenlerden ötürü (6100 sayılı Yasanın geçici 3.maddesi yollaması ile) 1086 sayılı HUMK."nın 428.maddesi gereğince BOZULMASINA, alınan peşin harcın temyiz edene geri verilmesine, 08.12.2011 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.