Yargıtay Ceza Genel Kurulu 2012/12-1511 Esas 2013/133 Karar Sayılı İlamı

Abaküs Yazılım
Ceza Genel Kurulu
Esas No: 2012/12-1511
Karar No: 2013/133

Yargıtay Ceza Genel Kurulu 2012/12-1511 Esas 2013/133 Karar Sayılı İlamı

Ceza Genel Kurulu         2012/12-1511 E.  ,  2013/133 K.

    "İçtihat Metni"

    İtirazname 2008/224279
    Yargıtay Dairesi : 12. Ceza Dairesi
    Mahkemesi : ADANA 10. Asliye Ceza
    Günü : 28.04.2008
    Sayısı : 764-316

    Taksirle öldürme suçundan sanık H. K..’un 5237 sayılı TCK’nun 85/1, 62 ve 53/6. maddeleri uyarınca 2 yıl 6 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına ve 1 yıl süreyle sürücü belgesinin geri alınmasına ilişkin, Adana 10. Asliye Ceza Mahkemesince verilen 28.04.2008 gün ve 764-316 sayılı hükmün, sanık müdafii tarafından temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay12. Ceza Dairesince 10.05.2012 gün ve 19192-11763 sayı ile onanmasına karar verilmiş, Daire Üyesi G.Y..; “Mahkemece işlenen suçun taksirli olduğu gözetilmeksizin, dosya kapsamı ile de örtüşmeyecek şekilde, ‘suçunu işleyiş şekli, sebep ve saikleri nazara alınarak verilen hürriyeti bağlayıcı cezanın para cezasına çevrilmesine takdiren yer olmadığına’ karar verilmiştir. Gösterilen gerekçeler TCK"nun 50/1. maddesindeki ölçütlere uymamaktadır, bir an suçun işleyiş şeklinin fıkradaki ölçütlerden olduğunu kabul etsek dahi, bu gerekçe dosya kapsamına uymadığı gibi esasen mahkemece de gerek temel cezanın tayininde gerek 51. maddesinin uygulanmamasında aynı gerekçeye dayanmış olup, bu da yerel mahkemece bu ibarenin bilinçli kullanılmadığını göstermektedir. Bu nedenlerle hükmün bozulması kanaatiyle aksi yönde oluşan çoğunluk görüşüne katılmıyorum” düşüncesiyle karşıoy kullanmıştır.
    Yargıtay C. Başsavcılığı ise 04.07.2012 gün ve 224279 sayı ile;
    “Olay tarihinde sanığın sevk ve idaresindeki kamyonetle 20 km/s hızla seyir halindeyken olay mahalline geldiğinde yolun sağ tarafında bulunan 4 yaşındaki bisikletli çocuğu görerek korna ile ikaz ettiği, ikaz üzerine çocuğun bisikletini durdurarak beklemeye başladığı, sanığın da hızını azaltarak geçişini sürdürdüğü sırada kazanın meydana geldiği, olay ile ilgili olarak soruşturma sırasında yapılan keşif sırasında dinlenen bilirkişi beyanına göre sanığın kazanın meydana gelmesinde tali derecede kusurlu olduğu, yine yargılama aşamasında yapılan keşif sonucunda alınan bilirkişi raporuna göre aynı şekilde tali derecede kusurlu olduğu belirlenmiştir. Ancak dosyanın Adli Tıp Kurumu Trafik İhtisas Dairesince incelenmesi sonucunda sanığın 1. derece kusurlu olduğu değerlendirilmiş ve mahkeme bu rapora itibar ederek sanığın alt sınırdan uzaklaşılmak suretiyle cezalandırılması yoluna gitmiştir.
    Yerel mahkeme dosya arasında bulunan 16.10.2007 tarihli bilirkişi mütalaası ve 11.01.2008 tarihli bilirkişi raporu ile 05.03.2008 tarihli Adli Tıp Kurumu raporları arasındaki çelişkiyi gidermeden sanığın somut olaydaki kusur durumunu tam olarak belirlemeden karar vermiştir.
    Mahkeme temel cezanın belirlenmesi sırasında "suçun işleniş şekli, sebep ve saikleri" gerekçelerini kullanarak alt sınırdan uzaklaşmak suretiyle sanığın cezalandırılmasına ve aynı gerekçelerle sanığın almış olduğu hürriyeti bağlayıcı cezanın paraya çevrilmesine yer olmadığına karar vermiştir.
    Ceza Genel Kurulunun 07.07.2009 tarih ve 2009/9-62-191 sayılı kararında da belirtildiği üzere; herhangi bir suç nedeniyle alt ve üst sınır arasında bir ceza belirlenmesi gerektiğinde, göz önünde bulundurulması gereken tek kıstas 5237 sayılı Yasanın 61/1. maddesinde düzenlenmiştir. Ancak taksirle işlenen suçlar açısından aynı Yasanın 22/4. maddesinde bir kıstas daha eklenmiştir. Bu itibarla, alt ve üst sınır arasında belirlenmesi gereken cezanın taksirli suça ilişkin olması durumunda, bunun Yasanın 61/1 ve 22/4. madde ve fıkralarında yer alan ölçütlere yapılması gerekmektedir. Yasanın 61/1. maddesindeki kıstaslar genel nitelikte olup; bunların her biri, her suça uymayabileceğinden, her suç için tüm kıstasların değil, sadece ilgili suça uyan kısımlarının nazara alınması gerekir. Taksirli suçlar açısından 61/1. maddenin ( g ) bendinde yer alan "failin güttüğü amaç ve saik" kıstası uygulanamayacağı belirtilmiştir.
    Öte yandan TCK’nun 50/1. maddesine göre; kısa süreli hapis cezası, suçlunun kişiliğine, sosyal ve ekonomik durumuna, yargılama sürecinde duyduğu pişmanlığa ve suçun işlenmesindeki özelliklere göre; adli para cezasına çevrilebilmektedir. Aynı maddenin 4. fıkrasına göre de; taksirli suçlardan dolayı hükmolunan hapis cezası uzun süreli de olsa; bu ceza, diğer koşulların varlığı hâlinde, birinci fıkranın (a) bendine göre adlî para cezasına çevrilebilecektir.
    Somut olay ve dosya kapsamı incelendiğinde; sanığın, dosyaya yansımış herhangi olumsuz bir kişilik özelliği ve davranışı bulunmadığı gibi olayın işleniş şeklinde herhangi bir özellik bulunmamaktadır. Anılan madde de belirtilen suçlunun kişiliği, sosyal ve ekonomik durumu ve yargılama sürecinde duyduğu pişmanlık hususları mahkemece değerlendirme dışı bırakılmıştır.
    Diğer yandan mahkemenin "suçun işleniş şekli, sebep ve saikleri" gerekçesini, temel cezanın belirlenmesi, TCK’nun 51/1 ve 50/1. maddelerinin her ikisinin de uygulanmaması noktasında kullandığı dikkate alındığında; yerel mahkemenin anılan gerekçeleri bilinçli şekilde kullanmadığı kanaatine varılmaktadır.
    Bu açıklamalar doğrultusunda; sanığın somut olaydaki kusur durumunun tam olarak belirlenmesi amacıyla mevcut bilirkişi raporları arasındaki çelişkilerin giderilmemesi; sanık hakkında temel cezanın belirlenmesi sırasında "sebep ve saikleri" gerekçesinin kullanılması; yasal şartları bulunduğu halde dosya kapsamıyla örtüşmeyecek ve benzer nitelikteki genel uygulamalar ile bağdaşmayacak şekilde uygulama yapılmak suretiyle sanık hakkında TCK’nun 50/1. maddesinin uygulanmaması yasaya aykırı görülmüştür” görüşüyle itiraz kanun yoluna başvurarak Özel Daire onama kararının kaldırılmasına ve yerel mahkeme hükmünün bozulmasına karar verilmesi isteminde bulunmuştur.
    CMK"nun 308. maddesi uyarınca inceleme yapan Yargıtay 12. Ceza Dairesince 19.11.2012 gün ve 25601-24460 sayı ile itiraz nedenlerinin yerinde görülmediğinden bahisle Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilen dosya, Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır.
    TÜRK MİLLETİ ADINA
    CEZA GENEL KURULU KARARI
    Özel Daire ile Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı arasında oluşan ve Ceza Genel Kurulunca çözümlenmesi gereken uyuşmazlık; sanığın kusur durumuna ilişkin bilirkişi raporları arasında çelişki bulunup bulunmadığı ve varsa bu çelişkinin giderilmesinin gerekip gerekmediği ile temel cezanın alt sınırdan uzaklaşılarak belirlenme ve taksirli suçtan hükmolunan uzun süreli hapis cezasının adli para cezasına çevrilmeme gerekçesinin yasal ve yeterli olup olmadığının belirlenmesine ilişkindir.
    İncelenen dosya içeriğinden;
    Sanığın yönetimindeki kapalı kasa kamyonet ile seyri sırasında, taşıtlara ayrılan yolda kaldırıma yakın biçimde bisiklet kullanan 5 yaşındaki Z.K..’a çarparak ölümüne neden olduğu,
    Adli raporlar, ölü muayene ve otopsi tutanağına göre; mağdurun trafik kazası sonrası ölü olarak hastaneye kabul edildiği, yapılan fizik muayenesinde kafatasında sağ ve sol bölgede kırık, masif hemotoraks (göğüs kafesi içinde 1000 ml üzerindeki kanama), sol yanak, sol uyluk ve bacak yan kısmında yüzeysel sıyrıklar saptandığı, ölümünün trafik kazası ile husulü mümkün genel beden travmasına bağlı kafatası kırığı, kafa ve göğüs içi değişimler sonucu meydana geldiğinin belirlendiği,
    Sanığın alkolmetre ile yapılan test sonucunda alkolsüz olduğunun tespit edildiği,
    Olay yeri keşif tutanağı ve krokisine göre; olay yerinin ...Mahallesi ... Nolu Sokak içi, .. nolu ikamet ile 22 nolu ikamet bahçesi arasındaki kısmında olduğu, sokağın genişliğinin 6 metre olup yolun bir tarafının bahçe duvarları ile sınırlandırıldığı ve diğer tarafında ise kaldırım bulunduğu, kazanın meydana geldiği nokta olan 22 nolu ikametin bahçe duvarından 160 cm kadar yolun içinde kan izleri bulunduğu, herhangi bir fren izine rastlanmadığı, kaza yerinde mağdur ve sanık ile sanığın aracının olmadığı, sadece mağdurun bisikletinin bulunduğu, bisiklette herhangi bir hasar olmadığı,
    Savcılıkça yapılan keşfe katılan trafik bilirkişisi S. Ö..’un sözlü mütalaasında; kazanın oluşunda sürücü H. K..un 2918 sayılı Karayolları Trafik Yönetmeliğinin 95. maddesinde belirtilen dikkatsiz ve tedbirsiz araç kullanması ve sokak içinde hareket ettiğinden yoldan yararlanan diğer unsurları yeterince dikkate almaması nedeniyle kazada tali kusurlu olduğunu, bisiklet sürücüsü ölen Z.K.."ın ise aynı yönetmeliğe bağlı 95 ve 102. 136. madde hükümlerini ihlal ettiği, dar sokak içinde yolun sağında durduğu, araç geçişini tamamlamadan sola doğru manevra yaptığı, manevraları düzenleyen kural ve kaideleri ihlal ettiği, bisiklet sürücülerinin 11 yaşından önce taşıt yoluna bisikletle çıkmasının yasak olduğu, bu nedenle bu yaştaki bisiklet sürücüsünün trafik kural ve kaidelerini bilmediği, dikkatsiz ve tedbirsizliği sonucu kazada asli kusurlu olduğunu beyan ettiği,
    Mahkemece yapılan keşfe katılan trafik bilirkişisi M. A..’nun raporuna göre; araç sürücüsü sanık H.K..un görüşün yeteri kadar açık olduğu 6 m genişliğindeki sokak içerisinde seyrederken önünde giden ve tehlikeyi algılamayacak kadar küçük olan bisiklet sürücüsünü geçiş esnasında her ne kadar ikaz etti ise de yolun soluna manevra yapıp sağ dikiz aynası ile kontrol ederek daha güvenli geçiş imkanı varken sürücünün bu hususu dikkate almadığı, Karayolları Trafik Yönetmenliğinin 95. maddesinde "Trafik güvenliği ve düzeni ile ilgili olarak Karayolları Trafik Kanununda ve Karayolları Trafik Yönetmeliğinde gösterilen diğer kural, yasak, zorunluluk ve yükümlülüklere, uymak zorundadırlar." şeklinde belirtilen hususları ihlal ettiği, dikkatsizliği sonucu kazada tali kusurlu olduğu, bisiklet sürücüsü ölen Z. K."ın ise solundaki aracın geçişini tamamlamasını beklemeden sola manevra yaptığı manevrayı düzenleyen kurallar ile bisiklet sürücülerinin uyması gereken kaidelere uymadığı, 2918 sayılı Karayolları Trafik Yönetmenliğinin 95, 136 ve 137. maddesindeki hususları ihlal ettiği dikkatsiz ve tedbirsizliği sonucu kazaya etken davranışta bulunduğu kazanın oluşunda asli kusurlu olduğu,
    Adli Tıp Kurumu Ankara Adli Tıp Grup Başkanlığı Trafik İhtisas Dairesi raporuna göre ise; sürücü sanık H.K.."un ifadesinde belirttiği üzere önünde aynı istikamette yolun sağından kaldırıma yakın seyrettiğini gördüğü bisikletliyi korna ile ikaz ettiği, ancak geçme eylemini yeterince belirleyemediği, çocuğun hareketlerini izleyip solundan mümkün olduğunca uzağından güvenli biçimde geçmeye özen göstermeyip, kendisinin geçişi esnasında bisiklet sürücüsüne çarpmasıyla meydana gelen olayda dikkatsizliği (KTK mad.47/d), tedbirsizliği ve kurallara aykırı davranışlarıyla 1.derecede kusurlu olduğu, bisiklet sürücüsü 2003 doğumlu ölen Z. K.."ın ise yaşı itibariyle trafiğe çıkmasının yasak olduğu bisikleti ile yolun sağından kaldırıma yakın seyri sırasında geldiği olay mahallinde arkasından aynı istikamete yolun solundan seyreden ve kendisini geçme manevrasına başlayan kamyonun sürücüsünün korna ile ikazı karşısında durup ve geçmesini beklemeye başladığı sırada kendisini geçmekte olan kamyonetin tekerinin altında kaldığı olaydaki davranış faktörleri yaşının da müdrik olmayışı nedeniyle oluş üzerine 2. derecede etkili olduğu,
    Tanıklar C. D..ve D.Y.."ın aşamalarda özetle; olay yerine yakın kahvenin önünde oturdukları sırada, bakkalın önünden hareket eden bir kamyonetin kendilerinden yaklaşık 100 metre ileride kaldırıma yakın bisiklet kullanan çocuğa sağ tarafından çarptığını, bisikletin kaldırım üzerine düştüğünü, çocuğun başının kamyonetin altında kaldığını gördüklerini, kamyonetin kazayı farketmeden biraz ilerlediğini, hemen koşarak yerde yaralı durumda bulunan çocuğu alıp sanığın kamyoneti ile hastaneye götürdüklerini beyan ettikleri,
    Sanık aşamalarda özetle; mesleğinin şoförlük olduğunu, olay günü ..... Mahallesi ara sokaklarında bulunan bir bakkala mal vermek için gittiğini ancak bakkal sahibinin yerinde olmadığını öğrenince fazla durmadan başka bir bakkala mal vermek üzere kazanın meydana geldiği 31. sokağa girdiğini, sokak içinde ortalama 20 km hızla seyir halinde bulunduğu sırada yolun sağ tarafında bisikletli 4-5 yaşlarında bir erkek çocuğunu gördüğünü, korna ile ikaz ettiğini, çocuğun bisikleti ile durup beklemeye başladığını, çocuğun yanından yavaşça geçtiğini, karşıdan gelmekte olan ismini bilmediğim bir şahısın "Dur çocuğu ezdin!" demesi üzerine aracını durdurduğunu, aşağıya indiğinde çocuğun yerde yattığını ve başının ezildiğini gördüğünü, olay yerine gelen tanıklarla birlikte çocuğu hastaneye getirdiğini, kullandığı kamyonunun kasası olduğu için yan ve arka tarafını göremediğini, bu nedenle çocuğa çarptığını fark edemediğini, meydana gelen kazada kusurunun bulunmadığını savunduğu,
    Sanık müdafiinin 28.04.2008 tarihli oturumda lehe hükümlerini uygulanmasını talep ettiği, sosyal ve ekonomik durumuna ilişkin tespitlerden sanığın evli, iki çocuklu olduğu, asgari ücretle çalıştığı, mesleğinin şoförlük olduğu,
    Anlaşılmaktadır.
    Uyuşmazlık konularının sırasıyla ele alınmalarında yarar bulunmaktadır.
    1) Sanığın kusur durumuna ilişkin bilirkişi raporları arasında çelişki bulunup bulunmadığı ve varsa bu çelişkinin giderilmesinin gerekip gerekmediği;
    5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunun “Bilirkişinin Atanması” başlıklı 63. maddesinde;
    "1) Çözümü uzmanlığı, özel veya teknik bilgiyi gerektiren hâllerde bilirkişinin oy ve görüşünün alınmasına re"sen, Cumhuriyet savcısının, katılanın, vekilinin, şüphelinin veya sanığın, müdafiinin veya kanunî temsilcinin istemi üzerine karar verilebilir. Ancak hâkimlik mesleğinin gerektirdiği genel ve hukukî bilgi ile çözülmesi olanaklı konularda bilirkişi dinlenemez.
    2) Bilirkişi atanması ve gerekçe gösterilerek sayısının birden çok olarak saptanması, hâkim veya mahkemeye aittir. Birden çok bilirkişi atanmasına ilişkin istemler reddedildiğinde de aynı biçimde karar verilir.
    3) Soruşturma evresinde Cumhuriyet savcısı da bu maddede gösterilen yetkileri kullanabilir” şeklindeki düzenlemeye yer verilmiştir.
    Ceza Muhakemesi Kanununa Göre İl Adlî Yargı Adalet Komisyonlarınca Bilirkişi Listelerinin Düzenlenmesi Hakkında Yönetmeliğin 3. maddesinde bilirkişi; "Çözümü uzmanlığı, özel veya teknik bilgiyi gerektiren hâllerde oy ve görüşünü sözlü ya da yazılı olarak vermesi için başvurulan gerçek veya tüzel kişi” şeklinde tanımlanmıştır. Bu tanımdan da hareketle denilebilir ki, sahip bulunduğu uzmanlık bilgisiyle mahkemeye bir ispat sorununda yardımcı olup, raporu delil değil, delil değerlendirmesi aracı olan bilirkişiye başvurmanın amacı, “çözümü uzmanlığı, özel veya teknik bilgiyi gerektiren hallerde görüş alınmasıdır”. Bununla birlikte ceza yargılamasında bilirkişi kendiliğinden bir rol üstlenemeyecektir. Bir sorunun ne zaman uzmanlığı ya da özel veya teknik bir bilgiyi gerektirip gerektirmediğine, bilirkişi görevlendirmekle yetkili olan Cumhuriyet savcısı veya hâkim karar verecektir.
    Anılan düzenlemeler uyarınca hâkim, çözümü ancak özel veya teknik bir bilgi gerektiren hallerde bilirkişi dinleyebilecek veya rapor isteyebilecektir. Hâkimlik mesleğinin gerektirdiği genel ve hukuki bir bilgi ile çözümü mümkün bulunan konularda ise bilirkişiye başvurmayacaktır. Kanun koyucunun uzmanlığa, özel veya teknik bir bilgiye ihtiyaç bulunduğunu baştan kabul ettiği akıl hastalığı, parada sahtecilik, moleküler genetik inceleme gibi hususlar dışında hâkimin bilirkişi raporu alması zorunluluğu bulunmadığı gibi, bilirkişi raporları da mahkemeleri bağlayıcı nitelikte değildir. İcabında gerekçesi gösterilerek bilirkişi raporunun aksine karar verilmesi de mümkündür.
    Dosyada mevcut birden çok rapor arasında bariz çelişki bulunması durumunda bu çelişkinin giderilmesi gerekir. Ancak, her çelişkinin giderilmesi için yeni bir bilirkişi incelemesi yapılması zorunlu değildir. Buradaki kıstas maddi gerçeğin hiçbir şüpheye yer verilmeyecek biçimde ortaya çıkarılmasıdır. Bilirkişiye başvurulma nedeni olan çözümü uzmanlığı, özel veya teknik bilgiyi gerektiren hususlar yeterince açıklığa kavuştuğu ahvalde, artık yeni bir bilirkişi incelemesi yapılmasına gerek yoktur.
    Bu bilgiler ışığında somut olay değerlendirildiğinde;
    Dosyada bulunan bilirkişi raporları arasında olayın gerçekleşme şekli ve tarafların taksirli davranışlarının neler olduğu hususlarında bir çelişki bulunmadığından, raporlardaki takdiri hakime ait olan kusur durumu ile ilgili farklılıklar yeni bir bilirkişi incelemesi yapılmasını gerektirmemektedir. Bu nedenle kendi ifadesinde de belirttiği üzere kapalı kasa olması nedeniyle yan ve arka kısmını görmekte zorlandığı kamyonet ile gündüz vakti 6 metre genişliğindeki sokak içi yolda mümkün olduğunca uzağından güvenli biçimde geçme imkanı varken gerekli dikkat ve özeni göstermeyerek, kaldırama yakın biçimde bisiklet kullanan 5 yaşındaki mağdur çocuğa çarpıp ölümüne neden olan sanığın kazanın oluşumunda birinci derecede kusurlu olduğuna ilişkin Adli Tıp Kurumu Trafik İhtisas Dairesi raporunun mahkemece hükme esas alınmasında da bir isabetsizlik bulunmamaktadır.
    Bu itibarla, bu konudaki itirazın reddine karar verilmelidir.
    Bu uyuşmazlık konusuna ilişkin olarak çoğunluk görüşüne katılmayan Genel Kurul Başkanı ve bir Genel Kurul Üyesi; "sanığın kusur durumuna ilişkin bilirkişi raporları arasındaki bariz görülen çelişkinin giderilip sonucuna göre hüküm kurulması gerektiği" görüşüyle karşı oy kullanmışlardır.
    2) Temel cezanın alt sınırdan uzaklaşılarak belirlenme gerekçesinin yasal ve yeterli olup olmadığı;
    5237 sayılı TCK’nun “cezanın belirlenmesini” düzenleyen 61. maddesinin 1. fıkrası; “Hakim; somut olayda; a) Suçun işleniş biçimini, b) Suçun işlenmesinde kullanılan araçları, c) Suçun işlendiği zaman ve yeri, d) Suçun konusunun önem ve değerini, e) Meydana gelen zarar veya tehlikenin ağırlığını, f) Failin kast veya taksire dayalı kusurunun ağırlığını, g) Failin güttüğü amaç ve saiki, göz önünde bulundurarak, işlenen suçun kanuni tanımında öngörülen cezanın alt ve üst sınırı arasında temel cezayı belirler”, aynı maddenin 10. fıkrası ise, “Kanunda açıkça yazılı olmadıkça cezalar ne artırılabilir, ne eksiltilebilir, ne de değiştirilebilir” şeklindedir.
    Buna göre; 01.06.2005 tarihinden sonra işlenmiş olan herhangi bir suç nedeniyle alt ve üst sınırlar arasında bir ceza belirlenmesi gerektiğinde, kural olarak göz önünde bulundurulması gereken ölçüt, 5237 sayılı TCK’nun 61. maddenin 1. fıkrasındaki düzenlemedir. Ancak taksirle işlenen suçlar açısından kanun koyucu, aynı kanunun 22. maddenin 4. fıkrası ile bir ölçüt daha eklemiştir. Bu durumda, taksirle işlenen suçlarda alt ve üst sınır arasında ceza belirlenirken, TCK’nun 61/1 ile 22/4. madde ve fıkralarında yer alan ölçütlerin birlikte göz önüne alınması gerekmektedir.
    Öte yandan, TCK’nun 61/1. maddesindeki ölçütler genel nitelikli olup, bunların her biri, her suça uymayabileceğinden, her suç için tüm ölçütlerin değil, sadece ilgili suça uyan kısımların nazara alınması gerekir. Sözgelimi, taksirli suçlar açısından 61/1. maddenin (g) bendinde yer alan “failin güttüğü amaç ve saik” ölçütü uygulanamayacaktır.
    Ayrıca, 5237 sayılı TCK’nun “Adalet ve kanun önünde eşitlik ilkesi” başlıklı 3/1. maddesindeki; “Suç işleyen kişi hakkında işlenen fiilin ağırlığıyla orantılı ceza ve güvenlik tedbirine hükmolunur” şeklindeki düzenleme ile de cezanın, işlenen fiilin ağırlığına uygun olarak belirlenmesi gerektiği hüküm altına alınmıştır.
    Tüm bu kanuni düzenlemelere göre, taksirle bir kişinin ölümüne neden olma suçu açısından temel cezanın belirlenmesinde; failin kusurunun değerlendirilmesinin zorunlu olduğu sonucuna varılmaktadır. Bununla birlikte, suçun işleniş biçimi ile suçun işlendiği zaman ve yerin, kusurun belirlenmesi sırasında suç konusunun önem ve değeri ile meydana gelen zarar veya tehlikenin ağırlığının da dikkate alınacağında şüphe bulunmamaktadır.
    Her ne kadar kanun koyucu, taksirli suçlar açısından 765 sayılı TCK’da yer alan ve matematiksel kusur hesabına dayalı cezalandırma sisteminden vazgeçmiş ise de, 5237 sayılı TCK uygulamasında da alt ve üst sınır arasındaki cezanın meydana gelen zarar veya tehlikenin ağırlığı ile suç konusunun değeri de gözetilerek, fakat ağırlıklı olarak kusura göre belirlenmesi hakkaniyete ve kanuna uygun olacaktır. Bunun dışında, cezanın kanunda yer alan objektif ölçütler terk edilerek, tamamen sübjektif olan hak ve nesafet gereğince tayin edilebileceğinin kabul edilmesi halinde ise, kişilere göre değişkenlik gösterecek olan adaletsiz uygulamalar ortaya çıkabilecektir.
    Diğer taraftan, yargılamayı gerçekleştiren hakimin, bilirkişilerin belirledikleri kusur oranları ile bağlı olmadığı, aksine bilirkişilerin yapacakları teknik belirlemeler çerçevesinde failin kusurunun ne olduğunun ve bu kusurun cezanın belirlenmesinde ne derece etkin olacağının, her olayın özelliklerine göre, denetlenebilir gerekçeyle belirlenmesi gerektiği ayrıca vurgulanması gereken önemli bir husustur. Yine bir diğer önemli husus da olayın kabul şeklini belirleme görevinin hâkime ait olduğudur. Bilirkişi bu hususta ortaya koyacağı teknik veriler ile hâkime yardımcı olacak ve tarafların taksirli davranışlarının neler olduğunu gösterecektir.
    Somut olay bu açıklamalar ışığında değerlendirildiğinde;
    Sanığın sevk ve idaresindeki kapalı kasa olması nedeniyle yan ve arka kısmını görmekte zorlandığı kamyonet ile gündüz vakti güvenli biçimde geçme imkanı varken gerekli dikkat ve özeni göstermeyerek, kaldırıma yakın biçimde bisiklet kullanan 5 yaşındaki çocuğa çarpıp birinci derecede kusurlu olarak ölümüne neden olduğu dikkate alındığında, TCK 85/1 maddesi uyarınca 2 ila 6 yıl hapis cezasını gerektiren taksirle ölüme neden olma suçunda yerel mahkemece temel cezanın 2 yıl 6 ay hapis olarak belirlenmesinde bir isabetsizlik bulunmamaktadır.
    Diğer taraftan, yerel mahkemece gerekçede kullanılan "sebep ve saikleri" ifadesinin taksirli suçlar açısından geçerliliği bulunmamakta ise de, suçun işleniş biçimine dayanan diğer gerekçenin yasal ve yeterli olması karşısında, gerekçede "sebep ve saikleri" ifadesinin kullanılması sonuca etkili görülmemiştir.
    Bu itibarla, sanık hakkında temel cezanın belirlenmesi sırasında alt sınırdan uzaklaşma gerekçesinin yasal ve yeterli olmadığına ilişkin itirazın reddine karar verilmelidir.
    Bu uyuşmazlık konusuna ilişkin olarak çoğunluk görüşüne katılmayan bir Genel Kurul Üyesi; "itirazın kabulüne karar verilmesi gerektiği" görüşüyle karşı oy kullanmıştır.
    3) Taksirli suçtan hükmolunan uzun süreli hapis cezasının adli para cezasına çevirilmeme gerekçesinin yasal ve yeterli olup olmadığına gelince;
    5237 sayılı TCK’nun “Kısa süreli hapis cezasına seçenek yaptırımlar” başlıklı 50. maddesi;
    “1) Kısa süreli hapis cezası, suçlunun kişiliğine, sosyal ve ekonomik durumuna, yargılama sürecinde duyduğu pişmanlığa ve suçun işlenmesindeki özelliklere göre,
    a) Adlî para cezasına,
    b) Mağdurun veya kamunun uğradığı zararın aynen iade, suçtan önceki hale getirme veya tazmin suretiyle, tamamen giderilmesine,
    c) En az iki yıl süreyle, bir meslek veya sanat edinmeyi sağlamak amacıyla, gerektiğinde barınma imkânı da bulunan bir eğitim kurumuna devam etmeye,
    d) Mahkûm olunan cezanın yarısından bir katına kadar süreyle, belirli yerlere gitmekten veya belirli etkinlikleri yapmaktan yasaklanmaya,
    e) Sağladığı hak ve yetkiler kötüye kullanılmak suretiyle veya gerektirdiği dikkat ve özen yükümlülüğüne aykırı davranılarak suç işlenmiş olması durumunda; mahkûm olunan cezanın yarısından bir katına kadar süreyle, ilgili ehliyet ve ruhsat belgelerinin geri alınmasına, belli bir meslek ve sanatı yapmaktan yasaklanmaya,
    f) Mahkûm olunan cezanın yarısından bir katına kadar süreyle ve gönüllü olmak koşuluyla kamuya yararlı bir işte çalıştırılmaya,
    Çevrilebilir.
    2) Suç tanımında hapis cezası ile adlî para cezasının seçenek olarak öngörüldüğü hallerde, hapis cezasına hükmedilmişse; bu ceza artık adlî para cezasına çevrilmez.
    3) Daha önce hapis cezasına mahkûm edilmemiş olmak koşuluyla, mahkûm olunan otuz gün ve daha az süreli hapis cezası ile fiili işlediği tarihte onsekiz yaşını doldurmamış veya altmışbeş yaşını bitirmiş bulunanların mahkûm edildiği bir yıl veya daha az süreli hapis cezası, birinci fıkrada yazılı seçenek yaptırımlardan birine çevrilir.
    4) Taksirli suçlardan dolayı hükmolunan hapis cezası uzun süreli de olsa; bu ceza, diğer koşulların varlığı halinde, birinci fıkranın (a) bendine göre adlî para cezasına çevrilebilir. Ancak, bu hüküm, bilinçli taksir halinde uygulanmaz.
    5) Uygulamada asıl mahkûmiyet, bu madde hükümlerine göre çevrilen adlî para cezası veya tedbirdir.
    6) Hüküm kesinleştikten sonra Cumhuriyet savcılığınca yapılan tebligata rağmen otuz gün içinde seçenek tedbirin gereklerinin yerine getirilmesine başlanmaması veya başlanıp da devam edilmemesi halinde, hükmü veren mahkeme kısa süreli hapis cezasının tamamen veya kısmen infazına karar verir ve bu karar derhal infaz edilir. Bu durumda, beşinci fıkra hükmü uygulanmaz.
    7) Hükmedilen seçenek tedbirin hükümlünün elinde olmayan nedenlerle yerine getirilememesi durumunda, hükmü veren mahkemece tedbir değiştirilir” şeklindedir.
    Maddenin 4. fıkrasındaki düzenlemeye göre, taksirli suçlardan dolayı hükmolunan hapis cezası uzun süreli de olsa, bu ceza, diğer koşulların varlığı hâlinde, birinci fıkranın (a) bendine göre adlî para cezasına çevrilebilecektir. Ancak, bilinçli taksir hâlinde bu hüküm uygulanamayacaktır.
    Ayrıntıları 07.06.1976 gün ve 4/3 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararı ile Yargıtay Ceza Genel Kurulunun yerleşmiş kararlarında açıklandığı üzere, özgürlüğü bağlayıcı cezanın adli para cezasına çevrilmesi, cezanın sanığın kişiliğine uydurulmasını öngören yargısal kişiselleştirme kurumudur.
    5237 sayılı Yasanın 50. maddesinin gerekçesinde, “...Kişi gördüğü eğitim, yaşadığı sosyal çevre, psişik ve ahlaki eğilimleri itibarıyla tesadüfi suçlu özelliği taşıyabilir. Bu kişilerin mahkûm oldukları cezanın infaz kurumunda çektirilmesi toplum barışı açısından bir zorunluluk göstermeyebilir...” denilmek suretiyle şartlarının oluşması halinde, hapis cezasına mahkûm olan kişinin infaz kurumuna girmesini önleyecek seçenek yaptırımlara hükmedilebileceği açıklanmıştır. Kanun koyucu taksirli suçlarda özgürlüğü bağlayıcı cezanın para cezasına çevrilmesi hususunda bir sınırlama da getirmemiş, sanık lehine hareketle ceza uzun süreli de olsa paraya çevrilebileceğini kabul etmiştir.
    5271 sayılı CMK’nun 230. maddesinin 1. fıkrasının (d) bendinde yer alan ve emredici nitelik taşıyan; “Mahkumiyet hükmünün gerekçesinde……cezanın ertelenmesine, hapis cezasının adli para cezasına veya tedbirlerden birine çevrilmesine veya ek güvenlik tedbirlerinin uygulanmasına veya bu hususlara ilişkin istemlerin kabul veya reddine ait dayanaklar …..gösterilir” hükmü karşısında; talep bulunması durumunda taksirli suç olması nedeniyle kanuni bir engel bulunmadığından uzun süreli hapis cezasının para cezasına çevrilip çevrilmeyeceği hususunda mahkemece gerekçesi de gösterilmek suretiyle olumlu veya olumsuz bir karar verilmesi zorunludur. Sadece gerekçe gösterilmesi yeterli olmayıp ayrıca bu gerekçenin sanığın kişiliği ile ilgili bilgi ve belgelerin isabetle takdir edildiğini de gösterecek biçimde, dosya kapsamına uygun, geçerli ve kanuni olmalıdır.
    Bu açıklamalar ışığında uyuşmazlık konusu değerlendirildiğinde;
    Suçun işlenmesindeki özellikler gerek temel cezanın belirlenmesinde, gerekse hapis cezasının adli para cezasına yahut tedbire çevrilmesinde nazara alınabilecek ortak bir ölçüt olarak belirlenmiştir. Bir ve ikinci uyuşmazlık konularında ayrıntısıyla açıklandığı üzere sanığın birinci derecede kusurlu olduğu olayda suçun işlenmesindeki özelliklere göre alt sınırdan uzaklaşılarak tayin olunan 2 yıl 6 ay hapis cezasının aynı gerekçelerle sanığın sosyal ve ekonomik durumuna da uygun biçimde adli para cezasına çevrilmemesinde herhangi bir isabetsizlik ve hukuka aykırılık bulunmamaktadır.
    Bu itibarla, hükmedilen hürriyeti bağlayıcı cezanın adli para cezasına çevrilmeme gerekçesinin yasal ve yeterli olmadığına ilişkin olarak da itirazın reddine karar verilmelidir.
    Bu uyuşmazlık konusuna ilişkin olarak çoğunluk görüşüne katılmayan Genel Kurul Başkanı ve iki Genel Kurul Üyesi; "sabıkasız olan ve olaydan sonra kamyoneti ile mağduru hastaneye götüren sanık hakkında hükmedilen hürriyeti bağlayıcı cezanın adli para cezasına çevrilmeme gerekçesinin yasal ve yeterli olmadığından bahisle itirazın kabulü gerektiği" görüşüyle karşı oy kullanmışlardır.
    SONUÇ:
    Açıklanan nedenlerle;
    1- Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının tüm uyuşmazlık konuları yönünden REDDİNE,
    2- Dosyanın mahalline gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİİNE, bir ve ikinci uyuşmazlık konularıyla ile ilgili olarak 26.03.2013 günü yapılan müzakerede, üçüncü uyuşmazlıkla ilgili olarak ise 26.03.2013 günü yapılan ilk müzakerede yasal çoğunluk sağlanamadığından 09.04.2013 günlü ikinci müzakerede oyçokluğuyla karar verildi.

     

    Hemen Ara