Yargıtay Ceza Genel Kurulu 2013/135 Esas 2014/164 Karar Sayılı İlamı

Abaküs Yazılım
Ceza Genel Kurulu
Esas No: 2013/135
Karar No: 2014/164

Yargıtay Ceza Genel Kurulu 2013/135 Esas 2014/164 Karar Sayılı İlamı

Ceza Genel Kurulu         2013/135 E.  ,  2014/164 K.

    "İçtihat Metni"

    Mahkemesi : BOR Asliye Ceza
    Günü : 02.06.2009
    Sayısı : 131-163

    Sanık İ.. C.."in mala zarar verme suçundan 5237 sayılı TCK’nun 151/1 ve 53. maddeleri uyarınca 4 ay hapis, genel güvenliğin kasten tehlikeye sokulması suçundan aynı kanunun 170/1-c ve 53. maddeleri uyarınca 6 ay hapis, kasten yaralama suçuna teşebbüsten ise aynı kanunun 86/2, 86/3-e, 35 ve 53. maddeleri uyarınca 3 ay hapis cezasıyla cezalandırılmasına ve hak yoksunluğuna ilişkin, Bor Asliye Ceza Mahkemesince verilen 02.06.2009 gün ve 131-163 sayılı hükmün sanık tarafından temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay 8. Ceza Dairesince 02.04.2012 gün ve 11517 – 10839 sayı ile;
    “...1- Sanık İsmail ile katılan Kerem arasında, Kerem"in İsmail"in kızkardeşini rahatsız etmesinden dolayı önceye dayalı husumet bulunduğu, olay günü iki ayrı araçta seyir halinde bulunan taraflardan sanık İsmail"in katılan Kerem"in bulunduğu araca arkadan ateş ederek camlarının kırılmasına sebebiyet verdiği, akabinde kardeşinin işlettiği büfeye sığınmak isteyen Kerem"in arkasından ateş ederek büfenin camlarının kırılmasına neden olduğu anlaşılan olayda, katılan Kerem"i yaralama kastıyla ateş eden sanığın eyleminde atılı genel güvenliği kasten tehlikeye sokmak suçunu işleme kastının bulunmadığı anlaşılmakla, bu eylem nedeniyle beraatine karar verilmesi gerekirken mahkumiyetine karar verilmesi ve kasten yaralamaya teşebbüs suçu ve mala zarar verme suçu bakımından ise sanığın aynı eylemle iki farklı suçun oluşmasına sebebiyet verdiği ve TCK"nun 44. maddesi delaletiyle en ağır cezayı gerektiren suçtan hüküm kurulması gerektiği halde yazılı şekilde her iki suçtan ayrı ayrı mahkumiyetine karar verilmesi,
    2- Kabule göre sanığın adli sicil kaydında yer alan en ağır cezayı içeren Bor Asliye Ceza Mahkemesinin 2006/1 esas, 2006/141 karar sayılı ilamındaki mahkumiyetin tekerrüre esas alınması gerektiği gözetilmeden, infazda duraksamaya neden olacak şekilde tekerrüre esas alınan ilamın karar yerinde gösterilmemesi" isabetsizliklerinden bozulmasına karar verilmiştir.
    Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı ise 21.05.2012 gün ve 188226 sayı ile;
    “...Bilindiği üzere, 5237 sayılı TCK"nun 170. maddesinde düzenlenen genel güvenliği kasten tehlikeye sokma suçu somut tehlike suçu olup somut tehlike suçlarında failin tehlikeli sayılan fiilinin varlığı tek başına yeterli olmayıp ayrıca fiil sonunda somut tehlikenin de meydana gelmesi gerekmektedir. Gerçekleşen tehlike ile fiil arasında illiyet bağı bulunmadır. Kişilerin hayatı, sağlığı veya mal varlığı bakımından tehlikeli olacak biçimde maddede sayılan fiilleri işleyen kişi cezalandırılacaktır.
    TCK"nun 170/1. maddesinde düzenlenen genel güvenliğin kasten tehlikeye sokulması suçu, belli bir kişiye yönelik olmayıp belirsiz sayıdaki kişilerin hayatı, sağlığı veya mal varlığı bakımından tehlikeli olacak biçimde ya da kişilerde korku, kaygı veya panik yaratabilecek tarzda işlenen kasıtlı bir suçtur. Yargıtay CGK"nun 06.07.2010 gün 2010/51-162 sayılı kararı uyarınca, kasten yaralama ve korku, kaygı veya panik yaratabilecek tarzda silahla ateş etme suçlarından açılan davalarda, bir bütün halinde "sanığın işlediği bir fiil ile birden fazla farklı suçun oluşmasına sebebiyet vermesi" nedeniyle 5237 sayılı Kanunun 44. maddesinde düzenlenen fikri içtima kuralı gereğince en ağır cezayı gerektiren fiilden hüküm kurulması hususunun tartışılması gerekmektedir.
    Somut olayda, iki ayrı araçta seyir halinde bulunan taraflardan sanık İ. H.."nın katılan Kerem’in bulunduğu araca, aracın zarar göreceğini bilerek arkadan ateş ederek camlarının kırılmasına sebebiyet verdiği, böylelikle mala zarar verme suçunu, akabinde kardeşinin işlettiği büfeye sığınmak isteyen Kerem’in arkasından ateş ederek büfenin camlarının kırılmasına sebebiyet verdiği böylelikle kasten yaralamaya teşebbüs ve mala zarar verme suçlarının oluştuğu anlaşılmaktadır. Sanığın kişilerin hayatı, sağlığı veya mal varlığı bakımından tehlikeli olacak biçimde herkesin gelip geçtiği yerde ateş etme eyleminin aynı zamanda genel güvenliği kasten tehlikeye sokma suçunu da oluşturduğu ancak sanığın aynı eylemle iki farklı suçun oluşmasına sebebiyet verdiği ve TCK"nun 44. maddesi delaletiyle en ağır cezayı gerektiren suçtan hüküm kurulması gerektiği değerlendirilmektedir.
    Sonuç itibarıyla, sanığın birbirini takip eden iki eylemiyle kasten yaralama, mala zarar verme ve genel güvenliği kasten tehlikeye sokma suçlarının oluştuğu ancak sanığın aynı eylemle iki farklı suçun oluşmasına sebebiyet verdiği ve TCK"nun 44. maddesinde düzenlenen fikri içtima kuralına göre en ağır cezayı gerektiren suçtan hüküm kurulması gerektiğinden genel güvenliğin kasten tehlikeye sokulması suçundan beraatine karar verilmesi şeklindeki bozma nedeni isabetli bulunmamaktadır. Bu açıklamalara göre hükmün yukarıda belirtilen nedenlerle bozulması gerektiğinden bozma nedeninin belirtilen biçimde değiştirilmesine karar verilmesi” görüşüyle itiraz kanun yoluna başvurmuştur.
    CMK"nun 308. maddesi uyarınca inceleme yapan Yargıtay 8. Ceza Dairesince 19.12.2012 gün ve 27250–38817 sayı ile, itiraz nedenlerinin yerinde görülmediğinden bahisle Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilen dosya, Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır.
    Özel Daire ile Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı arasında oluşan ve Ceza Genel Kurulunca çözümlenmesi gereken uyuşmazlık; somut olayda TCK"nun 44. maddesinin değerlendirilmesi açısından mala zarar verme suçu ile kasten yaralama suçuna teşebbüsün yanında genel güvenliğin kasten tehlikeye sokulması suçunun da oluşup oluşmayacağının belirlenmesine ilişkindir.
    Ancak, Ceza Genel Kurulundaki müzakere sırasında, sanığın eyleminin kasten öldürmeye teşebbüs niteliğinde olduğu, bu bağlamda görevsizlik kararı verilmesi gerektiği ile sanığın eyleminin kasten yaralamaya teşebbüs olmayıp silahla tehdit niteliğinde olduğuna ilişkin görüşler ileri sürüldüğünden bu hususların da değerlendirilmesi gerekmiştir.
    İncelenen dosya kapsamından;
    Katılan Kerem ile sanık İsmail"in kız kardeşi Katibe"nin yaklaşık 1,5 yıldır arkadaş oldukları, sanık İsmail"in bu durumu öğrenmesi üzerine katılan Kerem ile konuşmak için Şehitlik Tepesinde buluştukları, katılan Kerem ve sanık İsmail"in ellerinde tüfek olduğu halde tartışmaya başladıkları, ardından katılan Kerem"in ağabeyi Şakir’e ait araca binerek olay yerinden ayrıldığı, sanık İsmail’in de hakkında verilen hüküm kesinleşen sanık Hadi"nin sevk ve idaresindeki araçla katılan Kerem"in peşinden gittiği, üç nolu sağlık ocağının bulunduğu yere geldikleri sırada sanık İsmail’in av tüfeği ile katılan Kerem"in aracına doğru bir kaç kez ateş etmesi sonucu saçmaların araca isabet ettiği, bu arada katılan Kerem"in de hızla ağabeyi olan katılan Şakir"in Sakarya Caddesi üzerindeki tekel bayisinin bulunduğu yere geldiği, aracı tekel bayisinin karşısına park ederek büfenin içerisine girdiği sırada sanık İsmail"in aracın içerisinden katılan Kerem"e doğru ateş ettiği, tüfekten çıkan saçmaların katılan Şakir"e ait tekel bayisinin camlarına isabet ettiği, katılan Kerem’de herhangi bir yaralanma olmadığı, eylemine devam etmeyen sanığın olay yerinden uzaklaştığı,
    Katılan Kerem"in kullandığı araç üzerinde, yapılan incelemede, aracın arka camı ile sağ ve sol dikiz aynalarının kırıldığı, arka stop lambaları ile arka bagaj kapısı üzerinde de saçma izlerinin olduğu, katılan Şakir"e ait işyerinde yapılan incelemede ise, işyerinin 80x140 cm ebatlarındaki camında saçma tanelerinden oluşan delikler olduğu ve camın çatladığının tespit edildiği,
    Anlaşılmaktadır.
    Uyuşmazlık konularının sırasıyla değerlendirilmesinde yarar bulunmaktadır.
    Eylemin kasten yaralama suçuna teşebbüsü mü, kasten öldürme suçuna teşebbüsü mü, yoksa silahla tehdit suçunu mu oluşturduğu, buna bağlı olarak yerel mahkemece görevsizlik kararı verilmesinin gerekip gerekmediğinin değerlendirilmesine geçilmeden önce iddianamede silahla tehdit suçundan kamu davası açılıp açılmadığı hususu ele alınmalıdır.
    İncelenen dosya kapsamından;
    Bor Cumhuriyet Başsavcılığınca sanık hakkında; “şüpheli K.. A..’nın müşteki şüpheli İ.. C..’in kız kardeşi K.. C..’e arkadaşlık teklif ettiği, İsamil Hakkı’nın olay günü Kerem’i bu meseleyi konuşmak için Y..mevkiine çağırdığı, Kerem’in Şehitlik Tepesinde buluşmak istemesi üzerine İ.. C.. ve H.. K..’un Hadi’nin kullandığı 51 KA 754 plakalı araç ile Şehitlik Tepesine geldikleri, İsmail’in olay yerine gelmeden önce evden aldığı av tüfeği ile araçtan indiği, bu sırada Kerem"in de elinde av tüfeği olduğu, olay yerine tarafların kavga yapmasını engellemek amacıyla gelen tanıklar A. Ö..ve F.. N..’ın İsmail’in elinden tüfeği aldıkları, bu sırada tüfeği yere düşerek ateş aldığı, Kerem’in "teke tek kavga edelim beni takip edin" diyerek olay yerine geldiği .. plakalı araçla olay yerinden ayrıldığı, İsmail ve Hadi’nin, Kerem’i takip etmeye başladıkları, İsmail Hakkı’nın takip sırasında av tüfeği ile 3 nolu sağlık ocağının orda Kerem"in aracına doğru birkaç el ateş ettiği, aracın arka camı ile sağ ve sol yan aynalarının kırıldığı, daha sonra Kerem’in babasına ait Sakarya Caddesi üzerindeki tekel bayisinin karşısına aracı park ettiği, bu sırada İsmail’in gelerek Kerem’in bulunduğu yere doğru ateş ettiği, tüfekten çıkan saçmaların Şakir Tekel Bayii camına isabet ettiği ve camın çatladığı ....,
    1- Şüpheli İ.. C..’in müşteki K.. A..’yı adli Emanetin 2009/53 sırasında kayıtlı av tüfeği ile yaralamaya teşebbüs ettiği ve genel güvenliği kasten tehlikeye sokma suçunu işlediği anlaşıldığından TCK’nun 86/2, 3-e, 35/1-2, 170/1-c maddesi uyarınca cezalandırılmasına,
    2- Şüpheli İ.. C..’in müşteki Ş.. A..’nın aracına ve işyerine zarar verdiği anlaşıldığından TCK"nun 151. maddesi uyarınca 2 kez cezalandırılmasına....,” açıklamasına yer verilen iddianame ile kamu davası açılırken, 5237 sayılı TCK’nun 86/2, 3-e, 35/1-2, 170/1-c, 151. maddelerinin sevk maddeleri olarak gösterildiği ve suçların yaralamaya teşebbüs, genel güvenliği kasten tehlikeye sokma ve mala zarar verme olarak adlandırıldığı, yerel mahkemece de kasten yaralama suçuna teşebbüs ile genel güvenliğin kasten tehlikeye sokulması ve mala zarar verme suçlarından hüküm kurulduğu anlaşılmaktadır.
    Ceza muhakamesi hukukumuzda mahkemelerce bir yargılama faaliyetinin yapılabilmesi ve hüküm kurulabilmesi için, yargılamaya konu edilecek eylemle ilgili, usulüne uygun olarak açılmış bir ceza davası bulunması gerekmektedir. 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanununun 170/1. maddesi uyarınca ceza davası, dava açan belge niteliğindeki icra ceza mahkemesine verilen şikâyet dilekçesi, son soruşturmanın açılması kararı gibi istisnai hükümler dışında, kural olarak Cumhuriyet savcısı tarafından düzenlenecek bir iddianame ile açılır. Belirtilen kanunun 170. maddesinin 4. fıkrasında da; “iddianamede, yüklenen suçu oluşturan olaylar, mevcut delillerle ilişkilendirilerek açıklanır” düzenlemesine yer verilmiştir.
    CMK’nun 225. maddesi uyarınca da; “Hüküm, ancak iddianamede unsurları gösterilen suça ilişkin fiil ve faili hakkında verilir. Mahkeme, fiilin nitelendirilmesinde iddia ve savunmalarla bağlı değildir.” Bu düzenleme gereğince hangi fail ve fiili hakkında dava açılmış ise ancak o fail ve fiili hakkında yargılama yapılarak hüküm verilebilecektir.
    Anılan kanuni düzenlemelere göre, iddianamede açıklanan ve suç oluşturduğu iddia olunan eylemin dışına çıkılması, dolayısıyla davaya konu edilmeyen fiil veya olaydan dolayı yargılama yapılması ve açılmayan davadan hüküm kurulması kanuna açıkça aykırılık oluşturacaktır. Öğretide “davasız yargılama olmaz” ve “yargılamanın sınırlılığı” olarak ifade edilen bu ilke uyarınca hâkim, ancak hakkında dava açılmış bir fiil ve kişi ile ilgili yargılama yapabilecek ve önüne getirilen somut uyuşmazlığı hukuki çözüme kavuşturacaktır.
    Diğer taraftan CMK"nun 226. maddesinde ise; “Sanık, suçun hukukî niteliğinin değişmesinden önce haber verilip de savunmasını yapabilecek bir hâlde bulundurulmadıkça, iddianamede kanunî unsurları gösterilen suçun değindiği kanun hükmünden başkasıyla mahkûm edilemez.
    Cezanın artırılmasını veya cezaya ek olarak güvenlik tedbirlerinin uygulanmasını gerektirecek hâller, ilk defa duruşma sırasında ortaya çıktığında aynı hüküm uygulanır.
    Ek savunma verilmesini gerektiren hâllerde istem üzerine sanığa ek savunmasını hazırlaması için süre verilir.
    Yukarıdaki fıkralarda yazılı bildirimler, varsa müdafie yapılır. Müdafii sanığa tanınan haklardan onun gibi yararlanır” hükmü getirilmiştir.
    Soruşturma aşamasında elde ettiği delillerden ulaştığı sonuca göre iddianameyi hazırlamakla görevli iddia makamı, düzenlenen iddianame ile CMK’nun 225/1. maddesi uyarınca kovuşturma aşamasının sınırlarını belirlemektedir. Bu bakımdan iddianamede, yüklenen suçun unsurlarını oluşturan fiil/fiillerin nelerden ibaret olduğunun hiçbir tereddüte yer bırakmayacak biçimde açıklanması zorunludur. Böylelikle sanık; iddianameden üzerine atılı suçun ne olduğunu hiçbir şüpheye yer vermeyecek şekilde anlamalı, buna göre savunmasını yapabilmeli ve delillerini sunabilmelidir. CMK"nun 226. maddesindeki düzenlemeyle iddianamede anlatılan eylem değişmemiş olduğunda, kanun koyucu o eylemin hukuksal niteliğinde değişiklik olmasını "yargılamanın sınırlılığı" ilkesine aykırı görmemiş, bu gibi hallerde sanığa ek savunma hakkı verilerek değişen suç niteliğine göre bir hüküm kurulmasına imkan sağlamıştır. Bu düzenlemenin bir sonucu olarak mahkeme, eylemin hangi suçu oluşturacağına ilişkin nitelendirmede iddia ve savunmayla bağlı değildir. Örneğin, iddianamede hırsızlık olarak nitelendirilen eylemin suç eşyasının kabul edilmesi suçunu oluşturacağı görüşünde olan mahkemece, sanığa ek savunma hakkı da verilmek suretiyle bahse konu suçtan hüküm kurulabilecektir. İddianamede anlatılan ve kapsamı belirlenen olayın dışında bir fail ve fiilin yargılanması söz konusu olduğunda ise, suç duyurusunda bulunulması ve iddianame ile dava açılması halinde gerekli görülürse her iki iddianame ile açılan davaların birleştirilmesi yoluna gidilebilecektir.
    Bu açıklamalar ışığında uyuşmazlık konusu değerlendirildiğinde;
    İddianamede tarif edilen ve cezalandırılması istenen eylemler kasten yaralama suçuna teşebbüs, genel güvenliğin kasten tehlikeye sokulması ve mala zarar verme suçları olup yerel mahkemece de bu suçlardan sanık hakkında mahkûmiyet hükmü kurulmuştur. İddianamede silahla tehdit suçunu oluşturabilecek şekilde herhangi bir açıklamaya yer verilmemiştir.
    Bu itibarla iddianamede silahla tehdit suçundan açılan bir dava bulunmadığı kabul edilmelidir.
    Bu uyuşmazlık yönünden çoğunluk görüşüne katılmayan dört Genel Kurul üyesi; "iddianamedeki anlatıma göre sanık hakkında silahla tehdit suçundan açılmış bir dava olduğu" düşüncesiyle karşı oy kullanmışlardır.
    Silahla tehdit suçundan kamu davası açılmadığının kabul edilmesinden sonra sanığın eyleminin kasten yaralama suçuna teşebbüs mü yoksa kasten öldürmeye teşebbüs suçunu mu oluşturduğunun belirlenmesine gelince;
    5237 sayılı Türk Ceza Kanununun "Suça teşebbüs" başlıklı 35. maddesinde; “Kişi, işlemeyi kastettiği bir suçu elverişli hareketlerle doğrudan doğruya icraya başlayıp da elinde olmayan nedenlerle tamamlayamaz ise teşebbüsten dolayı sorumlu tutulur” hükmü yer almaktadır.
    Buna göre suça teşebbüs, işlenmesi kastolunan bir suçun icrasına elverişli araçlarla başlanmasından sonra, elde olmayan nedenlerle suçun tamamlanamamasıdır. Maddenin açık hükmüne göre, icra hareketlerinin yarıda kalması ya da sonucun meydana gelmemesi failin iradesi dışındaki engel nedenlerden ileri gelmelidir.
    Öte yandan, suça teşebbüsle ilgili değerlendirme yapılabilmesi, failin hangi suçu işlemeyi kastettiğinin belirlenmesini gerektirir ki buna sübjektif unsur denir. Failin gerçekleştirdiği davranış ile bir suçu işlemeye teşebbüs edip etmediğini, eğer etmişse hangi suça teşebbüs ettiğini belirleyebilmek için öncelikle kastın varlığının belirlenmesi gerekmektedir. Başka bir deyişle, tıpkı tamamlanmış suçta olduğu gibi, teşebbüs aşamasında kalan suçta da, işlenmek istenen suç tipindeki bütün unsurlar failce bilinmelidir. (İçel Suç Teorisi, Kayıhan İçel, Füsun Sokullu-Akıncı, İzzet Özgenç, Adem Sözüer, Fatih S. Mahmutoğlu, Yener Ünver 2. Kitap, Beta Yayınevi, 2. Baskı, İstanbul, 2000, s.315.)
    Bu husus, Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun 04.06.1990 gün ve 101-156 sayılı kararında da; “Teşebbüste aranan kast, icrasına başlanmış cürmü teşebbüs aşamasında bırakma kastı olmayıp, söz konusu suçu tamamlamaya yönelmiş kasttır” şeklinde açıklanmıştır.
    Kasten yaralama suçu ile kasten öldürme suçuna teşebbüs arasındaki ayırıcı kriter manevi unsurun farklılığına dayandığından, çözülmesi gereken konu sanığın kastının öldürmeye mi, yoksa yaralamaya mı yönelik olduğunun belirlenmesine ilişkindir.
    5237 sayılı TCK’nun 21/1. maddesine göre, suçun yasal tanımındaki unsurlarının bilerek ve istenerek gerçekleştirilmesi olan ve failin iç dünyasını ilgilendiren kast, dış dünyaya yansıyan davranışlara bakılarak, daha açık bir ifadeyle, failin olay öncesi, olay sırası ve olay sonrası davranışları ölçü alınarak belirlenmelidir.
    İlkeleri, Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun 08.07.2003 gün ve 196-212, 30.09.2003 gün ve 226-229, 08.07.2008 gün ve 88-184 ile 31.03.2009 gün ve 248-82 sayılı kararları başta olmak üzere birçok kararında da açıklandığı üzere, bir eylemin kasten öldürmeye teşebbüs mü, yoksa kasten yaralama mı sayılacağının belirlenmesi sırasında; fail ile mağdur arasındaki husumetin nedeni ve derecesi, failin suçta kullandığı saldırı aletinin niteliği, darbe sayısı ve şiddeti, mağdurun vücudunda meydana getirilen yaraların yerleri, nitelik ve nicelikleri, hedef seçme imkânının olup olmadığı, failin fiiline kendiliğinden mi, yoksa engel bir nedenden dolayı mı son verdiği gibi ölçütler esas alınmaktadır.
    Kastın belirlenmesi açısından her bir olayda kullanılması gereken kıstaslar farklılık gösterebileceğinden, tüm bu olguların olaysal olarak ele alınması gerekmektedir.
    Bu açıklamalar ışığında uyuşmazlık konusu değerlendirildiğinde;
    Kızkardeşi ile mağdur Kerem"in arkadaşlık kurmasına kızan sanığın, olay günü bu hususta mağdur Kerem ile tartıştıktan sonra kendisini araçla takip ederek seyir halinde iken birkaç kez mağdurun aracına doğru ateş etmesi, akabinde ağabeyinin işyerine doğru girmeye çalışan mağdur Kerem" e doğru araçtan bir kez ateş ederek kaçması şeklinde gerçekleşen olayda, sanık ile mağdur arasında öldürmeyi gerektiren ciddi bir husumetin olmaması, mağdurda herhangi yaralanmanın meydana gelmemesi, engel bir durum bulunmamasına rağmen sanığın eylemine devam etmemesi hususları birlikte değerlendirildiğinde, sanığın eyleminin silahla kasten yaralama suçuna teşebbüs niteliğinde olduğu kabul edilmelidir.
    Bu uyuşmazlık yönünden çoğunluk görüşüne katılmayan dokuz Genel Kurul üyesi; "sanığın eyleminin kasten öldürme suçuna teşebbüs niteliğinde olduğu, bu nedenle görevsizlik kararı verilmesi gerektiği" düşüncesiyle karşı oy kullanmışlardır.
    Somut olayda TCK"nun 44. maddesinin değerlendirilmesi açısından mala zarar verme ve kasten yaralama suçuna teşebbüsün yanında genel güvenliğin kasten tehlikeye sokulması suçunun da oluşup oluşmayacağı;
    5237 sayılı TCK’nun hazırlanmasında "kaç fiil varsa o kadar suç, kaç suç varsa o kadar ceza vardır" ilkesi esas alınmış, dolayısıyla da gerçek içtima kuralı benimsenmiştir. Nitekim Adalet Komisyonu raporunda bu husus; "Ceza hukukunun temel kurallarından birisi, ‘kaç fiil varsa o kadar suç, kaç suç varsa o kadar ceza vardır" şeklinde ifade edilmektedir. Bunun istisnaları, suçların içtimaı bölümünde belirlenmiştir. Bu istisnalar dışında, işlenen her bir suçla ilgili olarak ayrı ayrı cezaya hükmedilecektir. Böylece verilen her bir ceza, bağımsızlığını koruyacaktır" şeklinde ifade edilmiştir (TBMM Adalet Komisyonu’nun 03.08.2004 gün ve 1/593-60 sayılı Raporu). Bu kuralın istisnaları ise, 5237 sayılı TCK’nun “suçların içtimaı” bölümünde, 42 (bileşik suç), 43 (zincirleme suç) ve 44. (fikri içtima) maddelerinde düzenlenmiştir.
    765 sayılı TCK’nda, aynı nev’iden fikri içtima ile farklı nev’iden fikri içtima tek madde halinde ve Kanunun 79. maddesinde düzenlenmiş iken, 5237 sayılı TCK’nda bu iki hal birbirinden ayrılarak, aynı nev’iden fikri içtima, zincirleme suçun düzenlendiği 43. maddenin 2. fıkrasında, farklı nev’iden fikri içtima ise kanunun 44. maddesinde düzenlenmiştir.
    Farklı neviden fikri içtima 5237 sayılı Kanunun 44. maddesinde; “İşlediği bir fiil ile birden fazla farklı suçun oluşmasına sebebiyet veren kişi, bunlardan en ağır cezayı gerektiren suçtan dolayı cezalandırılır” şeklinde düzenlenmiş olup, hükmün uygulanabilmesi için işlenen bir fiille birden fazla farklı suçun oluşması gerekmektedir.
    Kanun koyucu, işlediği bir fiille birden fazla farklı suçu işleyen failin, fiilin tek olması nedeniyle en ağır ceza ile cezalandırılmasını yeterli görmüş, bu şekilde “non bis in idem” kuralı gereğince bir fiilden dolayı kişinin birden fazla cezalandırılmasının da önüne geçilmesini amaçlamış, “erime sistemi”ni benimsemek suretiyle, bu suçlardan en ağırının cezasının verilmesi ile yetinilmesini tercih etmiştir.
    Bu bağlamda, “tek fiil” veya “bir fiil”den ne anlaşılması gerektiğinin de değerlendirilmesi gerekmektedir. Doğal anlamda gerçekleştirilen her bedeni hareket ayrı bir hareketi oluşturmakta ise de, hukuki anlamda hareketin tek olması ile ifade edilmek istenen husus, doğal anlamda birden fazla hareket bulunsa dahi, bu hareketlerin, hukuki nedenlerden dolayı değerlendirmede birlik oluşturması suretiyle tek hareket olarak kabulüdür. Fikri içtimada da, fiil ya da hareketin tek olması, doğal anlamda değil hukuksal anlamda tekliği ifade etmektedir. Bir kısım suçların işlenmesi sırasında doğal olarak birden fazla hareket yapılmakta ise de, ortaya konulan bu davranışlar suçun kanuni tanımında yer alan hukuki anlamdaki “tek bir fiili” oluşturmaktadır. (Mahmut Koca-İlhan Üzülmez, Türk Ceza Hukuku Genel Hükümler, Adalet Yayınevi, 6. Bası, Ankara, 2013, s.484 ve 495)
    5237 sayılı TCK’nun genel hükümleri arasında yer alan fikri içtima kuralları, şartların varlığı halinde bulunması halinde kural olarak her suç için uygulanabilir ise de, kanun koyucunun açıkça istisna öngördüğü hallerde bu kuralın uygulanma ihtimali bulunmamaktadır. Nitekim TCK"nun 212. maddesinde, sahte resmi veya özel belgenin bir başka suçun işlenmesi sırasında kullanılması halinde, hem sahtecilik hem de ilgili suçtan dolayı ayrı ayrı cezaya hükmolunacağı belirtilerek, açıkça fikri içtima hükümlerinin uygulanması engellenmiştir.
    Görüldüğü gibi, kanuni istisnalar dışında, hukuki anlamda tek bir fiille birden fazla farklı suçun işlenmesi halinde, bu suçlardan en ağır cezayı gerektirenin cezasına hükmolunması kanun gereği olup, suçların olası kastla veya doğrudan kastla işlenmiş olması da varılan bu sonucu değiştirmeyecektir.
    Uyuşmazlığın sağlıklı bir çözüme kavuşturulabilmesi için genel güvenliğin kasten tehlikeye sokulması suçu üzerinde de durulmalıdır.
    5237 sayılı TCK’nun 170. maddesinde genel güvenliğin kasten tehlikeye sokulması suçu;
    “(1) Kişilerin hayatı, sağlığı veya malvarlığı bakımından tehlikeli olacak biçimde ya da kişilerde korku, kaygı veya panik yaratabilecek tarzda;
    a) Yangın çıkaran,
    b) Bina çökmesine, toprak kaymasına, çığ düşmesine, sel veya taşkına neden olan,
    c) Silâhla ateş eden veya patlayıcı madde kullanan, Kişi, altı aydan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.
    (2) Yangın, bina çökmesi, toprak kayması, çığ düşmesi, sel veya taşkın tehlikesine neden olan kişi, üç aydan bir yıla kadar hapis veya adlî para cezası ile cezalandırılır” şeklinde düzenlenmiştir.
    Madde metninde, genel güvenliği kasten tehlikeye sokan fiiller, suç olarak tanımlanmıştır. Maddenin birinci fıkrasında, bu suçu oluşturan seçimlik hareketler, yangın çıkarmak; bina çökmesine, toprak kaymasına, çığ düşmesine, sel veya taşkına neden olmak; silâhla ateş etmek veya izinsiz patlayıcı madde kullanmak olarak sayılmış olup suç, somut tehlike suçu olarak düzenlenmiştir.
    Maddenin ikinci fıkrasında ise, bir soyut tehlike suçu tanımına yer verilmiştir. Bu hükümde, yangın, bina çökmesi, toprak kayması, çığ düşmesi, sel veya taşkın tehlikesine neden olmak, ayrı bir suç olarak tanımlanmıştır. Buna göre bu fıkrada düzenlenen suçun oluşabilmesi için somut bir tehlikenin meydana gelmesi gerekmemektedir.
    TCK"nun 170/1. maddesinde düzenlenen genel güvenliğin kasten tehlikeye sokulması suçu, belli bir kişiye yönelik olmayıp belirsiz sayıdaki kişilerin hayatı, sağlığı veya mal varlığı bakımından tehlikeli olacak biçimde ya da kişilerde korku, kaygı veya panik yaratabilecek tarzda işlenen kasıtlı bir suçtur. Buna göre, belli bir amaç ve hedef gözetildiği takdirde bu maddede düzenlenen suç oluşmayacaktır.
    Benzer suç tipinin düzenlendiği 765 sayılı TCK’nun 264/7. maddesinde; “…eylem başka bir suçu oluştursa bile…” ifadesine yer verilmiş olması nedeniyle, aynı eylemle başka bir suçun oluşması halinde, her suçtan ayrı ayrı cezalandırma sistemi getirilerek, bu suç bağlamında “fikri içtima” kurallarının uygulanması engellenmiş ise de, 5237 sayılı TCK’nun aynı suçu düzenleyen 170. maddesinde böyle bir ifadeye yer verilmemiş, dolayısıyla da, fikri içtima uygulaması açısından herhangi bir istisna getirilmemiştir.
    Nitekim Ceza Genel Kurulunun 26.12.2006 gün ve 317-319 sayılı kararında da; “…5237 sayılı TCK’nun 170. maddesinde, 765 sayılı TCK"nun 264/7. maddesindeki düzenlemeden farklı biçimde eylemin bir başka suçu oluşturması halinde ayrıca cezalandırılacağına ilişkin bir düzenlemeye yer verilmemiştir. O halde, eylemin aynı zamanda bir başka suçu da oluşturması halinde 5237 sayılı TCK’nun 44. maddesi uyarınca en ağır cezayı gerektiren suçtan cezalandırılması söz konusu olur” denilmek suretiyle, 5237 sayılı TCK’nun 170. maddesi bağlamında aynı kanunun 44. maddesinde düzenlenen farklı nevi’den fikri içtima kurallarının uygulanmasının mümkün olduğu, tereddüte meydan verilmeyecek bir biçimde ortaya konulmuştur.
    Bu açıklamalar ışığında uyuşmazlık konusu değerlendirildiğinde;
    Sanığın, tartıştığı mağduru takip ederek önce seyir halindeyken daha sonrada aracını park edip iş yerine sığınmak isterken mağdura yaralama kastıyla ateş ettiği, mağdurun yaralanmadığı, ancak işyeri ve aracın zarar gördüğü olayda; mağdurun hedef alınarak ateş edilmesi nedeniyle TCK"nun 170/1. maddesinde düzenlenen genel güvenliğin kasten tehlikeye sokulması suçunun unsurlarının oluşmadığı kabul edilmelidir.
    Ulaşılan bu sonuç gözönüne alındığında, kasten yaralama suçuna teşebbüs ve mala zarar verme suçundan sanık hakkında tek eylemle iki farklı suçun oluşmasına sebebiyet verdiğinden TCK"nun 44. maddesi delaletiyle en ağır cezayı gerektiren suçtan hüküm kurulması gerekirken, yerel mahkemece iki suçtan da ayrı ayrı hüküm kurulması usul ve kanuna aykırıdır.
    Bu itibarla, Özel Dairenin bozma kararı isabetli olup Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının reddine karar verilmelidir.
    SONUÇ:
    Açıklanan nedenlerle;
    1- Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının REDDİNE,
    2- Dosyanın, mahalline gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİİNE, 01.04.2014 günü yapılan müzakerede genel güvenliğin kasten tehlikeye sokulması suçunun oluşup oluşmadığına ilişkin uyuşmazlık yönünden oybirliği, diğer uyuşmazlıklar yönünden ise oyçokluğuyla karar verildi.






    Hemen Ara