Yargıtay Ceza Genel Kurulu 2012/1-1263 Esas 2013/143 Karar Sayılı İlamı

Abaküs Yazılım
Ceza Genel Kurulu
Esas No: 2012/1-1263
Karar No: 2013/143

Yargıtay Ceza Genel Kurulu 2012/1-1263 Esas 2013/143 Karar Sayılı İlamı

Ceza Genel Kurulu         2012/1-1263 E.  ,  2013/143 K.
  • HAKSIZ TUTUKLAMA NEDENİYLE UĞRANILMIŞ ZARARLARIN TAZMİNİNDE SÜRE
  • CEZA GENEL KURULU KARARLARINA KARŞI DİRENME
  • CEZA MUHAKEMELERİ USULÜ KANUNU (MÜLGA) (1412) Madde 326
  • CEZA MUHAKEMESİ KANUNU (CMK) (5271) Madde 307
  • CEZA MUHAKEMESİ KANUNU (CMK) (5271) Madde 144
  • CEZA MUHAKEMESİ KANUNU (CMK) (5271) Madde 143
  • CEZA MUHAKEMESİ KANUNU (CMK) (5271) Madde 142
  • CEZA MUHAKEMESİ KANUNU (CMK) (5271) Madde 141
  • KANUN DIŞI YAKALANAN VEYA TUTUKLANAN KİMSELERE TAZMİNAT VERİLMESİ HAKKINDA KANUN (MÜLGA) (466) Madde 2

"İçtihat Metni"

 

Davacının haksız tutuklanma sonucu uğramış olduğu zararlar nedeniyle yasal faizi ile birlikte 10.000 Lira maddi, 10.000 Lira manevi tazminatın davalı hazineden tahsiline yönelik isteminin, davanın kanuni süresinde açılmadığından bahisle  reddine ilişkin, Adana 4. Ağır Ceza Mahkemesince verilen 29.02.2008 gün ve 141-60 sayılı karar, davacı vekili tarafından temyiz edilmekle dosyayı inceleyen Yargıtay 1. Ceza Dairesince 27.05.2009 gün ve 10956-2997 sayı ile;

"Davacı Ahmet vekilinin temyiz talebi üzerine yapılan incelemede; Davacı hakkında Siirt Ağır Ceza Mahkemesince verilen 02.11.1995 tarihli beraat kararının hangi tarihte kesinleştiği, kesinleşmiş kararın hangi tarihte davacıya tebliğ edildiğine dair Yargıtay denetimine olanak verecek biçimde gerekli araştırmaların yapılmadan davanın yasal süresinde açılmadığından söz edilerek davanın reddine karar verilmesi" isabetsizliğinden bozulmasına karar verilmiştir.

Adana 4. Ağır Ceza Mahkemesince 22.10.2009 gün ve 249-338 sayı ile;

"Tazminat talebine esas Siirt Ağır Ceza Mahkemesi dosyası içerisinde yer alan tebligat belgesine göre gerekçeli kararın davacı ile birlikte kaldığı belirtilen Abdullah "a 24.11.1995 tarihinde tebliğ edildiği, davacının tebligatın usulsüz olduğunu mahkememizde öne sürdüğü, dava dosyası içinde bunun dışında tebligat bulunmadığı, mahkememiz kararıyla birlikte bu dava dosyasının da temyiz incelemesi sırasında denetimin sağlanması için Yargıtay"a gönderildiği, bunun dışında kesinleşmiş kararın davacıya tebliğ edildiğine dair herhangi bir belge olmadığı gibi bu konudaki tüm kanıtların Siirt Ağır Ceza Mahkemesi dosyası içerisinde olması ve bu dosyanın da denetim amacıyla mahkememiz dosyasıyla birlikte gönderilmesi nedeniyle başkaca tespit yapılmasının da fiilen olanaksız olduğu, başkaca bozma nedeni bulunmaması karşısında kesinleşmiş kararın tebliği ile ilgili araştırma yapılmasına dair bozma ilamının yerinde olmadığı,

Davanın 16.12.2005 tarihinde açıldığı, beraat kararının ise 02.11.1995 tarihinde verildiği, davacının aradan geçen 10 yıldan fazla süre içerisinde hakkında verilen kararı öğrenmemesinin hayatın olağan akışına aykırı olduğu, kesinleşmiş beraat kararının tebliğine dair tebligat belgesi bulunmaması nedeniyle bu halde Borçlar Kanunununda belirlenen 10 yıllık genel dava zamanaşımı süresinin gözetilmesi gerektiği, davanın bu süre geçtikten sonra açılması nedeniyle mahkememiz kararının yerinde olduğu, davanın reddine karar verilmesi gerektiği" gerekçesi ile direnilerek, ilk  hükümdeki gibi kanuni süre geçtikten sonra açıldığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.

Bu hükmün de davacı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay Ceza Genel Kurulunca 05.10.2010 gün ve 151–187 sayı ile;

"Yargıtay Ceza Genel Kurulunca çözümlenmesi gereken uyuşmazlık, 466 sayılı Kanun hükümleri uyarınca açılmış bulunan tazminat davasının, Kanunun 2. maddesinin 1. fıkrasında ön görülen üç aylık süre içinde açılıp açılmadığının belirlenmesi noktasında toplanmaktadır.

Dosyanın incelenmesinde;

Eruh Sorgu Hakimliği’nin 10.06.1981 gün ve 1979/28 esas sayılı kararı ile davacı Ahmet’in birden fazla adam öldürmek suçundan gıyaben tutuklanmasına karar verildiği,

İdil Sulh Ceza Mahkemesinin 04.05.1982 gün ve 1982/147 değişik iş sayılı kararı ile tutuklama kararının vicahiye çevrildiği,

Eruh Asliye Ceza Mahkemesince 31.12.1982 gün ve 1982/16 değişik iş sayılı kararı ile davacının 15.000 lira nakti kefaletle salıverilmesine karar verildiği,

Siirt Ağır Ceza Mahkemesince 02.11.1995 gün ve 88-70 sayı ile sanığın yokluğunda davacının yüklenen suçtan beraatına karar verildiği,

9979 sayılı tebligat parçasında, Siirt Ağır Ceza Mahkemesinin 02.11.1995 gün ve 1988/88 esas sayılı dosyasına ait gerekçeli kararın davacı sanık Ahmet’in Düdiran Köyünde birlikte oturan amcası Abdullah’a tebliğ olunduğunun belirtildiği,

Davacı sanık Ahmet "in, hakkındaki gıyabi tutuklama kararını 04.05.1982 gün ve 1982/147 değişik iş sayılı kararı ile vicahiye çeviren İdil Sulh Ceza Mahkemesinde ve 18.10.1988 tarihinde talimatla savunmasını verdiği İdil Asliye Ceza Mahkemesinde açık adresinin İdil İlçesi Kuvah Köyü olarak saptandığı,

Kolluk görevlileri tarafından düzenlenen 15.10.1997 ve 14.01.2008 günlü tutanak içeriklerinden, göçer olarak yaşayan Düdiran Aşiretine mensup kişilerin PKK terör örgütünün baskıları nedeniyle yaşadıkları yerleri terk ederek yurdun çeşitli yerlerine dağıldıkları, Düdiran ismi ile bir köyün olmadığı ve Ahmet ile amcası olduğu belirtilen Abdullah isimli kişilerin tanınmadığının tespit edildiği,

Eruh Mal Müdürlüğünün 02.01.2008 günlü yazısında, davacı sanığın salıverilmek amacıyla nakti kefalet olarak ödediği 15.000 liranın kendisine ödenip ödenmediğine ilişkin herhangi bir bilgi ve evrakın kayıtlarında bulunmadığının belirtildiği,

 Anlaşılmaktadır.

1 Haziran 2005 tarihinde yürürlüğe giren 5320 sayılı CMK’nun Yürürlük ve Uygulama Şekli Hakkındaki Kanunun 18. maddesi ile 07.05.1964 gün ve 466 sayılı Yasa Dışı Yakalanan veya Tutuklanan Kimselere Tazminat Verilmesi Hakkındaki Kanun yürürlükten kaldırılmış ve 5271 sayılı Kanunun Yedinci Bölümünde, Koruma Tedbirleri Nedeniyle Tazminat ana başlığı altında, 141 ilâ 144. maddelerinde tazminat isteme koşulları ve sonuçları yeniden kapsamlı bir şekilde düzenlenmiş ise de, 5320 sayılı Kanunun 6. maddesinin;

"(1) Ceza Muhakemesi Kanununun 141 ilâ 144 üncü maddeleri hükümleri, 1 Haziran 2005 tarihinden itibaren yapılan işlemler hakkında uygulanır.

 (2) Bu tarihten önceki işlemler hakkında ise, 7.5.1964 tarihli ve 466 sayılı Kanun Dışı Yakalanan veya Tutuklanan Kimselere Tazminat Verilmesi Hakkında Kanun hükümlerinin uygulanmasına devam olunur" şeklindeki hükmü uyarınca, 466 sayılı Kanun hükümleri 1 Haziran 2005 tarihinden önce gerçekleşen işlemler yönünden varlığını sürdürdüğünden, uyuşmazlık konusunun bu yasa hükümleri kapsamında değerlendirilmesi gerekmektedir.

466 sayılı Kanunun 2. maddesinin birinci fıkrasında, "1 nci maddede yazılı sebeplerle zarara uğrayanlar, kendilerine zarar veren işlemlerin yapılmasına esas olan iddialar sebebiyle haklarında açılan davalar sonunda verilen kararların kesinleştiği veya bu iddiaların mercilerince karara bağlandığı tarihten itibaren üç ay içinde, ikametgahlarının bulunduğu mahal ağır ceza mahkemesine bir dilekçeyle başvurarak uğradıkları her türlü zararın tazminini isteyebilirler" hükmüne yer verilmiştir.

2. maddenin 1. fıkrasında belirtilen üç aylık dava açma süresi ise, 21.04.1975 gün ve 3-5 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararı uyarınca, davacı hakkında açılan ve beraatle sonuçlanan ceza davasının kesinleştiğinin tebliği veya bu kesinleşmenin öğrenilmesinden itibaren başlamaktadır.

Ceza Genel Kurulunun 23.03.2010 gün ve 256-57 sayılı kararında da belirtildiği üzere, 21.04.1975 gün ve 3-5 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararı uyarınca, sanıkların yokluğunda hükmolunan beraat kararlarının kesinleşme şerhi ile birlikte ilgiliye tebliği zorunlu olduğundan, 466 sayılı Kanunun 2. maddesinde öngörülen üç aylık dava açma süresi beraat eden kişinin kesinleşmeyi öğrendiği tarihten itibaren başlamaktadır. Kanunun 2. maddesinde dava açma süresi açıkça belirtilmiş olduğundan ve bu maddenin uygulanma koşulları yasa gücünde olan İçtihadı Birleştirme Kararında da açıkça belirtildiğinden, Borçlar Kanunu veya bir başka kanunda tazminat davası açılması için öngörülen sürelerin 466 sayılı Kanuna dayalı olarak açılan tazminat davalarında kıyasen de olsa uygulanması olanağı bulunmamaktadır.

Bu açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde;

Davacı sanığın, faili gayri muayyen şekilde birden fazla adam öldürmek suçundan yargılamasını yapan Siirt Ağır Ceza Mahkemesince verilen 02.11.1995 gün ve 88-70 sayılı beraat kararının kesinleşme şerhli suretinin dosya içerisinde bulunmadığı, davacı sanığa beraat kararının 24.11.1995 tarihinde tebliğ olunduğuna ilişkin 9979 sayılı tebligat belgesine göre de kesinleşmiş beraat kararının değil, gerekçeli kararın davacı sanığın Düdiran Köyünde birlikte oturan amcası Abdullah’a tebliğ olunduğu saptanmış ise de, bu tebliğin dahi davacı sanık Ahmet’in hakkındaki gıyabi tutuklama kararını 04.05.1982 gün ve 1982/147 değişik iş sayılı kararı ile vicahiye çeviren İdil Sulh Ceza Mahkemesinde ve 18.10.1988 tarihinde talimatla savunmasını verdiği İdil Asliye Ceza Mahkemesinde açık adresini İdil İlçesi Kuvah Köyü olarak belirtmiş olması karşısında, 7201 sayılı Kanun hükümleri uyarınca geçersiz olduğu kabul edilmelidir.

Davacı sanığın yokluğunda verilen beraat hükmünün kesinleştiğine ve kesinleşen bu hükmün davacıya usulünce tebliğ edildiğine ilişkin dosyada herhangi bir bilgi ve belge bulunmamaktadır.

Bu itibarla, davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile isabetli olan Özel Daire bozma kararına uyulması gerekirken, varsayımlarla önceki hükümde direnilmesi isabetsiz bulunduğundan, yerel mahkeme direnme kararının bozulmasına" karar verilmiştir.

Ceza  Genel  Kurulunca verilen bozma kararına uyma veya direnme yönünde açıkça bir karar vermeyen yerel mahkeme 29.04.2011 gün ve 107-147 sayı ile;

".... Davacı-sanığın yokluğunda verilen kararın 24.11.1995 tarihinde davacı-sanığa tebliğ edilerek kesinleştiği öne sürülmesine rağmen Yargıtay Ceza Genel Kurulu"nun ilamında belirtildiği üzere tebligatın yöntemine uygun olmadığı ve kararın kesinleşmediği, kesinleşen kararlar nedeniyle kararın kesinleştiğinin tebliği beklenmeden dava açılması olanaklı, kesinleşmeyen kararlar nedeniyle dava açılmasının ise olanaksız olduğu, bu nedenle de kesinleşmeyen karar nedeniyle haksız tutuklamaya dayalı olarak tazminat davası açılamayacağı" gerekçesiyle davanın reddine karar vermiştir.

Bu hükmünde davacı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine, Yargıtay C. Başsavcılığının "onama" istekli 16.03.2012 gün ve 311446 sayılı tebliğnamesi ile Yargıtay 12. Ceza Dairesine, Özel Daire tarafından da yerel mahkeme kararının direnme hükmü niteliğinde olduğundan bahisle Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilen dosya, Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır.

TÜRK MİLLETİ ADINA

CEZA GENEL KURULU KARARI

Özel Daire ile yerel mahkeme arasında oluşan ve Ceza Genel Kurulunca çözümlenmesi gereken uyuşmazlık; 466 sayılı Kanun hükümleri uyarınca açılmış bulunan tazminat davasının kanuni süresi içerisinde açılıp açılmadığının belirlenmesine ilişkin ise de; Ceza Genel Kurulu kararlarına direnmenin mümkün olup olmadığının öncelikle ele alınıp değerlendirilmesi gerekmektedir.

1412 sayılı CMUK"nun, 5320 sayılı Kanunun 8. maddesi uyarınca halen yürürlükte  bulunan 326. maddesinin üçüncü fıkrası; "Yargıtaydan verilen bozma kararına mahkemelerin ısrar hakkı vardır. Israr üzerine Yargıtay Ceza Genel Kurulunca verilen kararlara uymak mecburidir", 5271 sayılı CMK"nun paralel düzenlenmeyi içeren 307. maddesinin üçüncü fıkrası ise; "Yargıtaydan verilen bozma kararına bölge adliye veya ilk derece mahkemesinin direnme hakkı vardır. Ancak, direnme üzerine Yargıtay Ceza Genel Kurulunca verilen kararlara karşı direnilemez" şeklindedir. Her iki maddenin açık düzenlemesinden de anlaşılacağı üzere, Yargıtay Ceza Genel Kurulunca direnme üzerine verilen bozma kararına karşı direnme söz konusu olmayıp, mahkemelerce bu bozma kararlarına uyulması, diğer bir ifadeyle bozma kararlarının gereğinin yerine getirilmesi gerekmektedir.

Ancak, ayrıntısına Ceza Genel Kurulunun 14.6.1982 gün 12-281 sayılı kararında yer verildiği üzere, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının Özel Daire kararlarına karşı yaptığı itiraz üzerine Yargıtay Ceza Genel Kurulunca verilen bozma kararlarına karşı yerel mahkemelerce direnme kararı verilebilir.

Bu bilgiler ışığında somut olay değerlendirildiğinde;

Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 05.10.2010 gün ve 151–187 sayılı bozma kararında belirtildiği üzere, isabetli olan Yargıtay 1. Ceza Dairesinin 27.05.2009 gün ve 10956-2997 sayılı bozma kararı uyarınca, davacı hakkında Siirt Ağır Ceza Mahkemesince verilen 02.11.1995 gün ve 88-70 sayılı beraat kararının hangi tarihte kesinleştiği, kesinleşmiş beraat kararın hangi tarihte davacıya tebliğ edildiği araştırılarak, tebliğ edilmemiş ise, 21.04.1975 gün ve 3-5 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararı uyarınca üç aylık dava açma süresinin davacı veya vekilinin kesinleşmeyi öğrendiğini bildirdiği tarihten itibaren başlayacağının kabulü ile hüküm kurulması gerekirken, Yargıtay Ceza Genel Kurulu bozma kararında yer alan ve beraat hükmünün kesinleştiğine ve kesinleşen bu kararın davacıya tebliğine ilişkin herhangi bir bilgi ve belgenin dosyada bulunmadığını belirten; "Davacı sanığın yokluğunda verilen beraat hükmünün kesinleştiğine ve kesinleşen bu hükmün davacıya usulünce tebliğ edildiğine ilişkin dosyada herhangi bir bilgi ve belge bulunmamaktadır" şeklindeki cümlesine yanlış anlam verilerek, dava tarihine kadar kesinleşmemiş olması mümkün bulunmayan beraat kararının kesinleşmediği sonucuna varılarak; "kesinleşmeyen karar nedeniyle haksız tutuklamaya dayalı olarak tazminat davası açılamayacağı" gerekçesiyle davanın reddine karar verilmesi isabetsizdir.

Bu itibarla, Ceza Genel Kurulunca direnme üzerine verilen bozma kararlarına karşı direnme mümkün olmadığından yerel mahkeme kararının bozulmasına karar verilmelidir.

Çoğunluk görüşüne katılmayan Genel Kurul Üyesi A.Kınacı; "Adana 4. Ağır Ceza Mahkemesi"nin gerek 04.05.2007 tarihli ilk kararı ve gerekse 22.10.2009 tarihli direnme kararı "davanın 10 yıllık süre içinde açılmadığı" nedenine dayanmaktadır.

Direnme kararının bozulmasına ilişkin Ceza Genel Kurulu"nun 05.10.2010 tarihli kararında "hakkındaki beraat kararının davacı sanığa tebliğinin geçersiz olduğu" belirtilmiştir.

Mahkeme 29.04.2011 tarihli son kararında, "Ceza Genel Kurulu"nun kararında belirtildiği üzere, beraat kararının davacı sanığa tebliğinin geçersiz olduğu ve beraat kararının kesinleşmediği, kesinleşmeyen beraat kararından dolayı tazminat davası açılamayacağı" gerekçesiyle davanın reddine karar vermiştir. Ceza Genel Kurulu kararındaki "tebligatın geçersiz olması nedenine" ve öncekilerden "farklı gerekçeye" dayanan bu kararı "direnme" olarak nitelemek mümkün değildir.

Mahkemenin son kararı "direnme değil yeni hüküm" olduğundan, temyiz talebinin incelenmesi için dosyanın Yargıtay 1. Ceza Dairesi"ne gönderilmesi gerekir.

Açıkladığım nedenlerle, çoğunluk görüşüne katılmıyorum" düşüncesiyle karşı oy kullanmıştır.

SONUÇ:

Açıklanan nedenlerle;

1- Adana 4. Ağır Ceza Mahkemesinin 29.04.2011 gün ve 107-147 sayı kararının BOZULMASINA,

2- Dosyanın, mahalline gönderilmek üzere Yargıtay C.Başsavcılığına TEVDİİNE, 16.04.2013 tarihinde yapılan müzakerede oyçokluğuyla karar verildi.

Hemen Ara