Esas No: 2011/6996
Karar No: 2011/11575
Karar Tarihi: 18.11.2011
Yargıtay 1. Hukuk Dairesi 2011/6996 Esas 2011/11575 Karar Sayılı İlamı
"İçtihat Metni"
MAHKEMESİ : SEFERİHİSAR ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ
TARİHİ : 08/03/2011
NUMARASI : 2010/60-2011/29
Taraflar arasında görülen davada;
Davacılar, miras bırakanları adına kayıtlı 71 parsel sayılı taşınmazın 6599 m²"lik kısmının kıyı kenar çizgisi içinde kaldığı gerekçesiyle ile Hazine tarafından açılan tapu iptal davası sonucunda kaydın Seferihisar Asliye Hukuk Mahkemesinin 03.06.2003 tarih ve 2000/221 E. 2003/156 K. Sayılı 08.07.2009 tarihinde kesinleşen karar ile iptal edildiğini, tazminatsız olarak iptal edilen kısım için fazlaya dair talep ve dava haklarını saklı tutarak 20.000.TL"nin tazminatın tahsiline karar verilmesini istemişler, 07.07.2010 tarihli ıslah dilekçesi ile 1.000.000.TL"nin tahsiline karar verilmesini istemişlerdir.
Davalı, hak düşürücü süre ve zamanaşımı itirazında bulunarak, mülkiyet hakkının ihlalinden bahsedilemeyeceğini, tazminat talep edilemeyeceğini belirterek davanın reddini savunmuştur.
Mahkemece, davanın kabulü ile 20.000.TL tazminatın dava tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile davalıdan tahsiline, ıslahla artırılan kısım yönünden davanın zaman aşımı nedeniyle reddine karar verilmiştir.
Karar, taraflarca süresinde duruşma istekli temyiz edilmiş olmakla, duruşma günü olarak saptanan 18.11.2011 Cuma günü için yapılan tebligat üzerine temyiz edenler vekili Avukat gelmedi, diğer temyiz eden vekili Avukat ....geldi, duruşmaya başlandı, süresinde verildiği ve kayıt olunduğu anlaşılan temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra gelen vekilin sözlü açıklamaları dinlendi, duruşmanın bittiği bildirildi, iş karara bırakıldı. Bilahare Tetkik Hakimi tarafından düzenlenen rapor okundu, düşüncesi alındı. Dosya incelenerek gereği görüşülüp düşünüldü:
Dava, tapu kaydının iptalinden kaynaklanan tazminat isteğine ilişkin olup, dava dilekçesinde istenen tazminat miktarı 20.000 TL. olarak gösterilmiş ve yargılama aşamasında 07.07.2010 tarihli ıslahla dava değeri 1000.000 TL.ye çıkartılmış, mahkemece dava dilekçesinde belirtilen değer yönünden tazminat isteğinin kabulüne, ıslah tarihi itibariyle ıslah edilen miktar yönünden davanın zamanaşımı sebebiyle reddine karar verilmiştir.
Hemen belirtilmelidir ki, şey elinden alınan kimse verdiği şeyi istemeyip müsbet zararının tazminini isteyebileceği gibi akdi feshedip zapta ilişkin yasal düzenlemelerden yararlanarak verdiği şeyin geri alınmasını isteme hakkına da haizdir. Somut olayda davacının malik olduğu taşınmazın (bir bölümünün) yasadan kaynaklanan nedenle sicil kaydı (tapusu) dereceattan geçerek kesinleşen mahkeme kararıyla iptal edildiğine göre isteğinin tazminat olacağı tartışmasızdır. Şu da ifade edilmelidir ki, böylesi bir durumda Borçlar Kanununun 61 ve devamı hükümlerinde öngörülen sebepsiz zenginleşme kurallarının özellikle aynı yasanın 66. maddesinde yer alan zamanaşımının somut olayda uygulama yerinin bulunmadığı sabittir.
O halde, kanundan kaynaklanan sebeple davalı üzerindeki sicil kaydı kütükten terkin edildiğine göre tazminat yönünden hangi zamanaşımının uygulanacağı, başlangıcı ve süresinin ne olacağı yönleri üzerinde durulmasında fayda görülmektedir.
Bilindiği üzere zapt, çok kez önceden bilinmesi ve kestirilmesi mümkün olmayan bir haldir. Bu itibarla zamanaşımı zaptın vaki olduğu tarihte başlar. Taşınmazın zaptına ilişkin bulunan mahkeme kararının kesinleştiği tarih zamanaşımının başlangıcı olur.Diğer taraftan zapttan doğan davaların kaç yıllık zamanaşımına tabi olacağı hakkında kanunda bir hüküm yoktur. Öyleyse Borçlar Kanununun 125. maddesi gereğince genel hükümlere bağlı kalınarak zamanaşımının 10 yıl süreli olduğunu kabul etmek gerekir. Nitekim, 9.10.1946 günlü ve 6/12 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararında “ Ayrıca dava sebebine bakılarak, olaya uyan zamanaşımı veya hak düşüren süre hükümlerinin uygulanması gerekir; Bu arada yerine göre, Borçlar Kanununun 125. maddesinde yazılı 10 yıllık zamanaşımı uygulanabilir” biçimindeki benimseme şekline bu konuda istikrar kazanmış içtihatları teyit eder niteliktedir. (B.13HD.13.12.1988T.4424E, 6089K,Y1. H.D.1.11.1976 tarih 10332E.10527K)
Somut olayda, taşınmaz maliki yönünden zapt Seferihisar Asliye Hukuk Mahkemesinin 08.07.2009 tarihinde kesinleşen 2000/221 Esas,2003/156 sayılı kararı ile gerçekleştiğine göre eldeki davanın açıldığı tarih gözetildiğinde davanın yasal süre içinde açıldığı kuşkusuzdur.
O halde, ıslah edilen miktar yönünden zamanaşımı nedeniyle davanın reddine karar verilmiş olması doğru değildir.
Öte yandan, tazminat isteği bakımından yapılan araştırmanın da hükme yeterli ve elverişli olduğu söylemez.
Şöyle ki, Mülkiyet hakkı gerek Anayasa ve yasalarla iç hukuk yönünden, gerekse Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ek 1 nolu protokol 1.madde ile kabul edilmiş temel haklardandır. (Anayasa Md. 35/1, AİHS Ek Prot. 1-1). Türk Medeni Yasasının 683. maddesinde de bir şeye malik olan kimsenin hukuk düzeninin sınırları içerisinde o şey üzerinde dilediği gibi kullanma, yararlanma ve tasarrufta bulunma yetkisi belirtilmiş, malikin malını haksız olarak elinde bulunduran kimseye karşı istihkak davası açabileceği gibi her türlü haksız elatmanın önlenmesini de dava konusu edebileceği hüküm altına alınmıştır.
Bilindiği ve yukarıda sözü edilen yasa ve sözleşmelerin hakkı tanımlayan maddelerini takip eden fıkralarda ifade edildiği gibi, mülkiyet hakkı da kamu yararının bulunduğu hallerde sınırlandırılabilir veya tamamen kaldırılabilir.
Ne varki, bu sınırlandırma veya kaldırma gerçekleştirilirken; T.C.Anayasasının 90/5.maddesi ile iç hukuk normu sayılan AİHS. Hükümlerince AİHM tarafından oluşturulan 30.5.2006 tarih 1262/02 sayılı kararda ifade edildiği üzere; “… bir kişiyi mülkünden yoksun bırakan bir önlemin…”, “kamu yararına meşru bir amaç gütmesi gerektiği…”, bu önlem alınırken “… başvurulan yollar ve gerçekleştirilmesi amaçlanan hedef arasında makul bir oransallık ilişkisi olması gerektiği…”, kişinin “… kişisel ve haddinden fazla yük taşıma zorunda kalması halinde gerekli dengenin kurulamayacağı…” açıktır.
Diğer bir anlatımla, kamu yararı ile mülkiyet hakkından kısmen veya tamamen yoksun bırakılan kişinin hakkı arasında makul, kabul edilebilir, hak ve adalet dengesini sağlayacak bir oranın kurulması asıldır.
Bu arada, üzerinde durulması gereken konulardan biri de; çekişme yaratılan tapu kaydına bağlanan ve böylece kişi adına mülkiyet hakkı oluşturulan yere ait tapunun niteliğinin belirlenmesidir.
Devlet tarafından verilen, doğru esasa ve geçerli kayda dayalı tapu ile sağlanan mülkiyet hakkına değer verileceği kuşkusuzdur. Böyle bir yer, temel vasfı yani kamu malı olma niteliği değişmemekle birlikte, kişinin söz konusu tapuya dayalı hakkının yukarıda ifade edildiği gibi korunması gerekeceği muhakkaktır.
Aksi düşünce tarzının, devletin verdiği tapunun geçersizliğini ileri sürerek, hiçbir karşılık ödemeksizin iptalini istemesi, geçerli kayda dayalı mülkiyet hakkı ile bağdaşmayacağı gibi, devletin saygınlığını zedeler nitelikte bir tutum olacaktır.
Öte yandan, Anayasa’nın 40 ncı maddesinin 3.fıkrasında “ kişinin resmi görevliler tarafından vaki haksız işlemler sonucu uğradığı zarar da kanuna göre Devletçe tazmin edilir.” Hükmü öngörülmüş, keza Anayasanın 129 ncu maddenin 5 nci fıkrasında “ memurlar ve diğer kamu görevlilerinin yetkilerini kullanırken işledikleri kusurlardan doğan tazminat davalarının ancak idare aleyhine açılabileceği” açıklanmıştır.M.K.nun 1007 nci maddesi bu bağlamda yorumlandığında, tapu sicillerinin tutulmasından ve bundan doğan zararlardan devletin sorumlu olacağı ilkesinin benimsendiği anlaşılmaktadır.Yasanın bu açık hükmünün kaynak olduğu devletin sorumluluğu tapu sicilinin tutulması sırasında, sicil memurunun hukuka aykırı işlemi ile sonuç arasında nedensellik bağının varlığı gerekli ise de eylem yada işlemin kusura dayanması gerekmez.Zira devletin sorumluluğu kusursuz sorumluluktur. Anılan ilke 27.3.1957 tarih ve 1/3 sayılı İnançları Birleştirme Kararı ile benimsenmiş olup, adam çalıştıran (somut olayda devlet) objektif özen eksikliğinin doğurduğu zarardan sorumludur. Çalışanın seçiminde,talimat vermede ve denetlenmesindeki eksiklik yada bozukluk nedeniyle çalışan çevre ve ilgililer için hakların kazanılması ve kullanılması açısından özel bir tehlike oluşturur. Kusursuz sorumluluk, tapu siciline bağlı çıkarların ve ayni hakların yanlış tescil sonucu sicile güven ilkesi yönünden değişmesi yada yitirilmesi bu haklardan yoksun kalınması temeline dayanır.Çünkü sicillerin doğru tutulmasını üstlenen ve taahhüt eden devlet, aykırı kayıtlardan doğan zararları da ödemeyi taahhüt etmektedir. Dayanaksız ya da hukuksal duruma uymayan kayıtlar düzenlemek taşınmazın niteliğinde yanlışlıklar yapmak da aynı kapsamda düşünülmelidir.
Diğer taraftan, Tapu Sicil memurlarının sicilin hatalı tutulmasından sorumlu bulunacakları ilkesi yanında, sicilde yapılması gereken işlemi yapmamaları suretiyle ortaya çıkan olumsuz eylemlerin de aynı kapsamda düşünülmesi gerekeceğinde kuşku yoktur.
O halde, olayda davalı Tapu Sicil Müdürlüğünün dolayısıyla Hazinenin Türk Medeni Kanunun 1007 (Medeni Kanunun 917) maddesinden kaynaklanan sorumluğunun dikkate alınması zorunludur. Bu bağlamda, çekişmeli taşınmazın değerinin belirlenmesi önem taşımaktadır.
Bilindiği üzere; davanın konusu olan bir taşınmazın değeri belirlenirken; cins ve nev"i, yüzölçümü, değeri etkileyebilecek tüm nitelik ve unsurlar, özellikle taşınmazın 3621 sayılı Yasa uyarınca kıyıda kaldığı, bu durumda hem fiilen hem de imar mevzuatına göre yapılaşmada bulunulamayacağının gözetilmesi, varsa imar durumu vergi beyanı, resmi kurumlarca yapılmış değer takdirleri, arazilerde taşınmaz malın mevki ve koşullarına göre olduğu gibi kullanılması durumunda getirebileceği net gelir; arsa ise emsal satışlara göre olması gereken satış değeri, taşınmazda yapı var ise, resmi birim fiatları, maliyet hesapları ve yıpranma payı ile bedelin saptanmasında etkili olacak diğer objektif ölçülerin gözönüne alınmasında zorunluluk vardır.
Bunun sonucu olarak, arsa niteliğindeki taşınmazın emsalinin üstün ve eksik yönleri belirlenip karşılaştırma yapılarak zeminine; resmi birim fiatları esas alınıp yıpranma payının düşülerek üzerindeki muhdesat durumuna göre değerinin saptanması; taşınmazın tarım arazisi olması halinde net gelir üzerinden bilimsel yollarla değerinin belirlenmesi; her iki halde de yıpranma payının varsa değer kaybının düşülmesi, emsalin zorunluluk olmadıkça yakın ve benzer bölge ve yüzölçümlü olması, bu konuda taraflara emsal gösterme olanağının tanınması; bu yönden mahkemece de re"sen araştırma yapılması, bilirkişi kurullarının açıklanan hususları irdelemeye, saptamaya ve değerlendirmeye yetkin, sıfat ve yeteneğe sahip uzman bilirkişilerden oluşturulması icap eder.
Esasları yukarıda gösterilen tespitler yapılırken çekişmeli taşınmazın niteliğinin diğer deyişle arsa veya arazi olduğunun 17.4.1998 tarih 1996/3 esas ve 1998/1 sayılı İnançları Birleştirme Kararı içeriği ve sonucu ile birlikte gözetilmesi gerekeceği de kuşkusuzdur. Diğer yandan, Bakanlar Kurulunun 28.02.1983 gün ve 1983/6122 sayılı kararında değinildiği gibi, Belediye ve mücavir alan sınırları içinde kalan bir taşınmazın arsa niteliğinde olduğunun kabulü için uygulamalı (1/1000 ölçekli) imar planı ile iskan sahası olarak ayrılan yerlerde bulunması; imar planında yer almayan taşınmazın arsa sayılabilmesi için ise, Belediye veya mücavir alan sınırları içinde ve Belediye hizmetlerinden yararlanan meskun yerler arasında yer alması zorunluluğu da dikkate alınmalıdır.
Öte yandan, bu tür bir davanın, davacının taşınmaz mülkiyetini yitirdiğinin kesinleştiği (iptal ve tescil davası kararının kesinleştiği) tarihten sonra açılabileceği; mülkiyetin kaybedildiği tarih itibariyle taşınmaz değerinin tespiti ve taşınmaz üzerinde bir bina var ise, kişinin yapılanmada iyiniyetli sayılıp sayılamayacağının tespiti bakımından bu binanın ne zaman ve hangi aşamada yapıldığı da gözden uzak tutulmamalıdır.
Hal böyle olunca; yukarıda açıklanan ilkeler çerçevesinde gerekli araştırma ve incelemenin eksiksiz yapılması ve sicil kaydı iptal edilen bölüme ilişkin belirlenecek tam tazminatın hüküm altına alınması gerekirken eksik tahkikatla yetinilmek suretiyle yazılı şekilde karar verilmesi isabetsizdir.
Tarafların, temyiz itirazının kabulü ile hükmün açıklanan nedenlerle (6100 sayılı Yasanın geçici 3.maddesi yollaması ile) 1086 sayılı HUMK."nın 427.maddesi gereğince BOZULMASINA, alınan peşin harcın temyiz edene geri verilmesine, 03.12.2010 tarihinde yürürlüğe giren Avukatlık Ücret Tarifesinin 14. maddesi gereğince gelen temyiz eden davalı Hazine vekili için 825.00.-TL. duruşma avukatlık parasının temyiz edenlerden alınmasına, 18.11.2011 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.