Esas No: 2014/237
Karar No: 2014/407
Yargıtay Ceza Genel Kurulu 2014/237 Esas 2014/407 Karar Sayılı İlamı
"İçtihat Metni"
Mahkemesi : KONYA 7. Asliye Ceza
Günü : 07.12.2010
Sayısı : 1097-921
Taksirle ölüme neden olma suçundan sanık S.. E.."in 5237 sayılı TCK’nun 85/1, 62 ve 53. maddeleri gereğince 5 yıl hapis cezasıyla cezalandırılmasına ve hak yoksunluğuna ilişkin, Konya 7. Asliye Ceza Mahkemesince verilen 07.12.2010 gün ve 1097–921 sayılı hükmün, sanık müdafii tarafından temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay 12. Ceza Dairesince 13.10.2011 gün ve 7353–2929 sayı ile; hüküm fıkrasından TCK"nun 53. maddesinde sayılan haklardan yoksun bırakılmaya ilişkin bölümün çıkartılması suretiyle düzeltilerek onanmasına karar verilmiştir.
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı ise 08.01.2014 gün ve 369428 sayı ile;
"1)...Yargılamanın 07.12.2010 tarihli celsesinde esas hakkında savunmasını sunan sanık müdafii, sanık hakkında lehe olan hükümlerin uygulanmasını talep etmiştir.
TCK"nun 50/1. maddesine göre; kısa süreli hapis cezası, suçlunun kişiliğine, sosyal ve ekonomik durumuna, yargılama sürecinde duyduğu pişmanlığa ve suçun işlenmesindeki özelliklere göre adlî para cezasına ve maddede belirtilen diğer seçenek yaptırımlara çevrilebilmektedir. Bununla birlikte aynı maddenin 4. fıkrasında, "Taksirli suçlardan dolayı hükmolunan hapis cezası uzun süreli de olsa bu ceza, diğer koşulların varlığı hâlinde, birinci fıkranın (a) bendine göre adlî para cezasına çevrilebilir. Ancak, bu hüküm, bilinçli taksir hâlinde uygulanmaz" hükmü yer almaktadır.
TCK"nun 50/1-a ve 50/4. maddesinin sonuç olarak verilen 5 yıl hapis cezasına göre sanık lehine olduğu hususunda terddüt bulunmamaktadır. O halde sanık müdafiinin yargılamanın son celsesinde ileri sürdüğü sanık lehine hükümlerin uygulanması konusundaki talep anılan yasa hükümlerini de kapsamaktadır.
Konya 7. Asliye Ceza Mahkemesi"nin 07.12.2010 tarih ve 1097-921 sayılı kararı incelendiğinde gerek kısa kararda gerekse gerekçe bölümünde sanık hakkında TCK"nun 50/1-a ve 50/4. maddesi hükümlerinin uygulanıp uygulanmayacağı konusunda herhangi bir değerlendirme yapılmadığı göze çarpmaktadır.
Türkiye Cumhuriyeti Anayasanın 141 ve 5271 sayılı CMK’nun 34. maddeleri uyarınca bütün mahkeme kararlarının, karşıoy da dahil olmak üzere gerekçeli olarak yazılması zorunludur. Hükmün gerekçeyi ihtiva etmemesi ise 1412 sayılı CMUK"nun 308/7 ve 5271 sayılı CMK’nun 289/1-g bendi uyarınca hukuka kesin aykırılık halini oluşturacaktır. Ayrıca Ceza Muhakemesi Kanununun 230. maddesi uyarınca, hükmün gerekçesinde, suç oluşturduğu kabul edilen eylemin gösterilmesi, bunun nitelendirmesinin yapılması, ceza kanununda öngörülen sıra ve esaslara göre cezanın ve ayrıca cezaya mahkûmiyet yerine veya yanı sıra uygulanacak güvenlik tedbirinin belirlenmesi, cezanın ertelenmesine, hapis cezasının adli para cezasına veya tedbirlerden birine çevrilmesine ya da ek güvenlik tedbirlerinin uygulanmasına veya bu hususa ilişkin istemlerin kabul veya reddine dair dayanakların gösterilmesi zorunludur. Gerekçe, hükmün dayanaklarının akla, hukuka ve dosya içeriğine uygun açıklamasıdır. Bu nedenle, gerekçede hükme esas alınan veya reddedilen bilgi ve belgelerin belirtilmesi ve bunun dayanaklarının gösterilmesi, bu dayanakların da, geçerli, yeterli ve yasal olması gerekmektedir. Yasal, yeterli ve geçerli bir gerekçeye dayanılmadan karar verilmesi, kanun koyucunun amacına uygun düşmeyeceği gibi, uygulamada da keyfiliğe yol açacaktır.
Bu itibarla keyfiliği önlemek, tarafları tatmin etmek, sağlıklı bir denetime olanak sağlamak bakımından, hükmün gerekçeli olma sında zorunluluk bulunmakta olup, somut olayda, sanık müdafiinin sanık hakkında lehe kanun hükümlerinin uygulanması yönündeki talebini kapsayan uzun süreli hapis cezasının adli para cezasına çevrilmesini olanaklı kılan TCK"nun 50/1-a, 50/4. maddesinin uygulanıp uygulanmayacağının tartışılmaması suretiyle Anayasanın 141, 5271 sayılı CMK’nun 34 ve 230. maddelerine muhalefet edilmesinin ötesinde sanık hakkında anılan madde hükümleri dosya kapsamı ve kanun hükümleri ile bağdaşmayacak şekilde uygulanmamıştır.
2)Yargıtay Ceza Genel Kurulu"nun 07.07.2009 tarih ve 62-191 sayılı kararında da vurgulandığı üzere, taksirli suçlar açısından temel cezanın belirlenmesinde TCK"nın 61/1. maddesinin (g) bendinde yer alan "failin güttüğü amaç ve saiki" gerekçesine dayanılamayacağının gözetilmemesi, yasaya aykırı bulunmaktadır" görüşüyle itiraz kanun yoluna başvurmuştur.
CMK"nun 308. maddesi uyarınca inceleme yapan Yargıtay 12. Ceza Dairesince 30.01.2014 gün ve 27–2193 sayı ile, itiraz nedenlerinin yerinde görülmediğinden bahisle Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilen dosya, Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır.
Sanığın taksirle ölüme neden olma suçundan cezalandırılmasına karar verilen somut olayda, suçun sübutu, nitelendirilmesi ve eylemde bilinçli taksir şartlarının bulunmadığı konularında Özel Daire ile Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı arasında bir uyuşmazlık bulunmamakta olup, Ceza Genel Kurulunca çözümlenmesi gereken uyuşmazlıklar;
1- Sanık müdafiinin “lehe olan hükümlerin uygulanmasını istiyoruz” şeklindeki talebinin, taksirle ölüme neden olma suçundan verilen 5 yıl hapis cezasının adli para cezasına çevrilip çevrilmeyeceği hususunda değerlendirme yapılmasını gerektirip gerektirmediği,
2- Taksirle ölüme neden olma suçunda temel ceza belirlenirken 5237 sayılı TCK’nun 61. maddesinin 1. fıkrasın (g) bendindeki “failin güttüğü amaç ve saik” ölçütünün dikkate alınıp alınmayacağı,
Noktalarında toplanmaktadır.
İncelenen dosya kapsamından;
Sanığın olay günü saat 21.30 sıralarında kullanmış olduğu araç ile seyir halinde iken tıp fakültesi önünde bulunan yaya geçidinin olduğu yerde karşıdan karşıya geçmekte olan İlhami Güçlü"ye çarparak yaralanmasına neden olduğu, İ..G.."nün tedavi gördüğü hastanede vefat ettiği, kaza mahallinde bekleyen sanığın yapılan muayenesinde alkollü olmadığının tespit edildiği,
12.06.2007 tarihli trafik kazası tespit tutanağında; sürücü S.. E.."in Köyceğiz istikametinden Konya şehir merkezine gelirken tıp fakültesi önünde bulunan yaya geçidinde yayaya çarptığı, sürücünün yaya geçidinde ilk geçiş hakkını yayalara vermemek ve aracını yavaşlatmamak kuralını ihlal ettiği, yayanın ise bir kusurunun olmadığı, olay yerinde fren izi tespit edilemediği bilgilerine yer verildiği,
Ankara Adli Tıp Grup Başkanlığı Trafik İhtisas Dairesinin 01.10.2009 tarihli raporunda; sanığın gece vakti aydınlatması olan mahalde, hastane ve yaya geçidi işareti bulunan yolda hızını araç, yol ve trafik durumunun gerektirdiği şartlara uygun olarak ayarlamadan yaya geçidine yaklaşarak yaya geçidinden geçmeye çalışan yayaya çarpmasıyla meydana gelen kazada, Karayolları Trafik Kanununun 47/d ve 74. maddelerine göre tamamen kusurlu olduğunun, yaya İ..G.."nün ise ilk geçiş hakkı bulunan yaya geçidini kullanarak girmiş olduğu yolda maruz kaldığı kazada hatalı tutum ve davranışı bulunmadığından kusursuz olduğunun belirtildiği,
Tanık Bilgen"in; sanık ile birlikte arkadaş ziyareti için hastaneye gittiklerini, çıkışta henüz 50 metre gittikten sonra yol kenarındaki park halindeki araçların arasından bir şahsın aniden önlerine çıktığını, sürücününde duramayarak yayaya çarptığını, ortalama 25-30 km hızla gittiklerini ifade ettiği,
Sanığın aşamalarda; olay tarihinde aracıyla yanında arkadaşı Bilgen ile tıp fakültesinden çıkarak çevre yolunda 40-50 metre gittikten sonra sağ tarafta bulunan araçların arasından bir şahsın aniden yola çıktığını, fren yapma imkanı dahi bulamadığından çarpmak zorunda kaldığını, olay yerinde yaya geçidi ve hız sınırı olduğunu bildiğinden dikkatli ve yavaşça ortalama 25-30 km hızla gitttiğini savunduğu,
Adli sicil kaydı olmayan sanığın dosyaya yansıyan her hangi olumsuz bir davranışının bulunmadığı,
07.12.2010 günlü duruşmada sanık müdafiinin müvekkilinin öncelikle beraatini, aksi halde hakkında lehe olan hükümlerin uygulanmasını talep ettiği,
Hükmolunan hapis cezasının para cezasına çevrilip çevrilmeyeceği hususunda olumlu ya da olumsuz bir karar vermeyen yerel mahkemenin temel cezayı belirlerken, suçun işleniş biçimi, suçun işlenmesinde kullanılan araç, suçun işlendiği zaman ve yer, suçun önem ve değeri, kusurun ağırlığı, sanığın güttüğü amaç ve saik kıstaslarına gerekçesinde yer verdiği,
Anlaşılmaktadır.
Uyuşmazlık konularının sırasıyla değerlendirilmesinde fayda bulunmaktadır.
1- Sanık müdafiinin “lehe olan hükümlerin uygulanmasını istiyoruz” şeklindeki talebinin, taksirle ölüme neden olma suçundan verilen 5 yıl hapis cezasının adli para cezasına çevrilip çevrilmeyeceği hususunda değerlendirme yapılmasını gerektirip gerektirmediği:
5237 sayılı TCK"nun "Kısa süreli hapis cezasına seçenek yaptırımlar" başlıklı 50. maddesinin 1. fıkrasına göre; "Kısa süreli hapis cezası, suçlunun kişiliğine, sosyal ve ekonomik durumuna, yargılama sürecinde duyduğu pişmanlığa ve suçun işlenmesindeki özelliklere göre;
a) Adlî para cezasına,
b) Mağdurun veya kamunun uğradığı zararın aynen iade, suçtan önceki hale getirme veya tazmin suretiyle, tamamen giderilmesine,
c) En az iki yıl süreyle, bir meslek veya sanat edinmeyi sağlamak amacıyla, gerektiğinde barınma imkanı da bulunan bir eğitim kurumuna devam etmeye,
d) Mahkûm olunan cezanın yarısından bir katına kadar süreyle, belirli yerlere gitmekten veya belirli etkinlikleri yapmaktan yasaklanmaya,
e) Sağladığı hak ve yetkiler kötüye kullanılmak suretiyle veya gerektirdiği dikkat ve özen yükümlülüğüne aykırı davranılarak suç işlenmiş olması durumunda; mahkûm olunan cezanın yarısından bir katına kadar süreyle, ilgili ehliyet ve ruhsat belgelerinin geri alınmasına, belli bir meslek ve sanatı yapmaktan yasaklanmaya,
f) Mahkûm olunan cezanın yarısından bir katına kadar süreyle ve gönüllü olmak koşuluyla kamuya yararlı bir işte çalıştırılmaya,
Çevrilebilir".
Aynı maddenin 4. fıkrasındaki; "Taksirli suçlardan dolayı hükmolunan hapis cezası uzun süreli de olsa; bu ceza, diğer koşulların varlığı halinde, birinci fıkranın (a) bendine göre adlî para cezasına çevrilebilir. Ancak, bu hüküm, bilinçli taksir halinde uygulanmaz" şeklindeki düzenleme uyarınca taksirli suçlarda diğer şartların da varlığı halinde hapis cezasının uzun süreli de olsa adli para cezasına çevrilmesi mümkündür.
5237 sayılı TCK"nun 50. maddesinin gerekçesinde; “...Kişi gördüğü eğitim, yaşadığı sosyal çevre, psişik ve ahlaki eğilimleri itibarıyla tesadüfi suçlu özelliği taşıyabilir. Bu kişilerin mahkûm oldukları cezanın infaz kurumunda çektirilmesi toplum barışı açısından bir zorunluluk göstermeyebilir...” denilmek suretiyle şartların oluşması halinde hapis cezasına mahkûm olan kişinin infaz kurumuna girmesini önleyecek seçenek yaptırımlara hükmedilebileceği açıklanmıştır. Kanun koyucu taksirli suçlarda hürriyeti bağlayıcı cezanın para cezasına çevrilmesi hususunda bir sınırlama da getirmemiş, sanık lehine hareketle şartların oluşması halinde ceza uzun süreli de olsa paraya çevrilebileceğini kabul etmiştir.
Yargıtay Ceza Genel Kurulunun yerleşmiş kararlarında açıklandığı üzere, hürriyeti bağlayıcı cezanın para cezasına çevrilmesi, cezanın doğrudan doğruya sanığın kişiliğine uydurulmasını öngören bir kişiselleştirme hükmüdür.
Kanun koyucu cezaların kişiselleştirilmesi kapsamında hakime TCK"nun 50. maddesinde yer alan şartlar çerçevesinde, hükmolunan hapis cezasının seçenek yaptırımlara çevrilip çevrilmeyeceğini belirleme yetki ve görevini yüklemiştir. Hakimin, hükmolunan hürriyeti bağlayıcı cezanın TCK"nun 50. maddesi uyarınca seçenek yaptırımlara çevrilmesi ya da çevrilmemesi konusunda gerekçe göstermesi zorunlu olup, bu gerekçenin de dosya içeriği ile kanuna uygun ve yeterli olması gerekir. Gerekçenin bu niteliği keyfiliği önlemek ve tarafları tatmin etmek özelliklerini de taşır.
Bu açıklamalar ışığında uyuşmazlık konusu değerlendirildiğinde;
Taksirle işlenen suçtan verilecek olan hapis cezasının uzun süreli de olsa paraya çevrilmesine yasal bir engel bulunmaması ve sanık müdafiinin 07.12.2010 günlü oturumda sanığın lehe olan haklardan yararlandırılması isteminde bulunmuş olması karşısında, yerel mahkemece hükmolunan 5 yıl hapis cezasının adli para cezasına çevrilip çevrilmeyeceği hususunda bir değerlendirme yapılmaması kanuna aykırıdır.
Bu itibarla, birinci uyuşmazlık konusu yönünden itirazın kabulüne karar verilmelidir.
Çoğunluk görüşüne katılmayan beş Genel Kurul Üyesi; "itirazın reddine karar verilmesi gerektiği" düşüncesiyle karşıoy kullanmışlardır.
2- Taksirle ölüme neden olma suçunda temel ceza belirlenirken 5237 sayılı TCK’nun 61. maddesinin 1. fıkrasın (g) bendindeki “failin güttüğü amaç ve saik” ölçütünün dikkate alınıp alınmayacağına ilişkin uyuşmazlığın değerlendirilmesine gelince;
Taksirle ölüme neden olma suçu 5237 sayılı TCK’nun 85. maddesinin 1. fıkrasında; “Taksirle bir insanın ölümüne neden olan kişi, iki yıldan altı yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır” şeklinde düzenlemiş, aynı kanunun “taksiri” düzenleyen 22. maddesinin 4. fıkrasında; “Taksirle işlenen suçtan dolayı verilecek olan ceza failin kusuruna göre belirlenir” hükmüne yer verilmiştir.
Temel cezanın belirlenmesine ilişkin ilkeler ise 5237 sayılı TCK’nun 61/1. maddesinde, 765 sayılı TCK’nun 29. maddesine benzer olarak;
“(1) Hakim, somut olayda;
a) Suçun işleniş biçimini,
b) Suçun işlenmesinde kullanılan araçları,
c) Suçun işlendiği zaman ve yeri,
d) Suçun konusunun önem ve değerini,
e) Meydana gelen zarar veya tehlikenin ağırlığını,
f) Failin kast veya taksire dayalı kusurunun ağırlığını,
g) Failin güttüğü amaç ve saiki,
Göz önünde bulundurarak, işlenen suçun kanuni tanımında öngörülen cezanın alt ve üst sınırı arasında temel cezayı belirler” şeklinde düzenlenmiştir.
Buna göre; 01.06.2005 tarihinden sonra işlenmiş olan herhangi bir suç nedeniyle alt ve üst sınırlar arasında bir ceza belirlenmesi gerektiğinde, kural olarak göz önünde bulundurulması gereken ölçüt, 5237 sayılı TCK’nun 61. maddenin 1. fıkrasındaki düzenlemedir. Ancak taksirle işlenen suçlar açısından kanun koyucu, aynı kanunun 22. maddenin 4. fıkrası ile bir ölçüt daha eklemiştir. Bu durumda, taksirle işlenen suçlarda alt ve üst sınır arasında ceza belirlenirken, TCK’nun 61/1 ile 22/4. madde ve fıkralarında yer alan ölçütlerin birlikte göz önüne alınması gerekmektedir.
Öte yandan, TCK’nun 61/1. maddesindeki ölçütler genel nitelikli olup, bunların her biri her suça uymayabileceğinden, her suç için tüm ölçütlerin değil, sadece ilgili suça uyan kısımların nazara alınması gerekir. Sözgelimi, taksirli suçlar açısından TCK"nun 61/1. maddenin (g) bendinde yer alan "failin güttüğü amaç ve saik" ölçütü uygulanamayacaktır.
Bu açıklamalar ışığında uyuşmazlık konusu değerlendirildiğinde,
Ceza Genel Kurulunun 09.04.2013 gün ve 1511-133 sayılı kararı başta olmak üzere pek çok kararında da vurgulandığı gibi, taksirli suçlarda temel cezanın belirlenmesinde TCK"nun 61. maddesinin birinci fıkrasının (g) bendinde yer alan "failin güttüğü amaç ve saik" ölçütü kullanılamayacağından, sevk ve idaresindeki otomobil ile taksirle bir kişinin ölümüne neden olan sanık hakkında temel ceza belirlenirken yerel mahkemece "sanığın güttüğü amaç ve saiki" ifadesine yer verilmesi usul ve kanuna aykırıdır.
Bu nedenle, ikinci uyuşmazlık konusu yönünden de itirazın kabulüne karar verilmelidir.
Diğer taraftan, Özel Dairenin düzelterek onama kararında da belirtildiği üzere, taksirle işlenen suçlarda uygulama yeri bulunmadığı gözetilmeden, yerel mahkemece sanığın 5237 sayılı TCK"nun 53/1. maddesindeki haklardan yoksun bırakılmasına karar verilmesi de usul ve kanuna aykırıdır.
Bu itibarla, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının her iki uyuşmazlık yönüyle de kabulüne, Özel Daire düzelterek onama kararının kaldırılmasına, yerel mahkeme hükmünün; hükmolunan hapis cezasının adli para cezasına çevrilip çevrilmeyeceği hususunda bir karar verilmemesi, taksirli suçlarda temel cezanın belirlenmesinde "failin güttüğü amaç ve saik" kıstasının kullanılamayacağının gözetilmemesi ve taksirle işlenen suçlarda TCK"nun 53. maddesinin uygulanamayacağının gözönüne alınmaması isabetsizliklerinden bozulmasına, ayrıca bozma nedenleri gözönüne alınarak infaza başlanılmış olması halinde sanığın cezasının infazının durdurulmasına ve tahliyesine, başka bir suçtan hükümlü veya tutuklu olmadığı takdirde derhal salıverilmesi için yazı yazılmasına karar verilmelidir.
SONUÇ:
Açıklanan nedenlerle,
1- Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının her iki uyuşmazlık yönünden de KABULÜNE,
2- Yargıtay 12. Ceza Dairesinin 13.10.2011 gün ve 7353–2929 sayılı düzelterek onama kararının KALDIRILMASINA,
3- Konya 7. Asliye Ceza Mahkemesinin 07.12.2010 gün ve 1097–921 sayılı hükmünün;
a) Sanık müdafiinin “lehe olan hükümlerin uygulanması" istemi nedeniyle, hükmolunan 5 yıl hapis cezasının adli para cezasına çevrilip çevrilmeyeceği hususunda olumlu ya da olumsuz bir karar verilmemesi,
b) Taksirli suçlarda temel cezanın belirlenmesinde 5237 sayılı TCK"nun 61/1. madddesinin “g” bendinde yer alan “failin güttüğü amaç ve saik” kıstasının dikkate alınamayacağının gözetilmemesi,
c) Taksirle işlenen suçlarda uygulama yeri bulunmadığı gözetilmeden, sanığın 5237 sayılı TCK"nun 53/1. maddesindeki haklardan yoksun bırakılmasına karar verilmesi,
İsabetsizliklerinden BOZULMASINA,
4- Bozma nedenine göre infaza başlanılmış olması halinde sanığın cezasının infazının durdurulmasına ve TAHLİYESİNE, başka bir suçtan hükümlü veya tutuklu bulunmadığı takdirde derhal salıverilmesinin temini için YAZI YAZILMASINA,
5- Dosyanın, mahalline gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİİNE, 30.09.2014 tarihinde yapılan müzakerede birinci uyuşmazlık yönünden oyçokluğuyla, ikinci uyuşmazlık yönünden oybirliğiyle karar verildi.