Esas No: 2011/8-377
Karar No: 2011/301
Yargıtay Ceza Genel Kurulu 2011/8-377 Esas 2011/301 Karar Sayılı İlamı
"İçtihat Metni"
İtirazname : 2007/191823
Yargıtay Dairesi : 8. Ceza Dairesi
Mahkemesi : ANKARA 2. Ağır Ceza
Günü : 05.07.2007
Sayısı : 179-242
Parada sahtecilik suçundan sanık H.A. Ö.’ün 5237 sayılı TCY’nın 197/1 ve 62. maddeleri uyarınca 1 yıl 8 ay hapis ve 1.000 Lira adli para cezası ile cezalandırılmasına, hak yoksunluğuna ve zoralıma ilişkin, Ankara 2. Ağır Ceza Mahkemesince verilen 05.07.2007 gün ve 179-242 sayılı hükmün, sanık müdafii tarafından temyiz edilmesi üzerine, dosyayı inceleyen Yargıtay 8. Ceza Dairesince 14.09.2011 gün ve 6385-9397 sayı ile;
“5271 sayılı CMK.nun 34/2 ve 232/6. madde ve fıkralarına göre hüküm fıkrasında, verilen karara karşı kanun yollarına başvurma olanağı bulunup bulunmadığının ve başvurma olanağı var ise süresi, mercii ve şekillerinin tereddüde yer vermeyecek şekilde açıkça gösterilmesi gerekirken, sanık H.A. Ö."ün yüzüne karşı verilen hükme ilişkin temyiz süresinin tefhim tarihinden itibaren başlayacağının belirtilmesi yerine "tefhim ve tebliğden" itibaren denilmek suretiyle bu hususta duraksamaya neden olunduğu anlaşılmakla sanık H. A. Ö.ün temyiz isteğinin süresinde olduğu kabul edilerek her iki sanık hakkında yapılan incelemede;
Hükümden sonra yürürlüğe giren 5728 sayılı Kanunun 562. maddesiyle değişik 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanununun 231. maddesi ve bu maddenin 6. fıkrasına 25.07.2010 tarihinde yürürlüğe giren 6008 sayılı Yasanın 7. maddesi ile eklenen cümle gözetilerek, koşullarının varlığı halinde hükmün açıklanmasının geri bırakılması yönünde mahkemesince değerlendirme yapılmasında zorunluluk bulunması” nedeniyle sair yönleri incelenmeksizin bozulmasına karar verilmiştir.
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı ise 24.10.2011 gün ve 191823 sayı ile;
“Nihai hükmün kurulduğu 05.07.2007 tarihli duruşmada sanık ve müdafiinin hazır olduğu, kararın yüzlerine karşı verildiği, temyizin tefhimden itibaren başlayacağının sanık müdafii tarafından bilinmesi gerektiği, hükümde temyiz süresinin "tefhim ve tebliğ tarihinden itibaren 7 gün içinde" başlayacağının belirtilmesinin yanılgıya yol açmayacağı, 05.07.2007 tarihinde yüze karşı verilen hükmün sanık H.A.Ö. müdafii tarafından yasal süreden sonra 13.07.2007 tarihinde temyiz edildiği, 5320 sayılı Yasanın 8. maddesi gereğince halen yürürlükte bulunan 1412 sayılı CMUK.nun 310 ve 317. maddeleri gereğince isteminin reddine karar verilmesi gerektiği, Ceza Genel Kurulunun 01.02.2011 tarih 2010/5-244, 2011/14 sayılı kararı da bu doğrultuda olduğundan, Yüksek Yargıtay 8. Ceza Dairesinin sanık H.A.Ö.hakkında temyiz süresine ilişkin verilen kararında isabet bulunmadığı” görüşüyle itiraz yasa yoluna başvurarak “Yüksek Dairenin 14.09.2011 tarih ve 2009/6385, 2011/9397 sayılı sanık H. A.Ö.hakkındaki kararının kaldırılarak, sanık müdafiinin temyiz isteminin 1412 sayılı CMUK.nun 310 ve 317. maddeleri gereğince reddine” karar verilmesi isteminde bulunmuştur.
Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilen dosya, Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır.
TÜRK MİLLETİ ADINA
CEZA GENEL KURULU KARARI
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının kapsamına göre inceleme, sanık H. A. Ö.hakkında kurulan hükümle sınırlı olarak yapılmıştır.
Özel Daire ile Yargıtay C.Başsavcılığı arasında oluşan ve Ceza Genel Kurulunca çözümlenmesi gereken uyuşmazlık; yerel mahkeme kararındaki yasa yolu bildiriminin yasal ve yeterli olup olmadığı ile buna bağlı olarak sanık müdafiinin temyizinin süresinde yapılıp yapılmadığının belirlenmesine ilişkindir.
İncelenen dosya içeriğinden:
Sanık ve müdafiinin de hazır bulunduğu 05.07.2007 tarihli oturumda verilen kararın yasa yolu bildiriminin aynen; “Tefhim ve tebliğ tarihinden itibaren 7 gün içinde Yargıtay yolu açık olmak üzere, sanıklardan H. A.Ö."ün yüzüne karşı, diğer sanıkların yokluğunda, sanıklar müdafiilerinin yüzüne karşı” şeklinde olduğu, gerekçeli kararın da 20.08.2007 tarihinde sanık müdafiine tebliğ edildiği, bu hükmün sanık müdafii tarafından 13.07.2007 tarihinde temyiz edildiği, temyizin son günü olan 12.07.2007 gününün herhangi bir resmi tatile denk gelmediği anlaşılmaktadır.
5320 sayılı Yasanın 8. maddesi gereğince halen yürürlükte bulunan 1412 sayılı Yasanın 310. maddesinde, temyiz isteminin yüze karşı verilen kararlarda hükmün tefhiminden itibaren bir hafta içinde hükmü veren mahkemeye verilecek bir dilekçe ile veya zabıt kâtibine yapılacak beyanla olacağı, bu takdirde, beyanın tutanağa geçirilerek hâkime tasdik ettirileceği, yoklukta verilen kararlarda ise temyiz süresinin tebliğle başlayacağı belirtilmiştir.
5271 sayılı CYY’nın 34/2, 231/2 ve 232/6. maddelerinde ise, hüküm ve kararlarda, başvurulacak yasa yolu, başvurunun yapılacağı mercii, yöntemi ve başvuru süresinin hiçbir duraksamaya yer vermeksizin açıkça belirtileceği hükümlerine yer verilmiş olup, bu hükümlere aykırılık anılan Yasanın 40. maddesi uyarınca eski hale getirme nedeni oluşturacaktır. Bu bildirimlerdeki temel amaç sujelerin başvuru haklarını etkin bir biçimde kullanmalarının sağlanması, bu eksiklik nedeniyle hak kayıplarına yol açılmamasıdır. Ancak burada dikkat edilecek veya eski hale getirme nedeni oluşturacak husus, eksik veya yanılgılı bildirim nedeniyle bir hakkın kullanılmasının engellenip engellenmediğinin belirlenmesidir. Bildirimdeki eksikliğin yol açtığı bir hak kaybı bulunmamakta ise, bu durum eski hale getirme nedeni oluşturmayacaktır.
5271 sayılı CYY’nın 264. maddesinde ise kabul edilebilir bir yasa yolu başvurusunda yasa yolunun veya mercide yanılgının, başvuranın haklarını ortadan kaldırmayacağı, bu hâlde başvurunun yapıldığı merciince, başvurunun derhâl görevli ve yetkili mercie gönderilmesi gerektiği hükmüne yer verilmiştir.
Bu hükümler, birlikte değerlendirildiğinde, kural olarak temyiz istemi süresinde verilen bir dilekçe ile veya zabıt kâtibine yapılacak bir beyanla hükmü veren mahkemeye yapılacaktır. Ancak süresinde olması koşuluyla, dilekçenin hükmü veren mahkeme dışındaki bir mahkemeye verilmesi veya istemde bulunulması ya da haklı nedenlerin varlığı halinde C.Savcılığına ya da bir başka mercie istemde bulunulması temyiz istemini geçersiz kılmayacak, bu durum mercide yanılgı kapsamında değerlendirilebilecek, dilekçenin verildiği veya istemin yapıldığı merciince, istem veya dilekçe mahkemesine gönderilecektir. Yine aynı şekilde istemin temyiz yerine itiraz olarak belirtilmiş olması da bu kapsamda değerlendirilerek, başvuru sahibinin hakları korunacak, sürenin bildirilmemesi veya yanılgılı bildirilmesi halinde bunun ilgili taraf açısından bir yanılgı oluşturarak bir hakkın kullanılmasını engellemesi durumunda açıklamalı davetiye ile bu hususun tebliğinden sonra süreler işlemeye başlayacak, böylece olası hak kayıpları önlenecektir.
Uyuşmazlığın sağlıklı çözümü açısından ceza yargılamasında sanığın savunmasını üstlenen müdafiin konumu üzerinde de durulmalıdır.
5271 sayılı 2/1-c maddesinde müdafii; şüpheli veya sanığın ceza muhakemesinde savunmasını yapan avukat olarak tanımlanmış, 1136 sayılı Avukatlık Yasasının 1. maddesinde avukatlığın bir kamu hizmeti ve serbest meslek olduğu vurgulandıktan sonra 2. maddesinde ise “Avukatlığın Amacı”; “Avukatlığın amacı; hukuki münasebetlerin düzenlenmesini, her türlü hukuki mesele ve anlaşmazlıkların adalet ve hakkaniyete uygun olarak çözümlenmesini ve hukuk kurallarının tam olarak uygulanmasını her derecede yargı organları, hakemler, resmi ve özel kişi, kurul ve kurumlar nezdinde sağlamaktır.
Avukat bu amaçla hukuki bilgi ve tecrübelerini adalet hizmetine ve kişilerin yararlan¬masına tahsis eder…” şeklinde ifade edilmiştir.
Yasanın “Avukatın Hak ve Ödevleri” kısmında yer alan 34. maddesinde; “Avukatlar, yüklendikleri görevleri bu görevin kutsallığına yakışır bir şekilde özen, doğruluk ve onur içinde yerine getirmek ve avukatlık unvanının gerektirdiği saygı ve güvene uygun biçimde davranmak ve Türkiye Barolar Birliğince belirlenen meslek kurallarına uymakla yükümlüdürler” denilmek suretiyle avukatların görevlerini yerine getirirken uyacakları yükümlülükler açıklanmış,
“Yalnız Avukatların Yapabileceği İşler” başlıklı 35. maddesinin 1. fıkrasında ise; “Kanun işlerinde ve hukuki meselelerde mütalaa vermek, mahkeme, hakem veya yargı yetkisini haiz bulunan diğer organlar huzurunda gerçek ve tüzel kişilere ait hakları dava etmek ve savunmak, adli işlemleri takip etmek, bu işlere ait bütün evrakı düzenlemek, yalnız baroda yazılı avukatlara aittir” şeklindeki düzenlemeyle de mahkeme huzurunda kişilerin savunma görevinin yalnızca avukatlar tarafından yapılabileceği belirtilmiştir.
Bu açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde;
Sanık ve müdafiinin yüzüne karşı verilen hükümde başvurulacak yasa yoluna ilişkin bildiriminde temyiz süresinin başlama şeklinin “tefhim ve tebliğ tarihinden itibaren” biçiminde yazıldığı, başvuru mercii ve şekline ilişkin bir ifadenin yeralmadığı sanık müdafiinin, yüzüne karşı tefhim edilen bu hükmü süresinden sonra temyiz ettiği, temyiz dilekçesinde, bildirimdeki bu eksiklikler nedeniyle temyiz süresinin ne zaman başlayacağı hususunda bir duraksama yaşadığına ilişkin herhangi bir ifadenin yer almadığı gibi, temyiz süresinden sonra dilekçenin verilmesine ilişkin de herhangi bilginin bulunmadığı anlaşılmaktadır.
5320 sayılı Yasanın 8. maddesi gereğince halen yürürlükte bulunan 1412 sayılı CYUY" nın 310. maddesi uyarınca, 05.07.2007 günü yüze karşı verilmiş olan karara yönelik temyiz isteminin tefhimden itibaren bir hafta içerisinde yapılması gerekmekte olup, sanık müdafii bir haftalık süreden sonra 13.07.2007 günü temyiz başvurusunda bulunmuştur. Her ne kadar kararda başvurulacak yasa yollarına ilişkin bildirimde, sürenin başlangıcının sadece "tefhim" ya da "tebliğ" şeklinde gösterilmesi ve başvuru mercii ile şeklinin yer almaması nedeniyle bildirimin eksik olduğu, bu durumun eski hale getirme nedeni olarak kabulü ile temyiz başvurusunun süresinde yapıldığı ileri sürülebilirse de, bildirimdeki bu eksiklikler sanık müdafii açısından bir yanılgı oluşturmayacağından “yasa yolu süresinin” işlemeye başlamasını engellemez. Çünkü belirtilen sürede yanlış mercie yanlış şekilde bir başvuruda bulunulması halinde yanılma CYY’nın 264. maddesi kapsamında değerlendirileceğinden başvuranın hakları ortadan kalkmayacaktır. Nitekim Ceza Genel Kurulunun 05.10.2010 gün ve 169-188 sayılı kararında da aynı sonuca ulaşılmıştır.
Öte yandan Ceza Genel Kurulunun 13.12.2011 gün ve 247-261 ile 01.02.2011 gün ve 244-14 sayılı kararlarında da vurgulandığı üzere; mesleği bir kamu hizmeti niteliğindeki avukat olan, sanığın savunmasını üstlenen ve bu bağlamda savunma ve yasa yollarına başvurma açısından yeterli düzeyde hukuki bilgiye sahip olan müdafiin temyiz süresinin, kararın yüze karşı verildiği hallerde tefhimden itibaren işlemeye başlayacağını ve başvurunun hangi mercie ne şekilde yapılacağını bilmemesi düşünülemeyeceğinden, yasa yolu bildirimindeki bu eksiklik müdafii açısından bir yanılgı ve bu bağlamda hakkın kullanılması yönünde bir engel oluşturmayacaktır. Kaldı ki sanık müdafii süresinden sonra verdiği temyiz dilekçesinde, bildirimdeki eksikliğin kendisini temyiz süresinin başlangıcı konusunda yanılgıya düşürdüğüne ilişkin bir iddiada bile bulunmamıştır.
Bu itibarla, Yargıtay C. Başsavcılığı itirazının kabulü ile Özel Daire bozma kararının sanık H.A.Ö. yönünden kaldırılmasına, sanık H..A. Ö.müdafiinin temyiz isteminin 5320 sayılı Yasanın 8. maddesi gereğince halen yürürlükte bulunan 1412 sayılı CYUY’nın 310. maddesinde belirtilen bir haftalık süre içinde yapılmaması nedeniyle, aynı Yasanın 317. maddesi uyarınca reddine karar verilmelidir.
SONUÇ :
Açıklanan nedenlerle,
1- Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının KABULÜNE,
2- Yargıtay 8. Ceza Dairesinin 14.09.2011 gün ve 6385-9397 sayılı bozma kararının sanık H. A.Ö. yönünden KALDIRILMASINA,
3- Sanık H.A. Ö. müdafiinin yasal süreden sonra gerçekleşen temyiz isteminin 5320 sayılı Yasanının 8/1. maddesi uyarınca halen yürürlükte bulunan 1412 sayılı CYUY’nın 310 ve 317. maddeleri uyarınca REDDİNE,
4- Dosyanın mahalline gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİİNE, 27.12.2011 günü yapılan müzakerede oybirliğiyle karar verildi.