Esas No: 2012/3234
Karar No: 2012/10436
Karar Tarihi: 24.09.2012
Yargıtay 20. Hukuk Dairesi 2012/3234 Esas 2012/10436 Karar Sayılı İlamı
"İçtihat Metni"
MAHKEMESİ :Sulh Hukuk Mahkemesi
Taraflar arasındaki tapu iptali tescil davasının yapılan duruşması sonunda kurulan hükmün Yargıtayca incelenmesi davacı vekili tarafından istenilmekle, süresinde olduğu anlaşılan temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra dosya incelendi, gereği düşünüldü:
K A R A R
Dava konusu ... Köyü 103 ada 1 parsel sayılı 16992.93 m² yüzölçümündeki taşınmaz, orman niteliği ile Hazine adına tesbit ve tescil edilmiştir. Davacı vekili, çekişmeli taşınmazın müvekkilinin murisleri olan Osman Yüksel"den kalma kendi yerleri olduğunu, orman ve Hazine ile ilgisi bulunmadığını ileri sürerek tapu kaydının iptali ile Osman Yüksel mirasçıları adına tescili için dava açmıştır. Mahkemece, hak düşürücü süre içinde açılmadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiş, hüküm davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
Dava, tapu iptali ve tescil istemine ilişkindir.
Çekişmeli taşınmazın bulunduğu yerde orman kadastrosu 3402 sayılı Yasanın 5304 sayılı Yasa ile değişik 4. maddesi hükmüne göre yapılmış, çekişmeli parsel orman alanı içinde bırakılmış ve kesinleşmiştir.
İncelenen dosya kapsamına, kararın dayandığı gerekçeye ve dava konusu çekişmeli taşınmazın bulunduğu yerde orman kadastrosu 3402 sayılı Kadastro Yasasının 5304 sayılı Yasayla değişik 4. maddesine göre yapılmış bulunduğuna ve 3402 sayılı Yasanın 11. maddesine göre de 30 günlük askı ilân süresi içerisinde tutanağına gerçek kişi tarafından itiraz edilmediğine ve tutanakla birlikte orman kadastrosunun da bu şekilde kesinleştiğine, orman kadastrosu kesinleşen yerlerde 3402 sayılı Yasanın 12. maddesinde düzenlenen hükümlere göre 10 yıl içerisinde orman kadastrosuna karşı zilyetliğe dayalı olarak artık dava açılamayacağına ve 6831 sayılı Yasanın 11. maddesine göre de bu tür davaların, ancak; tapu kaydına dayalı olarak açılabileceği düzenlenmiş olduğuna ve bu hususunYargıtay 20. Hukuk Dairesinin 13/03/2012 gün ve 2011/14622 E.- 2012/3708 K. sayılı kararında da belirtildiği üzere H.G.K.nun 08/06/2005 gün ve 2005/20 - 327 - 377 E.K. sayılı ve yine 2006/20 - 467 - 494 E.K. sayılı kararlarında da benimsendiğine, bu nedenlerle davanın reddine karar verilmesinde bir isabetsizlik bulunmadığına göre, yerinde görülmeyen temyiz itirazlarının reddi ile usûl ve yasaya uygun olan hükmün ONANMASINA, aşağıda yazılı onama harcının temyiz edene yükletilmesine 24/09/2012 gününde oy çokluğu ile karar verildi.
Dava konusu ... İlçesi ... Köyü 103 Ada 1 Parsel sayılı taşınmaz, 3402 Sayılı Yasanın 7 ve 18. Maddeleri ile 5304 Sayılı Kanunun 3. Maddesine istinaden orman niteliği ile Maliye Hazinesi adına 04.08.2008 tarihinde tespit edilmiştir.
Davacı, dava dilekçesinde, dava konusu taşınmazın müvekkiline atalarından kalan ve Hazine ile ilgisi bulunmayan bir yer olduğu halde orman sınırları içinde kaldığını ifade etmiştir.
Kadastro tutanağının edinme sebebi sütununda; “...tapu ve vergi kaydına rastlanmayan bu parselin Devletin hüküm ve tasarrufu altında bulunan orman vasıflı taşınmazlardan olduğu, teknisyenliğimizce yapılan inceleme, muhtar ve bilirkişilerin müşterek beyanlarından anlaşılmakla, orman vasfıyla Maliye Hazinesi adına tespiti yapıldı.” beyanına yer verilmiştir. Tutanak 08.08.2008 – 08.09.2008 tarihleri arasında 3402 sayılı kanunun 11. maddesi uyarınca askıya çıkarılmış, bu süre içerisinde itiraz edilmediğinden 09.09.2008 tarihinde kesinleşmiştir. İş bu dava ise Asliye Hukuk Mahkemesine 13.05.2010 tarihinde açılmıştır.
Dosya kapsamından niza konusu parselin tespitinin 5304 sayılı Kanunla değişik 3402 sayılı Kanun’un 4. maddesine göre yapıldığı tartışmasızdır. Davacı, tespitten önceki sebebe dayanarak iptal ve tescil talebinde bulunmuştur. Tutanağın kesinleştiği tarihten itibaren; davanın açıldığı 25.04.2011 tarihine kadar 3402 sayılı Kadastro Kanunu’nun 12/3. maddesindeki 10 yıllık sukutu hak süresi geçmemiştir. Yani dava, hak düşürücü süre geçmeden açılmıştır.
Tespit 3402 sayılı Kanun hükümlerine göre yapıldığına ve bu Kanun hükümleri uygulandığına göre, iptal ve tescil yönünden açılan davaya da bu Kanun hükümlerinin uygulanması gerektiğinde şüphe yoktur. Yani iptal için açılan davada, 3373 sayılı Yasa ile değişik 6831 sayılı Kanunun 11. maddesi hükümlerini uygulama olanağı bulunmamaktadır. O halde; sadece tapulu taşınmazlarda 10 yıllık hak düşürücü sürenin nazara alınması ve süresi içerisinde açılmışsa esasa girilmesi gerektiğinin açıklanması, tapusuz taşınmazlarda zilyetliğe dayanılarak açılan iptal davalarında nazara alınmaması ve dava açılamayacağının belirtilmesini kabul 3402 sayılı Kanunun 12/3. maddesini yok farz etmek olur ki, bunu düşünmek dahi mümkün değildir.
Somut olayda; özel kanun olan 6831 sayılı Kanunun değişik 11.maddesinin uygulanması gerektiği de düşünülemez. Zira yukarda açıklandığı gibi, tespit 3402 sayılı Kanun’a göre yapılmıştır. Kesinleşen tutanaklara karşı 10 yıl içerisinde ister tapuya dayanılarak, isterse zilyetliğe dayanılarak iptal davası açılabilir. Kanunda bu yönde boşluk yoktur. Eğer tespit, 6831 sayılı Kanuna göre yapılmış olsa idi, o zaman 3373 sayılı Kanunla değişik 6831 sayılı Orman Kanunu’nun 11. maddesinin uygulanması gerekirdi.
Çoğunluğun görüşüne göre; kişinin kadimden beri kendisine ait olup daha önceden kadastro geçmediği için tapusuz olan taşınmazının orman içinde bırakılmasında sadece 30 günlük kısmi ilân süresi içinde dava hakkı tanınması halinde, ilgililerin dava hakkı neredeyse ortadan kaldırılmış olmaktadır. Zira kişiler kendi taşınmazlarının orman içinde kaldığını kısmi ilândan anlayamamakta; ilgili kişilere herhangi bir tebligat da yapılmamaktadır.
Orman idaresine ve Hazineye süresiz dava hakkı tanınırken davalının tapusunun bulunmaması gerekçe göstererek sadece 1 aylık askı ilân süresini hak düşürücü süre olarak kabul edip genel mahkemelerde dava açma hakkı tanımamak, davanın süjelerine karşı farklı muamele edilmesi sonucunu doğurmaktadır. Orman Kadastrosunun yapılması 3402 sayılı Kanun kapsamına alındığına göre, dava hakları da bu Kanuna göre belirlenmelidir.
Nitekim, sayın çoğunluğun dayandığı Genel Kurul kararlarından daha sonra Hukuk Genel Kurulunun 18.10.2006 gün ve 2006/20-619-665 sayılı Kararıyla; " 3402 Sayılı Yasanın 4. maddesine göre yapılacak kadastro tespitlerinde zilyetliğe ve vergi kaydına dayalı olarak açılan davaların 30 günlük askı ilân süresi ile sınırlı olduğuna ve 10 yıllık hak düşürücü süre içinde dava açılmasının olanaklı olamadığına ilişkin açık bir hüküm bulunmadığı, sınırlayıcı bir hüküm bulunmadan kişinin anayasal mülkiyet hakkının özüne dokunur şekilde dava açma süresinin kadastro tutanaklarının askı suretiyle ilâna çıkarılmasından itibaren 30 günlük süre ile sınırlandırılması ve bir yerin orman olmadığı bilimsel olarak saptansa dahi hakkın etkin bir şekilde kullanılmasına imkan vermeyecek 30 günlük hak düşürücü sürenin geçmiş olduğu gerekçesi ile mülkiyet hakkının elinden alınmasının doğru olmadığı, adil yargılanma hakkının gerek milli Anayasa ve gerek usul hukukunun önemli bir parçası olduğu gibi; Avrupa Ortak Anayasal düzeninin temel bir değeri olarak kabul edildiği, bu özgürlükler sağlanana kadar bu hakların
etkin bir şekilde korunmasını isteme hakkının güvence altına alınmasının önemli olduğu, başvurunun etkin olabilmesi için başvuru için konulan süreninde makul olması gerektiği, 30 günlük dava süresinin dava hazırlığı için yeterli olmadığı 3402 Sayılı Yasanın 4. maddesine göre yapılan kadastro işlemiyle bir yerin niteliğinin orman yada kültür arazisi olarak belirlenmesi durumunda, sonuçlarının ilânı ve hak düşürücü süreler ve bu sürelerde yapılacak itirazlar yönünden bir fark olmadığı, taşınmazların kadastro tespitinde belirlenen niteliğinin, uyulması gereken usul kurallarını, ilân süresi ve hak düşürücü süreler yönünden fark yaratmayacağı, her ne kadar, 4. madde de orman sınırlaması ve orman sınırları dışına çıkarma işlemlerinin orman kadastro komisyonlarınca tespit ve haritasına işaretlenerek tutanakları ile birlikte kadastro ekiplerine teslim edileceği öngörmüşse de, yasa metninden 6831 Sayılı Kanun’un 11. maddesinde yer alan hak düşürücü sürenin uygulanması gerekeceğinin değil sadece orman olan yerlerde orman sınırlarının belirlenmesinde zorunlu olarak Orman Yasasının sınır belirlemesi ile ilgili özel hükümlerinin uygulanması gerektiği şeklinde anlaşılacağı, hak düşürücü süreler yönünden 3402 Sayılı Kanun tarafından orman yasasına bir atıfta yapılmadığı, somut olayda orman kadastro komisyonu 3402 Sayılı Kanun’un 4. maddesine göre sınırlandırma yaptığına göre hak düşürücü sürenin de 3402 Sayılı Kanun’un 12/3. maddesinde düzenlendiği şekilde olacağı,.." yönünde karar verilmiştir.
Kanaatimce de 5831 Sayılı Kanun ile 6831 Sayılı Orman Kanunun 7. Maddesine eklenen değişiklikle de Kadastro Kanuna göre yapılan orman sınırlandırmalarının hak düşürücü sürelerine ilişkin herhangi bir değişiklik getirilmemiştir.
Somut olayda dava sürecinde mahkemece isin esasının incelenmesine geçilmiş, ancak bilahare araştırma yapılmasından vazgeçilerek; tapuya dayanmayan davacının davasının, hak düşürücü süre içersinde açılmadığından bahisle reddine karar verilmiştir.
Yukarıda açıklanan nedenlerle; dava konusu olayda Kadastro Kanunu’nun 12/3. maddesindeki 10 yıllık sukutu hak süresi içerisinde dava açılabileceğinden, işin esasına geçilerek mevcut delil durumuna göre bir karar verilmek üzere kararın BOZULMASI gerektiğini düşündüğümden, sayın çoğunluğun ONAMA görüşüne katılamıyorum.