Taraflar arasında görülen davada;
Davacı, kayden maliki olduğu 9026 ada 1 parsel sayılı taşınmazdaki payının hileli yollarla ve zorlama sonucu davalı C. adına alınan vekaletname ile vekalet görevi kötüye kullanılmak suretiyle diğer davalıya satış suretiyle danışıklı devredildiğini ileri sürerek, tapu iptali-tescil, bu talep kabul edilmediği takdirde tazminat isteğinde bulunmuştur.
Davalılar, iddiaların yersiz olduğunu bildirip davanın reddini savunmuşlardır.
Mahkemece, Tazminat isteği yönünden davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir.
Karar, davacı ve davalı Ş.vekilleri tarafından süresinde duruşma istekli temyiz edilmiş olmakla, duruşma günü olarak saptanan 06.12.2011 Salı günü saat 9.30" da daireye gelmeleri için taraf vekillerine tebligat yapıldığı halde gelmedikleri anlaşıldı, incelemenin dosya üzerinde yapılmasına, süresinde verildiği ve kayıt olunduğu anlaşılan temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra Tetkik Hakimi raporu okundu, düşüncesi alındı. Dosya incelendi, gereği görüşülüp düşünüldü:
Dava, vekâletin hile ile alınıp kötüye kullanıldığı iddiasına dayalı tapu iptali, tescil veya tazminat isteğine ilişkindir.
Mahkemece tazminat isteği yönünden davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir.
Dosya içeriğinden ve toplanan delillerden; çekişmeli 9026 ada 1 parsel sayılı taşınmazın 178/402 payı davacı adına kayıtlı iken 20.2.2007 tarihli vekâletnamedeki yetkiye dayalı olarak vekil davalı C. tarafından 22.2.2007 tarihli akitle diğer davalı Ş.’a satış yoluyla devredildiği görülmektedir.
Davacının, çekişmeli taşınmazın zor durumda olmasından yararlanılarak alınan vekâletname ile bilgisi dışında danışıklı olarak devredildiğini ileri sürerek eldeki davayı açtığı anlaşılmaktadır.
Mahkemece, davaya konu olmayan taşınmaz üzerinden değerlendirme yapılarak sonuca gidilmiştir.
Bilindiği üzere, Borçlar Kanunu"nun temsil ve vekâlet bağıtını düzenleyen hükümlerine göre, vekâlet sözleşmesi büyük ölçüde tarafların karşılıklı güvenine dayanır. Vekilin borçlarının çoğu bu güven unsurundan, onun vekil edenin yararına ve iradesine uygun davranış yükümlülüğünden doğar.
Borçlar Kanunu"nda sadakat ve özen borcu, vekilin vekil edene karşı en önde gelen borcu kabul edilmiş ve 390/2 maddesinde "vekil, müvekkiline karşı vekâleti hüsnüniyetle ifa ile mükelleftir..." hükmüne yer verilmiştir. Bu itibarla vekil, vekil edenin yararına ve iradesine uygun hareket etme, onu zararlandırıcı davranışlardan kaçınma yükümlülüğü altındadır. özleşmede vekâletin nasıl yerine getirileceği bakımından açık bir hüküm bulunmasa veya yapılan işlem dış temsil yetkisinin sınırları içinde kalsa dahi vekilin bu yükümlülüğü daima mevcuttur. Hatta malik tarafından vekilin bir taşınmazın satışında, dilediği bedelle dilediği kimseye satış yapabileceği şeklinde yetkili kılınması, satacağı kimseyi dahi belirtmesi, ona dürüstlük kuralını, sadakat ve özen borcunu göz ardı etmek suretiyle makul sayılacak ölçüler dışına çıkarak satış yapma hakkını vermez. Vekil edenin yararı ile bağdaşmayacak bir eylem veya işlem yapan vekil değinilen maddenin birinci fıkrası uyarınca sorumlu olur.
Bununla birlikte, vekil ile sözleşme yapan kişi Medeni Kanunun 3. maddesi anlamında iyi niyetli ise yani vekilin vekâlet görevini kötüye kullandığını bilmiyor veya kendisinden beklenen özeni göstermesine rağmen bilmesine olanak yoksa vekil ile yaptığı sözleşme geçerlidir ve vekil edeni bağlar. Vekil vekâlet görevini kötüye kullansa dahi bu husus vekil ile vekalet eden arasında bir iç sorun olarak kalır, vekil ile sözleşme yapan kişinin kazandığı haklara etkili olamaz.
Ne var ki, üçüncü kişi vekil ile çıkar ve işbirliği içerisinde ise veya kötü niyetli olup vekilin vekâlet görevini kötüye kullandığını biliyor veya bilmesi gerekiyorsa vekil edenin sözleşme ile bağlı sayılmaması, Medeni Kanunun 2. maddesinde yazılı dürüstlük kuralının doğal bir sonucu olarak kabul edilmelidir. Söz konusu yasa maddesi buyurucu nitelik taşıdığından hâkim tarafından kendiliğinden (resen) göz önünde tutulması zorunludur. Aksine düşünce kötü niyeti teşvik etmek en azından ona göz yummak olur. Oysa bütün çağdaş hukuk sistemlerinde kötü niyet korunmamış daima mahkûm edilmiştir. Nitekim uygulama ve bilimsel görüşler bu yönde gelişmiş ve kararlılık kazanmıştır.
Somut olaya gelince; davaya konu 9026 ada 1 parsel sayılı taşınmazın 178/402 payının temliki yönünden hile ve vekâlet görevinin kötüye kullanılması olgusunun varolup olmadığının tespiti, taraf delillerinin yukarıdaki ilkeler çerçevesinde değerlendirilmesi gerekirken davaya konu olmayan, delil olarak gösterilen Buca’daki taşınmaz üzerinden değerlendirme yapılarak tazminat isteği yönünden sonuca gidilmesi doğru değildir. Bu durumda hükme yeterli bir inceleme ve araştırma yapıldığını söyleyebilme olanağı bulunmamaktadır.
Hal böyle olunca, çekişmeli taşınmaz yönünden taraf delillerinin eksiksiz saptanması, toplanan ve toplanacak deliller yukarıda belirtilen ilkeler çerçevesinde bir arada değerlendirilerek bir karar verilmesi gerekirken yanılgılı değerlendirme ile yazılı olduğu üzere hüküm kurulmuş olması isabetsizdir.
Temyiz eden tarafların bu yönlere değinen itirazları yerindedir. Kabulüyle hükmün açıklanan nedenlerden ötürü (6100 sayılı Yasanın geçici 3.maddesi yollaması ile) 1086 sayılı HUMK."nın 428.maddesi gereğince BOZULMASINA, alınan peşin harcın temyiz edene geri verilmesine, 06.12.2011 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.