Esas No: 2012/1496
Karar No: 2014/135
Yargıtay Ceza Genel Kurulu 2012/1496 Esas 2014/135 Karar Sayılı İlamı
- KASTEN YARALAMA
- KAST
- OLASI KAST
- TAKSİR
- BİLİNÇLİ TAKSİR
- SİLAHLA ŞAKALAŞIRKEN YARALAMA
- CEZA MUHAKEMESİ KANUNU (CMK) (5271) Madde 308
- TÜRK CEZA KANUNU (TCK) (5237) Madde 21
- TÜRK CEZA KANUNU (TCK) (5237) Madde 22
"İçtihat Metni"
Kasten yaralama suçundan sanık M.. S.."nın 5237 sayılı TCK’nun 86/1, 86/3-e, 87/1-d-son, 62 ve 53. maddeleri gereğince 4 yıl 2 ay hapis cezasıyla cezalandırılmasına ve hak yoksunluğuna ilişkin, Diyarbakır 3. Asliye Ceza Mahkemesince verilen 22.01.2008 gün ve 148-34 sayılı hükmün, sanık müdafii tarafından temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay 3. Ceza Dairesince 08.02.2011 gün ve 20032–3845 sayı ile, oyçokluğuyla onanmasına karar verilmiş,
Daire Üyesi A.İ..; "Olay günü sanık ile tanık Sadık birlikte kahveye giderlerken, 20 yıllık komşuları ve arkadaşları olan mağdur ile karşılaştıklarında, sanığın üzerinde taşıdığı kuru sıkıdan dönüştürülen silahını çekip, mağdura doğru yönelterek, "uzun zamandır nerelerdesin, neden görünmüyorsun, senin ayaklarına sıkayım mı" sözünü söylerken elindeki tabancanın bir el patlamasıyla, mağdurun karın bölgesinden hayati tehlike geçirecek biçimde yaralanması sonucu, sanık ve tanığın derhal müştekiyi hastaneyi götürüp tedavisini yaptırdıkları olayda;
Sanıkla mağdur arasında hiç bir husumetin bulunmadığı, sanığın mağduru kasten yaralama veya öldürme kastıyla üzerine doğru ve öldürücü bölgeyi hedef alacak biçimde ateş etmesini gerektirir aralarında hiç bir anlaşmazlık bulunmadığı gibi aksini gösterecek veya belirleyecek dosya içinde herhangi bir delil de olmadığı, olay öncesi ve sonrası dostluk ilişkisinin devam ettiği dosya içindeki tüm beyanlardan bariz biçimde anlaşılmaktadır.
Olayın öncesine dayanan dostluk ve arkadaşlık ilişkilerinin olaydan sonra da devam ettiğine göre; mahkemesince "bilinçli taksir veya olası kasıt" suçlarının oluşup, oluşmadığı tartışılmadan, sanığın kasıtlı biçimde mağduru yaraladığına dair verilen hükmün dosya içinde mevcut delillerle örtüşmediği” görüşüyle karşı oy kullanmıştır.
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı ise 13.04.2012 gün ve 108095 sayı ile;
"...25.04.2007 günü saat 19.30 sıralarında sanık M.. S.. ile tanık S.. K.. birlikte kahveye giderlerken, 20 yıllık komşuları ve arkadaşları olan müşteki Ö.. A..’la karşılaştıklarında, sanığın üzerinde taşıdığı kuru sıkıdan dönüştürülen ve 6136 sayılı Kanun kapsamına giren silahını çekip, müştekiye doğru yönelterek, "uzun zamandır nerelerdesin, neden görünmüyorsun, senin ayaklarına sıkayım mı" sözünü söylerken elindeki tabancanın bir el patlamasıyla, müştekinin karın bölgesinden hayati tehlike geçirecek biçimde yaralanması sonucu, sanık ve tanığın derhal müştekiyi hastaneye götürüp tedavisini yaptırırlarken, hastane polisinin olaya el koymasıyla soruşturma sürecinin başladığı olayla ilgili olarak;
Sanıkla, müştekinin 20 yıllık komşu ve arkadaş oldukları, dosya içerisindeki dinlenen taraf ve tanık beyanlarında, sanıkla müşteki arasında hiçbir husumetin bulunmadığı, sanığın müştekiyi kasten yaralama veya öldürme kastıyla üzerine doğru ve öldürücü bölgeyi hedef alacak biçimde ateş etmesini gerektirir aralarında hiçbir anlaşmazlığın bulunmadığı gibi aksini gösterecek veya belirleyecek dosya içinde herhangi bir delil de olmadığı, sanık ve olay yerindeki tanık S..K.. ile kardeşiyle hastanede ilgilenmek için olay sonrası hastaneye gelip, müşteki kardeşiyle konuşan tanık H.. A..’ın olayın ertesi günü poliste, daha sonra mahkemede verdikleri bütün ifadelerinde, sanığın müştekiye şaka yapmak isterken, istemeden tabancanın tetiğine dokunup müştekinin yaralaması olayının tamamen kaza sonucu olduğu, kasti yaralamadığı gibi, kasten yaralanmasını gerektiren bir husumet ve anlaşmazlığın da bulunmadığını istikrarlı biçimde beyan ettikleri, olay sonrası müştekinin sanığı koruma amaçlı, kendisini plakasını almadığı beyaz renkli reno araçtan ateş edip kaçanların yaraladığını beyan etmiş ise de, daha sonra doğruya yöneldiği, sanığın kendisini kazaen yaraladığını, şikayetçi olmadığını tüm aşamalarda ifade etmiştir.
Olay sonrası yapılan aramada, tabanca ve tabancaya ait şarjör ve içinde 4 adet dolu fişek olay yeri yakınlarında bulunmuştur.
Sanıkla, müşteki arasındaki eskiye dayalı bir dostluk ve arkadaşlık ilişkisi olduğu ve olay öncesi ve sonrası bu dostluk ilişkisinin devam ettiği dosya içindeki tüm beyanlarından bariz biçimde anlaşılmaktadır. Sanığın müştekiyi kasten yaralamasını gerektiren hiçbir delil olmadığı gibi, yakın mesafeden öldürücü bölgeye ateş etmesinin bir husumet gerektireceği, o zaman da kasten yaralama değil, öldürmeye teşebbüs olup olmadığının tartışılmasının kaçınılmaz olduğu, olayın öncesine dayanan dostluk ve arkadaşlık ilişkilerinin olaydan sonra da devam ettiğine göre, mahkemesince "bilinçli taksir" suçunun oluşup, oluşmadığı tartışılmadan, sanığın kasıtlı biçimde mağduru hayati tehlike tevlit edecek biçimde yaraladığına dair verilen hükmün dosya içinde mevcut delillerle hiçbir şekilde örtüşmediği” düşüncesiyle itiraz kanun yoluna başvurmuştur.
CMK"nun 308. maddesi uyarınca inceleme yapan Yargıtay 3. Ceza Dairesince 01.10.2012 gün ve 28599–32109 sayı ile, oyçokluğuyla itiraz nedenlerinin yerinde görülmediğinden bahisle Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilen dosya, Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır.
CEZA GENEL KURULU KARARI
İtirazın kapsamına göre inceleme, kasten yaralama suçundan kurulan hükümle sınırlı olarak yapılmıştır.
Suçun sübutuna ilişkin bir uyuşmazlık bulunmayan olayda, Özel Daire çoğunluğu ile Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı arasında oluşan ve Ceza Genel Kurulunca çözümlenmesi gereken uyuşmazlık; sanığın eyleminin kasten yaralama suçunu mu, yoksa bilinçli taksirle yaralama suçunu mu oluşturduğunun belirlenmesine ilişkindir.
İncelenen dosya kapsamından;
25.04.2007 günü saat 19.30 sıralarında sanık ile tanık Sadık"ın birlikte kahvehaneye giderlerken, uzun süredir komşuları ve arkadaşları olan mağdur Ömer ile karşılaştıkları, sanığın üzerinde taşıdığı kuru sıkı tabancadan dönüştürülen ve 6136 sayılı Kanun kapsamında olan silahını çekip mağdura yönelterek; "uzun zamandır nerelerdesin, neden görünmüyorsun, senin ayaklarına sıkayım mı" şeklinde konuştuğu, bu sırada elindeki tabancanın bir el patladığı, müştekinin sağ el bileğinden ve karın bölgesinden hayati tehlike geçirecek biçimde yaralanması üzerine sanık ve tanığın derhal mağduru hastaneye götürdükleri,
Yapılan aramada, olay yeri yakınlarında tabanca, bir adet boş kovan, tabancaya ait şarjör ve içinde 4 adet dolu fişeğin bulunduğu,
Ekspertiz raporuna göre, tabancanın ses-gaz fişeği atmak üzere imal edilmişken namlusu değiştirilerek yasak niteliği haiz ateşli silah fişeklerini atabilecek hale getirildiği, sağlam ve çalışır durumda olup herhangi bir mekanik arızasının bulunmadığı, 6136 sayılı Kanun kapsamında olduğu, sanık ve mağdurun el svapları ile mağdura ait montun sağ kol ağzındaki delik etrafında atış artıklarına rastlanmadığı,
Adli tıp raporuna göre, mağdurun sağ el bileğinde ve batın bölgesinde mermi giriş yarasının bulunduğu, bunun karaciğerde yaralanmaya ve hayati tehlike geçirmesine neden olduğu,
Mağdur kollukta; olay günü saat 19.30 sıralarında eve gelirken arkadaşları olan Mehmet S.. ve Sadık ile karşılaştığını, beraber giderken plakasını alamadığı beyaz renkli bir aracın yanlarından geçerken silah sesi duyduğunu ve acı hissettiğini, sağ el bileği ile sağ göğüs boşluğundan yaralandığını, yanındaki arkadaşlarıyla bir otoya binerek hastaneye gittiklerini beyan ettiği,
Cumhuriyet savcılığına verdiği 23.05.2007 tarihli dilekçede; sanığın kapı komşusu olup 15 yıldır aynı mahallede yaşadıklarını, aralarında hiçbir husumet olmadığını, kendisiyle ailece görüştüklerini, sanık ile olay günü akşam saat 19.30 sıralarında beraber kıraathaneye giderken sanığın yerde bulduğu kuru sıkı tabanca ile oynadığı sırada tabancanın ateşlenmesi neticesinde yaralandığını, sanığın yanlarında bulunan Sadık ile birlikte kendisini hastaneye götürdüklerini söylediği,
Mahkemede; olay günü sanık ve tanık Sadık ile birlikte yürürlerken sanığın yerde bir silah bulduğunu, tabanca ile oynarken kazaen kendisini yaraladığını, olay nedeniyle sanıktan şikayetçi olmadığını beyan ettiği,
Tanık Sadık kollukta; olay günü saat 19.30 sıralarında arkadaşı olan sanık ile beraber kahvehaneye giderken mahallede oturan mağdur Ömer"in karşıdan geldiğini, sanığında belindeki silahı çıkararak Ömer’e "sen nerelerdesin senin ayaklarına sıkayım mı” dediği anda silahın bir el patladığını, hemen silahı alarak attığını, mağdurun yaralandığını görünce sanıkla birlikte bir arabaya bindirerek hastaneye götürdüklerini, olayda sanığın herhangi bir kastının olmadığını, tamamen kaza ile olduğunu dile getirdiği,
Mahkemede; olay tarihinde sanık ve mağdur ile birlikte kahvehaneye giderken sanığın yerde bir tabanca bulduğunu, tabancayı eline aldığı anda tabancanın patladığını, merminin mağdurun koluna ve beline isabet ettiğini, mağduru sanık ile birlikte hastaneye götürdüklerini ifade ettiği,
Sanık kollukta; olay günü saat 19.30 sıralarında arkadaşı Sadık ile birlikte kahvehaneye giderken mahalleden komşusu ve arkadaşı olan Ömer ile karşılaştıklarını, karşılıklı şakalaşırken belinde bulunan kuru sıkıdan bozma silahı çıkarttığı sırada kaza ile silahın ateş aldığını ve mağdurun sağ elinden ve sağ karın boşluğundan yaralandığını, mağduru bir araç ile hastaneye götürdüklerini, olayla ilgili kastının olmadığını, kaza ile olduğunu, mağdurun 20 yıllık komşusu olduğunu ve aralarında hiçbir sorun olmadığını söylediği,
Cumhuriyet savcılığında; tabancayı bir yıl önce bulduğunu, olay günü de üzerinde olduğu halde yanında arkadaşı tanık Sadık ile birlikte kahvehaneye giderken karşıdan mağdurun geldiğini, kendisi ile konuştukları sırada uzun zaman kendisini görmediği için "sen nerdesin" diye söylediğini, belinde bulunan tabancayı çıkararak şaka amacı ile korkutmak isterken istem dışı olarak tabancanın patladığını ve mağdurun sağ elinden ve göğsünden yaralandığını, mağduru alarak hastaneye götürdüklerini savunduğu,
Mahkemede; olay tarihinde mağdur ve tanık Sadık ile birlikte kahvehaneye doğru giderlerken yerde tabanca bulduklarını, tabancayı yerden alıp incelerken elinde ateş aldığını ve mağdurun yaralandığını, mağduru kasten yaralamadığını, olayın kazaen meydana geldiğini söylediği,
Anlaşılmaktadır.
Uyuşmazlık konusunun sağlıklı bir hukuki çözüme kavuşturulabilmesi için kast, olası kast, taksir ve bilinçli taksir kavramları üzerinde durulmasında yarar bulunmaktadır;
5237 sayılı TCK"nun "Kast" başlıklı 21. maddesi; "(1) Suçun oluşması kastın varlığına bağlıdır. Kast, suçun kanuni tanımındaki unsurların bilerek ve istenerek gerçekleştirilmesidir.
(2) Kişinin, suçun kanuni tanımındaki unsurların gerçekleşebileceğini öngörmesine rağmen, fiili işlemesi halinde olası kast vardır" şeklinde düzenlenerek maddenin 1. fıkrasının ikinci cümlesinde doğrudan kast tanımlanmış, 2. fıkrasında ise; öğreti ve uygulamada “dolaylı kast” “belirli olmayan kast” “gayrimuayyen kast” “olursa olsun kastı” olarak da adlandırılan olası kast tanımına yer verilmiştir.
Buna göre, doğrudan kast, öngörülen ve suç teşkil eden bir fiili gerçekleştirmeye yönelik irade olup, kanunda suç olarak tanımlanmış eylemin bilerek ve istenerek gerçekleştirilmesi ile oluşur. Fail hareketinin kanuni tipi gerçekleştireceğini bilmesi ve istemesi halinde doğrudan kastla hareket etmiş olacak, buna karşın, işlediği fiilin muhtemel bazı neticeleri gerçekleştirebileceğini öngörmesine ve bu neticelerin gerçekleşmesini mümkün ve muhtemel olarak tasavvur etmesine rağmen muhtemel neticeyi kabullenerek fiili işlemesi durumunda ise olası kast söz konusu olacaktır.
Olası kast ile doğrudan kast arasındaki ayırıcı ölçüdeki en belirgin unsur, doğrudan kasttaki bilme ve isteme unsurudur. Fail hareketinin kanuni tipi gerçekleştireceğini biliyorsa ve bunu istiyorsa doğrudan kasıtla hareket ettiğinin kabulü gerekmektedir. Yine failin hareketiyle hedeflediği doğrudan neticelerle birlikte, hareketin zorunlu veya kaçınılmaz olarak ortaya çıkan sonuçları da, açıkça istenmese dahi doğrudan kastın kapsamı içinde değerlendirilmelidir. Belli bir sonucun gerçekleşmesine yönelik hareketin, günlük hayat tecrübelerine göre diğer bazı sonuçları da doğurması muhakkak ise, failin bu sonuçlar açısından da, doğrudan kastla hareket ettiği kabul edilmelidir.
Olası kastı, doğrudan kasttan ayıran diğer ölçüt ise; suçun kanuni tanımındaki unsurların gerçekleşmesinin muhakkak olmayıp, muhtemel olmasıdır. Fail, böyle bir durumda, muhakkak değil ama büyük bir ihtimalle gerçekleşecek olan neticenin meydana gelmesini kabullenmekte ve olursa olsun düşüncesi ile göze almakta; neticenin gerçekleşmemesi için çaba göstermemektedir. Olası kastta fiilin kanunda tanımlanan neticenin gerçekleşmesine neden olunacağı muhtemel görülmesine karşın, bu neticenin gerçekleşmesi fail tarafından kabullenilmektedir.
Kural olarak suç; ancak kastla, kanunda açıkça gösterilen hallerde ise taksirle de işlenebilecektir. İstisnai bir kusurluluk şekli olan taksirde, failin cezalandırılabilmesi için mutlaka kanunda açık bir düzenleme bulunması gerekmektedir. 5237 sayılı TCK’nun 22/2. maddesinde taksir; “dikkat ve özen yükümlülüğüne aykırılık dolayısıyla bir davranışın, suçun yasal tanımında belirtilen neticesi öngörülmeyerek gerçekleştirilmesidir” şeklinde tanımlanmıştır.
Öğretide de benimsendiği üzere, Ceza Genel Kurulunun birçok kararında taksirin unsurları;
1- Fiilin taksirle işlenebilen bir suç olması,
2- Hareketin iradi olması,
3- Sonucun istenmemesi,
4- Hareket ile sonuç arasında nedensellik bağının bulunması,
5- Sonucun öngörülebilir olmasına rağmen öngörülememiş olması,
Şeklinde kabul edilmektedir.
Taksirli suçlarda da, gerek icrai hareketin, gerekse ihmali hareketin iradi olması ve meydana gelen neticenin öngörülebilir olması gerekmektedir. İradi bir davranış bulunmadığı takdirde taksirden bahsedilemeyeceği gibi, öngörülemeyecek bir sonucun gerçekleşmesi halinde de failin taksirli suçtan sorumluluğuna gidilemeyecektir.
Sonucun gerçekleşmesinde, mağdurun taksirli davranışının da etkisinin bulunması halinde, diğer taksirli davranış nedensellik bağını kesmediği sürece bu durum failin taksirli sorumluluğunu ortadan kaldırmayacağı gibi, taksirin niteliğini de değiştirmeyecektir. 5237 sayılı TCK’nda kusurun derecelendirilmesi suretiyle herhangi bir ceza indirimi söz konusu olmadığından, bu hal ancak temel cezanın tayininde dikkate alınabilecektir.
5237 sayılı TCK’nda taksir; basit taksir ve bilinçli taksir şeklinde ayrıma tâbi tutulmuş, kanunun 22.maddesinin 3. fıkrasında bilinçli taksir; “kişinin öngördüğü neticeyi istememesine karşın, neticenin meydana gelmesi” şeklinde tanımlanmış, bu halde taksirli suça ilişkin cezanın üçte birden yarıya kadar arttırılacağı öngörülmüştür.
Basit taksir ile bilinçli taksir arasındaki ayırıcı ölçüt; taksirde failin öngörülebilir nitelikteki neticeyi öngörememesi, bilinçli taksir halinde ise bu neticeyi öngörmüş olmasıdır.
Bilinçli taksirde gerçekleşen sonuç, fail tarafından öngörüldüğü halde istenmemiştir. Gerçekten neticeyi öngördüğü halde, sırf şansına veya başka etkenlere, hatta kendi beceri veya bilgisine güvenerek hareket eden kimsenin tehlikelilik hali, bunu öngörememiş olan kimsenin tehlikelilik hali ile bir tutulamayacaktır. Neticeyi öngören kimse, ne olursa olsun, bu sonucu meydana getirecek harekette bulunmamakla yükümlüdür.
5237 sayılı TCK"nun 21. maddesinin 2. fıkrasında; “öngörmesine rağmen, fiili işlemesi” şeklinde tanımlanarak, başkaca ayırıcı bir unsuruna yer verilmeyen olası kast ile aynı kanunun 22. maddesinin 3. fıkrasında; “Kişinin öngördüğü neticeyi istememesine karşın, neticenin meydana gelmesi halinde bilinçli taksir vardır” biçiminde tanımlanan bilinçli taksirin karıştırılacağı hususu öğretide dile getirilmiş, kanun koyucu da, madde metninde yer vermediği “kabullenme” ölçüsünü, madde gerekçesinde; “Olası kast durumunda suçun kanuni tanımında yer alan unsurlardan birinin somut olayda gerçekleşeceği öngörülmesine rağmen, kişi fiili işlemektedir. Diğer bir deyişle, fail unsurların meydana gelmesini kabullenmektedir” şeklinde açıklamak suretiyle, olası kastı bilinçli taksirden ayıracak kıstası ortaya koymuştur.
Kast, olası kast, taksir ve bilinçli taksir arasındaki ilişkiyi kısaca özetlemek gerekirse; gerçekleşmesi muhakkak görünen neticenin failce bilinmesi ve istenmesi halinde doğrudan kast, öngörülen muhtemel neticenin meydana gelmesine kayıtsız kalınması durumunda olası kast, öngörülen muhtemel neticenin meydana gelmesinin istenmemesine rağmen objektif özen yükümlülüğüne aykırı hareket edilmek suretiyle neticenin meydana gelmesinin engellenemediği ahvalde bilinçli taksir, öngörülebilir neticenin objektif özen yükümlülüğüne aykırı hareket edilmiş olması nedeniyle öngörülemediği hallerde ise basit taksir söz konusu olacaktır.
Bu açıklamalar ışığında uyuşmazlık konusu değerlendirildiğinde;
Sanığın, üzerinde taşıdığı tabancayı mağdura şaka amaçlı doğrulttuğu sırada bir kez ateş almasıyla mağdurun batın bölgesinden hayati tehlike geçirecek şekilde yaralanması ve sanık ile tanığın mağduru hemen hastaneye götürerek tedavisini yaptırması şeklinde gerçekleşen olayda, sanık ile mağdurun 20 yıllık arkadaş olup aralarında herhangi bir husumetin bulunmadığı, olay esnasında da herhangi bir olumsuzluğun yaşanmadığı, sanığın, şaka amaçlı tabancayı doğrulttuğu sırada birden patladığı yönündeki savunmasının aksine, kasten ateş ettiğini ispatlar nitelikte bir delilin de bulunmadığı, ancak içerisinde mermi olan tabancayı mağdura doğrulttuğu sırada ateş alabileceğini ve mağdurun yaralanabileceğini öngördüğü halde öngörülen bu muhtemel neticenin meydana gelmesini istememesine rağmen objektif özen yükümlülüğüne aykırı hareket etmesinden dolayı neticenin meydana gelmesini engelleyemediği anlaşıldığından, sanığın eyleminin bilinçli taksir niteliğinde olduğu kabul edilmelidir.
Bu itibarla, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının kabulü ile Özel Dairenin onama kararının kaldırılmasına, eylemin bilinçli taksirle yaralama suçunu oluşturacağı gerekçesiyle hükmün bozulmasına karar verilmelidir.
Çoğunluk görüşüne katılmayan dokuz Genel Kurul Üyesi; İtirazın reddine karar verilmesi gerektiği düşüncesiyle karşı oy kullanmıştır.
SONUÇ:
Açıklanan nedenlerle;
1- Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının KABULÜNE,
2- Yargıtay 3. Ceza Dairesinin 08.02.2011 gün ve 20032–3845 sayılı onama kararının KALDIRILMASINA,
3- Diyarbakır 3. Asliye Ceza Mahkemesinin 22.01.2008 gün ve 148-34 sayılı hükmünün, eylemin bilinçli taksirle yaralama suçunu oluşturacağı gerekçesiyle BOZULMASINA,
4- Dosyanın, mahalline gönderilmesi için Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİİNE, 25.03.2014 günü oyçokluğuyla karar verildi.