Esas No: 2011/16139
Karar No: 2012/4485
Yargıtay 20. Hukuk Dairesi 2011/16139 Esas 2012/4485 Karar Sayılı İlamı
"İçtihat Metni"
MAHKEMESİ :Asliye Hukuk Mahkemesi
Taraflar arasındaki tapu iptali ve tescil davasının yapılan duruşması sonunda kurulan hükmün Yargıtayca incelenmesi davacılar ... ve ... tarafından istenilmekle, süresinde olduğu anlaşılan temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra dosya incelendi, gereği düşünüldü:
K A R A R
... köyünde 2004 yılında yapılan genel arazi kadastrosu sırasında 131 ada 33 parsel sayılı 20200,51 m2 yüzölçümündeki taşınmaz, orman vasfıyla hazine adına tespit edilmiş, tutanak 18.08.2006 tarihinde itirazsız kesinleşmiş olup, halen tapuda aynı şekilde kayıtlıdır. Davacılar 17.09.2007 tarihli dava dilekçesiyle, kazandırıcı zamanaşımı zilyetliğine dayanarak 131 ada 33 parselin farklı farklı yerlerine dava açmıştır. Mahkemece, taşınmaz orman sayılan yerlerden olduğundan ve 6831 sayılı Yasanın 11. maddesi gereğince zilyetliğe dayanılarak 10 yıllık süre içinde dava açılamayacağından davanın reddine karar verilmiş, hüküm davacılar İzzettin Taysak ve ... tarafından temyiz edilmiştir.
Dava dilekçesindeki açıklamaya göre dava, tapu iptal ve tescile ilişkindir.
Çekişmeli taşınmazın bulunduğu yerde orman kadastrosu 3402 sayılı Yasanın 4. maddesi hükümlerine göre yapılıp dava tarihi itibariyle kesinleşmiştir.
Mahkemece, taşınmaz orman sayılan yerlerden olduğundan ve 6831 sayılı Yasanın 11. maddesi gereğince zilyetliğe dayanılarak 10 yıllık süre içinde dava açılamayacağından davanın reddine karar verilmiş ise de, 3402 sayılı Kadastro Kanununda ve diğer kanunlarda 3402 sayılı Kanunun 4. maddesine göre yapılacak kadastro tespitlerinde zilyetliğe ve vergi kaydına dayalı olarak açılan davaların 30 günlük askı ilan süresi ile sınırlı olduğuna ve 10 yıllık hak düşürücü süre içinde dava açılmasının olanaklı olmadığına ilişkin açık bir hüküm bulunmamaktadır. Bu nedenle, sınırlayıcı hüküm bulunmadan kişinin anayasal mülkiyet hakkının özüne dokunur şekilde dava açma süresinin kadastro tutanaklarının askı ilanına çıkarılmasından itibaren 30 günlük süre ile sınırlandırılması ve bir yerin orman olmadığı bilimsel olarak saptansa dahi hakkın etkin bir şekilde kullanılmasına imkan vermeyecek 30 günlük hak düşürücü sürenin geçmiş olduğu gerekçesi ile mülkiyet hakkının elinden alınması doğru olmayacaktır.
10.10.1987 tarihinde yürürlüğe giren 3402 sayılı Kadastro Kanununun 4/3. maddesi hükmüne göre, kadastro ekiplerince kadastro çalışma alanı sınırının belirlenmesi sırasında, çalışma alanı sınırında orman bulunduğu takdirde, bu durum orman sınırının belirlenmesi için çalışmaya başlanmadan iki ay önce orman genel müdürlüğüne bildirilir. Bu yerlerin orman sınırlaması ve orman dışına çıkarma işlemleri 6831 sayılı Orman Kanunu hükümlerine göre orman kadastro komisyonlarınca tespit edilip haritasına işaretlenir ve tutanakları ile birlikte kadastro ekiplerine teslim edilir. Bu yerlerin ölçü ve harita işlemleri bu sınırlar esas alınarak kadastro ekiplerince ikmal edilir.
Buna karşılık iki ay içinde kadastro komisyonlarınca orman sınırlarının belirlenmemesi halinde kadastro çalışma alanı sınırları kadastro ekiplerince belirlenir ve çalışmalar bu kanun hükümlerine göre yürütülür.
Kadastro ekiplerince bu şekilde tespit ve ilan edilen yerlerde orman kadastro işlemleri de ikmal edilmiş sayılır. Orman kadastrosu kesinleşmiş yerlerde bu sınırlara aynen uyulur.
Kanunun getirdiği düzenleme ile orman kadastro ekipleri ile arazi kadastro ekiplerinin birbirine aykırı ve çelişkili işlemler yapması önlenmek istenmiş ve memleket kadastrosunun bir an önce tamamlanması hedeflenmiştir. Ayrıca, bu şekilde orman sınırının belirlenmesi durumunda, orman kadastro işlemlerinin ikmal edilmiş sayılacağı açıklanmakla, bu konuda ikinci bir kadastro yapılması önlenmiştir. Kadastro Kanununun 4. maddesi 3. fıkrasında; “…Çalışmalar bu kanun hükümlerine göre yürütülür…” denilmektedir. Buna göre, yapılan çalışma sonucu belirlenen orman sınırları esas alınmak kaydı ile arazi kadastro ekiplerince 3402 sayılı Kadastro Kanununun izleyen maddelerine göre işlem yapılır. Bu şekilde yapılan kadastro tespitlerinin sonuçları 11. maddeye göre 30 gün süre ile ilan edilir. 12. maddeye göre 30 günlük ilan süresi geçtikten sonra, dava açılmayan kadastro tutanaklarına ait sınırlandırma ve tespitler kesinleşir. Bu tutanaklarda belirtilen haklara, sınırlandırma ve tespitlere ait tutanakların kesinleştiği tarihten itibaren 10 yıl geçtikten sonra, kadastrodan önceki hukukî sebeplere dayanılarak itiraz olunamaz ve dava açılamaz. 3402 sayılı Kanunun 4. maddesinde yukarıda açıklanan bu prosedür dışında, başka bir prosedür uygulanacağına dair bir hüküm mevcut değildir.
Açıklanan nedenlerle, kanun koyucu 3402 sayılı Kanunun 4. maddesine göre yapılan kadastro işlemi ile bir yerin niteliğinin orman ya da kültür arazisi olarak belirlenmesi durumunda sonuçlarının ilanı ve hak düşürücü süreler ve bu sürelerde yapılacak itirazlar bakımından hiç bir fark öngörmemiştir. Yine arazi kadastro komisyonlarınca yapılan genel kadastro tespitleri sırasında bir yerin niteliğinin orman, mera veya yayla olarak tespit edilmesi ile kültür arazisi olarak tespit edilmesi arasında uygulanması gereken usul ve ilan süresi ile hak düşürücü süreler yönünden bir fark bulunmadığı ortadadır.
Her ne kadar, 4. maddede; “…Bu yerlerin orman sınırlaması ve orman sınırları dışına çıkarma işlemleri 6831 sayılı Orman Kanunu hükümlerine göre orman kadastro komisyonlarınca tespit ve haritasına işlenerek tutanakları ile birlikte kadastro ekiplerine teslim edilir.” ibaresi bulunmakta ise de; Kanun metninden 6831 sayılı Orman Kanununun 11.maddesinde yer alan hak düşürücü sürenin uygulanması gerekeceği değil, sadece; orman olan yerlerde orman sınırlarının belirlenmesinde zorunlu olarak Orman Kanununun sınır belirlemesi ile ilgili özel hükümlerinin uygulanması gerektiğinin anlaşılması gerekmektedir.
Öte yandan, 3402 sayılı Kadastro Kanununun 33. maddesinde; “Kadastro işlemlerinin bir bölgede tamamlanması veya iş hacmi itibarıyla kadastro mahkemesinin devamına ihtiyaç kalmadığının anlaşılması nedeniyle kadastro mahkemesi kapatılarak dosyanın asliye hukuk mahkemesine devredilmesi durumunda bu mahkemede davaya 3402 sayılı Kadastro Kanununda yazılı usul ve esasa göre, kaldığı noktadan devam olunacağı” açıklanmıştır. Buradan da anlaşılacağı üzere, kadastro tespit işlemi gerek 4. maddeye, gerekse takip eden diğer maddelere göre yapılsın, her halükârda uygulanacak olan kanun, 3402 sayılı Kadastro Kanunu olmaktadır. 3402 sayılı Kanunda tespit edilen taşınmazın niteliğine göre farklı hak düşürücü sürelerin uygulanmasını öngören açık bir hüküm ya da bu konuda 6831 sayılı Orman Kanuna bir atıf mevcut değildir.
Bu açıklamaların ışığında somut olaya bakıldığında; dava konusu taşınmazın bulunduğu yerde 3402 sayılı Kadastro Kanununun 4. maddesi uyarınca kadastro çalışmasının yapıldığı, Orman Bakanlığınca oluşturulan komisyon tarafından orman sınırının belirlenerek harita ve tutanakların kadastro müdürlüğüne devredildiği, arazi kadastro ekiplerince dava konusu 131 ada 33 parsel numaralı taşınmaz hakkında kadastro tutanağı düzenlenerek söz konusu orman sınırlaması esas alınarak taşınmazın orman niteliği ile Hazine adına tespitine karar verildiği
anlaşılmaktadır. 19.07.2006 ilâ 17.08.2006 tarihleri arasında tutanaklar askı ilanına çıkarılmış, 30 günlük süre içinde itiraz olmadığından tutanak kesinleşerek 18.07.2006 tarihinde orman niteliği ile Hazine adına tescil edilmiştir. Taşınmazın kadastrosunun 3402 sayılı Kanuna göre yapılması, kadastro kanununda, bu kanuna göre yapılan kadastro tespitlerinde 3402 sayılı Kadastro Kanunundaki usul ve esasların uygulanacağının belirtilmesi, zilyetliğe dayalı olarak kadastrodan önceki nedenlerle açılan davalarda 30 günlük hak düşürücü sürenin uygulanıp, 3402 sayılı Kadastro Kanununun 12/3. maddesindeki 10 yıllık hak düşürücü sürenin uygulanmamasının kanuna, Anayasaya, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmelerine ve hukukun genel ilkelerine aykırı olması yanında; ilgili kanunun bir maddesinin uygulanıp, diğer bir maddesinin uygulanmaması şeklinde yapılan bir uygulama ile 3402 sayılı Kadastro Kanununun 12/3. maddesinin yok farz edilmesi mümkün değildir. Tesbit işlemi hangi kanuna göre yapılıp kesinleşmişse iptalinde de aynı kanun hükümlerinin uygulanmasının gerekmesine göre, davacıların 30 günlük askı ilan süresinin bitiminden sonra başlayan 10 yıllık hak düşürücü süre içinde gerek tapulu ve gerekse tapusuz taşınmazlar yönünden ayrım yapılmaksızın dava açabileceğinden (HGK"nun 11.11.2006 gün ve 2006/20-619-665 sayılı kararı) işin esasını girilerek oluşacak sonuca göre bir karar verilmesi gerekirken yazılı şekilde davanın reddine karar verilmesi usul ve yasaya aykırıdır.
SONUÇ. Yukarıda açıklanan nedenlerle, davacılar İzzettin Taysak ve ...’nın temyiz itirazlarının kabulüyle hükmün BOZULMASINA, peşin alınan temyiz harcının istek halinde yatıranlara iadesine 26/03/2012 günü oyçokluğu ile karar verildi.
Davacılar, ... köyünde 2004 yılında yapılan genel arazi kadastrosu sırasında 131 ada 33 parsel sayılı 20.209,51 m2 yüzölçümündeki taşınmazın orman vasfı ile Hazine adına tespit edilerek tutanağın 18.08.2006 tarihinde itirazsız olarak kesinleşmesi sonucu tapuya kayıt ve tescil edildiğini, çekişmeli taşınmazın kadastrodan önce kendi zilyetliklerinde olduğu ve zilyetlikle mülkiyet kazanımına ilişkin sürenin dolduğunu belirterek, 3402 sayılı Yasanın 12/3. maddesinde yazılı 10 yıllık hak düşürücü süre içerisinde tapu iptali ve tescil davası açmışlardır.
Mahkemece yapılan yargılama sonucu çekişmeli taşınmazın orman olarak tapuda kayıtlı olduğu, bu tür yerlerin tapusunun iptali davalarının ancak 6831 sayılı Yasanın 11. maddesinde belirtildiği üzere tapuya dayanılarak açılabileceği, davacının tapu kaydına dayanmadığı gibi, kazandırıcı zamanaşımı zilyetliğine dayandığı belirtilerek, davanın reddine karar verilmiş, hüküm davacılar ... ve ... tarafından temyiz edilmiştir.
Dava dilekçesindeki açıklamaya göre dava; 3402 sayılı Yasanın 4. maddesine göre yapılan orman sınırlandırması sonucu orman olduğu belirlenerek tapuya tescil edilmiş olan kaydın, 3402 sayılı Yasanın 12/3. maddesinde belirtilen 10 yıllık hak düşürücü süre içinde zilyetlik nedenine dayalı olarak iptali ile davacılar adına tesciline ilişkindir.
Davacıların temyiz istemi sonucu Dairece yapılan incelemede çoğunluk tarafından hükmün bozulmasına karar verilmiş olmakla birlikte, aşağıda belirtilen gerekçelerle sayın çoğunluğun bozma yönündeki düşüncelerine katılmıyor, aksine usul ve yasalara uygun olan yerel mahkeme kararının onanması gerektiğini düşünüyoruz. Şöyle ki;
Çekişmeli taşınmaz, halen tapuda ORMAN niteliği ile kayıtlı bulunmaktadır. Taşınmazın vasfı dikkate alındığında ve dava ile taşınmazın vasfının değiştirilmesi de istenildiğine göre, istemin orman kadastrosunun iptali olarak değerlendirilmesi zorunludur. Orman kadastrosunun iptali davalarının ise hangi süreler içerisinde açılabileceği, özel nitelikli yasa durumunda bulunan 6831 sayılı Yasanın 11/son maddesinde belirtilmiştir. Yasalarla yetkilendirilmiş orman kadastro komisyonları veya bu yetkiyi kullanmak üzere görevlendirilmiş kadastro komisyonlarınca (3402 sayılı Yasa kapsamında görev yapan komisyonlar) yapılan çalışmalar sonucu bir taşınmazın vasfının orman olduğu belirlenerek itirazsız olarak kesinleşip orman niteliği ile tapuya kayıt ve tescil edilmesi durumunda taşınmazın orman olma olgusu kesinleşecek, bu nedenle artık bu taşınmaz kayıtlarının iptali ancak özel yasaları konumundaki 6831 sayılı Orman Yasası hükümlerine tabi olarak istenebilecektir. Çünkü, 3402 sayılı Yasanın 4. maddesi hükümlerine göre yapılıp kesinleşen orman kadastrosunun sonuçları açısından 6831 sayılı Yasanın 7. ve 11. maddeleri gereğince yapılan orman kadastrosundan teknik ve hukuki olarak hiç bir farkı bulunmamaktadır. Fark sadece sonuçlarının ilanı yönünden olup, yasa gereğince bu tür tutanak ve haritalar 30 günlük askı ilanına tabi tutulur, ilanın bitiminde ise arazi kadastrosu ile birlikte orman kadastrosu da kesinleşir. 30 günlük bu süre hak düşürücü süredir. Bu sürenin itirazsız geçirilmesi ile taşınmazın ORMAN olma olgusu ve orman kadastro işlemi kesinleştiğinden artık özel yasası olan 6831 sayılı Yasaya tâbi kamu malı ORMAN olma özelliğine kavuşacağından, bu kaydın iptalini istemek de kendi özel yasası hükümleri kapsamında mümkün olabilecektir. Kaldı ki; 3402 sayılı Yasanın 16/D maddesi “Devletin hüküm ve tasarrufu altında bulunan ormanlar, bu yasada hüküm bulunmayan hallerde özel yasaları hükmüne tabidir.” hükmünü içermektedir.
Orman Hukukuna ilişkin düzenlemeler özel yasaları niteliğindeki 6831 sayılı Orman Kanununda yer almıştır. 3402 sayılı Kadastro Kanununun 4. maddesi kapsamında orman kadastro işlemi yapma yetkisi kadastro komisyonlarına verildiği halde, 6831 sayılı Orman Kanununun hiçbir maddesini yürürlükten kaldırmamış, aksine 16/D maddesinde ormanlar hakkında mevcut olan özel Orman Yasasının uygulanacağı öngörülmüştür. Bu bakımdan niteliği orman olan taşınmazlar hakkında Hukuk ve Ceza davalarında çıkacak uyuşmazlıkların çözümünde uyulması ve uygulanması gereken kurallar, özel yasaları konumundaki 6831 sayılı Orman Kanunu hükümleri olmak zorundadır. Çünkü, 3402 sayılı Yasanın 4. maddesi kapsamında kadastro komisyonlarınca yapılan tespit işlemi aslında bir orman kadastro işlemidir. Yasa maddesindeki “Orman kadastro işlemleri de ikmal edilmiş sayılır” hükmü uyarınca yapılan işlemin orman kadastrosu işlemi olduğu açıklanmaktadır.
O halde, yapılan ve kesinleşen işlem, orman kadastrosu olduğuna göre, somut olayımızda temyize konu davanın, 3402 sayılı Kadastro Kanununun 12/3. maddesi hükmüne göre açılan tapu iptali ve tescil davası olmayıp, 6831 sayılı Orman Kanununun 11/1. maddesi hükmüne göre açılan orman kadastrosunun iptaline ilişkin bir dava olduğunun kabulü zorunludur.
Kadastro Yasaları tasfiye amaçlı yasalardır. Bu nedenle; Kadastro Yasalarınca yapılan işlemlerin iptali, belirli sürelere bağlanmıştır. 3402 sayılı Kadastro Kanununun 12/3. ve 6831 sayılı Orman Kanununun 11/1. maddesinde belirtilen süreler hak düşürücü süreler olup, kamu düzeni ile ilgilidir. Hak düşürücü süre, davanın görülebilirlik koşuludur. Bir davada hak düşürücü sürenin bulunup bulunmadığı hususu, taraflarca ileri sürülmese dahi davaya bakan hâkim tarafından gözetilmesi gerekir. Hak düşürücü süre geçmişse davanın esası incelenemez. Davacı davasında haklı bile olsa, hak düşürücü süre davanın özünü ortadan kaldırmış olduğundan, o davanın esasına girilemez ve dava dinlenemez. Bu nedenle; tasfiye niteliğindeki Kadastro Yasalarında bulunan hak düşürücü sürelerin belirtilen yasaların özellikleri dikkate alındığında Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi hükümleri ve hukukun genel ilkelerine aykırılığından söz etmek de mümkün değildir. Gerek Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve gerekse hukukun evrensel ilkeleri kamu düzenini hak arama hürriyetinden daha önemli görmüş ve hak düşürücü sürelere üstünlük tanımıştır.
Somut olayda, 3402 sayılı Kadastro Kanununun 4/3. maddesi hükmüne göre yapılan orman kadastrosu 18.08.2006 tarihinde kesinleşmiş, dava konusu parselin orman niteliği ile Hazine adına tapu kaydı oluşmuş ve taşınmaz kamu malı orman olmuştur. Temyize konu dava, 3402 sayılı Kadastro Kanununun 12/3. maddesinde anılan 10 yıllık süre içinde vergi kaydı ve kazandırıcı zaman aşımı zilyetliğine dayanılarak açılmıştır. Ne var ki; kesinleşen orman kadastrosunun iptali 3402 sayılı Kadastro Kanununun 16/D maddesi yollaması ile 6831 sayılı Orman Kanununun 3373 sayılı Yasa ile değişik 11/1. maddesi gereğince ancak tapuya dayanılarak 10 yıllık hak düşürücü süre içinde istenebilir. Davacı tapuya dayanmadığından, davasının reddi usul ve yasalara uygun olup, HGK"nun istikrar kazanan uygulamaları da bu yöndedir (HGK"nun 08/06/2005 gün ve 2005/20-327 E.-2005/377 K. sayılı ve HGK"nun 28/06/2006 gün ve 2006/20-467 E.-2006/494 sayılı kararları.)
Yukarıda açıklanan nedenler gözetilerek davanın reddine dair oluşturulan yerel mahkeme kararının onanması gerektiği düşüncesi ile sayın çoğunluğun bozma yönündeki düşüncelerine katılamıyoruz.