Esas No: 2011/3-370
Karar No: 2011/302
Yargıtay Ceza Genel Kurulu 2011/3-370 Esas 2011/302 Karar Sayılı İlamı
"İçtihat Metni"
İtirazname: 2010/70657
Yargıtay Dairesi : 3. Ceza Dairesi
Mahkemesi : PAZARCIK Sulh Ceza
Günü : 21.10.2009
Sayısı : 215-324
6831 sayılı Yasaya aykırılık suçundan sanık A. G."nün anılan Yasanın 91/5–son, 765 sayılı TCY’nın 59/2, 72, 36, 647 sayılı Yasanın 4, 5 ve 6. maddeleri uyarınca 1.733.732.000 Lira ağır para cezası ile cezalandırılmasına, taksitlendirmeye, ertelemeye, zoralıma, tazminat ve ağaçlandırma gideri talebinin reddine ilişkin, Pazarcık Sulh Ceza Mahkemesince verilen 22.09.2003 gün ve 116-328 sayılı hükmün katılan vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay 3. Ceza Dairesince 06.10.2005 gün ve 1271-18793 sayı ile;
“...5237 sayılı TCK’nın 7 ve genel hükümleri ile 5252 sayılı Kanunun 9. maddeleri uyarınca sanığın hukuki durumunun 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanun Hükümleri de nazara alınarak yeniden değerlendirilmesinde zorunluluk bulunması” gerektiğinden bozulmasına karar verilmiştir.
Bozmaya uyan yerel mahkemece sanığın, 6831 sayılı Yasanın 91/5–son, 765 sayılı TCY’ nın 59/2, 72, 36, 647 sayılı Yasanın 4, 5 ve 6. maddeleri uyarınca sonuç olarak 1.532,00 Lira adli para cezası ile cezalandırılmasına, taksitlendirmeye, ertelemeye, zoralıma, tazminat ve ağaçlandırma gideri talebinin reddine karar verilmiş,
Hükmün katılan vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay 3. Ceza Dairesince;
“Hükümden sonra 08.02.2008 tarihinde yürürlüğe giren 5728 sayılı Kanunla, özel nitelikte olan 6831 sayılı Orman Kanununda getirilen köklü değişikliklerin ve ceza sisteminin lehe hükümlerinin bütün halinde değerlendirme sonucu 5237 sayılı Türk Ceza Kanunun 7. maddesi dikkate alınarak sanık lehine uygulanması gerekliliği ve 5728 sayılı Kanunun 562. maddesinin 1. fıkrası uyarınca CMK"nun 231/5, 14. madde ve fıkralarında öngörülen, hükmün açıklanmasının geri bırakılmasında ceza sınırının 2 yıla çıkartılması ve soruşturma ile kovuşturması şikayete bağlı suç olma şartının kaldırılması kuralları gereğince bu hususların mahalli mahkemece birlikte değerlendirilmesi lüzumu” noktalarından bozulmasına karar verilmiştir.
Bozmaya uyan yerel mahkemece bu defa 5728 sayılı Yasanın 198. maddesi ile değişik 6831 sayılı Yasanın 91/5, 5237 sayılı TCY"nın 75/2 ve 5271 sayılı CYY"nın 223/8. maddeleri uyarınca kamu davasının ön ödeme nedeniyle düşürülmesine, kaçak emvalin müsaderesine, katılan idarenin tazminat ve ağaçlandırma gideri talebinin reddine karar verilmiştir.
Bu hükmün de katılan vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay 3. Ceza Dairesince 14.09.2011 gün ve 10624-11557 sayı ile;
“Hükümden sonra, 14.04.2011 tarih ve 27905 sayılı Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe giren 6217 sayılı Yasanın 11. maddesi ile 6831 sayılı Yasanın 91. maddesinin 5. fıkrasında yapılan değişiklik ve ceza sisteminin lehe hükümlerinin bütün halinde değerlendirilmesi sonucu, 5237 sayılı Türk Ceza Yasasının 7. maddesi de dikkate alınarak sanık lehine uygulanması gerekliliği” nedeniyle bozulmasına karar verilmiştir.
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı ise 20.10.2011 gün ve 70657 sayı ile;
“Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 02.05.1983 gün ve 65/119, 02.05.1994 gün ve 97-126 sayılı kararlarında da vurgulandığı üzere, hükmün temyiz edilebilir olup olmadığını belirlemek için hüküm tarihindeki yasal düzenlemelerin dikkate alınması gerekmektedir.
Ön ödeme nedeniyle kamu davasının düşürülmesi kararlarının da temyiz edilebilir nitelikte olup olmadığı aynı ölçülere göre saptanacağından, karar tarihindeki yasal düzenlemelere bakıldığında;
5320 sayılı Yasanın 8. maddesi gereğince halen yürürlükte bulunan 1412 sayılı CMUK’ nun 305. maddesi hükmüne göre, ceza mahkemelerince verilen hükümler temyiz yasa yoluna tabidir. 5271 sayılı CMK.nun 223. maddesinde ise beraat, ceza verilmesine yer olmadığına, mahkumiyet, güvenlik tedbirine hükmedilmesine, davanın reddi, davanın düşmesi ve adli yargı dışındaki bir yargı merciine yönelik görevsizlik kararı hüküm olarak gösterilmiştir.
1412 sayılı CMUK.nun 305. maddesi gereğince yukarıda sayılan hükümlerden birinin verilmesi durumunda, bu kararlara karşı başvurulabilecek yasa yolu temyizdir.
Ancak, yasa koyucu bir kısım hükümlerin kesin olduğunu belirtmek suretiyle bu hükümlere karşı temyiz yasa yoluna başvurulamayacağını aynı maddede belirtmiştir. Buna göre, iki milyar liraya kadar para cezalarına dair hükümler ile yukarı sınırı on milyar lirayı geçmeyen para cezasını gerektiren suçlardan dolayı verilen beraat hükümleri ve yasalarda kesin olduğu belirtilen hükümlerin temyiz yeteneği bulunmamaktadır.
1412 sayılı CMUK’nun 315. maddesi uyarınca temyiz istemi üzerine hükmü veren mahkemece öncelikle hükmün temyizinin mümkün olup olmadığı, temyiz isteminin süresi içerisinde bulunup bulunmadığı, temyiz talebinde bulunanların buna yetkilerinin olup olmadıkları hususları değerlendirilerek bu koşullardan birinin bulunmadığının saptanması halinde temyiz isteminin reddine karar verilecektir. Yerel Mahkemece bu hususların değerlendirilmemesi ya da yanlış değerlendirilmesi halinde ise Yargıtay"ca öncelikle bu üç husus 1412 sayılı CMUK.nun 317. maddesi uyarınca değerlendirilerek, temyiz koşullarının bulunup bulunmadığı saptanacak, temyiz koşullarının varlığı belirlendiği takdirde temyiz incelemesi yapılabilecektir.
Ayrıca 5237 sayılı TCK.nun 50. maddesinde "uygulamada asıl mahkumiyet, bu madde hükümlerine göre çevrilen adli para cezası veya tedbirdir" hükmü yer almasına karşın, 647 sayılı Kanunun 4. maddesinde olduğu gibi "bu hükmün uygulanması, kanun yollarına başvurmada engel teşkil etmez" düzenlemesine yer verilmediğinden, 5237 sayılı TCK.nun 50. maddesi uyarınca kısa süreli hürriyeti bağlayıcı cezaya seçenek olarak ya da 52. madde uyarınca doğrudan hükmedilen iki milyar lira (2.000 TL)’ yı aşmayan adli para cezalarına dair hükümlerin temyiz yeteneği bulunmamaktadır.
Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 09.03.2010 gün ve 2009/237-2010/51 sayılı kararında da belirtildiği üzere; 04.06.1936 gün ve 12-14 sayılı İçtihadı Birleştirme kararında, müsadere kararlarında Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununun esas alınması gerektiği açıkça vurgulanmıştır. HUMK.nun 427. maddesinde 21.07.2004 tarihinde yürürlüğe giren 5219 sayılı Yasanın 2-c. maddesiyle yapılan değişiklikle "40 milyon" olan kesinlik sınırı "bir milyar" liraya çıkarılmış, Ek-4. maddesinde ise müteakip yıllar için kesinlik sınırının 213 sayılı Vergi Usul Kanunun mükerrer 298. maddesi hükümleri uyarınca her yıl tespit ve ilan edilen yeniden değerleme oranında artırılması suretiyle belirleneceği hüküm altına alınmıştır. Karar tarihinin 21.10.2009 olduğu somut olayda temyiz edilebilirlik sınırı 1.400 TL.dir.
Bu arada değerlendirilmesi gereken bir diğer husus Anayasa Mahkemesinin 07.10.2009 tarihli Resmi Gazete de yayımlanan 23.07.2009 gün 2006/65 esas ve 2009/114 sayılı kararı ile 1412 sayılı CMUK.nun 305/2-1. bendinin iptaline karar verilmesiyle hükmün temyiz yeteneği kazanıp kazanamayacağı hususudur. Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanunun 53/4 ve 5. fıkraları gereğince iptal hükmünün, kararın Resmi Gazetede yayımlanmasından başlayarak bir yıl sonra yürürlüğe girmesine karar verilmiştir. Buna göre iptal kararı 07.10.2010 tarihinde yürürlüğe girdiğinden ve iptal kararları da geçmişe etkili olmadığından dolayı hüküm tarihi olan 21.10.2009 tarihinde karara temyiz yeteneği kazandırmamaktadır.
Bu açıklamalar karşısında, somut olay değerlendirildiğinde;
Ön ödeme önerisine esas alınan adli para cezası miktarı hapisten çevrilme 600 TL ve doğrudan tayin olunan 100 TL olmak üzere toplam 700 TL olup, 1412 sayılı CMUK.nun 305. maddesi gereğince ceza miktarı 2.000 liranın altında bulunduğundan ayrıca karar da, müsaderesine karar verilen 30 kg tutarındaki meşe yakacak odununun bilinen değeri de hüküm tarihine göre, HUMK.nun 427. maddesindeki kesinlik sınırının altında kaldığından hükmün temyiz yeteneği bulunmamaktadır.
Kesinlik sınırının altındaki hükümlerinde suç vasfına yönelik olarak, aleyhe temyiz edilebileceği Yargıtay"ca duraksamasız olarak kabul edilmektedir. Bu durumda katılan idare temsilcisinin temyiz isteminin suçun niteliğine yönelik olup olmadığının belirlenmesi amacıyla temyiz dilekçesi incelendiğinde;
Katılan idare temsilcisi, 14.12.2009 havale tarihli temyiz dilekçesinde, mahkemece ağaçlandırma giderine hükmedilmediğinden bahisle temyiz itirazında bulunmuştur. Görüldüğü gibi, temsilcinin, açıkça suçun nitelendirilmesine ilişkin bir temyiz itirazı mevcut değildir. Dilekçenin sonuç kısmında, kararın resen incelenerek bozulmasının istenmesi de hükmün suçun vasfı yönünden de temyiz edildiği anlamına gelmemektedir. Aksi durumun kabulü katılan tarafından yapılacak bütün temyiz itirazlarının hükmün temyiz edilebilirlik sınırına bakılmaksızın temyiz yasa yolu ile incelenmesi sonucunu doğuracaktır. Böyle bir uygulamanın ise 1412 sayılı CMUK.nun 317. maddesine aykırı olacağı aşikardır.
Ayrıca, dosya kapsamına göre, sanığın, ağaçcık vasfındaki kermes meşelerinin dallarını kesmesi şeklindeki suçunun niteliğinin değişmesi ihtimali de bulunmamaktadır.
Bu nedenle, katılan idare temsilcisinin suç vasfına yönelik bulunmayan temyiz isteminin Özel Dairece 5320 sayılı Yasanın 8/1. maddesi gereğince uygulanması gereken 1412 sayılı CMUK.nun 305, 317 ve HUMK.nun 427. maddeleri uyarınca reddine karar verilmesi gerekirken işin esasına girilerek hükmün bozulmasına karar verilmesinde isabet görülmemiştir.
Kabule göre de;
Sanığa yüklenen suç için suç tarihinde yürürlükte bulunan 6831 sayılı Kanunun 91/5. maddesinde öngörülen cezanın üst haddine göre, dava, 5237 sayılı TCK.nun 7/2. maddesi gereğince lehe bulunan 765 sayılı TCK.nun 102/4. maddesi uyarınca 5 yıllık asli dava zamanaşımı süresine tabi olup, en son zamanaşımını kesen işlem olan mahkumiyet hükmünün verildiği 20.03.2006 tarihi ile Özel Daire incelemesinin yapıldığı 14.09.2011 tarihleri arasında bu süre dolduğundan, sanık hakkındaki kamu davasının dava zamanaşımı süresinin dolması nedeniyle 765 sayılı TCK.nun 102/4 ve 5271 sayılı CMK.nun 223/8. maddeleri gereğince düşürülmesi yerine yazılı şekilde bozma kararı verilmesi de hukuka aykırıdır” görüşüyle itiraz yasa yoluna başvurarak, “Özel Daire bozma kararının kaldırılması ve 1412 sayılı CYUY’nın 305, 317 ve HUYY’nın 427. maddeleri uyarınca katılan vekilinin temyiz isteminin reddine karar verilmesi” isteminde bulunmuştur.
Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilen dosya, Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır.
TÜRK MİLLETİ ADINA
CEZA GENEL KURULU KARARI
Özel Daire ile Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı arasında oluşan ve Ceza Genel Kurulunca çözülmesi gereken uyuşmazlık; hükmün temyiz edilebilir nitelikte olup olmadığının belirlenmesine ilişkindir.
5320 sayılı Yasanın 8. maddesi gereğince hüküm tarihi itibariyle uygulanma zorunluluğu bulunan 1412 sayılı CYUY’nın 305. maddesi uyarınca, ceza mahkemelerince verilen hükümler temyiz yasa yoluna tabidir.
Ancak;
1- İkimilyar liraya kadar (ikimilyar dâhil) para cezalarına dair olan hükümler,
2-Yukarı sınırı onmilyar lirayı geçmeyen para cezasını gerektiren suçlardan dolayı verilen beraat hükümleri,
3- Bu Kanun ile sair kanunlarda kesin olduğu yazılı bulunan hükümler,
Kesin olup, bu hükümler hakkında temyiz yasa yoluna başvurulamaz.
“İkimilyar liraya kadar (ikimilyar dahil) para cezalarına dair olan hükümlerin” temyiz edilemeyeceğine ilişkin 1412 sayılı CYUY"nın 305. maddesinin 2. fıkrasının 1. bendinin, Anayasa Mahkemesinin 07.10.2010 tarihinde yürürlüğe giren 23.07.2009 gün ve 65–114 sayılı kararı ile iptal edilmesinden sonra verilen, ister hapis cezasından çevrilen, ister doğrudan hükmolunan adli para cezasına ilişkin mahkûmiyet hükümlerinin 14.04.2011 tarihine kadar hiçbir miktar gözetilmeksizin; 14.04.2011 gün ve 27905 sayılı Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe giren 6217 sayılı Yargı Hizmetlerinin Hızlandırılması Amacıyla Bazı Yasalarda Değişiklik Yapılmasına Dair Yasanın 23. maddesi ile 5271 sayılı Ceza Yargılaması Yasasının 272. maddesinin 3. fıkrasının (a) bendinde “hapis cezasından çevrilen adlî para cezaları hariç olmak üzere sonuç olarak belirlenen 3.000 Türk Lirası dâhil adlî para cezasına mahkûmiyet hükümlerine karşı istinaf yasa yoluna başvurulamayacağı” şeklinde yapılan değişiklik ve 6217 sayılı Yasanın 26. maddesi ile 5320 sayılı Ceza Yargılaması Yasasının Yürürlük ve Uygulama Şekli Hakkındaki Yasaya eklenen “bölge adliye mahkemeleri faaliyete geçinceye kadar hapis cezasından çevrilenler hariç olmak üzere, sonuç olarak belirlenen üçbin Türk Lirası dâhil adlî para cezasına mahkûmiyet hükümlerine karşı temyiz yoluna başvurulamaz” şeklindeki geçici 2. madde gözönünde bulundurulduğunda, 14.04.2011 tarihinden sonra ise, ancak doğrudan hükmolunan 3.000 Türk Lirasından fazla adli para cezalarına ilişkin mahkumiyet hükümlerinin temyizinin olanaklı hale geldiği anlaşılmaktadır.
Ceza Genel Kurulunun 30.09.2003 gün ve 226–229 ile 27.01.2004 gün ve 3–14 sayılı kararlarında da açıkça belirtildiği üzere; bahse konu iptal kararının yürürlüğe girmesinden önce kurulmuş olan hükümleri nasıl etkileyeceği sorunu, usul yasalarının zaman bakımından uygulanması ile ilgilidir.
Yargılama yasalarının zaman bakımından uygulanmasında asıl olan, aksi açıkça düzenlenmiş olmadıkça “hemen (derhal) uygulama” ilkesidir. Bu ilke uyarınca usul işlemleri, yapıldıkları sırada yürürlükte bulunan yargılama yasası hükümlerine tabi olacaktır. O halde, ceza yargılaması sırasında, yasada değişiklik olduğunda veya dayanılan bir usul kuralına ilişkin yasanın Anayasa Mahkemesince iptal edilmesi halinde, yeni yasa ya da iptal sonucu ortaya çıkan usul prosedürü hemen uygulanmalıdır. Ancak 5320 sayılı Yasanın 4. maddesinin 2. fıkrasında da ifade edilen bu durum, önceki yasanın yürürlükte bulunduğu dönemde, o yasaya uygun biçimde yapılmış işlemlerin geçersizliği sonucunu doğurmayacağı gibi yenilenmesini de gerektirmez.
Bu ilkenin sonucu olarak;
a- Usul işlemleri kural olarak yürürlükteki yasaya göre yapılacaktır.
b-Yürürlükteki yasaya göre yapılmış işlemler, sonradan yürürlüğe giren yasa nedeniyle geçerliliğini yitirmeyecektir.
c-Yeni yasanın ya da Anayasa Mahkemesinin iptal kararının yürürlüğünden sonra yapılması gereken usul işlemleri ise yeni yasaya ya da iptal kararıyla ortaya çıkan usule tabi olacaktır.
d-Yeni yasanın uygulanmasında, sanığın leh veya aleyhinde sonuç doğurmasına bakılmayacaktır.
Anayasa Mahkemesi iptal kararının yürürlük tarihinin 07.10.2010 (Resmi Gazete’de yayımlandığı 07.10.2009 tarihinden 1 yıl sonra) olması nedeniyle; yerel mahkemenin 21.10.2009 tarihli hükmünün temyize tabi olup olmadığı sorununun, iptal kararıyla ortaya çıkan yeni duruma göre değil, 21.10.2009 tarihinde yürürlükte bulunan usul hükümlerine göre belirlenmesi gerekmektedir.
5271 sayılı Yasanın 223 ve 1412 sayılı CYUY’nın 305. maddeleri ile yargısal kararlarda varılan ilkeler dikkate alındığında, 647 sayılı Yasanın 4. maddesi uygulanmak suretiyle tayin edilen sonuç adli para cezasının miktarına bakılmaksızın, maddedeki; “bu hükmün uygulanması kanun yollarına başvurmada engel teşkil etmez” düzenlemesi uyarınca temyiz yeteneği bulunmakta ise de, benzer düzenlemeye yer verilmemesi nedeniyle 5237 sayılı TCY’nın 50 veya 52. maddeleri uygulanmak suretiyle hükmolunan ve başkaca herhangi bir hak kısıtlaması doğurmayan 2000 Liraya kadar (2000 Lira dahil) adli para cezasına ilişkin mahkûmiyet hükümleri kesin nitelikte olup, bu hükümlere karşı temyiz yasa yoluna başvurulamaz. Ancak kesin nitelikteki bu hükümler, kesinlik sınırını aşar nitelikle yaptırım içermek koşuluyla suç vasfına yönelik temyiz üzerine, bu hususla sınırlı biçimde temyiz incelemesine konu olabilirler.
Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 25.09.2007 gün ve 194-189, 27.12.2005 gün ve 121-171 ile 16.12.1997 gün ve 307-318 sayılı kararları başta olmak üzere birçok kararında da vurgulandığı üzere, ön ödeme sonucu verilen düşme kararları da 5271 sayılı CYY"nın 223. maddesinde sayılan hükümlerden olup, bu kararların temyiz edilebilirlik sınırı 5320 sayılı Yasanın 8. maddesi gereğince hüküm tarihi itibariyle halen uygulanma zorunluluğu bulunan 1412 sayılı CYUY’nın 305. maddesinin 2. fıkrasının 1. bendine göre saptanmalıdır.
Orman emvalinin zoralımına karar verilmesinin hükme temyiz edilebilirlik niteliği kazandırıp kazandırmayacağı konusuna gelince;
Ceza Genel Kurulunun 15.11.2011 gün ve 213-227 ile 09.03.2010 gün ve 237-51 sayılı kararlarında belirtildiği üzere; 04.06.1936 gün ve 12-14 sayılı İçtihadı Birleştirme kararında, zoralım kararlarının temyiz edilebilme sınırlarının saptanmasında Hukuk Usulü Muhakemeleri Yasasının esas alınması gerektiği açıkça vurgulanmış olup, bu güne kadar istikrarlı olarak devam eden bu uygulamanın 5237 sayılı TCY’nın yürürlüğe girmesinden sonra değiştirilmesini gerektirecek herhangi bir neden bulunmamaktadır.
Karar tarihinde yürürlükte bulunan Hukuk Usulü Muhakemesi Yasasının 427. maddesinde, 21.07.2004 tarihinde yayımlanarak yürürlüğe giren 5219 sayılı Yasanın 2-c maddesi ile yapılan değişiklikle “40 milyon” TL olan kesinlik sınırı “1 milyar” TL’na çıkarılmış, Ek-4. maddesinde ise müteakip yıllar için kesinlik sınırının 213 sayılı Vergi Usul Yasasının mükerrer 298. maddesi hükümleri uyarınca her yıl tespit ve ilan edilen yeniden değerleme oranında artırılması suretiyle belirleneceği hüküm altına alınmıştır. Karar tarihinin 21.10.2009 olduğu somut olayda temyiz edilebilirlik sınırı 1.400 Liradır.
Bu açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde;
Ön ödeme önerisine, hapisten çevrilen 600 Lira ile doğrudan tayin olunan 100 Lira olmak üzere toplam 700 Lira adli para cezası esas alınmış olup, bu miktar 1412 sayılı CYUY"nın 305. maddesinin 2. fıkrasının 1. bendine gereğince 2.000 Liranın altındadır. Ayrıca, yerel mahkeme tarafından zoralımına karar verilen 30 kg orman emvalinin suç tarihindeki değeri 1,02 Lira olarak belirlenmiş olup, 21.10.2009 olan karar tarihindeki temyiz edilebilirlik sınırı ise HUMY’nın 427. maddesine göre 1.400 Lira olduğundan, zoralımına karar verilen emvalin değeri bu miktarın altında kalmaktadır. Bunun yanında katılan vekilinin kesinlik sınırını aşar nitelikte yaptırım içermesi koşuluyla suç niteliğine yönelik açık bir temyizi olmadığı gibi, isnat edilen eylemin başka bir suça dönüşmesi olasılığı da bulunmamaktadır. Bu nedenle, ön ödemeye esas para cezasının miktarı itibariyle kesin nitelikte olan ve temyiz yeteneği bulunmayan yerel mahkeme hükmü, zoralıma karar verilen eşyanın değerinden dolayı da temyiz edilebilirlik niteliği kazanmamıştır.
Bu itibarla; Yargıtay C. Başsavcılığı itirazının kabulü ile Özel Daire bozma kararının kaldırılmasına ve katılan vekilinin temyiz isteminin 1412 sayılı CYUY"nın 5320 sayılı Yasanın 8. maddesi uyarınca halen yürürlükte bulunan 305, 317 ve Hukuk Usulü Muhakemeleri Yasasının 427. maddeleri uyarınca reddine karar verilmelidir.
SONUÇ:
Açıklanan nedenlerle;
1- Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının KABULÜNE,
2- Yargıtay 3. Ceza Dairesinin 14.09.2011 gün ve 10624–11557 sayılı bozma kararının KALDIRILMASINA,
3- Katılan vekilinin temyiz isteminin 5320 sayılı Yasanın 8. maddesi uyarınca halen yürürlükte bulunan 1412 sayılı CYUY’nın 305, 317 ve HUMY’nın 427. maddeleri uyarınca REDDİNE,
4- Dosyanın mahalline gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİİNE, 27.12.2011 günü yapılan müzakerede oybirliğiyle karar verildi.