Yargıtay Ceza Genel Kurulu 2010/5-147 Esas 2010/200 Karar Sayılı İlamı

Abaküs Yazılım
Ceza Genel Kurulu
Esas No: 2010/5-147
Karar No: 2010/200

Yargıtay Ceza Genel Kurulu 2010/5-147 Esas 2010/200 Karar Sayılı İlamı

Ceza Genel Kurulu         2010/5-147 E.  ,  2010/200 K.

    "İçtihat Metni"

    Tebliğname: 2009/143368
    Yargıtay Dairesi : 5. Ceza Dairesi
    Mahkemesi : KIRKLARELİ Ağır Ceza
    Günü : 23.12.2008
    Sayısı : 212-240

    Sanık İ.A..’nin, mağdur M. U..’ın fiili livata yoluyla ırzına geçme suçun¬dan delil yetersizliği nedeniyle beraatına ilişkin, Kırklareli Ağır Ceza Mahkemesince 17.05.2004 gün ve 81-154 sayı ile verilen hükmün, katılan vekilince temyiz edilmesi üzerine, Yargıtay 5. Ceza Dairesince 01.07.2008 gün ve 17502-7214 sayı ile;
    “... Katılanın yaklaşık 2 ay üroloji uzmanı olan sanığın özel muayenehanesine prostat tedavisi için gittiği, karın ve makattan üç kez muayene olduğu, rahatsızlığı geçmeyince olay günü randevu alarak tekrar geldiğinde sanığın kendisine prostat masajı yapacağını söyle¬me¬si üzerine pantolonunu ve iç çamaşırını çıkarıp muayene masasına ayakları yere gelecek şekilde yüzüstü yattığı, sanığın kayganlaştırıcı madde sürerek el ve parmaklarıyla prostat masajına başladığı, birkaç dakika sonra sanığın iki elinin de omzunda bulunduğunu ve anüsüne girip çıktığını anlaması üzerine hemen toparlanıp sanığa sen nasıl doktorsun diye bağırıp odadan çıktığı, beklemekte olan diğer hastalara ‘buna güvenmeyin ırz düşmanı terbiyesiz adam’ şeklinde sözler söylediği, olayın hemen akabinde sanığın engelleme girişim¬lerine rağmen şikayetçi olduğu ve bu suretle sanığın katılanın rızasına aykırı olarak livata suretiyle ırzına geçtiği, soruşturma ve kovuşturma evrelerindeki mağdurun ve tanıklar A. A.., E. A., S. Ç.., S.U.., A. Ç.. ve E. D..’ın birbirine uygun ve tutarlı anlatımı, mağdurun olay sonrası muayeneye gitmesi üzerine sanığın etkileme ve yardım için Edirne’deki doktoru telefonla araması, İstanbul Adli Tıp Kurumu 6. İhtisas Kurulunun 23.01.2004 tarihli 187 no’lu yeterli, gerekçeli ve kanaat verici mütalaası, namus ve iffetine yönelik bir eylemin kendisini küçük düşüreceğini bile bile katılanın iftira etmesi için bir neden olmadığı gibi aksinin hayatın olağan akışına ters olduğu, mahkemece de dolaylı olarak oluşun bu şekilde kabulü, sanığın kaçamaklı savunması ve tüm dosya kapsamı ile anlaşıldığı halde sanığın mahkûmiyeti yerine delillerin takdirinde hataya düşülerek beraatına karar verilmesi...” isabetsizliğinden Daire Başkanı H. C.. ve Daire Üyesi B. D..’in;
    “37 yaşında ve prostat rahatsızlığı bulunan mağdur M..’in olay tarihinden önce 3 ayrı kez sanığın muayenehanesine gittiği, basit muayeneler sonunda ilaç tedavisinin uygulan¬dığı,
    Olay günü sanık doktor tarafından kendisine tatbik edilen tuşe rektal ve prostat masajının yapılış tarzı konusunda önceden yeterli bilgisinin bulunmaması halinde ve bunun biraz da hoyratça gerçekleştirilmesi durumunda bu tedavi yöntemini farklı yorumlamış, onurunu kıran bir hal olarak algılamış ve tepki göstermiş olabileceği,
    Mağdurun polis beyanında sanığın iki elinin omuzunda olduğundan bahsetmediği, yargılama ifadesinde ise sanığın cinsel organını görmediğini söylediği,
    Muayenehanede olay anında başka hasta kişilerin de bulunduğu, muayene odasının kapısının kilitli olmadığı ve kapı açıldığında dışarıdan muayenenin yapıldığı yerin görülebil¬diği, böyle bir ortamda soyunan doktor sanığın, reşit ve erkek mağdura livatada bulunduğunu kabul edebilme, kabul etmemekten daha zor bir ihtimal olduğu,
    Tepki gösterip şikayet edeceğini söyleyerek muayenehaneyi terk eden mağdurun peşinden giderek onu bundan vazgeçirmeye çalışan, hatta para bile teklif eden doktor sanığın bu hal ve hareketinin suçu zımnen kabul ettiğinden ziyade böyle bir olayın dedikodu olarak duyulması halinde bile statüsünü etkileyebilecek bir durum olarak görüp bundan bir şekilde kurtulma gayreti olarak yorumlanmasının daha uygun olacağı,
    Mağdurun yaşı, gelişimi ve tedavisi sırasında anüs bölgesine kaydırıcı krem sürül¬düğü de nazara alındığında, olay akabinde bu bölgede hiçbir bulgunun meydana gelmeme¬sinin gerektiği, bu itibarla da eşinin, kocasının kilotunda kan gördüğüne ilişkin beyanının inandırıcı bulunmadığı,
    Nitekim olayın sonrasında düzenlenen mağdurun raporunda olayı ve iddiayı doğrulayan bir olgunun saptanamadığı, sanığın bu raporu düzenleyen doktorla görüştüğüne ve raporun da bunun sonucunda gerçek dışı olarak düzenlendiğine dair kanıtların mevcut olmadığı,
    Bu rapordan ve olaydan üç gün sonra mağduru muayene eden Adli Tıp Kurumunun anüs bölgesinde saptadığı bulguların, ileri sürülen livata eylemi ile irtibatının da kurula¬madığı,
    Mağdurun ilk raporunun gerçeği yansıtmadığının ve Adli Tıp Kurumundan alınan raporun da saptanan bulguların ise olayla bağlantılı olduğunun kabulü halinde dahi bu bulguların yapılan tuşe rektal ve prostat masajı sonucunda meydana gelmiş olabileceği ihtimalinin, ileri sürülen livata eylemi sonucunda meydana geldiği ihtimalinden ve hatta ondan da daha güçlü bir ihtimal olduğu,
    37 yaşında ve evli mağdurun, anüsüne erkek cinsel organının sokulması ve üzerine abanılıp ileri geri hareket yapılması durumunda bunun ne anlama geldiğini derhal farketmesi gerektiği halde farkedemediğine ilişkin anlatımlarının şüphe ile karşılandığı ve inandırıcı bulunamadığı,
    Dosyada toplanan tüm kanıtların alt sınırı 7 yıl hapis cezasını gerektiren böylesine ağır bir suçtan dolayı doktor olan sanığın cezalandırılması için yeterli görülemediği, kuşkunun bulunduğu, bunun yenilemediği, bu itibarla da mahkemenin beraat kararı yerinde olduğundan sanığın cezalandırılması gerektiğini benimseyen sayın çoğunluğun düşüncesine iştirak edilememiştir” yönündeki karşı oylarıyla oyçokluğuyla bozulmasına karar verilmiştir.
    Kırklareli Ağır Ceza Mahkemesince 23.12.2008 gün ve 212-240 sayı ile;
    “... Mahkememizce önceki kararın doğru olduğu vicdani kanaatine varılarak oy çokluğu ile direnme kararı verilmiştir.
    Üroloji uzmanı olan doktor sanığın sürekli hastası olan ve sık sık muayenehanesine kontrol amacı ile gelen ve şikayetlerinin geçmediğini söyleyen katılana tedavi amacı ile anal yoldan prostat masajı önerdiği, katılanın da bunu kabul etmesi üzerine sanığın kaydırıcı bir madde kullanmak sureti ile katılan hastasını tedaviye başladığı konusunda herhangi bir ihtilaf bulunmamaktadır. Ancak katılan, sanık doktorun kendisine parmakla rektal tuşe yapmadığını, sanığın her iki elinin de omuzunda olduğunu hissetmesi üzerine, durumdan şüphelenerek arkasını döndüğünde sanık doktorun apar topar pantolonunu toparlamaya çalıştığını gördüğünü ve sanık tarafından olay günü ırzına geçildiğini iddia etmektedir. Katılanın bu iddiasını destekleyen hiçbir delil dosyada bulunmamaktadır. Olay sonrasında alınan doktor raporu ve Adli Tıp Kurumu raporlarında katılana fiili livata da bulunulduğunu düşündürecek her hangi bir tıbbi bulguya rastlanmadığı, muayene de katılanda tespit olunan fissürlerin olay tarihinden sonra da meydana gelebileceği ve konunun aydınlatılmasının yargılama süreci ile çözülmesi gerektiği belirtilmiştir.
    Sanık doktorun üzerine yüklenen suçu işleyebilmesi için katılana tüm vücudu ile temas etmesi, abanması ve fiziksel baskı kullanması gerekmektedir. Sanık doktor katılana tedavi öncesi herhangi bir ilaç vermemiş ve uyuşturucu iğne de yapmamıştır. Hali ile fiziki gücü yerinde olan bir erkeğe böyle bir livata fiilin uygulanabileceğini kabul etmek mantıken mümkün değildir. Kaldı ki yargılama sırasında katılan ile sanık doktorun arasında fiziksel farklılık olduğu, bu cümleden olarak katılanın sanık doktordan daha uzun boylu daha iri yapıda olduğu gözlenmiştir. Şu durumda sanık doktorun kendisinden daha uzun ve daha iri yapıdaki katılana karşı livata sureti ile ırza geçme fiilini işlemesi mümkün görülmemiştir.
    Olay günü sanık doktor tarafından kendisine tatbik edilen rektal tuşe ve prostat masajının yapılış tarzı konusunda katılanın önceden yeterli bilgisinin bulunmaması halinde ve masajın biraz da hoyratça gerçekleştirilmesi durumunda katılan bu tedavi yöntemini farklı yorumlamış, onurunu kıran bir hal olarak algılamış ve tepki göstermiş olabileceği değerlen¬dirilmiştir.
    Katılan kollukta verdiği ifadesinde, sanık doktorun 2 elinin omzunda olduğundan hiç bahsetmediği gibi, yargılama sırasında da sanığın cinsel organını görmediğini söylemiştir. Muayenehanede olay anında başka hasta kişiler de bulunmaktadır. Muayene odasının kapısı kilitli değildir. Ve kapıda kilit sistemi bulunmamaktadır. Kapı açıldığında dışarıdan muayenenin yapıldığı yerin görülebildiği, böyle bir ortamda soyunan doktor sanığın, reşit ve erkek olan ve kendisinden daha uzun boylu ve daha iri yapıda bulunan katılana fiili livatada bulunduğunu kabul etmek, hayatın olağan akışına göre çok zor bir ihtimaldir. Ayrıca katılan muayene sırasında kendi duruşu itibari ile sanık doktoru göremeyeceğini söylemesine rağmen, bilahare katılan, sanık doktorun aniden kendi pantolonunu indirdiğini ve arkasından anüs kısmına erkek organını soktuğunu ve bu durumu kendisinin baştan fark etmediğini iddia etmiştir. Katılanın bu iddiası da birbiri içerisinde çelişkili olduğundan, katılanın ifadesinin şüphe ile karşılanması gerekmektedir. Sanık doktorun olayın hemen sonrasında, kendisine tepki gösterip şikayet edeceğini söyleyerek muayenehaneyi terk eden katılanı şikayetinden vazgeçirmeye çalışması, hatta katılana para bile teklif etmesi, doktor sanığın bu davranışının üzerine yüklenen suçu zımnen kabul ettiği anlamına gelmesinden ziyade, böyle bir olayın dedikodu olarak duyulması halinde bile sosyal ve mesleki statüsünü etkileyebilecek bir durum olarak görüp, sanık doktorun bundan bir şekilde kurtulma gayreti olarak yorumlanmasının daha uygun olacağı değerlendirilmiştir.
    Katılanın yaşı, gelişimi ve tedavisi sırasında anüs bölgesine sanık doktor tarafından kaydırıcı krem sürüldüğü de dikkate alındığında, olay sonrasında bu bölgede tıbbi hiçbir bulgunun meydana gelmemesinin gerektiği ve bu itibarla da eşinin, kocasının külotunda kan gördüğüne ilişkin beyanı inandırıcı bulunmamıştır.
    Nitekim olayın sonrasında düzenlenen katılana ait raporda da olayı ve iddiayı doğrulayan bir olgu tespit edilememiştir. Ayrıca sanık doktorun bu raporu düzenleyen doktor ile görüştüğüne ve raporunda bunun sonucunda gerçek dışı olarak düzenlendiğine dair dosyada hiçbir delil mevcut değildir.
    Bu rapordan ve olaydan üç gün sonra katılanı muayene eden Adli Tıp Kurumu, katılanın anüs bölgesinde tespit edilen bulguların ileri sürülen livata eylemi ile irtibatını da kuramamıştır.
    Kaldı ki katılanın ilk raporunun gerçeği yansıtmadığının ve Adli Tıp Kurumundan alınan raporunda saptanan bulguların ise olayla bağlantılı olduğunun kabul edilmesi halinde dahi, bu bulguların katılana yapılan rektal tuşe ve prostat masajı tedavisi sonucunda meydana gelmiş olacağı ihtimali, ileri sürülen fiili livata eylemi sonucunda meydana geldiği ihtimalinden daha güçlü bir ihtimaldir.
    37 yaşında, evli, sanık doktordan daha uzun ve daha iri yapıda olan katılanın, anüsüne erkek cinsel organının sokulması ve üzerine abanılıp ileri geri hareket yapılması durumunda bunun ne anlama geldiğini derhal fark etmesi gerektiği halde, fark edemediğine ilişkin katılan anlatımları şüphe ile karşılanmış ve mahkememizce inandırıcı bulunmamıştır.
    Katılanın ve mahkememizde tanık olarak dinlenen büroda çalışan sanık doktorun sekreteri olan S. Ç..’nın beyanlarına göre, katılanın muayene odasına girip çıkması toplam 5 dakikaya tekabül etmektedir. Bu kadar kısa bir süre içerisinde sanık doktorun üzerine yüklenen fiili gerçekleştirmesi de mümkün görülmemiştir. Adı geçen tanığın yalan söylediğine dair dosyada herhangi bir delil bulunmamaktadır.
    Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 01.05.1007 tarih ve 1-43/101 sayılı emsal teşkil eden kararında; ‘… Ceza yargılamasının amacı, somut gerçeğin Yargılama Yasasının öngör¬düğü usuller çerçevesinde hiçbir kuşkuya yer vermeyecek şekilde saptanmasına dayanır…’ denilmiştir. Bu içtihatta dikkate alındığında ceza yargılamasında asıl olan, maddi dünyada gelmiş gerçeğin ortaya çıkarılmasıdır. Sanığın dava konusu eylemi işlediği, hiçbir şüpheye yer vermeyecek şekilde ve kesinlikle saptanmadan hakkında mahkûmiyet hükmü kurulamaz. Yargıtay kuruluşundan beri bu esası benimseyerek uygulama yapmıştır. Ne var ki yukarıda detaylı şekilde açıklanmaya çalışıldığı gibi, doktor olan sanığın üzerine yüklenen fiili livata sureti ile ırza geçme eylemini işlediği hakkında kesin ve yeterli delillere ulaşılamamıştır.
    Sonuç olarak sanık doktorun üzerine yüklenen suçu işlediğini gösterir her türlü şüpheden uzak ve mahkumiyetine yeterli, kesin delil elde edilemediğinden üzerine yüklenen suçtan beraatine karar vermek gerektiği hususunda mahkememizde tam bir vicdani kanaat oluşmuştur” gerekçesiyle ve oyçokluğuyla önceki kararda direnilmiştir.
    Bu hükmün de katılan vekili ile yerel Cumhuriyet savcısı tarafından temyiz edilmesi üzerine, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının “onama” istekli 21.06.2010 gün ve 143368 sayılı tebliğnamesi ile Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilen dosya, Ceza Genel Kurulunca değerlen¬dirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır.
    TÜRK MİLLETİ ADINA
    CEZA GENEL KURULU KARARI
    Özel Daire ile yerel mahkeme arasındaki uyuşmazlık sanığın atılı cinsel saldırı suçunu işleyip işlemediğinin belirlenmesine ilişkindir.
    İncelenen dosyada:
    07.10.2003 tarihinde saat 17.00 sıralarında muayene olduğu sırada doktor olan sanık tarafından ırzına geçildiğini iddia eden 1966 doğumlu mağdur M. U.."ın doğruca Emniyet Müdürlüğüne giderek şikayette bulunması üzerine, sanık Dr. İ. A.. aynı gün, saat 22.30 sıralarında muayenehanesinden çıkarken yakalanmış, Cumhuriyet savcısının talimatı üzerine de saat 23.45 de serbest bırakılmıştır.
    Trakya Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi Acil Servisinde Dr. Ö. E.. tarafından 07.10.2003 tarihinde saat 21.50 de düzenlenen raporda; "Saat 17.00 sıralarında prostat şikayeti ile gittiği bevliye doktoru tarafından fiili livataya maruz kaldığını iddia eden hastanın muayenesinde; anal mukozanın doğal görünüşte olup herhangi bir ekimoz saptanmadığı, mukoza pililerinin doğal yapıda olduğu, anal tonosunda herhangi bir lezyon olmadığı, herhangi bir kanamalı alan saptanmadığı, bu bulgularla şahısta akut fiili livata düşündürecek herhangi bir bulgu elde edilmediği" tespitlerine yer verilmiştir.
    Poliklinik defterinden olay günü sanığa ait muayenehanede muayene olduğu anlaşılan mağdura ilişkin hasta takip formu incelendiğinde;
    02.09.2003 tarihli notta; “halsizlik, idrarda sızlama, lomber ağrı, cinsel isteksizlik, ereksiyonda zayıflık, suprapubik ağrı, perineye vuran zonklayıcı ağrı ve kabızlık tespit edildi, bol su ve sıcak suya oturma tavsiye edildi ve ilaç verildi”,
    11.09.2003 tarihli notta; “önceki şikayetleri azalmakla beraber devam ediyor. İdrarda yanma yok, konstifasyon yok, cinsel isteksizlik ve moral bozukluğu mevcut. Suprapubik ve makata vuran ağrı... Muayene normal, ED + Kr. Prostatit teşhisi konulduktan sonra, sıcak suya oturma tavsiye edilip ilaç yazıldı”,
    16.09.2003 tarihli notta; “önceki şikayetleri azalmış, mide yanması ve suprapubik ağrı var.. Kr. Prostatit ve gastrit teşhisi konulduktan sonra, acılı ve baharatlı gıdalardan uzak durma önerilip, ilaç yazıldı,
    07.10.2003 tarihli notta; “hasta şikayetlerinin geçmediğini hiç iyileşmediğini ve kötüleştiğini ifade etti. Rektal tuşe ve prostat masajı önerdim. Hasta kabul etti. Rektal tuşe yaptım ve prostat masajına başladım. Masaj sırasında paniğe kapılarak istemediğini söyledi. Ben de elimi çekerek, bunun tedavinin bir parçası olduğunu ve iyileşmediğini söylediği için masajın yapıldığını ifade ettim. Karakola gideceğini ve şikayet edeceğini söyleyerek bağırmaya başladı. İçeride başka hastalar da vardı. Birlikte dışarı çıktık, kendisine lütfen, bu normal bir muayene ve tedavi yöntemidir, rezil olacağız dedim, çevrede insanlar müdahale edince ikna edemeyeceğimi düşünerek ne yaparsan yap diyerek muayenehaneye diğer hastalara bakmak üzere geri döndüm”
    Şeklinde yazıların bulunduğu görülmektedir.
    Adli Tıp Kurumu 6. İhtisas Kurulunca, 10.10.2003 tarihinde yapılan muayenede; "M. U.."ın kesik kesik sık sık idrara çıkma şikayetleri ile doktora gittiğini, doktorun önce ilaç verdiği, daha sonra geçmeyince prostat masajı yapmak için çağırdığını, eldivenle yumuşatıcı ile masaj yaptığını, rahatlayıp rahatlamadığını sorduğunu, sonra iki elinin de omuzlarında olduğunu gördüğünde dönüp baktığında doktorun pantolonunu topladığını gördüğünü, penisini görmediğini söylediği, klinik seviyede belirgin psikopatolojik araz tespit edilmediği, anal muayenesinde saat kadranına göre 7, 8, 9 hizalarında yaklaşık 0,4 – 0,5 cm. Uzunluğunda 0,1-0,2 cm eninde fissürler ile saat kadranı 6 hizasında 0,2-0,3 cm uzunluğunda 0,1-0,2 cm eninde 2 adet fissür olduğu, anüs çevresinde beklemekle dolup boşalan çepeçevre venöz dolgunluk bulunduğu, anal sfinkter tonusunun doğal olduğu" belirlendikten sonra; 23.01.2004 gün ve 207 sayı ile düzenlenen raporda, mağdurun ve sanığın ifadeleri, hasta takip formu, Trakya Üniversitesi Tıp Fakültesince verilen rapor ve Adli Tıp Kurumunda yapılan muayene birlikte değerlendirilmek suretiyle düzenlenen raporda; sonuç olarak, "...Mağdurun yaşı gereği vücut gelişimi dikkate alındığında ve kaydırıcı maddeler kullanılmak suretiyle meydana gelen fiili livata olgularında hiçbir tıbbi bulgu da meydana gelmeyebileceği tıbben bilindiği, muayene esnasında da kaydırıcı madde kullanılmış olduğu cihetle, şahıs livataya maruz kalmış olsa bile hiçbir bulgunun bulunmamış olması gerekirken Kurulumuzda yapılan muayenesinde tespit olunan fissürlerin ilk muayene tarihinden sonra meydana gelmiş olabileceği, olayın adli tahkikat suretiyle aydınlatılabileceği" kanaatine yer verilmiştir.
    Kayıtlara göre, sanık 02.04.1962, mağdur ise 22.05.1966 doğumlu olup sanıkda darp ve cebir izi bulunmamaktadır.
    Mağdur M.U.. kolluktaki 07.10.2003 tarihli ifadesinde; "...Yaklaşık 5 aydır prostat rahatsızlığım vardır ve yine yaklaşık 2 aydır Lüleburgaz SSK Hastanesinde bevliye doktoru olarak görev yapan İ. A..’nin özel muayenehanesine tedavi amacıyla gittim, bu kontrollerim devam etti, bana bu kontrollerde ilaç verdi ben de ilaçlarımı kullandıktan sonra 07.10.2003 günü saat 17.00’de randevu aldım ve saat 16.45 sıralarında Lüleburgaz ... Caddesi üzeri İş Bankası yanında bulunan muayenehaneye gittim. Saat 17.00 sıralarında sıra bana geldi ve içeriye girdim. İçeride baştan bana ilaçların iyi gelip gelmediğini sordu, ben de iyi gelmediğini rahatsızlığımın devam ettiğini söyledim ve akabinde pantolonumu çıkarmamı istedi, bana prostat masajı yapacağını söyledi, ben de pantolonumu ve iç çamaşırımı çıkardım ve kendisi benim arkama geçti ve baştan eli ile benim makatıma prostat tedavisi yapmaya başladı, ben de tedavi yapıyor diyerek sesimi çıkarmadım, fakat biraz zaman geçtikten sonra bana daha değişik sorular sormaya başladı, kadınlara gidip gitmediğimi, evli olup olmadı¬ğımı ve kaç çocuğum olduğunu sordu, ben de evli ve iki çocuk babası olduğumu söyledim ve aramızda söyleşi devam ederken aniden kendi pantolonunu indirdi ve benim makat kısmıma erkek organını soktu, ben baştan fark etmedim ve daha sonra bir ara beni ileriye ve geriye doğru itmeye başladığında dikkatimi arkaya verdiğimde ve kendisinin bana rahatlayıp rahatlamadığımı sorduğundan aniden arkaya doğru döndüğümde, doktor İ. A..’nin pantolonunu topladığını görmem üzerine bana fiili livatada bulunduğunu anladım, kendisine sen doktorsun utanmıyor musun, ben sana tedavi amacıyla gelmişim senin doktorluğuna yakışıyor mu dedim ve oradan çıktım, muyanehanede bulunan hastalara buna güvenmeyin terbiyesiz adam şeklinde sözler söyledim, akabinde de karakola gideceğim dedim ve doktor İ. A..benim arkamdan gelerek polise gitme sana para vereyim şeklinde tekliflerde bulundu, fakat ben kendisini dinlemedim ve karakola geldim, şikayetçiyim" derken, 09.10.2003 tarihinde Cumhuriyet savcısına verdiği dilekçede; "Dr. İ. A.. tarafından muayene esnasında tecavüze uğradım. Makatıma yumuşatıcı merhem sürdü. Birden elleri ile omuzumu tuttuğu anda içime zekerinin girdiğini acıma ile anladım. Ne yapıyorsun deyince külotunu çekmeye başladı. Edirne"den gelen rapora itiraz ediyorum. Kabul etmem çünkü Edirne"ye telefon ettiğini duydum. Adli Tıp"ta muayenemi istiyorum" ifadelerine yer vermiş, Cumhuriyet savcısı önündeki 05.11.2003 tarihli ifadesinde de; "Önceki ifadesini tekrar ettikten sonra...Olaydan 2 ay kadar önce uzmanlık alanı ile ilgili problemim olduğu için muayenehanesine gittim, o zaman bana basit muayeneler sonucunda bir takım ilaçlar verdi ve bana prostat başlangıcı olduğumu söyledi. O gün muayenehaneden çıktım ilaçları kullandım. 15-20 gün sonra rahatsızlığım geçmedi tekrar tekrar gittim aynı şekilde karnımdan ve makatımdan muayene edip tekrar ilaç verdi, 10-15 gün bu ilaçları kullandım. Rahatsızlığım geçmeyince olay tarihinde hastaneye gittim. Durumu anlattım akşam saat 17.00’ye randevu aldım. Sana prostat masajı yapacağım dedi. Ben de randevu alıp muayenehaneye gittim. Doktor beni muayeneye aldı. Muayene ederken aynı zamanda evli olup olmadığımı hayat kadınları ile ilişkim olup olmadığı ve birçok sorular sordu. Bu sıra ben muayene masasında yüzükoyun ve belden aşağım çıplak olarak yatıyordum ve ayaklarım yerde idi. Doktor aynı zamanda eli ile makatımı muayene ediyordu. Benim yatış pozisyonumda doktoru görmem mümkün değildi. Bu sırada birkaç sefer kayganlaştırıcı krem sürdüğünü fark ettim. Daha sonra canımın acıdığını hissettim ve doktora durumu söyledim. O da bunun tedavisi böyle olur diye yine parmakları ile makatımı muayene etmeye devam etti. Birkaç dakika sonra doktorun iki elinin de omuzumda bulunduğunu ve makatıma girip çıktığını fark ettim. Hemen toparlanıp kalktım. Kendisine yaptığının çok ayıp olduğunu ve şikayet edeceğimi söyledim. Tartıştık, bana tedavinin böyle yapılması gerektiğini söyledi. Ayrıca özür dileyerek şikayet etmemi istemediğini söyledi. Ben şikayet etme konusunda ısrar ettim. Bu sefer para teklif etmeye ve tehdit etmeye başladı. Muayenehaneden ben çıktım. Benden önce doktor da çıkmıştı. Ben çıkınca oradaki hastalara doktorun terbiyesiz ırz düşmanı olduğunu ona güvenmemelerini söyledim. Binanın çıkışında doktor bey beni tekrar yakaladı ve şikayet etmeme konusunda ısrar etti, para teklif etti. Hatta bu şekilde mücadele ederek muayenehaneden karakolun önüne kadar geldik. Beni fiziken engellemeye çalıştı. Karakolun yakınlarında dolmuş şoförü olan A. Ç.. isimli şahıs bizi gördü. Ben kendisinden karakola şikayete gittiğimi ancak doktorun engellediğini söyledim. A... doktoru tuttu. Ben karakola gidip şikayet ettim. Daha sonra adliye kanalı ile Edirne Tıp Fakültesi hastanesine muayeneye gittim. Orada muayene esnasında odaya telefon edildi, konuşmalardan arayan şahsın İ. A.. olduğunu anladım. Doktor S. H.. ile görüştüler. Bu görüşmeyi beni götüren polis memuru E.. isimli polis de duydu. Ne konuştuklarını bilmiyorum. Beni muayene eden doktorlar kanamamın olduğunu ve ameliyat olmam gerektiğini bana söylediler. Ancak verdikleri raporda livata bulgusuna rastlanmadığını yazılı olduğu için ben de itiraz ettim. Bunun üzerine C.Başsavcılığı tarafından İstanbul Adli Tıp Kurumuna gönderildim. Orada da muayene oldum ancak sonucunu bilmiyorum. Araştırmalarıma göre aynı kişi böyle olaylara karışmıştır" demiş,
    Duruşmadaki 06.05.2004 tarihli beyanında; önceki ifadelerini tekrar ettiğini söyledikten sonra "Olay günü 17.00 de muayanehaneye gittim, 17.15 de muayeneye başladı, öncelikle evli olup olmadığıma, kaç çocuğumun olduğuna, ne kadar maaş aldığıma, hayat kadınlarına gidip gitmediğime ilişkin tuhaf sorular sordu. Ben anlam veremedim. Daha sonra pantolon ve külotumu çıkartarak eğilmem suretiyle muayeneye başladı. Muayene bu şekilde başladıktan sonra kesinlikle eminim ki iki eli omuzumdaydı ve arkamdan bir şeyin girip çıktığını hissettim. Cinsel organı olup olmadığından emin değilim. Ancak sert bir şeydi. Cinsel organı olması gerekir. Zaten üzerime abanmış vaziyetteydi. Ben ne yapıyorsun deyip arkamı döndüğümde iç çamaşırını çekmiş bir vaziyette pantolonunu çekiştirmeye çalışırken gördüm. Panikle elbiselerini pantolonunun içine sıkıştırdı. Cinsel organını görmedim. Kendisine yaptığının yanlış olduğunu, bir hastaya böyle davranılamayacağını, tedavi için geldiğimi, oysa kendisinin beni düzdüğünü söyledim, süratle oradan ayrılırken oradakilere doktor sanığa güvenmemelerini, ırz düşmanı olduğunu söyledim. Şikayet etmemem için sanık beni karakola kadar takip etti. Orada bir şoförün müdahalesiyle ancak kendimi kurtarabil¬dim. Ben sırf namusumu kurtarmak için şikayette bulundum. Yoksa teklif ettiği parayı kabul ederdim. Muayene gününe kadar ilaçlarımı düzenli olarak kullandım. Dört-beş çeşit ilaç kullanıyordum. Ağrı kesiciler, cinsel gücü artırıcı ilaçlar kullandım. Benim herhangi bir psikolojik rahatsızlığım yoktur. Sanık benim şikayetimden sonra üniversitedeki hocaları aradı. Kanımca etkilemeye çalıştı. Beni muayene eden doktor makatımda kanama olduğunu söyledi. Fakat bunu rapora yazmadı. Hatta götüren polis de bunları yazması gerektiğini söylemişse de yazmadı. Benim üzerimde de baskı kurup şikayetten vazgeçirmeye çalıştı. Buna E. Y.. tanıktır" dedikten sonra, kendisinden sorulduğunda, "Dışarıda hastalar vardı, odaya girdiğimizde kapı kilitli değildi, paravan yoktu, kapı açıldığı takdirde direk hasta görülebiliyordu, devamlı hastaları bu doktora götürüyorduk" diye söylemiş, bunun üzerine, sekretere sorulduğunda ise, sekreter S.Ç.. “muayene odasının kapısında herhangi bir kilit yoktur. Muayene odasında paravan da yoktur. Kapı açıldığı zaman muayene masası hemen kapının karşısındadır. Ben muayene odasının hemen kapısının çaprazında durmaktayım. Benim iznim olmadan herhangi bir hasta veya vatandaş muayene odasına giremez. Sadece benim giriş yetkim vardır” demiştir.
    Sanık İ. A.. kolluktaki 07.10.2003 günlü savunmasında; "Ben Lüleburgaz İlçesi SSK Hastanesinde üroloji uzmanı olarak çalışırım aynı zamanda muayenehanem vardır. Bana sormuş olduğunuz M. U..isimli şahsı hastam olması sebebi ile tanırım bu şahsı daha önce dört defa muayene ettim, aynı zamanda bu şahsın babası olan N.U.. da benim hastamdı. En son olarak M.U.. 07.10.2003 günü akşam saatlerinde muayene olmak için muayenehaneme kontrol amacı ile geldi prostat şikayeti vardı, ürolojik muayene içerisinde makattan parmak ile prostat muayenesi yaptım, kendisinde kronik prostatit teşhisi düşündüm aynı zamanda bir tedavi şekli olan parmak ile prostat muayenesi sonrasında hasta sen bana ne yapıyorsun terbiyesiz dedi, ben de kendisine bu muayenenin rutin prostat şüphesi olan hastalara yapıldığını izah ettim, şahıs bağıra çağıra muayenehaneyi terk etti, daha sonra saat 22.30 sıralarında muayenehanemi kapatıp eve gitmek için dışarı çıktığımda sivil giyimli iki şahıs yanıma gelerek polis olduklarını söyledikten sonra bir konu için ifademe başvurulmak üzere beni polis merkezine davet etmeleri üzerine kendileri ile birlikte polis merkezinize geldim. Olay yukarıda anlattığım gibi olmuştur başka bir söyleyeceğim yoktur" derken, 02.12.2003 tarihinde Cumhuriyet savcısına verdiği dilekçede; "7 Ekim 2003 tarihinde saat 17.30 sıralarında iyileşmediğini ve çok kötü olduğunu söyleyen M.U..4. kez muayenehaneme başvurdu. Hastanın daha önceki muayenelerde koyduğum kronik postatit teşhisi nedeniyle makattan muayene ve prostat masajı olması gerektiğini izah ettim, kabul etti. Eldiveni takarak rektal muayene ve masaja başladığım sırada, panik halinde ‘terbiyesiz bana ne yapıyorsun’ diye bağırmaya başladı. Ben de bu tıbbi muayeneyi bıraktım. Buna bir anlam verememiştim. Ürolojik rektal muayenelerde zaman zaman hastaların tepkileri olur ancak böyle bir tepkiyi ilk defa gördüm. Polis karokoluna gideceğini ve beni şikayet edeceğini söyleyerek bağırmaya devam etti. Birden ne yapacağımı şaşırdım. Bu sırada muayenede bekleme odasında başka hastalar ve sekreter de vardı, onlar da şaşırdılar. Merdivenlerden bağıra çağıra ve hakaret ederek inmeye başladı. Lüleburgaz küçük bir yer olduğu için ve rezillik çıkaracağını düşünerek, birden arkasından gidip onu ikna edebileceğimi ve bu muayenenin normal olduğunu izah edebileceğimi düşündüm. Arkasından giderek, birlikte yürümeye başladık. Ona rezil olacağız, bu tamamen normal bir muayenedir diye, defalarca söyledim. Fakat bağırmaya devam etti, bu sırada çevreden insanlar yanımıza gelip müdahale edince, ne yaparsan yap diyerek muayenehaneye diğer hastalara bakmak üzere geri döndüm, gece saat 21.30 da karakola çağrılınca şoke oldum. 8 Ekim tarihinde sabah hastaneye gittiğimde, başhekim C. G.. beni odasına çağırarak ‘senin hakkında böyle bir suçlama olmuş, ben Edirne Tıp Fakültesi Adli Tıp Bölümünü aradım, orada Prof. Dr. D. A.. hocayla görüştüm, bana konudan haberdar olduğunu ve kıdemli doktor Ö. B..in baktığını, muayenesinin tertemiz olduğunu ve fiili livata bulgusu yok şeklinde rapor düzenlendiğini’ söyledi dedi ve moralini bozma diye teselli etti. 8 Ekim günü öğleyin hastanın eşi beni cep telefonumdan arayarak beni mahkemeye verip rezil edeceklerini söyleyerek, kaç para vereceğimi düşünmemi istedi. Daha sonra hastanın kız kardeşi olduğunu söyleyen bir kadın eşimi telefonla arayarak çeşitli kırıcı laflar söyleyip tedirgin ve rahatsız etti. Ben 8 yıldır Lüleburgaz"da çalışıyorum. 16 yıllık evliyim, biri 16 yaşında diğeri 9 yaşında 2 erkek çocuk sahibiyim. Sicilimde en küçük bir leke yoktur. Aynı zamanda .... Hastanesinde başhekim yardımcısıyım. Ben önceleri bu hastanın rekta tuşeyi hezeyana kapılarak yanlış anladığını ve gerçeğin adli tıp raporunda belli olacağını düşünerek adli süreci takip etmeye başladım. Daha sonra, Lüleburgaz"da çeşitli insanlara beni karalayıcı küçük düşürücü sözler sarfettiğini ve bana halk nazarında prestij kaybettirmeye çalıştığını fark ettim. Şahsın ya menfaat temin etmek için ya da hastalığından kaynaklanan psikolojik rahatsızlık nedeniyle böyle bir işe kalkıştığını düşünüyorum" şeklinde beyanda bulunmuştur. Duruşmadaki 06.05.2004 tarihli savunmasında ise; aynı şeyleri tekrar ettikten sonra, "Ben bu suçu işleme¬dim. Müştekinin bir hezeyan sonucu ayrıca hastalığı sebebiyle kapıldığı psikolojik ve seksüel araz nedeniyle iftirada bulunduğunu düşünüyorum. Kendisini daha önce yatarak ultrason vasıtasıyla muayene ettim, hastalığının geçmemesi üzerine iznini alarak eldiven kullanmak suretiyle muayenesini anal yoldan yaptım. Başka bir tedavi şekli de yoktur. Antidepresif ilaçlar, erkeklik hormunu ve antiboyotik ilaçlar kullandı. Olayın olduğu gün dördüncü gelişiydi" demiştir.
    Trakya Üniversitesi Tıp Fakültesi öğretim üyesi olan tanık Prof. Dr. A. A.. mahkemeye talimatla verdiği 20.04.2004 tarihli ifadesinde; "Sanık ve mağduru olay öncesinde tanımam, yaklaşık 1 hafta veya 10 gün önce sanık bu dava ile ilgili olarak görüşmek üzere bölümümüze geldi, bizden öğretim üyeleri olarak fikrimizi sordu, bunun haricinde hiçbir temasımız olmadı, benim olaydan ertesi gün haberim oldu, çünkü asistanlarımız nöbetleri sırasında verdikleri raporları vs. daha sonra bize bildirirler, ayrıca olaydan sonra Lüleburgaz ...Hastanesi Başhekimi beni telefonla aradı, başhekimi bizim üniversitede ihtisas yaptığı için tanırım, bana kaymakamın olayla ilgili bilgi almak istediğini, kendisinin de ilgili doktorun amiri olduğunu söyledi, ben de bir gün önce yazılmış olan raporu okudum, olay hakkında da o an fikir sahibi oldum, bunun dışında mağdurun muayenesi ve raporun düzenlenmesi sırasında ne kimse tarafından arandım, ne de kimseyi aradım, sanıkla da telefon görüşmesi yapmadım” demiştir.
    Trakya Üniversitesi Tıp Fakültesi Adli Tıp Anabilimdalı"nda çalışmakta olan ve mağdur hakkındaki ilk raporu düzenleyen Dr. Ö.E.. mahkemeye talimatla verdiği 20.04.2004 tarihli ifadesinde; "Nöbetçi olduğum gece acil servise çağrıldım. Fiili livata iddiası vardı, M. U..isimli kişi polis nezaretinde hastaneye getirilmişti, muayenesini ve anal muayenesini yaptım. Bu konudaki bulgulara ilişkin raporumu yazdım. Raporumda belirttiğim hususlar dışında söyleyecek bir şeyim yoktur. Akut livatayı düşündürecek herhangi bir bulguya rastlamadım. Raporumu kendisi de nöbetçi olan Doç. Dr. G. A..a da bildirdim” demiştir.
    Polis memuru olan tanık E. A.. mahkemeye talimatla verdiği 19.04.2004 tarihli ifadesinde; "Ben M.U.."ı savcılığın görevlendirmesi ile Edirne Tıp Fakültesi acil servisine götürdüm. Acilde bulunan diğer görevliler Edirne Adli Tıp Kurumundan konuyla ilgili uzman istediler. Biz acil serviste uzman beklerken, acil serviste ismini bilmediğim bayan bir doktora telefon geldi. Ben telefon konuşmalarını dikkatle dinledim ve İ. A.."nin aradığını öğrendim. Gidip doktora kimin aradığını sordum. Kendisi bana Lüleburgaz"dan İ. A.."nin aradığını ve Adli Tıptan gelecek uzman doktorla görüşmek istediğini ancak doktor henüz gelmediğinden görüştüremediğini söyledi. Bu bayan doktorun adını müşteki almıştı ben bilmiyorum. Ben İ. A.."nin Adli Tıp Uzmanıyla görüşüp görüşmediğini de bilmiyorum. Ayrıca ben muayeneye girmedim” demiştir.
    Sanığın sekreteri olan tanık S. Ç.. 06.05.2004 tarihli duruşmadaki ifadesinde; "Sanıkla, o gün muayeneye gelen ve şu an huzurda bulunan şahsın içeride bulunmaları 5 dakikadır. İçeriden alışmadığımız sesler geliyordu. Hastalarımız da dışarıda bekliyordu. Hasta doktora ne yapıyorsun diye bağırdığında, o da daha önce açıkladığını, muayenenin ancak böyle yapılabileceğini söyleyince hasta ona terbiyesiz herif seni şikayet edeceğim diyerek odadan çıktı, doktor bu arada eldivenleri çıkarıp hastanın yanlış harekette bulunduğunu anlatmaya çalışsa da hasta aynı hareketlere devam ederek doktor sanığa güvenmemelerini, kesinlikle bir daha gelmemelerini, insanların parasını alarak onları sömürdüğünü söyledi. Hasta ile birlikte doktor dışarıya çıktı. Doktor, on dakika kadar sonra gelerek kalan hastalarına baktı” demiştir.
    Mağdurun eşi olan tanık S. U.., 06.05.2004 tarihli duruşmadaki beyanında; "Olay günü eşim eve geldiğinde morali bozuk ve yüzü kapkaraydı. Ne olduğunu sorduğumda bir şey anlatmadı. İki saat kadar sonra olanları anlattı. Yatarken külotunu değiştirmesini söylediğimde, baktığımda kanlar içindeydi. Sinirlerim bozuldu. Bu olaydan yaklaşık 15-20 gün makatından sürekli rahatsızlık çekti. Sürekli akıntısı oldu. Utandığımızdan doktora dahi gidemedik. Çevreye çıkamadık. Bu olayı anlattıktan sonraki üç gün içerisinde herhangi bir tedavi veya müdahale yapmadık. Eşimin herhangi bir psikolojik rahatsızlığı yoktur” demiştir.
    Tanık E.D.., mahkemedeki 27.05.2004 tarihli duruşmada; "M..benim kayınbiraderim olur. Sanıkla da tanışırız. Olay tarihinden iki gün kadar sonra sanık yanıma gelerek hakkındaki iddiaları söyledikten sonra müdahille konuşmamı bu olayın kapanmasını istediğini maddi manevi zararları ne ise onu karşılayabileceğini, aksi takdirde kendisi için ölebilecek adamları olduğunu, tehditvari bir uslüpla söyledi. Bu konuşma sırasında suçu işlediğine dair birşey söylemedi. Ancak olayın aslının olmadığını bana söyledi. Ben de kendisine kendileri için de ölebilecek insanlar olduğunu bu şekilde konuşmasının yanlış olduğunu mahkemenin bu hususta karar vereceğini kendisine söyledim” demiştir. Sanık bunun üzerine, “E.. ile konuştuğum doğrudur, böyle bir şeyin iki taraf için de rezalet olabileceğini, iddiaların asılsız olduğunu, bir çözüm yolu bulmamız gerektiğini, E.."ın üç çocuğunun sünnetini yaptığımı söyledim” şeklinde eklemede bulunmuştur.
    Tanık A.Ç.., mahkemedeki 27.05.2004 tarihli duruşmada; "M..arkada¬şımdır. Olay tarihinde okul servisinin şoförlüğünü yaptığım için beklediğim sırada sanıkla müdahili birbirlerine sarılmış vaziyette ve hareretli bir şekilde konuşurlarken gördüm. Sanık müdahile mütemadiyen ‘Bu işi unut, beni şikayet etme, benim tanınmışlığım ve doktorluğum vardır, böyle söylersen doktorluğum elden gidebilir’ diyerek konuşuyordu ve bu sırada kendisine ‘ne kadar para istersen vermeye hazırım’ diyerek8 para teklif etti. Ben de aşağıya inip tarafları sakinleştirmeye çalıştıysam da müdahil doğruca karakola gitti. Ben tartışma sırasında olayın ne olduğunu anlayamadım. Daha sonra karakola gittim. Müdahil arkadaşım olduğu için olayın mahiyetini öğrenmek istemiştim karakola sokmadılar” demiştir. Sanık bu ifade üzerine sorulduğunda sanık para teklif ettiği hususunu kabul etmediğini, söylemiştir.
    Tüm dosya kapsamı birlikte değerlendirildiğinde;
    37 yaşında ve prostat rahatsızlığı bulunan mağdur M..’in olay tarihinden önce 3 ayrı kez sanığın muayenehanesine gittiği, basit muayeneler sonunda ilaç tedavisinin uygulan¬dığı, olay günü sanık doktor tarafından kendisine tatbik edilen tuşe rektal ve prostat masajının yapılış tarzı konusunda önceden yeterli bilgisinin bulunmaması halinde ve bunun biraz da hoyratça gerçekleştirilmesi durumunda bu tedavi yöntemini farklı yorumlamış, onurunu kıran bir hal olarak algılamış ve tepki göstermiş olabileceği,
    Mağdurun kollukta sanığın iki elinin omuzunda olduğundan bahsetmemesi, yargıla¬ma aşamasında ise sanığın cinsel organını görmediğini söylemesi,
    Muayenehanede olay anında başka hasta kişilerin de bulunduğu, muayene odasının kapısının kilitli olmadığı ve kapı açıldığında dışarıdan muayenenin yapıldığı yerin görülebil¬diği, böyle bir ortamda soyunan doktor sanığın, reşit ve erkek mağdura livatada bulunduğunu kabul edebilme, olanağının bulunmadığı,
    Sanığın, tepki gösterip şikayet edeceğini söyleyerek muayenehaneyi terk eden mağdurun peşinden giderek onu bundan vazgeçirmeye çalışması, hatta para bile teklif etmesinin böyle bir olayın dedikodu olarak duyulması halinde dahi statüsünü etkileyebilecek bir durum olması nedeniyle bundan bir şekilde kurtulma gayreti olarak yorumlanması gerektiği,
    Mağdurun yaşı, gelişimi ve tedavisi sırasında anüs bölgesine kaydırıcı krem sürül¬düğü de nazara alındığında, olay akabinde bu bölgede hiçbir bulgunun meydana gelmeme¬sinin gerektiği, bu itibarla da eşinin, kocasının kilotunda kan gördüğüne ilişkin beyanının inandırıcı bulunmadığı,
    Nitekim olay sonrasında düzenlenen 07.10.2003 tarihli raporda da olayı ve iddiayı doğrulayan bir olgunun saptanamadığı, sanığın bu raporu düzenleyen doktorla görüştüğüne ve raporun da bunun sonucunda gerçek dışı olarak düzenlendiğine ilişkin iddianın da doğrulan¬madığı,
    Bu rapordan ve olaydan üç gün sonra mağduru muayene eden Adli Tıp Kurumunun anüs bölgesinde saptadığı bulguların, ileri sürülen livata eylemi ile irtibatının kurula¬madığı, Adli Tıp Kurumundan alınan raporda saptanan bulguların yapılan tuşe rektal ve prostat masajı sonucunda meydana gelmiş olabileceği,
    37 yaşında ve evli mağdurun, anüsüne erkek cinsel organının sokulması ve üzerine abanılıp ileri geri hareket yapılması durumunda bunun ne anlama geldiğini derhal farketmesi gerektiği halde farkedemediğine ilişkin anlatımlarının diğer kanıtlar karşısında inandırıcı bulunmadığı ve mahkemenin beraat kararının yerinde olduğu anlaşılmaktadır.
    Bu itibarla; temyiz itirazlarının reddiyle, yerel mahkeme hükmünün tebliğnamedeki düşünceye uygun olarak onanmasına karar verilmelidir.
    SONUÇ:
    Açıklanan nedenlerle,
    1-Katılan vekili ve yerel Cumhuriyet savcısının temyiz itirazlarının reddiyle, Kırklareli Ağır Ceza Mahkemesinin 23.12.2008 gün ve 212-240 sayılı direnme hükmünün ONANMASINA,
    2-Dosyanın, Kırklareli Ağır Ceza Mahkemesine gönderilmek üzere, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİİNE, 19.10.2010 günü yapılan müzakerede tebliğna¬me¬deki düşünceye uygun olarak oybirliği ile karar verildi.

     

     

    Hemen Ara