Esas No: 2017/33709
Karar No: 2017/33709
Karar Tarihi: 13/1/2021
AYM 2017/33709 Başvuru Numaralı CENGİZ PIRNAR VE DİĞERLERİ Başvurusuna İlişkin Karar
TÜRKİYE CUMHURİYETİ |
ANAYASA MAHKEMESİ |
|
|
İKİNCİ BÖLÜM |
|
KARAR |
|
CENGİZ PIRNAR VE DİĞERLERİ BAŞVURUSU |
(Başvuru Numarası: 2017/33709) |
|
Karar Tarihi: 13/1/2021 |
|
İKİNCİ BÖLÜM |
|
KARAR |
|
Başkan |
: |
Kadir ÖZKAYA |
Üyeler |
: |
Engin YILDIRIM |
|
|
Celal Mümtaz AKINCI |
|
|
Rıdvan GÜLEÇ |
|
|
Basri BAĞCI |
Raportör |
: |
Olcay ÖZCAN |
Başvurucular |
: |
1.Cengiz PIRNAR |
|
|
2. Hasan ADAR |
|
|
3. Hüseyin PIRNAR |
|
|
4. İsmail PIRNAR |
|
|
5. Kefser PIRNAR |
|
|
6. Mehmet PIRNAR |
|
|
7. Refiye PIRNAR |
|
|
8. Serkan PIRNAR |
|
|
9. Tarık PIRNAR |
|
|
10. Yaşar PIRNAR |
|
|
11. Yıldız KARABACAK |
|
|
12. Yılmaz ADAR |
Başvurucular Vekili |
: |
Av. Neslihan ÖZTÜRK |
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru; tapulu taşınmazın orman vasfıyla tescil harici bırakılması, bu sebeple açılan tescil davasına dahil edilmemeleri ve açılan tazminat davasının zamanaşımı gerekçesiyle reddedilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 25/8/2017 tarihinde yapılmıştır.
3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuşlardır.
4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
6. Başvurucu Sıdıka Pırnar"ın mirasçıları olan başvurucular Refiye Pırnar, Mehmet Pırnar, İsmail Pırnar, Serkan Pırnar ve Hüseyin Pırnar tarafından sunulan 4/6/2018 tarihli dilekçe ekinde yer alan veraset ilamına göre Sıdıka Pırnar 6/2/2018 tarihinde vefat etmiştir. 4/6/2018 tarihli dilekçede, Sıdıka Pırnar hissesi yönünden başvuruya devam edildiği ifade edilmiştir. Bu nedenle başvurucu Sıdıka Pırnar"ın adına karar başlığında yer verilmemiştir.
7. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüş bildirilmesine gerek olmadığını bildirmiştir.
III. OLAY VE OLGULAR
8. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir:
9. İstanbul ili Eyüp İlçesi Kemerburgaz Mahallesi İki Kemer Sokağı Sarıyer mevkiinde bulunan on yedi dönümlük taşınmaz başvurucuların murisi E.B. adına tapuya kayıtlıdır. Başvurucular tapu kaydına konu taşınmazın murise 1933 yılında iskânen verildiğini ileri sürmektedir.
10. Taşınmazın bulunduğu mevkide 1939 yılında yapılan orman kadastrosu itiraz edilmediğinden 1940 yılında kesinleşmiş ve taşınmaz Belgrad Devlet Ormanı sınırları içine alınmıştır.
11. Başvurucuların murisi E. B. 15/12/1943 tarihinde vefat etmiştir.
12. Başvurucular dışındaki bir kısım E.B. mirasçıları tarafından 14/12/1988 tarihinde Eyüp Belediye Başkanlığı, Orman Genel Müdürlüğü ve Hazine aleyhine Eyüp Kadastro Mahkemesinde tapu iptali ve tescili istemiyle dava açılmıştır. Davada, söz konusu taşınmazın murislerine iskânen verilen yer olduğu ve elli yıldır zilyetliklerinde bulunduğu ileri sürülmüştür. Verilen görevsizlik kararı üzerine davaya Eyüp 5. Asliye Hukuk Mahkemesince (Eyüp Asliye Hukuk Mahkemesi) devam edilmiştir. Eyüp Asliye Hukuk Mahkemesi 19/10/1999 tarihinde, ileri sürülen iskân kayıtlarının taşınmaza uyabileceğine ve elli yıldır taşınmazın davacıların zilyetliğinde olduğuna ilişkin bilirkişi ve tanık beyanlarının bulunduğu ancak 1940 yılında kesinleşen orman tahdit sınırları içinde kaldığı belirlenen taşınmaza ilişkin iskân kayıtlarının hukuki yönden geçerliliğinin kalmadığı ve orman niteliğindeki taşınmazın zilyetlikle kazanılamayacağı gerekçeleriyle davayı reddetmiştir. Kararın, temyiz ve karar düzeltme kanun yollarından geçerek 6/6/2000 tarihinde kesinleştiği anlaşılmıştır.
13. Bu davanın davacıları tarafından 17/6/2002 tarihinde Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine (AİHM) başvuru yapılmıştır. Bu başvuruda davacılar, İstanbul ili Belgrad Ormanında bulunan 45.350 m² yüz ölçümlü yerin zilyetliklerinde olduğunu belirtmiş ayrıca murisleri adına tescil edilen 17.000 m²lik kısmın tapusunu eklemiştir.
14. AİHM 9/2/2010 tarihinde 17.000 m²lik kısım dışında kalan bölüm yönünden başvuranların mülkünün olmadığını belirterek başvurunun bu kısmının konu bakımından yetkisizlik nedeniyle reddine, 17.000 m²lik kısım yönünden ise başvuranların mülkiyet haklarının ihlal edildiğine karar vermiştir. Bu kararın gerekçesinde özetle;
i. Başvurucuların murisinin 1939 yılındaki kadastro komisyonu kararına karşı herhangi bir itirazda bulunmadığı ancak usulüne uygun olarak hazırlanmış bir tebligat aldığının ispatlanamadığı ifade edilmiştir.
ii. Taşınmazın muris adına tapuda kayıtlı kaldığı, bu tapu senedinin iptal edilmediği ve mirasçıların tarımsal faaliyetlerde bulunmak amacıyla taşınmazı kullanmaya devam ettikleri vurgulanmıştır.
iii. Mirasçı olan başvuranların ataları adına tapuya tescil edilmiş olan ve mülkiyet hakkının tartışmasız kanıtı olarak kabul edilen tapu senedinin yasal güvence altında olduğunu düşünmelerinin meşru olduğuna işaret edilmiştir.
iv. Taşınmazın başvuranlar adına tescili isteminin reddedilmesinin mülkten yoksun bırakma niteliğinde olduğuna ve ormanların korunması amacının kamu yararı kapsamına girdiğine değinilmiştir. Mülkten yoksun bırakma hâlinde ihtilaf konusu tedbirin adil dengeye riayet edip etmediğinin ve bilhassa başvuranlara orantısız bir yük yükleyip yüklemediğinin belirlemesi için iç hukukta öngörülen telafi yöntemlerinin dikkate alınması gerektiği belirtilerek mülkün değerine karşılık makul bir mablağın ödenmemesinin aşırı bir müdahale oluşturacağına vurgu yapılmıştır.
v. Başvurucuların mülklerinden yoksun bırakılmalarına rağmen herhangi bir tazminat elde edememesi nedeniyle mülkiyet haklarının ihlal edildiği sonucuna varılmıştır.
15. AİHM 12/4/2011 tarihinde taraflarca dostane çözüm sağlanamadığını ve başvuranlardan M.B.nin vefat edip mirasçılarının başvuruyu sürdürmediklerini ifade ederek M.B. dışındaki başvuranların hisse miktarının 12.183,33 m² olduğunu tespit etmiştir. Bu miktarın karşılığı olarak AİHM, başvuranlar lehine 536.000 euro (avro) tazminata hükmetmiştir.
16. Başvuruculardan Yılmaz Adar ve Hasan Adar ile Refiye Pırnar, Mehmet Pırnar, İsmail Pırnar, Serkan Pırnar, Hüseyin Pırnar ve Sıdıka Pırnar tarafından 2012 yılında verilen iki ayrı dilekçeyle Bakanlığa başvurulmuş ve AİHM kararında murisleri Refiye Pırnar"ın payının ayrıldığı ve AİHM"e başvuran diğer mirasçılara ödenmediği ifade edilerek, muris Refiye Pırnar"dan miras paylarına isabet eden tazminat bedellerinin ödenmesi istenilmiştir.
17. Bakanlık, 19/9/2012 ve 14/11/2012 tarihli cevaplarında aleyhlerine hükmedilmiş ve kesinleşmiş bir mahkeme kararı bulunmadığından işlem yapılamadığını bildirmiştir.
18. Başvurucular Yılmaz Adar, Hasan Adar, Refiye Pırnar, Mehmet Pırnar, İsmail Pırnar, Serkan Pırnar, Hüseyin Pırnar ve Sıdıka Pırnar tarafından 30/11/2012 tarihinde İstanbul 12. Asliye Hukuk Mahkemesinde (Mahkeme) 22/11/2001 tarihli ve 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu"nun 1007. maddesine istinaden tazminat ödenmesi istemiyle dava açılmıştır. Bu davada, murisin bir kısım mirasçılarına AİHM tarafından hisseleri oranında tazminat ödenmesine karar verildiğini, AİHM kararından sonra yargılama sürecinden haberleri olduğunu, kendi hisselerine düşen tazminatın ödenmesine ilişkin talebin Bakanlık tarafından reddedildiğini ileri sürmüş ve 99.710 euronun ödenmesini istemişlerdir.
19. Diğer başvurucular Cengiz Pırnar, Tarık Pırnar, Yıldız Karabacak, Yaşar Pırnar ve Kefser Pırnar tarafından İstanbul 1. Asliye Hukuk Mahkemesinde 7/2/2013 tarihinde aynı gerekçelerle dava açılmış ve toplam 49.854,99 euronun ödenmesi istenilmiştir. İstanbul 1. Asliye Hukuk Mahkemesi tarafından davanın 30/11/2012 tarihinde açılan dava ile birleştirilerek birleştirilen dosya üzerinden yargılamaya devam edilmesine karar verilmiştir.
20. Mahkeme 17/4/2014 tarihinde davayı reddetmiştir. Kararın gerekçesinde özetle;
i. Kadastro komisyonunun kararlarının 21/6/1987 tarihli ve 3402 sayılı Kadastro Kanunu"nda belirtilen sürede itiraz edilmediği için kesinleştiği, eski tarihli tapunun hukuki bir değerinin kalmadığı ve bu arazinin orman statüsünde olduğu için kazandırıcı zamanaşımı yolu ile kazanılmaya da elverişli bulunmadığı ifade edilmiştir.
ii. AİHM"e diğer mirasçılar tarafından yapılan başvurunun iç hukuk yollarını tüketmeleri sonucunda yapıldığı, bu mirasçılar yönünden verilen ihlal kararının kendilerine özgü protokol ve genelgelerdeki prensiplere dayanılarak verildiği, bu mevzuatın getirdiği hükümlere dayalı kararların iç hukuka bire bir uygulanmasının söz konusu olamayacağı ve bu nedenle de başvurucuların bazı mirasçılara ilişkin AİHM kararına dayanmalarının isabetli olmadığı vurgulanmıştır.
21. Yapılan temyiz istemi Yargıtay 20. Hukuk Dairesince (20. Hukuk Dairesi) 1/6/2016 tarihinde reddedilmiş ve karar gerekçe düzeltilerek onanmıştır. Onama kararının gerekçesinde, dava konusuna dayanak oluşturan tapu kaydının 1940 yılında yapılan orman tahdidinin içinde kaldığı gibi aynı tapu kaydına dayanarak bir kısım tapu malikleri tarafından açılan tescil davasında verilen ret kararının 6/6/2000 tarihinde kesinleştiği belirtilerek on yıllık genel zamanaşımı süresinin geçtiğine işaret edilmiştir.
22. Nihai karar başvurucular vekiline 1/8/2017 tarihinde tebliğ edilmiştir.
23. Başvurucular 25/8/2017 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
IV. İLGİLİ HUKUK
A. Ulusal Hukuk
24. Konu hakkında bkz. Yaşar Çoban [GK], B. No: 2014/6673, 25/7/2017, §§ 37, 38.
1. Yargıtay Kararları
25. Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun (HGK) 18/11/2009 tarihli ve E.2009/4-383, K.2009/517 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:
"...
Bu aşamada, kadastro işlemlerinden doğan zararın, tapu sicilinin tutulmasından kaynaklanan zarar kapsamında değerlendirilip değerlendirilemeyeceği hususunun açıklanmasında yarar bulunmaktadır.
...
Davaya konu somut olayda, yapılan kadastro işlemine süresi içinde Hazine adına itiraz etmekle yükümlü olan görevliler üzerlerine düşen görevlerini yapmamışlardır. Tapu işlemleri kadastro tespiti işlemlerinden başlayarak birbirini takip eden işlemler olduğundan ve tapu kütüğünün oluşumu aşamasındaki kadastro işlemleri ile tapu işlemleri bir bütün oluşturduğundan, bu kayıtlarda yapılan hatalardan T.M.K. 1007 anlamında Devletin sorumlu olduğunun kabulü gerekir.
Burada Devletin sorumluluğu kusursuz sorumluluktur. Kusursuz sorumluluk tapu siciline bağlı çıkarların ve ayni hakların yanlış tescili sonucu değişmesi yada yitirilmesi ile bu haklardan yoksun kalınması temeline dayanır. Çünkü sicillerin doğru tutulmasını üstlenen ve taahhüt eden Devlet, gerçeğe aykırı ve dayanaksız kayıtlardan doğan zararları da ödemekle yükümlüdür. Bu itibarla, kadastro görevlilerinin dayanaksız yada gerçek hukuksal duruma uymayan kayıtlar düzenlemelerini ve taşınmazın niteliğinde yanlışlıklar yapmalarını da aynı kapsamda düşünmek gerekir.
...
Sonuç itibariyle; davacının, Devletin kusursuz sorumluluğundan kaynaklanan bir zararının oluştuğu ve bu zararın tazminini Devletten isteyebileceği, Devletin kadastro işlemlerinden kaynaklanan sorumluluğunun da TMK’nun 1007.maddesi kapsamında olması gerektiği, bu nedenle görülmekte olan davanın adli yargıda bakılması gerektiği sonucuna varılmıştır.
..."
26. Yargıtay HGK"nın 13/6/2018 tarihli ve E.2017/5-2025, K.2018/1189 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:
"...somut olayda 818 sayılı BK’nın 60. maddesinde (6098 sayılı TBK’nın 72. maddesi) öngörülen ve haksız fiil sorumluluğunun tabi olduğu 1 ve 10 yıllık zamamaşımı sürelerinin mi yoksa aynı Kanunun 125. maddesinde (6098 sayılı TBK’nın 146. maddesi) yer alan 10 yıllık genel zamanaşımı süresinin mi uygulanmasının gerektiği, burada varılacak sonuca göre davanın zamanaşımına uğrayıp uğramadığı noktasında toplanmaktadır.
...
Devletin sorumluluğundan söz edebilmek için, tapu sicilinin tutulmasında sicil görevlisinin hukuka aykırı bir işleminin ve bununla zararlı sonuç arasında nedensellik bağının varlığı gerekmekle birlikte, eylemin kusura dayanıp dayanmamasının bir önemi yoktur. Eş söyleyişle, Devletin sorumluluğu, kusursuz bir sorumluluktur.
...
Bununla birlikte Devletin TMK’nın 1007. maddesi kapsamında sorumluluğu sınırsız olmayıp, belli bir zamanaşımı süresine tabidir. İşte tam bu noktada kısaca zamanaşımı kavramına ve bu konudaki yasal düzenlemelere değinmekte fayda bulunmaktadır.
Özel hukukta teknik bir kavram olan zamanaşımı, bir hakkın kazanılmasında veya kaybedilmesinde Kanunun kabul etmiş olduğu sürenin tükenmesi anlamına gelmektedir. Çekişmelerin bir an önce sonuçlandırılmayıp uzun süre askıda bırakılmasının toplumun barış ve huzurunu bozacağı düşünülerek yargı yoluyla hak aramaya konulan zaman sınırı olarak öngörülen zamanaşımı, bir borcu doğuran, değiştiren, ortadan kaldıran bir olgu olmayıp, doğmuş ve var olan bir hakkın istenmesini ortadan kaldıran bir savunma aracıdır.
Mülga 818 sayılı Borçlar Kanunu’nun 60. maddesinin birinci fıkrasında haksız fiilden zarar görenin zararının tazmini istemiyle açacağı davaların bağlı olduğu zamanaşımı süreleri ayrıca düzenlenmiştir.
Mülga 818 sayılı Borçlar Kanunu’nun "Müruru zaman" başlıklı 60. maddesinde; "Zarar ve ziyan yahut manevi zarar namıyla nakdi bir meblağ tediyesine müteallik dava, mutazarrır olan tarafın zarara ve failine ittılaı tarihinden itibaren bir sene ve her hâlde zararı müstelzim fiilin vukuundan itibaren on sene mürurundan sonra istima olunmaz…" hükmü yer almaktadır.
BK’nın 60. maddesinin birinci fıkrasına göre, tazminat davası açma hakkı zarar görenin, zararı ve haksız eylemi öğrenmesinden itibaren başlayacak ve bir yılda zamanaşımına uğrayacaktır. Burada önemli olan zararı ve tazminat sorumlusunu öğrenmektir.
Diğer bir anlatımla, bir yıllık sürenin başlaması için zarar görenin, zarar ile birlikte tazmin borçlusunu da öğrenmiş olması gerekir. Kusur sorumluluğunda failin öğrenilmesi gerekir.
Aynı Kanunun "On senelik müruru zaman" başlıklı 125. maddesi ise; "Bu kanunda başka suretle hüküm mevcut olmadığı takdirde, her dava on senelik müruru zamana tabidir." şeklinde bir düzenleme içermektedir. Anılan maddenin birinci fıkrasında süreler belirlendikten sonra maddenin ikinci fıkrasında ceza dava zamanaşımına yollamada bulunulmuştur.
818 sayılı BK’nın 125-140. (6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 146-161.) maddeleri arasında düzenlenen genel zamanaşımı hükümlerine göre alacak hakkı alacaklı tarafından yasanın öngördüğü süre ve koşullar içinde talep edilmediğinde etkin bir hukuki himayeden, başka bir deyişle dava yoluyla elde edilebilme olanağından yoksun bırakılmaktadır. Zamanaşımına uğrayan alacağın tahsili hususunda Devlet kendi gücünü kullanmaktan vazgeçmekte, böylece söz konusu alacağın ödenip ödenmemesi keyfiyeti borçlunun iradesine bırakılmaktadır. Şu hâlde zamanaşımına uğrayan alacak ortadan kalkmamakla beraber, artık doğal bir borç (Obligatio naturalis) hâline gelmektedir. Ancak belirtmek gerekir ki, alacağın salt zamanaşımına uğramış olması onun eksik bir borca dönüşmesi için yeterli değildir; bunun için borçlunun, kendisine karşı açılmış olan alacak davasında alacaklıya yönelik bir defide bulunması gerekir (HGK’nın 05.05.2010 gün ve 2010/8-231 E., 255 K. sayılı kararı).
Bu nedenle zamanaşımı hukuki niteliği itibariyle maddi hukuktan kaynaklanan bir defi olup usul hukuku anlamında ise bir savunma aracıdır (Kuru, B.: Hukuk Muhakemeleri Usulü, İstanbul 2001, Cilt: 2, s.1761; Von Tuhr. A.: Borçlar Hukuku, C. I-II, Ankara 1983, C. Edege çev., s.688 vd.; Canbolat, F: Def’i ve İtiraz Arasındaki Farklar ve İleri Sürülmesinin Hukuki Sonuçları, EÜHF Dergisi, Cilt:III, Sayı:1, s.255 vd.; HGK’nun 06.04.2011 gün ve 2010/9-629 E., 2011/70 K. sayılı kararı).
Yasada hangi hakların zamanaşımına uğrayacağı, hangilerin uğramayacağı belirli bir sistem hâlinde düzenlenmiş değildir. Mevcut hukuk düzeni ve mevzuata göre, borçlar, ticaret, eşya ve kamu hukukundan kaynaklanmış olsun bütün alacaklar zamanaşımına tabidir.
BK’nın 125. maddesine göre özel hukukta aksine bir hüküm bulunmadıkça alacaklar ilke olarak on yıllık zamanaşımına tabidir. 10 yıllık süre ise kusursuz sorumlulukta kanunen sorumlu görülen kişinin öğrenilmesi ile başlar.
Yukarıda ifade edildiği gibi TMK’nın 1007. maddesi uyarınca Devletin sorumluluğunun objektif-kusursuz sorumluluk hâli olduğunun kabul edildiğine ve bu sorumluluk hâlinin 818 sayılı BK’nın 41. ve devamı maddelerinde düzenlenen haksız fiil sorumluluğu ile ilgisi bulunmadığına göre, aynı Kanunun 60. maddesinde (6098 sayılı BK’nın 72. maddesi) yer alan zamanaşımı kurallarının uygulanma imkânı olmadığı gibi, TMK’nın 1007. maddesine dayanılarak açılan davalar için ayrıca zamanaşımı süresinin öngörülmediği dikkate alındığında, 818 sayılı BK’nın 125. maddesindeki (6098 sayılı BK’nın 146. maddesi) 10 yıllık genel zamanaşımı süresinin devletin sorumluluğu için uygulanması gerekir.
...""
27. 20. Hukuk Dairesinin 21/12/2015 tarihli ve E.2015/3740, K.2015/12886 sayılı kararının ilgili bölümü şöyledir:
"...
Mahkemece, kadastro tespitinin 1953 yılında yapıldığı, 3402 sayılı Kadastro Kanununun 12/3. maddesine göre 10 yıllık süre içinde tespite itiraz edilmemesi nedeniyle tutanakların kesinleştiği, esasen ortada devletin sorumluluğunu gerektirecek tapu sicilinin yanlış tutulmasından kaynaklanan bir yolsuz tescil durumunun da olmadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiş, hüküm davacılar vekili tarafından temyiz edilmiştir.
Dava, 4721 sayılı TMK"nın 1007. maddesi gereğince açılan tazminat ile tapu iptali ve tescil davasıdır.
İncelenen dosya kapsamına, kararın dayandığı gerekçeye göre; çekişmeli taşınmazın kadastro tespitinin 1953 yılında yapıldığı ve davacıların kadastro tespitine itiraz etmemeleri nedeniyle 1963 yılında kesinleşerek davalı gerçek kişiler adına tapu kaydı oluştuğu, bu tarihten itibaren davacıların mülkiyet hakkına dayanarak tazminat isteme haklarının kalmadığı, kaldı ki; TMK"nın1007. maddesine dayanılarak açılan tazminat davaları için ayrıca zamanaşımı öngörülmediğinden, 6098 sayılı Borçlar Kanununun 146. (mülga 818 sayılı Borçlar Kanununun 125.) maddesinde yazılı 10 yıllık genel zamanaşımı süresinin uygulanmasının söz konusu olduğu davada, tespitin kesinleştiği 1963 yılından itibaren 10 yıllık süre içinde dava açılmaması nedeniyle bu sürenin de geçtiği, davalı Hazinenin de zamanaşımı itirazında bulunduğu gözönüne alındığında davanın reddine karar verilmesinde isabetsizlik bulunmadığına göre, davacılar vekilinin temyiz itirazlarının reddi ile usûl ve kanuna uygun olan hükmün ONANMASINA
..."
28. 20. Hukuk Dairesinin 23/11/2017 tarihli ve E.2016/2493, K.2017/9897 sayılı kararının ilgili bölümü şöyledir:
"Davacılar vekili, 24/10/2014 havale tarihli dilekçesinde özetle; İzmir ili, Merkez, Narlıdere 156 ada 1406 parsel sayılı taşınmazın müvekkillerin murisi tarafından 1976 yılında satın alındığını, ancak Orman Genel Müdürlüğü tarafından açılan dava sonucu tapu kaydının iptal edilerek, orman sınırları içine alındığını ileri sürerek, fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak suretiyle şimdilik 15.000,00.-TL tazminatın dava tarihinden itibaren işleyecek faiziyle birlikte davalıdan tahsiline karar verilmesini talep etmiştir.
Davalı Hazine ise süresinde verdiği cevap dilekçesinde: tapu iptali ve tescil kararının kesinleştiği tarihten itibaren zamanaşımı süresinin geçtiğini ileri sürmüştür.
Mahkemece, davanın 10 yıllık zamanaşımı süresinde açılmamış olması sebebiyle reddine karar verilmiş, hüküm davacılar vekili tarafından temyiz edilmiştir.
Dava, TMK"nın 1007. maddesi uyarınca açılan tazminat davasıdır.
İncelenen dosya kapsamına ve kararın dayandığı gerekçeye göre, İzmir 8. Asliye Hukuk Mahkemesinin 1981/602 E. - 1983/403 K. Sayılı kararının kesinleştiği 28/11/1983 tarihi ile davanın açıldığı 24/10/2014 tarihleri arasında 10 yıllık zamanaşımı süresinin dolduğu anlaşıldığından, yerinde görülmeyen temyiz itirazlarının reddi ile usûl ve kanuna uygun olan hükmün ONANMASINA,
..."
29. 20. Hukuk Dairesinin 10/5/2018 tarihli ve E.2016/7929, K.2018/3624 sayılı kararının ilgili bölümü şöyledir:
"...Dava, tapu kaydının mahkeme kararı ile iptal edilmesi nedeniyle uğranılan zararın, 4721 sayılı TMK"nın 1007. maddesi uyarınca tazmini istemine ilişkindir.
İncelenen dosya kapsamına, kararın dayandığı gerekçeye, Orman Yönetimi tarafından açılan dava sonucu İzmir 4. Asliye Hukuk Mahkemesinin 1999/805 E. - 2001/752 K. sayılı ilamıyla davacıların miras bırakanının maliki olduğu 198 ada 75 parsel sayılı taşınmazın 53.519 m2 yüzölçümlü kesiminin kesinleşen orman tahdidi içinde kaldığı gerekçesiyle tapu kaydının iptaline ve orman niteliği ile Hazine adına tesciline karar verilerek temyiz edilmeksizin 03.12.2001 tarihinde kesinleştiğine, eldeki tazminat davasının ise 28.04.2015 tarihinde açıldığına, 6098 sayılı Türk Borçlar Kanununun 146. maddesinde düzenlenen 10 yıllık dava açma zamanaşımı süresinin dolduğuna, davalı Hazine süresi içinde zamanaşımı definde bulunduğuna göre yazılı şekilde hüküm kurulmasında isabetsizlik bulunmadığından hükmün ONANMASINA,
...""
30. 20. Hukuk Dairesinin 7/5/2019 tarihli ve E.2019/1461, K.2019/3223 sayılı kararının ilgili bölümü şöyledir:
"...
Dava dilekçesindeki açıklamaya göre dava, 4721 sayılı TMK"nın 1007. maddesi gereğince tapu sicilinin tutulmasından kaynaklı tazminat davasıdır.
İncelenen mahkeme dosyasına, kararın dayandığı gerekçeye, dava konusu yeniköy 237 parsel sayılı taşınmazın 1969 yılında yapılan kadastro sırasında 14/08/1956 tarih 96 sıra numaralı tapu kaydına dayanarak T.T. adına tespit edildiği, Orman Yönetimi tarafından kadastro tespitine itiraz edilmesi sonucu tapulama mahkemesinin 1982/110 E. - 1985/298 K. sayılı ilamı ile taşınmazın tapuda orman olarak kayıtlı olan taşınmaz sınırları içinde kalması nedeni ile davanın kabulüne, taşınmazın Hazine adına tescil edilmiş ormana ait kaydın müseccel bulunduğu birliğin tapu kütüğüne aktarılmasına karar verildiği, anılan hükmün 23/09/1991 tarihinde kesinleştiği, eldeki davanın 10 yıllık zamanaşımı süresi dolduktan sonra 16/03/2015 tarihinde açıldığı, davalı Hazinenin süresi içinde zamanaşımı definde bulunduğu, davacının tescil talebi açısından ise Tapulama Mahkemesinin kararının orman yönetimi ve tespit malikinin mirasçıları için kesin hüküm oluşturduğu, belirlenerek hüküm kurulmasında bir isabetsizlik bulunmadığına göre, yerinde görülmeyen temyiz itirazlarının reddi ile usûl ve kanuna uygun olan hükmün ONANMASINA,
..."
2. Bölge Adliye Mahkemesi Kararları
31. İzmir Bölge Adliye Mahkemesi 5. Hukuk Dairesinin 2018 yılında açılan davaya ilişkin 18/1/2019 tarihli ve E. 2019/52, K.2019/90 sayılı kararının ilgili bölümü şöyledir:
"...
Dava, tapu kaydının yanlış kişi adına tescilinden kaynaklı uğranılan zararın, 4721 sayılı TMK"nın 1007. maddesi uyarınca tazmini istemine ilişkindir.
Mahkemece davanın zamanaşımı nedeniyle reddine karar verildiği, hükmün davacılar vekili tarafından istinaf kanun yoluna getirildiği görülmüştür.
...
Dava konusu taşınmazın tapu kaydı ve kadastrol tutanaklarının incelenmesinde Mehmet Karakuyu adına 24/12/1979 tarihinde tapuya tescil edildiği görülmüştür. 3402 sayılı kadastro kanunun 12/3 maddesine göre tapulama tutanaklarının kesinleştiği tarihten itibaren 10 yıl geçtikten sonra kadastrodan önceki hukuki sebeplere dayanılarak itiraz edilip dava açılamaz.
...
10 yıllık zamanaşımı süresi içinde TMK 1007 maddesine göre kadastral işlemlere dayanılarak tazminat talep hakkı 18/11/2009 tarihli Yargıtay Hukuk Genel Kurulu içtihatı ile tanınmışsa da gerek kadastro tutanağının kesinleştiği tarihten itibaren 10 yıllık sürenin gerekse Anayasa mahkemesinin 2014/6673 esas sayılı dosyasında belirtilen makul süre bu davada dava tarihi itibariyle geçmiş olduğundan mahkemenin vermiş olduğu karar doğrudur.
...""
32. Antalya Bölge Adliye Mahkemesi 8. Hukuk Dairesinin 25/2/2019 tarihli ve E.2018/606, K.2019/75 sayılı kararının ilgili bölümü şöyledir:
"...
Dava, TMK 1007. maddesi uyarınca tapu sicilinin tutulmasından kaynaklı tazminat istemine ilişkindir.
İstinaf edilmek suretiyle Dairemiz önüne gelen uyuşmazlık, orman niteliğinde olduğu gerekçesiyle tapusu iptal edilen taşınmaz nedeniyle TMK.nun 1007. maddesi uyarınca açılacak davalarda zamanaşımı süresinin bulunup bulunmadığı, varsa bu sürenin başlangıcının zararın oluştuğu tarihten mi yoksa 18/11/2009 tarihli Yargıtay HGK ile yargı yolu açılması sonucu HGK kararından itibaren mi zamanaşımının başlayacağına ilişkindir.
Tazminat istemine konu 111 parsel sayılı taşınmaz, Mart 1951 tarih C.139, S:64, N:136 sayılı tapu kaydı ve 176 tahrir nolu vergi kaydı dayanak alınarak 40900 m² yüzölçümü ve beyanlar hanesinde "4753 sayılı Kanunun 7nci bölümünün 61, 62, 63 maddelerine göre takyide tabidir" belirtmesi ile Durmuş Göç adına tesbit edilmiş ve itiraz edilmeksizin 04/07/1978 tarihinde kesinleşmekle tapu siciline tescil edilmiştir.
...
Yukarıda belirtilen bilgiler ışığında somut olay değerlendirildiğinde; hâlen tapu sicilinde muris adına tescilli bulunan 111 parsel sayılı taşınmaz, 4753 sayılı Kanun hükümleri uyarınca oluşan Mart 1951 tarih 136 sıra sayılı tapu kaydı dayanak alınarak 1978 yılında 766 sayılı Kanun hükümlerine göre yapılıp kesinleşen kadastro çalışmaları sonucunda muris Durmuş Köç adına tescil edildiği, Antalya 1. Asliye Hukuk Mahkemesinin 05/06/1985 tarihli 1984/262-350 E.K. sayılı kararı uyarınca Devlet Ormanı sayılan yerlerden olduğu gerekçesiyle tapu kaydının iptaline karar verildiği ve temyiz edilmeksizin hükmün 12/11/1986 tarihinde kesinleştiği, tapu sicilinde terkin işlemi yapılmasa da TMK 705/2 maddesi uyarınca mülkiyetin mahkeme işleminin kesinleştiği 12/11/1986 tarihi itibariyle Hazineye geçtiği, tescilin açıklayıcı nitelikte bulunduğu, 10 yıllık zamanaşımının, mülkiyetin geri alınma imkanı olmaksızın yitirilmesi tarihinden itibaren 12/11/1996 tarihinde dolduğu, ancak bu tarih itibariyle bulunan yargısal içtihatların, Devletin tapu sicilinin tutulmasından doğan sorumluluğunun tapu kütüğünün oluşumu sırasında yapılan hataları kapsamadığı yolunda olduğu, Yargıtay HGK"nın 18/11/2009 tarihli kararından sonra Yargıtay içtihadlarının değiştiği ve TMK.nun 1007. maddesinde öngörülen sorumluluğun kadastro görevlilerinin dayanaksız ya da gerçek hukuksal duruma uymayan kayıtlar düzenlemelerini ve taşınmazın niteliğinde yanlışlıklar yapmalarını da kapsadığının belirtilmesi sonucu tazminat talep etme yolunun açıldığı, bu durumun AİHM de yeni bir iç hukuk yolu oluştuğunun kabul edildiği, 18/11/2009 tarihinden önce zamanaşımı süresi dolmuş bulunan eldeki dava yönünden 4721 sayılı Kanun"un 1007. maddesi kapsamında dava açılabilmesi imkanı yönünden Anayasa Mahkemesinin yukarıda belirtilen hak ihlali kararı nazara alınarak makul bir sürenin öngörülmesi gerektiği, davacıların eldeki davayı04/05/2015 tarihinde açtığı, ancak 02 Aralık 1991 tarihli Köy Hizmetleri Genel Müdürlüğü Arazi ve İskan Dairesi Başkanlığının yazısından muris ve dava dışı başkaca kişilere ait taşınmazların mahkeme hükmü nedeniyle iptali nedeniyle Varsak Köyü 1612 parselden arazi tahsisinin 3202 sayılı Kanunun 9/k maddesi uyarınca istendiği, daha sonra mirasçılarca 09/12/2010 tarihli dilekçe ile talebin yenilendiği ve Antalya Valiliği Defterdarlık Milli Emlak Dairesi Başkanlığı Batı Antalya Emlak Müdürlüğü tarafından 03/02/2015 tarihli 2661 sayılı yazı ile Mülga 4753 sayılı Kanun kapsamında ödenen bedellere karşılık hak sahiplerine taşınmaz verilmesinin mümkün olmadığı ve ödendiği belgelenecek bedellerin denkleştirici adalet ilkesi doğrultusunda hak sahiplerine iade edilmesinin bakanlık Makamının 01/07/2014 tarihli ve 828 sayılı "Olur"ları ile uygun görüldüğü bildirildiği belirtilerek dava dışı kişilere bedel ödemesinde bulunulduğu, ancak davacılara bir ödeme yapıldığının bildirilmediği, 03/02/2015 tarihli bildirimden itibaren davanın yaklaşık 2 ay sonra açıldığı, davacıların ve murislerinin arazi tahsisine ilişkin başvuruları yönünden idare yazışmalarının 03/02/2015 tarihine kadar devam ettiği, nihayetinde 03/02/2015 tarihi itibariyle mahkeme kararı ile iptal edilen taşınmazları yerine idarece arazi verilmeyeceğinin anlaşıldığı nazara alınarak 08/11/2009 tarihinden itibaren oluşan iç hukuk yolu itibariyle eldeki davanın makul süre içinde açıldığı ve böylece kamu yararı ile bireylerin mülkiyet hakkının korunması arasında adil bir dengenin kurulabileceği kabul edilerek başvurucu davacılar vekilinin istinaf başvurusunun kabulü ile hükmün kaldırılması ve dava dosyasının ilk derece mahkemesine gönderilmesi yönünde aşağıdaki hüküm kurulmuştur."
33. İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 37. Hukuk Dairesinin 26/3/2019 tarihli ve E.2018/2019, K.2019/898 sayılı kararının ilgili bölümü şöyledir:
"...
Dosya kapsamından dava konusu Şile İlçesi, Çayırbaşı köyü 191 parsel sayılı taşınmazın davacı adına kayıtlı olduğu, taşınmazın kısmen orman tahdidi içinde olması nedeniyle Orman İdaresi tarafından açılan dava sonucu Şile Asliye Hukuk Mahkemesinin 1995/106 Esas, 2002/8 Karar sayılı ilamı ile taşınmazın 840 m2 lik kısmının tapu kaydının iptali ile orman vasfı ile Hazine adına tesciline karar verildiği, kararın 05/04/2002 tarihinde kesinleştiği, tapunun bedelsiz olarak iptal edilmesi nedeniyle davacının 12/07/2017 tarihinde eldeki tazminat davasını açtığı anlaşılmaktadır.
TMK"nın 1007. maddesine dayanılarak açılan davalar6098 sayılı Borçlar Kanununun 146. maddesindeki (818 sayılı Kanunun 125. maddesi) 10 yıllık genel zamanaşımı süresine tabidir.
Dosya kapsamına, kararın dayandığı gerekçeye, dava konusu parsele ilişkin Şile Asliye Hukuk Mahkemesinin 1995/106 Esas, 2002/8 Karar sayılı ilamının kesinleştiği 05/04/2002 tarihten itibaren 10 yıllık zamanaşımı süresinin geçmiş olmasına, yerleşik yargıtay uygulamalarına göre zamanaşımı süresinin iptal kararının kesinleştiği tarihten itibaren başlamasına göre verilen karar usul ve yasaya uygun olduğundan davacı vekilinin istinaf itirazlarının reddine karar vermek gerekmiş, aşağıdaki şekilde hüküm kurulmuştur.""
B. Uluslararası Hukuk
34. Konu hakkında bkz. Yaşar Çoban, §§ 41-47.
V. İNCELEME VE GEREKÇE
35. Mahkemenin 13/1/2021 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucuların İddiaları
36. Başvurucular; diğer mirasçıların açtığı davaya dahil edilmediklerinden AİHM"e başvuru haklarını kullanamadıklarını, AİHM kararından haberdar olmaları üzerine 19/7/2012 tarihinde dosyanın fotokopisini aldıklarını ve bu şekilde tazminat haklarının olduğunu öğrendiklerini ifade etmiştir. Zamanaşımının işlemesinin söz konusu olması hâlinde tazminat haklarının olduğunu öğrendikleri tarihin esas alınması gerektiğini vurgulayan başvurucular; AİHM kararında kök murise ait tapu kaydının geçerliliğini yitirmediğine işaret edildiğini, özel mülkiyete tabi taşınmazın bedeli ödenmeksizin ellerinden alındığını ve bu nedenle maliklere uygun bir tazminat ödenmesi gerektiğini belirterek adil yargılanma, mülkiyet ve miras haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
B. Değerlendirme
1. Eyüp 3. Asliye Hukuk Mahkemesi Kararına İlişkin İddialar Yönünden
37. Başvurucuların, diğer mirasçıların açtığı davadan AİHM kararı sonrası haberdar olduklarına ve davaya dahil edilmediklerinden AİHM"e başvuru hakkını kullanamadıklarına ilişkin şikâyeti mahkemeye erişim hakkı kapsamında incelenmiştir.
38. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun"un geçici 1. maddesinin (8) numaralı fıkrası şöyledir:
"Mahkeme, 23/9/2012 tarihinden sonra kesinleşen nihai işlem ve kararlar aleyhine yapılacak bireysel başvuruları inceler."
39. Anılan hüküm gereğince Anayasa Mahkemesi 23/9/2012 tarihinden sonra kesinleşen nihai işlem ve kararlar aleyhine yapılacak bireysel başvuruları inceler. Dolayısıyla Anayasa Mahkemesinin zaman bakımından yetkisi ancak bu tarihten sonra kesinleşen nihai işlem ve kararlar aleyhine yapılan bireysel başvurularla sınırlıdır. Kamu düzenine ilişkin bu düzenleme karşısında anılan tarihten önce kesinleşmiş nihai işlem ve kararları da içerecek şekilde yetki kapsamının genişletilmesi mümkün değildir (G.S., B. No: 2012/832, 12/2/2013, § 14).
40. Anayasa Mahkemesinin zaman bakımından yetkisi için kesin bir tarihin belirlenmesi ve yetkisinin geriye yürür şekilde uygulanmaması hukuk güvenliği ilkesinin bir gereğidir (Zafer Öztürk, B. No: 2012/51, 25/12/2012, § 18).
41. Nihai işlem veya kararların anılan tarihten önce kesinleştiğinin tespiti hâlinde ilgili şikâyetler bakımından başvurunun kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir. Anayasa Mahkemesinin yargı yetkisine ilişkin bu tespitinin bireysel başvuru incelemesinin her aşamasında yapılabilmesi mümkündür (Korcan Pulatsü, B. No: 2012/726, 2/7/2013, § 32).
42. Somut olayda, ihlal iddialarına konu yargı kararının Anayasa Mahkemesinin zaman bakımından yetkisinin başladığı 23/9/2012 tarihinden çok önce 6/6/2000 tarihinde kesinleştiği anlaşılmaktadır.
43. Açıklanan gerekçelerle başvurunun bu kısmının diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin zaman bakımından yetkisizlik nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. İstanbul 12. Asliye Hukuk Mahkemesi Kararına İlişkin İddialar Yönünden
44. Başvuru konusu ile ilgili ilkeler daha önce Anayasa Mahkemesi tarafından 25/7/2017 tarihli kararda ortaya konulmuştur (Yaşar Çoban, §§ 54-75). Buna göre her ne kadar başvurucular mülkiyet hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüşse de başvurucuların bütün şikâyetleri ilgili olduğu adil yargılanma hakkı kapsamında mahkemeye erişim hakkı yönünden incelenmiştir.
45. Anayasa Mahkemesince Yaşar Çoban kararında Yargıtayın 18/11/2009 tarihinden önceki içtihadının, devletin tapu sicilinin tutulmasından doğan sorumluluğunun tapu kütüğünün oluşumu sırasında yapılan hataları kapsamadığı yolunda olduğu, Yargıtay HGK"nın 18/11/2009 tarihli kararından sonra içtihadın değiştiği belirtilmiştir. Bu içtihatta 4721 sayılı Kanun"un 1007. maddesinde öngörülen sorumluluğun kadastro görevlilerinin dayanaksız ya da gerçek hukuksal duruma uymayan kayıtlar düzenlemelerini ve taşınmazın niteliğinde yanlışlıklar yapmalarını da kapsadığı belirtilmiştir. Yargıtay hukuk daireleri de bu tarihten sonra Yargıtay HGK"nın bu içtihadı doğrultusunda karar vermiştir. Nitekim AİHM de Yargıtay HGK"nın bu içtihadından sonra yeni bir iç hukuk yolu oluştuğunu kabul ederek kabul edilemezlik kararları vermiştir (Yaşar Çoban, §§ 45, 46, 68). Anayasa Mahkemesi de daha önceki kararlarında Yargıtay içtihadına dayanarak 4721 sayılı Kanun"un 1007. maddesinde öngörülen tazminat yolunun kadastro tespiti aşamalarındaki işlemlerden doğan zararların telafisi yönünden de etkili olduğu sonucuna ulaşmıştır (Nazmiye Akman, B. No: 2013/1012, 16/4/2013, § 25; Ahmet Hilmi Serter, B. No: 2014/10954, 17/11/2016, §§ 41, 42; Hatice Avcı ve diğerleri, B. No: 2014/9788, 22/9/2016, §§ 74-76).
46. Dolayısıyla başvurucuların şikayetine konu somut olay açısından 18/11/2009 tarihinden sonra etkin ve erişilebilir bir hukuk yolunun ortaya konulduğu anlaşılmaktadır. Ancak Yargıtay, 4721 sayılı Kanun"un 1007. maddesi uyarınca açılacak tazminat davalarının 11/1/2011 tarihli ve 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu"nun 146. maddesi (22/4/1926 tarihli ve 818 sayılı mülga Borçlar Kanunu"nun 125. maddesi) gereğince on yıllık genel zamanaşımı süresine tabi olduğunu kabul etmektedir (bkz. § 26). Bu kararlarda on yıllık zaman aşımı süresinin başlangıcı yapılan kadastro tespitinin veya açılan tapu iptali ve tescili davasının kesinleşme tarihi olarak ortaya konulmuştur (bkz. §§ 27-31).
47. Yaşar Çoban kararında 18/11/2009 tarihinden önce zamanaşımı süresi dolan başvurucuların dava açabilmelerini mümkün kılacak makul bir süre öngörülmesi gerektiği belirtilmiştir.
48. Somut olayda, başvurucular tarafından 4721 sayılı Kanun"un 1007. maddesi uyarınca açılan davanın da zaman aşımından reddedildiği dikkate alındığında bu ilkelere göre değerlendirme yapılacaktır.
49. Buna göre başvurucuların murislerine ait taşınmaz 1940 yılında kesinleşen orman kadastrosu sonucunda Belgrad Devlet Ormanı sınırları içine alınmıştır. Tapulama tespiti sırasında tescil harici bırakılan taşınmaz hakkında başvurucular dışındaki bir kısım mirasçılar tarafından 1988 yılında Eyüp Asliye Hukuk Mahkemesinde dava açılmıştır. Bu davada davacılar, murislerine iskânen verilen taşınmazda elli yıldır zilyet olduklarını iddia ederek taşınmazın adlarına tescil edilmesi talebinde bulunmuştur. Eyüp Asliye Hukuk Mahkemesi, kesinleşmiş orman sınırı içerisinde kalan taşınmazın zilyetlikle edinilemeyeceği ve iskân kayıtlarının hukuki yönden geçerliliği kalmadığı gerekçesiyle davayı reddetmiştir. Karar 6/6/2000 tarihinde kesinleşmiştir. Başvurucular bu davada taraf olarak yer almamış veya bu yönde başka bir tescil davası açmamıştır.
50. Tescil davasının reddi sonrasında diğer mirasçılarca yapılan başvuru neticesinde AİHM, başvuranlara hiçbir tazminat ödenmeksizin mülkiyetten yoksun bırakılmaları nedeniyle mülkiyet haklarının ihlal edildiğine karar vermiştir (Bölükbaş ve diğerleri/Türkiye, B. No: 29799/02, 9/2/2010). Bu kararda ayrıca AİHM tarafından bir kısım tespitlere yer verilmiştir. İlk olarak AİHM, murisin 1939 yılındaki kadastro komisyonu kararına karşı herhangi bir itirazda bulunmadığını ancak usulüne uygun olarak hazırlanmış bir tebligat aldığının ispatlanamadığını ifade etmiştir. İkinci olarak da taşınmazın muris adına tapuda kayıtlı kaldığına, bu tapu senedinin iptal edilmediğine ve mirasçıların tarımsal faaliyetlerde bulunmak amacıyla taşınmazı kullanmaya devam ettiklerine vurgu yapmıştır.
51. Başvurucular tarafından 30/11/2012 ve 7/2/2013 tarihlerinde açılan davalar birleştirilmiş ve yargılama sonunda 20. Hukuk Dairesince on yıllık genel zamanaşımı süresinin geçtiği gerekçesiyle reddedilmiştir. 20. Hukuk Dairesinin davanın zaman aşımından reddine yönelik kararında iki temel gerekçeye yer verildiği görülmektedir. Bunlardan ilki tapu kaydının 1940 yılında kesinleşen orman tahdidinin içinde kalmasına, diğeri ise aynı tapu kaydına dayanarak bir kısım tapu malikleri tarafından açılan tescil davasında verilen ret kararının 6/6/2000 tarihinde kesinleştiğine ilişkindir. Başvurucuların 1940 yılında kesinleşen orman kadastrosuna ilişkin ilk kez 2012 yılında Bakanlığa başvurmak ve ardından da 4721 sayılı Kanun"un 1007. maddesi uyarınca tazminat talebiyle dava açmak suretiyle harekete geçtikleri anlaşılmaktadır. Ayrıca bu dönem içerisinde diğer bir kısım mirasçıların 1988 yılında tescil davası açtıkları ve bu davanın 2000 yılına kadar sürdüğü, ardından da bu kişilerce haklarının ihlal edildiği iddiasıyla 2002 yılında AİHM"e başvuru yapıldığı ve bu sürecin de 2011 yılına kadar devam ettiği görülmüştür. Dolayısıyla zaman aşımı süresinin tespitine ilişkin yukarıda yer verilen Yargıtay içtihatları da dikkate alındığında 1940 yılından başlayan ve davanın açılmasına kadar devam eden yaklaşık yetmiş iki yıllık sürenin davanın zamanaşımına uğraması yönünden öngörülebilir olduğu açıktır. Dolayısıyla somut olayda üzerinde durulması gereken konu, Yaşar Çoban kararında da belirtildiği üzere 18/11/2009 tarihinden önce zamanaşımı süresi dolan başvurucuların bu tarihten sonra dava açabilmelerini mümkün kılacak makul bir süre öngörülüp öngörülmediğine ilişkindir.
52. 18/11/2009 tarihinden önce zaman aşımı süresinin dolduğu gerekçesiyle reddedilen davalarda Anayasa Mahkemesi, Ayşe Çidem Tekindağ ve diğerleri kararında 18/11/2009 tarihinden 1 yıl 10 ay 15 gün sonra, Mehmet Aykut Vural kararında ise 1 yıl 9 ay 6 gün sonra açılan davaların zamanaşımından reddedilmesinin başvurucuların mahkemeye erişim hakkını ihlal ettiğini vurgulamıştır. Buna karşılık Anayasa Mahkemesi Asım Uzun ve diğerleri kararında 18/11/2009 tarihinden 4 yıl 1 ay 13 gün sonra, Bayram Hasan Özer ve Rüses Özer kararında 3 yıl 2 ay 13 gün sonra ve Işıl Kantarcı kararında 4 yıl 5 ay 10 gün sonra açılan davaların zamanaşımından reddedilmesinin başvurucuların mahkemeye erişim hakkını ihlal etmediği sonucuna varmıştır (Ayşe Çidem Tekindağ ve diğerleri, B. No: 2017/15121, 11/12/2019, § 45; Mehmet Aykut Vural, B. No: 2017/16486, 29/1/2020, § 47; Asım Uzun ve diğerleri, B. No:2018/26593, 12/2/2020, § 42; Bayram Hasan Özer ve Rüses Özer, B. No: 17513, 3/6/2020, § 28; Işıl Kantarcı, B. No: 2018/17640, 14/10/2020, § 40).
53. Somut olayda bu ilkelerden ayrılmayı gerektiren bir durum bulunmamaktadır. Somut olayda derece mahkemeleri, başvurucular tarafından 30/11/2012 ve 7/2/2013 tarihlerinde açılarak birleştirilen davada 18/11/2009 tarihinden önce zamanaşımı süresinin dolduğunu tespit etmiştir. Yukarıda yer verilen değerlendirmeler de dikkate alındığında 18/11/2009 tarihinden 3 yıl 12 gün ve 3 yıl 2 ay 19 gün sonra açılan davaların makul kabul edilebilecek bir sürede açılmadığı sonucuna varılmıştır. Dolayısıyla 18/11/2009 tarihinde etkili hâle gelen hukuk yolu için bu süreden sonra makul denilebilecek sürede dava açmayan başvurucuların davasının zamanaşımından reddedilmesi suretiyle başvuruculara yüklenen külfetin orantısız olduğundan bahsedilemez. Bu nedenle kamu yararı ile bireyin mahkemeye erişim hakkı arasında kurulması gereken adil dengenin başvurucular aleyhine bozulmadığı değerlendirilmiştir.
54. Açıklanan gerekçelerle başvurunun diğer kabul edilebilirlik nedenleri incelenmeksizin açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
VI. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. Mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın;
1. Eyüp 3. Asliye Hukuk Mahkemesi kararına ilişkin iddialar yönünden zaman bakımından yetkisizlik nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
2. İstanbul 12. Asliye Hukuk Mahkemesi kararına ilişkin iddialar yönünden açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
B. Yargılama giderlerinin başvurucular üzerinde BIRAKILMASINA 13/1/2021 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.