Esas No: 2011/8178
Karar No: 2011/11697
Karar Tarihi: 22.11.2011
Yargıtay 1. Hukuk Dairesi 2011/8178 Esas 2011/11697 Karar Sayılı İlamı
"İçtihat Metni"
MAHKEMESİ : KİRAZ ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ
TARİHİ : 16/03/2011
NUMARASI : 2008/127-2011/55
Taraflar arasında görülen davada;
Davacı, davalı ile birlikte çocuksuz ve dul olarak ölen M.A. K."nın kardeşleri olduklarını, miras bırakanın 863 ve 709 parsel sayılı taşınmazlarını kendisinden mal kaçırmak amacıyla ve muvazaalı olarak davalının telkin ve baskıları ile davalıya bağışladığını, miras bırakanın geçirdiği felç nedeniyle demans halinde olduğunu, davalının annesinin mallarına da aynı şekilde üzerine geçirdiğini ileri sürüp, tapu kayıtlarının miras payı oranında iptal ile adına tescilini olmazsa tenkis istemiştir.
Davalı, tenkis davasının zaman aşamına uğradığını, kardeşlerinin saklı paylarının bulunmadığını, miras bırakandan aldığı 863 sayılı parselin kendi evi ile bitişik olup büyük çapta yapacağı onarım için bu taşınmazı satın almasının gerektiğini, ağabeyinin prim borçları ve cezaları nedeniyle emekli olamadığı için 709 sayılı parseli satışa çıkardığını, rayiç bedelleri üzerinden taşınmazları satın aldığını, ölümüne kadar miras bırakanın ayırt etme kudretini kaybetmediğini bildirip, davanın reddini savunmuştur.
Mahkemece, işlemlerin danışıklı olduğunun ispatlanamadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.
Karar, davacı vekili tarafından süresinde duruşma istekli temyiz edilmiş olmakla, duruşma günü olarak saptanan 22.11.2011 Salı günü saat:09.30"da daireye gelmeleri için taraf vekillerine tebligat yapıldığı halde gelmedikleri anlaşıldı, incelemenin dosya üzerinde yapılmasına, süresinde verildiği ve kayıt olunduğu anlaşılan temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra Tetkik Hakimi raporu okundu, düşüncesi alındı. Dosya incelendi, gereği görüşülüp düşünüldü: Dava, ehliyetsizlik ve muris muvazaası hukuksal nedenlerine dayalı tapu iptali ve tescil olmazsa tenkis isteklerine ilişkindir.
Mahkemece, miras bırakanın davalıya yapmış olduğu temliklerin mirasçıdan mal kaçırma amaçlı ve muvazaalı olduğu iddiasının kanıtlanamadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.
Hemen belirtilmelidir ki, davada dayanılan maddi olaylar bakımından birkaç hukuki nedenin bir arada gösterilmesinde ilke olarak usul ve yasaya aykırı bir yön yoktur. (Hukuk Genel Kurulunun 11.4.1990 tarih, 990/1-152 Esas - 990/236 sayılı kararı)
Bilindiği üzere; davranışlarının, eylem ve işlemlerinin sebep ve sonuçlarını anlayabilme, değerlendirebilme ve ayırt edebilme kudreti (gücü) bulunmayan bir kimsenin kendi iradesi ile hak kurabilme, borç (yükümlülük) altına girebilme ehliyetinden söz edilemez. Nitekim Medeni Kanunun “ fiil ehliyetine sahip olan kimse, kendi fiilleriyle hak edinebilir ve borç altına girebilir “ biçimindeki 9. maddesi hükmüyle hak elde edebilmesi, borç ( yükümlülük ) altına girebilmesi, fiil ehliyetine bağlamış. 10. maddesinde de, fiil ehliyetinin başlıca koşulu olarak ayırtım gücü ile ergin ( reşit ) olmayı kabul ederek “ ayırt etme gücüne sahip ve kısıtlı olmayan bir ergin kişinin fiil ehliyeti vardır. “ hükmünü getirmiştir. “Ayırtım gücü “ eylem ve işlev ehliyeti olarak ta tarif edilerek aynı yasanın 13. maddesinde “ yaşının küçüklüğü yüzünden veya akıl hastalığı, akıl zayıflığı, sarhoşluk yada bunlara benzer sebeplerden biriyle akla uygun biçimde davranma yeteneğinden yoksun olmayan herkes bu kanuna göre ayırt etme gücüne sahiptir.” denmek suretiyle açıklanmış, ayrıca ayırtım gücünü ortadan kaldıran önemli nedenlerden bazılarına değinilmiştir. Önemlerinden dolayı bu ilkeler, söz konusu yasa ile öteki yasaların çeşitli hükümlerinde de yer almışlardır.
Hemen belirtmek gerekir ki, Medeni Kanununun 15. maddesinde de ifade edildiği üzere, ayırtım gücü bulunmayan kimsenin geçerli bir iradesinin bulunmaması nedeniyle, kanunda gösterilen ayrık durumlar saklı kalmak üzere, yapacağı işlemlere sonuç bağlanamayacağından karşı tarafın iyi niyetli olması o işlemi geçerli kılmaz. (Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararı 11.6.1941 tarih 4/21)
Yukarıda sözü edilen ilkelerin ve yasa maddelerinin ışığı altında olaya yaklaşıldığında bir kimsenin ehliyetinin tesbitinin şahıs ve mamelek hukuku bakımından doğurduğu sonuçlar itibariyle ne kadar büyük önem taşıdığı kendiliğinden ortaya çıkar. Bu durumda, tarafların gösterecekleri, tüm delillerin toplanılması tanıklardan bu yönde açıklayıcı, doyurucu somut bilgiler alınması, varsa ehliyetsiz olduğu iddia edilen kişiye ait doktor raporları, hasta müşahede kağıtları, film grafilerinin eksiksiz getirtilmesi zorunludur. Bunun yanında, her ne kadar H.U.M.K.’nun 286 maddelerinde belirtildiği gibi bilirkişinin “rey ve mutaalası” hakimi bağlamaz ise de, temyiz kudretinin yokluğu, yaş küçüklüğü, akıl hastalığı, akıl zayıflığı, sarhoşluk gibi salt biyolojik nedenlere değil, aynı zamanda bilinç, idrak, irade gibi psikolojik unsurlara da bağlı olduğundan, akıl hastalığı, akıl zayıflığı gibi biyolojik ve buna bağlı psikolojik nedenlerin belirlenmesi, çok zaman hakimlik mesleğinin dışında özel ve teknik bilgi gerektirmektedir.
Hele ayırt etme gücünün nisbi bir kavram olması kişiye eylem ve işleme göre değişmesi bu yönde en yetkili sağlık kurulundan, özellikle Adli Tıp Kurumundan rapor alınmasını da gerekli kılmaktadır. Esasen Medeni Kanunun 409/2. maddesi akıl hastalığı veya akıl zayıflığının bilirkişi raporu ile belirleneceğini öngörmüştür.
Somut olaya gelince; hukuki ehliyetsizlik iddiasının kamu düzeniyle ilgili olması sebebiyle öncelikle incelenmesi gerekeceği kuşkusuzdur. Oysa, mahkemece ehliyetsizlik iddiası bakımından hiçbir araştırma yapılmaksızın, doğrudan muris muvazaası ididası üzerinde durularak bu yönden karar verilmiş olmasının doğru olduğu söylenemez.
Hal böyle olunca, öncelikle ehliyetsizlik iddiası yönünden tarafların iddia ve savunmaları doğrultusunda tüm delillerin toplanması ve dosyanın kül halinde Adli Tıp Kurumu 4.İhtisas Dairesine gönderilerek 2659 sayılı Yasanın 7. ve 16.maddeleri gereğince akit tarihinde miras bırakanın hukuki ehliyete haiz olup olmadığının saptanması, hukuki ehliyete haiz olmadığının anlaşılması halinde diğer iddia olan muris muvazaasının araştırılmasına gerek görülmeksizin davanın pay oranında açılması nedeniyle tereke T.M.K."nun 701 ila 703.maddeleri arasında öngörülen elbirliği mülkiyetine tabi olduğundan karar tarihindeki yasal düzenlemeler gereğince devanın reddine karar verilmesi gerekeceği tartışmasızdır. Ne varki, 01.10.2011 tarihinde yürürlüğe giren 6100 sayılı Yasanın 124.maddesi ile bu konuda getirilen yeni düzenlemelerin eldeki dava yönünden gözetilmesi gerekeceği sabittir. O halde, H.M.K."nun 124.maddesinde öngörülen düzenlemenin değerlendirilip gerekçelendirilmesi gerekip gerekmeyeceği üzlerinde durulması, ondan sonra bir karar verilmesi için karar bozulmalıdır.Davacının, temyiz itirazları yerindedir. Kabulüyle, hükmün (6100 sayılı Yasanın geçici 3.maddesine göre) HUMK."nun 428.maddesi gereğince BOZULMASINA, alınan peşin harcın temyiz edene geri verilmesine,, 03.12.2010 tarihinde yürürlüğe giren Avukatlık Ücret Tarifesinin 14. maddesi gereğince gelen temyiz eden vekili için 825.00.-TL. duruşma avukatlık parasının temyiz edilenden alınmasına, 22.11.2011 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.