Yargıtay 12. Ceza Dairesi 2022/5600 Esas 2022/8226 Karar Sayılı İlamı

Abaküs Yazılım
12. Ceza Dairesi
Esas No: 2022/5600
Karar No: 2022/8226
Karar Tarihi: 09.11.2022

Yargıtay 12. Ceza Dairesi 2022/5600 Esas 2022/8226 Karar Sayılı İlamı

12. Ceza Dairesi         2022/5600 E.  ,  2022/8226 K.

    "İçtihat Metni"

    Mahkemesi :Asliye Ceza Mahkemesi
    Suçlar : Kasten yaralama, görüntü veya seslerin ifşa edilmesi suretiyle özel hayatın gizliliğini ihlal, şantaj, kişilerin huzur ve sükununu bozma


    Kasten yaralama ile görüntü veya seslerin ifşa edilmesi suretiyle özel hayatın gizliliğini ihlal suçlarından sanığın beraatine ilişkin hükümler, katılan vekili tarafından, şantaj ile kişilerin huzur ve sükununu bozma suçlarından sanığın mahkumiyetine ilişkin hükümler, sanık ve katılan vekili tarafından temyiz edilmekle, dosya incelenerek gereği düşünüldü:
    Dairemizin 06.04.2022 tarihli tevdii kararı uyarınca; sanığa yokluğunda verilen 28.01.2016 tarihli kararın usulüne uygun olarak tebliğ edildiği ve sanığın temyiz istemi ile ilgili olarak Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından ek tebliğname düzenlendiği belirlenerek yapılan incelemede:
    A) Kasten yaralama suçundan kurulan beraat hükmüne yönelik temyiz isteminin incelenmesinde;
    Sanık ...’nın, aralarındaki arkadaşlık ilişkisini 2013 yılının Temmuz ayında tek taraflı olarak sona erdiren mağdur ...’i, 2014 yılı Ocak ayında, mağdurun evinin önündeki sokakta, basit tıbbi müdahale ile giderilebilecek şekilde kasten yaraladığı iddiasına konu olayda;
    Kasten yaralama eyleminin gerçekleştiğini ifade ettiği 2014 yılının Ocak ayında herhangi bir ... kurumuna müracaat etmeyen ve anılan tarihten 3 ay sonra sanıktan şikayetçi olan mağdurun, iddia ettiği olayın var olması muhtemel maddi delillerinin kaybına kendisinin sebep olduğu ve mağdurun annesi ile teyzesi olan tanıkların yeterli zaman ve mekan ayrıntısı içermeyen soyut anlatımlarına dayalı olarak sanığa isnat edilen eylemin sübut bulduğu sonucuna varılamayacağı anlaşıldığından, sanığın, üzerine atılı suçu işlemediğine dair savunmasının aksine, mahkumiyetine yeter, her türlü derecede şüpheden uzak, kesin ve inandırıcı delil bulunmaması nedeniyle sanık hakkında kasten yaralama suçundan beraat kararı verilmesine ilişkin yerel mahkemenin kabulünde dosya kapsamına göre bir isabetsizlik görülmemiştir.
    Yapılan yargılama sonunda, yüklenen suçun sanık tarafından işlendiğinin sabit olmadığı gerekçeleri gösterilerek mahkemece kabul ve takdir kılınmış olduğundan, katılan vekilinin hükmün usul ve yasaya aykırı olduğuna ilişkin temyiz itirazlarının reddiyle, beraate ilişkin hükmün isteme uygun olarak ONANMASINA,
    B) Görüntü veya seslerin ifşa edilmesi suretiyle özel hayatın gizliliğini ihlal suçundan kurulan beraat, şantaj ile kişilerin huzur ve sükununu bozma suçlarından kurulan mahkumiyet hükümlerine yönelik temyiz istemlerinin incelenmesine gelince;
    Yapılan yargılamaya, toplanıp karar yerinde gösterilen delillere, mahkemenin kovuşturma sonuçlarına uygun olarak oluşan kanaat ve takdirine, incelenen dosya kapsamına göre, sanığın sübuta ilişkin ve katılan vekilinin sair temyiz itirazlarının reddine, ancak;
    1- Dosya kapsamına ve iddianamedeki anlatıma göre; “01.07.2013-14.04.2014” olan suç tarihlerinin, gerekçeli karar başlığına, “10/04/2014” olarak eksik ve yanlış yazılması suretiyle CMK’nın 232/2-c madde, fıkra ve bendine uyulmaması,
    2- Mağdur ... ile sevgilisi olan sanık ... arasında yaklaşık 2 yıl süren ilişkinin, 2013 yılının Temmuz ayında, mağdur tarafından tek taraflı olarak bitirilmesi üzerine, tekrar birlikte olma teklifleri reddedilen sanığın, mağdurun ismini taşıyan sahte facebook hesabı açıp, beraber oldukları dönemde mağdur tarafından kendisine gönderilen mağdurun yarı çıplak fotoğraflarını, 2014 yılının Nisan ayında, bu hesap üzerinden yayımlayarak, TCK’nın 134/2. madde ve fıkrasındaki görüntü veya seslerin ifşa edilmesi suretiyle özel hayatın gizliliğini ihlal suçunu işlediğinin iddia edildiği olayda;
    Mağdurun ismini taşıyan sahte facebook hesabından gönderilen 09.03.2014 tarihli; “…Daha sana dünyada cehennem azabını yaşatacağım. 11 Nisan’ı bekle. Tehdit mi, ne tehdidi…” biçimindeki, mağdurun doğum gününe gönderme yapan mesaja, mağdura hitaben el yazısı ile yazılan ve mağdur tarafından dosyaya sunulan mektuptaki; “Gizem, gözleri orman kokan kadın…Sık sık geleceğim yine ziyaretine… Son olarak, aylardır sana bizi anlatan bir kitap yazıyorum. Yayınevi 14 Şubat’a yetişmez dedi. Ama 11 Nisan’da kesinlikle elinde olacak. Sevgilerimle” şeklinde, aynı tarihe işaret eden sözlere, mağdurun yarı çıplak fotoğraflarının 12 Nisan günü yayımlandığını gösteren ve 14 Nisan 2014 tarihinde temin edilerek dosyaya sunulan facebook çıktılarına, yayımlanan çıplak fotoğraflarının yalnızca sanıkta olduğuna dair mağdurun samimi beyanlarına, sanığın; “… ‘dünyada cehennem azabını yaşatacağım’ şeklinde bir söz söyledim, bunda amacım tehdit değildi…” ve “…Burcu Gizem ile 2 yıl arkadaşlığımız sürdü, bunun 1 yılını aynı evi paylaşarak yaşadık, daha sonra kendisi ayrılmak istediğini söyledi, önce normal karşıladım, daha sonra barışmak istediğimi söyledim, annesi ile aramız çok iyiydi… barışmak istediğimi ona da söylüyordum… yarı çıplak resimlerini facebook’a ben atmadım, Burcu Gizem'e ‘beni terk edemezsin seni öldürürüm’ gibi sözler söylemedim, aksine beni terk edersen kendimi öldürürüm gibi sözler söyledim, Ocak ayında kendisi ile görüştüm, ama aramızda tartışma çıkmadı…” biçimindeki, iddiayı kısmen doğrulayan ve yüzü görünmeyen çıplak fotoğraflardaki kişinin mağdur olduğunu inkar etmeyen kaçamaklı savunmasına, mağdurun teyzesi olan tanık Ebru’nun sanığa gönderdiği mesajda yer alan; “Yaptığın şey suç biliyorsun değil mi?” biçimindeki soruya, sanık tarafından; “Suç değil, kendi çekti gönderdi. Daha fazlası var.” biçiminde yanıt verildiğini gösteren ve soruşturma evresinde sanık tarafından delil olarak dosyaya sunulan belge örneklerine, mağdurun, yaşamını olumsuz yönde etkileyecek, onur, şeref ve saygınlığını rencide edecek şekilde, cinsel ve fiziksel mahremiyetine ilişkin özel fotoğraflarını internet üzerinden yayımlaması, müşterek hayat tecrübeleri ve dosya içeriği nazara alındığında, mağdurdan beklenen bir davranış biçimi olarak kabul edilemeyeceğine göre; mevcut olan delillerin, iddiaya konu eylemi gerçekleştirenin sanık olduğunu açık ve net olarak ortaya koyduğu gözetilerek, sanık hakkında TCK’nın 134/2. madde ve fıkrasındaki görüntü veya seslerin ifşa edilmesi suretiyle özel hayatın gizliliğini ihlal suçundan mahkumiyet hükmü kurulması gerekirken, delillerin takdirinde yanılgıya düşülerek, yüklenen suçun sanık tarafından işlendiğinin sabit olmadığı gerekçesine dayalı olarak sanığın beraatine karar verilmesi,
    3- TCK’nın 107/1. madde ve fıkrasında düzenlenen şantaj suçunun maddi unsuru, sanığın yapmaya hakkı olan veya yükümlü olduğu bir şeyi yapacağından veya yapmayacağından söz ederek, bu durumları mağdur üzerinde baskı aracı olarak kullanıp, mağduru kanuna aykırı veya yükümlü olmadığı bir şeyi yapmaya veya yapmamaya ya da haksız çıkar sağlamaya zorlamaktır.
    İncelenen dosyada; sanık ...’nın, mağdur ...’in kendisinden ayrılmasını kabullenemeyip, barışma tekliflerine de olumlu yanıt alamayınca, gerek mağduru telefonla aradığında gerek mağdurun yanına gittiğinde, mağdura, “Beni terk edemezsin, beni terk edersen seni öldürürüm” şeklinde sözler sarf ettiğinin iddia edilmiş olması karşısında, sanığın, vücut dokunulmazlığına yönelik tehdidinin yapmaya hakkı olduğu bir eylem niteliğinde bulunmaması nedeniyle sanığa isnat edilen eylemin TCK’nın 106/1-1. madde, fıkra ve cümlesindeki tehdit suçu kapsamında değerlendirilmesi gerekirken, sanığın, mağduru zorladığı hususların neler olduğu da açıklanmadan, yasal unsurları oluşmayan TCK’nın 107/1. madde ve fıkrasındaki şantaj suçundan yazılı şekilde mahkumiyet kararı verilmesi,
    4- Mağdur ...’in, sevgilisi olan sanık ...’dan ayrılıp, artık sevmediğini ve tekrar görüşmek istemediğini defalarca sanığa söylemesine rağmen sanığın ısrarlı şekilde arayıp, mesajlar göndererek, mağduru rahatsız ettiğinin iddia edildiği olayda;
    Mağdurun, sanıktan 2013 yılının Temmuz ayında ayrılmasına ve bilinen telefon numaralarını değiştirmesine rağmen sanığın kullanmakta olduğu yeni telefon numarasını tespit edip, rahatsız etmeye devam ettiğine dair 14.04.2014 tarihli ifadesi, sanığın ise mağdurla ayrıldıktan sonra mağdurla barışmak için 3 ay kadar irtibatı olduğunu; ancak, daha sonra kendisini aramadığını, facebook aracılığıyla gönderdikleri mesajların ise karşılıklı olduğunu beyanla suçlamayı kabul etmemesi karşısında,
    Mağdurun iletişimi sonlandırmak istediğini ifade ettiği 01.07.2013 tarihi ile şikayet tarihi olan 14.04.2014 tarihini de kapsar şekilde tarafların suç tarihinden 1 ay öncesine ve 1 ay sonrasına ilişkin HTS kayıtları (arama, aranma, mesaj, baz istasyonu vs.) Bilgi Teknolojileri ve İletişim Kurumundan getirtilip incelenerek, sanığın mağduru, mağdurun da sanığı arayıp aramadığı ve gelen mesajlarla aramaların sıklığı araştırılıp, dosyada mevcut sanıkla mağdurun facebook aracılığıyla birbirlerine gönderdikleri 15-18 Aralık 2013 tarihli mesajlarla birlikte toplanan tüm deliller birlikte değerlendirilerek, TCK'nın 123/1. madde ve fıkrasındaki kişilerin huzur ve sükununu bozma suçunun unsuru olan ısrar öğesinin gerçekleşip gerçekleşmediği ve sanığın sırf huzur ve sükunu bozmaya yönelik saikinin olup olmadığı tartışılıp, sonucuna göre sanığın hukuki durumunun takdir ve tayini gerekirken, “sanığın müşteki ve tanık beyanları ve dosya kapsamı ile müştekiyi sürekli rahatsız ettiği anlaşılmakla kişilerin huzur ve sükununu bozma suçunu da işlediği” biçimindeki, mağdurun hangi tarihlerde nasıl rahatsız edildiğine ve sanığın suç oluşturduğu kabul edilen eylemine ilişkin hiçbir açıklama içermeyen gerekçeden yoksun ibarelere ve eksik incelemeye dayalı olarak TCK'nın 123/1. madde ve fıkrasındaki kişilerin huzur ve sükununu bozma suçundan mahkumiyet kararı verilmesi,
    Kabul ve uygulamaya göre de:
    a) TCK'nın 61/1. madde ve fıkrasında yer alan ölçütler nazara alınarak, dosyaya yansıyan bilgi ve kanıtlar birlikte ve isabetle değerlendirilip, denetime olanak verecek ve somut gerekçeler de gösterilmek suretiyle aynı Kanunun 3/1. madde ve fıkrası uyarınca işlenen fiillerin ağırlığıyla orantılı olacak şekilde maddelerde öngörülen alt ve üst sınırlar arasında hakkaniyete uygun bir cezaya hükmolunması gerekirken, hükümlerin gerekçesinde yer alan; “Sanığın dosyaya yansıyan delillere göre suç işleme kastının yoğunluğu ve ısrarı, mağdurun yaşı, konumu, herhangi bir pişmanlık göstermemesi dikkate alınarak sanığa verilen cezalar herhangi bir tedbire çevrilmediği gibi, suç işlemekten çekineceğine dair mahkememizde kanaat de oluşmadığından cezasının ertelenmesine ve hükmün açıklanmasının geri bırakılması yollarına gidilmemiştir.” biçimindeki kabulle çelişki oluşturacağı da düşünülmeden, şantaj ile kişilerin huzur ve sükununu bozma suçlarından temel cezaların asgari hadden tayin edilmesi ve hükmolunan hapis cezalarının hiçbir gerekçeye dayanılmaksızın adli para cezasına çevrilmesi,
    b) Şantaj ile kişilerin huzur ve sükununu bozma suçlarından adli para cezası hükmedilen sanık hakkında, infaz aşamasında nazara alınması gereken 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanunun 106/3. madde ve fıkrası gereğince ihtarda bulunulması,
    c) Katılanın kendisini bir vekille temsil ettirdiği gerekçesiyle karar tarihinde yürürlükte bulunan Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi uyarınca sanığın katılana vekalet ücreti ödemesine hükmedilmiş ise de; katılanın 11.11.2014 tarihli duruşmadaki talebi uygun görülerek, mahkemenin istemi üzerine Baro tarafından bir vekil tayin edildiği, duruşmanın bu vekil tarafından takip edildiği, katılanın bu vekile ayrıca bir vekalet verdiğine ilişkin vekaletnameye dosyada rastlanılmadığı anlaşılmakla, 1136 sayılı Avukatlık Kanununun 168. maddesi ve karar tarihinde yürürlükte bulunan Avukatlık Asgari Ücret Tarifesinin 14/1. madde ve fıkrası koşulları oluşmadığından, sanık aleyhine katılan lehine vekalet ücretine hükmedilemeyeceğinin ve 5320 sayılı Kanunun 5560 sayılı Kanunla değişik 13. maddesi gereğince Ceza Muhakemesi Kanunu Gereğince Görevlendirilen Müdafii ve Vekillere Yapılacak Ödemelere İlişkin 2016 Yılı Tarifesine göre tespit edilecek zorunlu vekillik ücretinin yargılama gideri olarak değerlendirilmesi gerektiğinin gözetilmemesi,
    Bozma ilamına uyulduğu takdirde;
    a) Sanığa isnat edilen eylemlerin, 5237 sayılı TCK'nın 106. maddesinin 1. fıkrasının 1. cümlesinde düzenlenen tehdit, 5237 sayılı TCK'nın 123. maddesinin 1. fıkrasında düzenlenen kişilerin huzur ve sükununu bozma suçlarına ilişkin olduğu, temel ceza miktarlarının tehdit suçu için TCK'nın 106. maddesinin 1. fıkrasının 1. cümlesinde “altı aydan iki yıla kadar hapis cezası”, kişilerin huzur ve sükununu bozma suçu için TCK'nın 123. maddesinin 1. fıkrasında “üç aydan bir yıla kadar hapis cezası” olarak belirlendiği; 5271 sayılı CMK'nın, 17.10.2019 tarihli ve 7188 sayılı Kanunun 24. maddesi ile başlığı ile birlikte yeniden düzenlenmiş olan “Basit Yargılama Usulü” başlıklı 251. maddesinin 1. fıkrasında yer alan; “Asliye ceza mahkemesince, iddianamenin kabulünden sonra adli para cezasını ve/veya üst sınırı iki yıl veya daha az süreli hapis cezasını gerektiren suçlarda basit yargılama usulünün uygulanmasına karar verilebilir.” şeklindeki düzenlemeye, 7188 sayılı Kanunun geçici 5. maddesinin 1-d bendinde yer alan “01/01/2020 tarihi itibarıyla kovuşturma evresine geçilmiş, hükme bağlanmış veya kesinleşmiş dosyalarda seri muhakeme usulü ile basit yargılama usulü uygulanmaz.” şeklindeki düzenleme ile sınırlama getirilmiş ise de; Anayasa Mahkemesinin 19.08.2020 tarihli 31218 sayılı Resmi Gazetede yayımlanan 25.06.2020 tarihli ve 2020/16 Esas - 2020/33 Karar sayılı ve 16.03.2021 tarihli 31425 sayılı Resmi Gazete'de yayımlanan 14.01.2021 tarihli ve 2020/81 Esas - 2021/4 Karar sayılı iptal kararları ile “...kovuşturma evresine geçilmiş..., ...hükme bağlanmış...” ibarelerinin, aynı bentte yer alan “...basit yargılama usulü...” yönünden Anayasaya aykırı bulunarak iptaline karar verilmesi sebebiyle;
    Kovuşturma evresine geçilmiş veya hükme bağlanmış olan ve basit yargılama usulü uygulanabilecek dosyalar yönünden 7188 sayılı Kanunun 5. maddesinin 1-d bendinde yer alan kesinleşmiş hükümler haricindeki düzenlemelerin iptal edildiği anlaşıldığından; Anayasa Mahkemesi kararlarının geriye yürümesi mümkün olmayıp, Ceza Muhakemesi Kanununda yapılan değişikliklerin ise derhal uygulanması gerekmekle birlikte, basit yargılama usulü uygulanan olaylarda CMK'nın 251. maddesinin 3. fıkrasına göre; “mahkûmiyet kararı verildiği takdirde sonuç ceza dörtte bir oranında indirilir.” şeklindeki düzenleme karşısında, Anayasa Mahkemesinin anılan iptal kararlarının neticeleri itibariyle maddi ceza hukukuna ilişkin olduğunun ve CMK'nın 251. maddesinin 3. fıkrasında yer alan düzenlemenin sanık lehine sonuç doğurabilecek nitelikte olduğunun anlaşılması karşısında, tehdit ve kişilerin huzur ve sükununu bozma suçları açısından TCK'nın 7. maddesi ile CMK'nın 251. maddesi hükümleri gözetilmek suretiyle, sanık lehine olan uygulamanın belirlenerek yerine getirilmesi ve gereği için dosyanın, “Basit Yargılama Usulü” yönünden yeniden değerlendirilmesinde zorunluluk bulunması,
    b) Karar tarihinden sonra 02.12.2016 tarihli ve 29906 sayılı Resmi Gazetede yayımlanarak aynı tarihte yürürlüğe giren 6763 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanunun 34. maddesi ile değişik CMK'nın 253. maddesinin 1. fıkrasının (b) bendine eklenen alt bendler arasında yer alan ve TCK'nın 106/1-1. madde ve fıkrasında tanımı yapılan tehdit suçunun uzlaşma kapsamına alındığının anlaşılması karşısında; TCK'nın 7/2. madde ve fıkrası uyarınca; “Suçun işlendiği zaman yürürlükte bulunan kanun ile sonradan yürürlüğe giren kanunların hükümleri farklı ise, failin lehine olan kanun uygulanır ve infaz olunur.” hükmü de gözetilerek, 6763 sayılı Kanunun 35. maddesi ile değişik CMK'nın 254. maddesi uyarınca aynı Kanunun 253. maddesinde belirtilen esas ve usûle göre uzlaştırma işlemleri yerine getirilip, sonucuna göre TCK'nın 106/1-1. madde, fıkra ve cümlesindeki tehdit suçu açısından sanığın hukuki durumunun yeniden değerlendirilmesinde zorunluluk bulunması,
    Bozmayı gerektirmiş olup, sanığın ve katılan vekilinin temyiz itirazları bu itibarla yerinde görüldüğünden, hükümlerin bu nedenle 5320 sayılı Kanunun 8. maddesi uyarınca halen uygulanmakta olan 1412 sayılı CMUK'un 321. maddesi gereğince isteme aykırı olarak BOZULMASINA, 09.11.2022 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.









    Hemen Ara