Yargıtay 1. Hukuk Dairesi 2011/8251 Esas 2011/11694 Karar Sayılı İlamı

Abaküs Yazılım
1. Hukuk Dairesi
Esas No: 2011/8251
Karar No: 2011/11694
Karar Tarihi: 22.11.2011

Yargıtay 1. Hukuk Dairesi 2011/8251 Esas 2011/11694 Karar Sayılı İlamı

1. Hukuk Dairesi         2011/8251 E.  ,  2011/11694 K.

    "İçtihat Metni"

    MAHKEMESİ : ÇORLU 2. ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ
    TARİHİ : 22/03/2011
    NUMARASI : 2010/382-2011/175

    Taraflar arasında görülen davada;
    Davacı, miras bırakanı C. E."in terekeden mal kaçırmak amacıyla 1190 parsel sayılı taşınmazın 300/1070 payını davalıya bağışladığını ayrıca miras bırakanın işlem tarihinde ilerlemiş yaşı nedeniyle akıl zayıflığı bulunduğu ileri sürüp, tapunun iptali ile miras bırakan adına tescilini istemiştir.
    Davalı, yanıt vermemiştir.
    Mahkemece, işlemin danışıklı olduğunun anlaşıldığı gerekçesiyle davanın kabulüne karar verilmiştir.
    Karar, davalı vekili tarafından süresinde duruşma istekli temyiz edilmiş olmakla, duruşma günü olarak saptanan 22.11.2011 Salı günü için yapılan tebligat üzerine temyiz eden vekili Avukat .... ile temyiz edilen vekili Avukat ..... geldiler duruşmaya başlandı, süresinde verildiği ve kayıt olunduğu anlaşılan temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra gelen vekillerin sözlü açıklamaları dinlendi, duruşmanın bittiği bildirildi, iş karara bırakıldı. Bilahare Tetkik Hakimi tarafından düzenlenen rapor okundu, düşüncesi alındı. Dosya incelenerek gereği görüşülüp düşünüldü:
    Dava, ehliyetsizlik ve muris muvazaası hukuksal nedenlerine dayalı tereke adına tapu iptal ve tescil isteklerine ilişkin olup mahkemece, muris muvazaası iddiasının gerçekleştiği gerekçesiyle davanın kabulü ile miras bırakan C. adına tesciline karar verilmiştir.
    Dosya içeriği ve toplanan delillerden; davacının miras bırakanı C."in 1190 parsel sayılı taşınmazda 300/1070 payını 8.7.2004 tarihinde bağış suretiyle torunu olan Ş.a temlik ettiği anlaşılmaktadır.
    Hemen belirtilmelidir ki, davada dayanılan maddi olaylar bakımından birkaç hukuki nedenin bir arada gösterilmesinde ilke olarak usul ve yasaya aykırı bir yön yoktur. (Hukuk Genel Kurulunun 11.4.1990 tarih, 990/1-152 E. 1990/236 sayılı kararı)
    Davacı, muris muvazaası hukuksal nedeni ile birlikte miras bırakanın hukuki ehliyetten yoksun bulunduğu iddiasına da dayanmıştır. Bilindiği gibi, ehliyetsizlik iddiası kamu düzeniyle ilgili olduğundan öncelikle incelenmesi ve araştırılması gerekir. ehliyetsizlik iddiasının 2659 sayılı Yasanın 7. ve 16.maddeleri gereğince Adli Tıp Kurumu 4.İhtisas Dairesinden elde edilecek raporla saptanması gerekeceği, şayet elde edilen raporla hukuki ehliyetsizliğin varlığının tespiti halinde diğer iddiaların dinlenmesine gerek bulunmayacağı tartışmasızdır.
    Davranışlarının, eylem ve işlemlerinin sebep ve sonuçlarını anlayabilme, değerlendirebilme ve ayırt edebilme kudreti (gücü) bulunmayan bir kimsenin kendi iradesi ile hak kurabilme, borç (yükümlülük) altına girebilme ehliyetinden söz edilemez. Nitekim Medeni Kanunun “ fiil ehliyetine sahip olan kimse, kendi fiilleriyle hak edinebilir ve borç altına girebilir “ biçimindeki 9. maddesi hükmüyle hak elde edebilmesi, borç ( yükümlülük ) altına girebilmesi, fiil ehliyetine bağlamış. 10. maddesinde de, fiil ehliyetinin başlıca koşulu olarak ayırtım gücü ile ergin ( reşit ) olmayı kabul ederek “ ayırt etme gücüne sahip ve kısıtlı olmayan bir ergin kişinin fiil ehliyeti vardır. “ hükmünü getirmiştir. “Ayırtım gücü “ eylem ve işlev ehliyeti olarak ta tarif edilerek aynı yasanın 13. maddesinde “ yaşının küçüklüğü yüzünden veya akıl hastalığı, akıl zayıflığı, sarhoşluk yada bunlara benzer sebeplerden biriyle akla uygun biçimde davranma yeteneğinden yoksun olmayan herkes bu kanuna göre ayırt etme gücüne sahiptir.” denmek suretiyle açıklanmış, ayrıca ayırtım gücünü ortadan kaldıran önemli nedenlerden bazılarına değinilmiştir. Önemlerinden dolayı bu ilkeler, söz konusu yasa ile öteki yasaların çeşitli hükümlerinde de yer almışlardır.
    Hemen belirtmek gerekir ki, Medeni Kanununun 15. maddesinde de ifade edildiği üzere, ayırtım gücü bulunmayan kimsenin geçerli bir iradesinin bulunmaması nedeniyle, kanunda gösterilen ayrık durumlar saklı kalmak üzere, yapacağı işlemlere sonuç bağlanamayacağından karşı tarafın iyi niyetli olması o işlemi geçerli kılmaz. (Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararı 11.6.1941 tarih 4/21)
    Yukarıda sözü edilen ilkelerin ve yasa maddelerinin ışığı altında olaya yaklaşıldığında bir kimsenin ehliyetinin tesbitinin şahıs ve mamelek hukuku bakımından doğurduğu sonuçlar itibariyle ne kadar büyük önem taşıdığı kendiliğinden ortaya çıkar. Bu durumda, tarafların gösterecekleri, tüm delillerin toplanılması tanıklardan bu yönde açıklayıcı, doyurucu somut bilgiler alınması, varsa ehliyetsiz olduğu iddia edilen kişiye ait doktor raporları, hasta müşahede kağıtları, film grafilerinin eksiksiz getirtilmesi zorunludur. Bunun yanında, her ne kadar H.U.M.K.’nun 286 maddelerinde belirtildiği gibi bilirkişinin “rey ve mutaalası” hakimi bağlamaz ise de, temyiz kudretinin yokluğu, yaş küçüklüğü, akıl hastalığı, akıl zayıflığı, sarhoşluk gibi salt biyolojik nedenlere değil, aynı zamanda bilinç, idrak, irade gibi psikolojik unsurlara da bağlı olduğundan, akıl hastalığı, akıl zayıflığı gibi biyolojik ve buna bağlı psikolojik nedenlerin belirlenmesi, çok zaman hakimlik mesleğinin dışında özel ve teknik bilgi gerektirmektedir.
    Hele ayırt etme gücünün nisbi bir kavram olması kişiye eylem ve işleme göre değişmesi bu yönde en yetkili sağlık kurulundan, özellikle Adli Tıp Kurumundan rapor alınmasını da gerekli kılmaktadır. Esasen Medeni Kanunun 409/2. maddesi akıl hastalığı veya akıl zayıflığının bilirkişi raporu ile belirleneceğini öngörmüştür.
    Oysa; mahkemece, ehliyetsizlik ididası yönünden hiçbir araştırma ve soruşturmak yapılmaksızın muvazaa iddiasının sübut bulduğu gerekçesiyle davanın kabulü cihetine gidilmiştir. Anılan bu hususun, yukarıda değinilen ilkeler gözetildiğinde doğru olduğu söylenemez.
    Diğer taraftan, miras bırakan C."in ölüm tarihine göre terekesi T.M.K."nun 701 ila 703.maddeleri arasındaki yasal düzenlemeler gereğince elbirliği mülkiyetine tabi olup dava dışı C."in başkaca mirasçılarının bulunduğu dosya kapsamı ile sabittir.
    Bilindiği üzere; elbirliği (İştirak) halinde mülkiyet, yasa veya yasada belirtilen sözleşmeler uyarınca aralarında ortaklık bağı bulunan kişilerin, bu ortaklık nedeniyle bir mala veya hakka birlikte malik olma durumudur.
    M.K.nun 701-703 maddelerinde düzenlenen bu tür mülkiyetin ( ortaklığın ) tüzel kişiliği olmadığı gibi eşya üzerinde ortaklardan herbirinin doğrudan doğruya bir hakkı da yoktur. Mülkiyet bir bütün olarak ortaklardan tümüne aittir. Başka bir anlatımla ortaklık tasfiye oluncaya kadar ortaklardan birinin ayrı mal veya hak sahipliği bulunmayıp, hak sahibi ortaklıktır. Değinilen mülkiyet türünde malikler mülkiyet payları ayrılmadığından paydaş değil, ortaktır. Bu kural, M.K.nun 701 maddesinde (... Kanun ve kanunda öngörülen sözleşmeler uyarınca oluşan topluluk
    dolayısıyla mallara birlikte malik olanların mülkiyeti, elbirliği mülkiyetidir.Elbirliği mülkiyetinde ortakların belirlenmiş payları olmayıp her birinin hakkı, ortaklığa giren malların tamamına yaygındır.) biçiminde açıklanmıştır. Elbirliği (İştirak) halinde mülkiyetin bu özelliği itibariyle ortaklar arasında zorunlu dava arkadaşlığı bulunmaktadır. Şayet yasa veya elbirliği (iştirak) halinde mülkiyeti oluşturan anlaşmada ortaklık adına hareket etme yetkisinin kime ait olacağı belirtilmemişse, ortaklığın tasfiyesini isteme hakkı dışındaki tüm işlemlerde ortakların (iştirakçilerin) oybirliği ile karar almaları ve birlikte hareket etmeleri zorunluluğu vardır.
    M.K.nun 702/2 maddesi bu yönde açık hüküm getirmiştir. Ancak, açıklanan kural yargısal uygulamada kısmen yumuşatılmış bir ortağın tek başına dava açabileceği, nevarki, davaya devam edebilmesi için öteki ortakların olurlarının alınması veya miras şirketine atanacak temsilci aracılığı ile davanın sürdürülmesi gerektiği kabul edilmiştir. (ll.l0.982 tarih l982/3-2 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararı) Nitekim bu görüş bilimsel alanda da aynen benimsenmiştir.
    Somut olayda,elbirliği (iştirak) halinde mülkiyet söz konusu olup, dava dışı ortaklar bulunmaktadır. Hal böyle olunca, davaya katılmayan ortakların olurlarının alınması yada miras şirketine M.K.nun 640. maddesi uyarınca atanacak temsilci aracılığı ile davanın sürdürülmesi gerekeceği kuşkusuzdur.
    Çekişme konusu taşınmazdaki payın davalıya temliki, satış olmayıp bağıştır. Bağış yoluyla yapılan temliklerde 1.4.1974 tarih 1/2 sayılı İnançları Birleştirme Kararının uygulama yeri yoktur. Bu tür temliklerin ancak süresi içinde açılacak T.M.K."nun 560 ila 571.maddesi arasında öngörülen tenkis davasına konu edilebileceği açıktır.
    Yukarıda değinilen ilkeler ve davadaki isteğinde terekeye iade şeklinde olduğu, esasen mahkemenin de kabul kararının bu yönde bulunduğu gözetilerek davanın görülebilirlik koşulunun öncelikle yerine getirilmesi ve usuli muamelelerin gerçekleştirilmesi, ondan sonra işin esasına girilerek elde edilecek Adli Tıp Raporuna göre, miras bırakan C."in ehliyetsiz çıkması halinde davanın buna göre sonuçlandırılması; aksine miras bırakan C."in ehliyetli olduğunun anlaşılması halinde bağış işleminde muris muvazaasının dinlenmesi olanağı bulunmadığı ve açılmış bir tenkis davasının da bulunmadığı gözetilerek davanın reddine karar verilmesi gereğinin gözardı edilmiş olması doğru değildir.
    Öte yandan, kabul tarzı itibariyle 4721 sayılı T.M.K."nun 28.maddesi hükmü uyarınca ölüm ile hukuki şahsiyet son bulur. Ne varki, mahkemece (miras bırakanın ehliyetsiz olduğunun anlaşılması durumunda) tüm mirasçıların miras payları oranında iptal ve tescile karar verilmesi gerekirken ölü kişi adına tescile karar verilmiş olması da isabetsizdir.
    Davalının, temyiz itirazları yerindedir. Kabulüyle, hükmün (6100 sayılı Yasanın geçici 3.maddesine göre) HUMK."nun 428.maddesi gereğince BOZULMASINA, alınan peşin harcın temyiz edene geri verilmesine, 03.12.2010 tarihinde yürürlüğe giren Avukatlık Ücret Tarifesinin 14. maddesi gereğince gelen temyiz eden vekili için 825.00.-TL. duruşma avukatlık parasının temyiz edilenden alınmasına, 22.11.2011 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

     

    Hemen Ara