Taraflar arasında görülen davada;
Davacı Hazine, davalıların kayden malik olduğu çekişmeli 362 ada, 5 parsel sayılı taşınmazın bir bölümünün kıyı kenar çizgisi içinde kaldığını, devletin hüküm ve tasarrufu altında kalan yerlerin özel mülkiyete konu olamayacağını ileri sürerek kıyı kenar çizgisi içinde kalan kısmın tapu kaydının iptali ile terkinine karar verilmesini istemiştir
Davalılar, davanın reddini savunmuştur.
14.03.2009 tarihinde yürürlüğe giren 5841 sayılı yasa ile değişik 3402 sayılı Kadastro Kanununun 12. maddesine eklenen 3. fıkra 2 ve 3. cümle ve geçici 10. maddedeki düzenlemeler karşısında 10 yıllık hak düşürücü sürenin hazine yönünden dolduğu gerekçesiyle davanın reddine ilişkin olarak verilen karar Dairece; “…hak düşürücü süre nedeniyle davanın reddinde karar verilmesinde bir isabetsizlik olmadığı ancak dava açıldığı tarih itibariyle Hazinenin haklı olduğu anlaşıldığına göre yargılama giderlerinden davacı Hazinenin sorumlu tutulamayacağı” gereğine değinilerek bozulmuş, mahkemece bozmaya uyularak yapılan yargılama sonucunda davanın reddine, davacı hazine harçtan muaf olduğundan harç konusunda karar vermeye yer olmadığına, yargılama giderlerinin müştereken ve müteselsilen davalılardan tahsiline karar verilmiştir. Karar, davacı hazine tarafından süresinde temyiz edilmiş olmakla; Tetkik Hâkimi. ... raporu okundu, düşüncesi alındı. Dosya incelendi, gereği görüşülüp düşünüldü.
Dava; tapu iptal, sicilin kütükten terkini ve yıkım isteklerine ilişkin olup, yerel mahkemece son kurulan hükmün temyizi üzerine; 14.03.2009 tarihinde yürürlüğe giren 5841 Sayılı Yasa hükümleri uyarınca hak düşürücü süreden dolayı davanın reddinde bir isabetsizlik olmadığı, ancak dava açıldığı tarihi itibariyle Hazinenin haklı olduğu, Yasa değişikliği nedeniyle davanın reddine karar verildiği anlaşıldığına göre yargılama giderleri ve avukatlık ücretinden davalıların sorumlu tutulması gereğine değinilerek kararın bozulduğu görülmektedir.
Gerçekten de; işin esası bakımından 5841 sayılı Yasanın yürürlüğü döneminde davanın hak düşürücü süreden reddedilmiş olması doğrudur. Ancak anılan yasa Anayasa Mahkemesinin 12.05.2011 tarih 2009/31 E. 2011/77 K. sayılı kararı ile iptal edilmiş ve 23.07.2011 tarihinde resmi gazetede yayımlanarak iptal hükmünün yürürlüğe girdiği sabittir.
Öyle ise, kesin hüküm halini almamış ve kazanılmış hakkın istisnasını teşkil eden bu durum karşısında 5841 Sayılı Yasa hükümleri uyarınca davanın reddine ilişkin olarak kurulan hükmün, verildiği tarih itibarıyla doğru olduğu ve Anayasanın 153. maddesine göre iptal kararlarının geriye yürümeyeceği düşünülse de 10.3.1969 gün ve 1/3 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararının gerekçe bölümünde belirtildiği üzere iptal kararlarının kesin şekilde çözüme bağlanmış uyuşmazlıkları etkilemeyeceği ancak henüz kesin çözüme bağlanmamış uyuşmazlıkların iptal kapsamında değerlendirilmesi gerekeceği kuşkusuzdur. Bu durumda “davanın hak düşürücü süreden reddine ilişkin kurulan kararın” Anayasa Mahkemesi’nin anılan iptal kararından sonra doğru olduğu söylenemez. Zira kamu düzeninin söz konusu olduğu bütün haller istisnanın kapsamına girer. Hal böyle olunca; işin esasının 28.11.1997 tarih 5/3 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararına göre değerlendirilmesi, davanın kısmen veya tamamen kabulü halinde de, 19.01.2011 tarihinde yürürlüğe giren 6099 Sayılı Yasa hükümleri de gözetilerek taraf iddiaları doğrultusunda gerekli araştırma ve inceleme yapılmak suretiyle uyuşmazlığın çözüme kavuşturulması bakımından karar bozulmalıdır.
Davacı Hazinenin temyiz itirazları belirtilen nedenlerle yerindedir. Kabulü ile hükmün 6100 sayılı HMK’nun geçici 3.maddesi delaleti ile 1086 sayılı HUMK’nun 428.maddesi gereğince BOZULMASINA, 24.10.2011 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.