Esas No: 2011/5877
Karar No: 2011/10859
Yargıtay 1. Hukuk Dairesi 2011/5877 Esas 2011/10859 Karar Sayılı İlamı
"İçtihat Metni"
MAHKEMESİ : MARDİN 1. ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ
TARİHİ : 30/12/2010
NUMARASI : 2007/202-2010/1132
Taraflar arasında görülen davada;
Davacı, miras bırakan babası T., çekişme konusu 2, 4, 11 parsel sayılı taşınmazlarını satış suretiyle davalı oğlu A."ye temlikinin, mirasçıdan mal kaçırma amaçlı ve muvazaalı olduğunu; A.nin de bu taşınmazlardan 2 ve 11 sayılı parsellerdeki payını satış yoluyla diğer davalı Mehmet"e devrettiğini, M."in iyiniyetli olmadığını ileri sürerek, miras payı oranında tapu iptali ve tescili, olmazsa tazminat isteğinde bulunmuştur. Davalılar, davanın reddini savunmuşlardır.
Mahkemece, davalı A. hakkındaki davanın kabulüne; diğer davalı M. hakkındaki davanın ise reddine karar verilmiştir.
Karar, davacı vekili ve davalılar vekili tarafından süresinde duruşma istekli temyiz edilmiş olmakla, duruşma günü olarak saptanan 25.10.2011 Salı günü için yapılan tebligat üzerine temyiz eden vekili Avukat ... ile temyiz edilen davalı M. T. vekili Avukat ... .. geldiler, davetiye tebliğine rağmen diğer temyiz edilen davalı vekili Avukat gelmedi, yokluğunda duruşmaya başlandı, süresinde verildiği ve kayıt olunduğu anlaşılan temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra gelen vekillerin sözlü açıklamaları dinlendi, duruşmanın bittiği bildirildi, iş karara bırakıldı. Bilahare Tetkik Hakimi ....tarafından düzenlenen rapor okundu, düşüncesi alındı. Dosya incelenerek gereği görüşülüp düşünüldü:
Dava, muris muvazaası hukuksal nedenine dayalı tapu iptali ve tescil, olmadığı takdirde tazminat isteğine ilişkin olup, Mahkemece, davalılardan A.hakkında, çekişmeli 4 parsel sayılı taşınmaz yönünden temlikin, mirasçıdan mal kaçırma amaçlı ve muvazaalı olduğu gerekçesiyle davanın kabulüne; davalı M.in ise, ediniminde iyiniyetli olduğu gerekçesiyle hakkındaki davanın reddine karar verilmiştir.
Gerçektende, miras bırakan T."in, davalı oğlu A."ye yapmış olduğu taşınmaz temliklerin, mirasçıdan mal kaçırma amacıyla ve muvazaalı olarak yapıldığı, daha önce dava dışı mirasçılar tarafından açılıp derecattan geçmek suretiyle kesinleşen hükümle belirlendiğinden, çekişme konusu 4 parsel sayılı taşınmaza ilişkin olarak, davalı Ali yönünden davanın kabul edilmiş olmasında bir isabetsizlik yoktur. O halde, davalı A.nin temyiz itirazları yerinde değildir, reddiyle aleyhindeki hükmün ONANMASINA.
Davacı ve davalı M.in temyizine gelince, miras bırakan T."in 24.01.1990 tarihinde öldüğü, miras bırakanın, maliki olduğu çekişme konusu 2 ve 11 parsel sayılı taşınmazlarını 9.2.1987 tarihinde; 4 parsel sayılı taşınmazını ise 1.3.1988 tarihinde davalı oğlu A."ye satış suretiyle temlik ettiği; miras bırakanın ölümünden sonra oğullarından İ."ten olma torunlarının, yapılan işlemin mal kaçırma amaçlanarak, muvazaalı olarak gerçekleştirildiğini ileri sürerek davalı A. aleyhinde muris muvazaası hukuksal nedenine dayalı olarak açtıkları davanın, Mardin Asliye Hukuk Mahkemesinin 1991/ 302 esas, 2002/118 sayılı kararıyla kabul edilerek, çekişme konusu 2, 4, 11 parsel sayılı taşınmazlara ilişkin olarak davalı A. üzerindeki sicil kaydının davacıların kanuni hisseleri oranında iptal edilerek, adlarına tescil karar verildiği ve derecattan geçmek suretiyle kesinleştiği; anılan kararın 29.8.2006 tarihinde infaz edildiği, sözü edilen bu davanın davacılarının miras payları dışında kalan kısma ait sicil kaydının ise davalı A. üzerinde bırakıldığı; davalı A."nin de bu kararın infazından hemen sonra 31.8.2006 tarihinde, çekişmeli 2 ve 11 nolu parsellerdeki adına kayıtlı bakiye payların (3/4"er payın) tamamını diğer davalı M."e satış suretiyle temlik ettiği görülmektedir.
Hemen belirtilmelidir ki; davalı A. ilk el, davalı M. ise ikinci el konumundadır. İkinci el durumunda bulunan kişinin tapu sicilinin aleniliğinden istifade ederek tapuya güvenerek edinmesinde iyiniyetli olması halinde TMK"nun 1023. maddesi koruyuculuğundan yararlanabileceği ve edindiği mülkiyet hakkına değer verileceği tartışmasızdır.
Bilindiği üzere, hukukumuzda, diğer çağdaş hukuk sistemlerinde olduğu gibi kişilerin huzur ve güven içerisinde alış verişte bulunmaları satın aldıkları şeylerin ilerde kendilerinden alınabileceği endişelerini taşımamaları, dolayısıyla toplum düzenini sağlamak düşüncesiyle, alan kişinin iyi niyetinin korunması ilkesi kabul edilmiştir. Bu amaçla Medeni Kanunun 2.maddesinin genel hükmü yanında menkul mallarda 988 ve 989, tapulu taşınmazların el değiştirmesinde ise 1023.maddesinin özel hükümleri getirilmiştir. Öte yandan bir devleti oluşturan unsurlardan biri insan unsuru ise bunun kadar önemli olan ötekisi topraktır İşte bu nedenle Devlet, nüfus sicilleri gibi tapu sicillerinin de tutulmasını üstlenmiş,bunların aleniliğini (herkese açık olmasını) sağlamış,iyi ve doğru tutulmamasından doğan sorumluluğu kabul etmiş,değinilen tüm bu sebeplerin doğal sonucu olarakta tapuya itimat edip, taşınmaz mal edinen kişinin iyi niyetini korumak zorunluluğunu duymuştur.Belirtilen ilke M.K.nun 1023.maddesinde aynen "tapu kütüğündeki sicile iyi niyetle dayanarak mülkiyet veya başka bir ayni hak kazanan 3 ncü kişinin bu kazanımı korunur" şeklinde yer almış, aynı ilke tamamlayıcı madde niteliğindeki 1024.maddenin 1.fıkrasına göre "Bir ayni hak yolsuz olarak tesçil edilmiş ise bunu bilen veya bilmesi gereken 3 ncü kişi bu tesçile dayanamaz" biçiminde öngörülmüştür.
Ne varki; tapulu taşınmazların intikallerinde,huzur ve güveni koruma,toplam düzenini sağlama uğruna, tapu kaydında ismi geçmeyen ama asıl malik olanın hakkı feda edildiğinden iktisapta bulunan kişinin,iyi niyetli olup olmadığının tam olarak tespiti büyük önem taşımaktadır.Gerçekten bir yanda tapu sicilinin doğruluğuna inanarak iktisapta bulunduğunu ileri süren kimse diğer yanda ise kendisi için maddi,hatta bazı hallerde manevi büyük değer taşıyan ayni hakkını yitirme tehlikesi ile karşı karşıya kalan önceki malik bulunmaktadır.Bu nedenle yüzeysel ve şekilci bir araştırma ve yaklaşımın büyük mağduriyetlere yol açacağı,kişilerin Devlete ve adalete olan güven ve saygısını sarsacağı ve yasa koyucunun amacının ilk bakışta,şeklen iyi niyetli gözükeni değil,gerçekten iyiniyetli olan kişiyi korumak olduğu hususlarının daima göz önünde tutulması,bu yönde tüm delillerin toplanıp derinliğine irdelenmesi ve değerlendirilmesi gerekmektedir. Nitekim bu görüşten hareketle "kötü niyet iddiasının def"i değil itiraz olduğu,iddia ve müdafaanın genişletilmesi yasağına tabii olmaksızın her zaman ileri sürülebileceği ve mahkemece kendiliğin den (resen) nazara alınacağı ilkeleri 8.ll.l99l tarih l990/4 esas l99l/3 sayılı İnançları Birleştirme Kararında kabul edilmiş, bilimsel görüşlerde aynı doğrultuda gelişmiştir.
Somut olaya gelince; davalı M.e temlik edilen çekişmeli 2 ve 11 parsel sayılı taşınmazlardaki payların, satış tarihi itibariyle keşfen belirlenen toplam değerinin 411,932,40.-TL, akitte gösterilen değerleri toplamının ise 29.000,00.-TL olduğu görülmektedir.
Her iki değer arasında fahiş fark vardır. Öte yandan, ikinci el durumundaki M. ile diğer davalı A."nin geçmiş dönemde iş ortaklığı içerisinde bulundukları iddiasına karşı çıkılmadığı, aynı zamanda, gerek A."nin, gerekse M.in taşınmazların bulunduğu yer nüfusuna kayıtlı oldukları, diğer taraftan taşınmazlardaki payı M."in temellük etmesine rağmen, bu tarihten sonrada davalı A."ye yapılan tebligatların kendisine bu yer içerisindeki ev adresinde tebliğ edildiği sabittir.
Taşınmazlardaki çekişmeli paylar satıldığı halde, bu yerdeki ev ikamet adresi olarak gösterilerek A. adına çıkartılan tebligatın bu adreste tebliğ edilmesi taşınmazları halen A."nin kullandığına karine teşkil eder. Kullanımla ilgili olarak davalı A. ile kayıt maliki arasında kişisel hukuki bir ilişkinin kurulduğu da iddia ve ispat edilmiş değildir.
O halde, bütün bu olgular yukarıda değinilen ilkeler çerçevesinde değerlendirildiğinde, davalı M."in TMK"nun 1023. maddesinde öngörülen iyiniyet ilkesinin koruyuculuğundan yararlanamayacağı ve aynı Yasanın 1024. maddesinde öngörüldüğü şekilde A.ile el ve iş birliği içinde bulunduğu kabul edilmelidir.
Hal böyle olunca, davalı M."in, ediniminde iyiniyetli olmadığı gözetilerek, hakkındaki davanın kabulüne karar verilmesi gerekirken, delillerin takdirinde yanılgıya düşülerek yazılı şekilde reddine karar verilmesi doğru değildir.Açıklanan nedenlerden ötürü, davalı M."in vekalet ücretine yönelik temyiz itirazı yerinde değildir, reddine.
Davacının yerinde görülen temyiz itirazlarının kabulü ile hükmün (6100 sayılı Yasanın geçici 3.maddesine göre) HUMK."nun 428.maddesi gereğince BOZULMASINA, alınan peşin harcın temyiz edene geri verilmesine, 03.12.2010 tarihinde yürürlüğe giren Avukatlık Ücret Tarifesinin 14. maddesi gereğince gelen temyiz eden taraflardan davacı vekili için 825.00.-TL. duruşma avukatlık parasının diğer temyiz edenden alınmasına, 25.10.2011 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.