Esas No: 2011/6–264
Karar No: 2011/299
Yargıtay Ceza Genel Kurulu 2011/6–264 Esas 2011/299 Karar Sayılı İlamı
"İçtihat Metni"
İtirazname: 2008/62588
Yargıtay Dairesi : 6. Ceza Dairesi
Mahkemesi : BİGA Asliye Ceza
Günü : 13.12.2007
Sayısı : 302–621
Sanık V.. Ş.’nın mala zarar verme suçundan 5237 sayılı TCY’nın 151/1, 31/3, 168/1, 62 ve 50/1–a maddeleri uyarınca 420 Lira adli para cezası ile cezalandırılmasına, hırsızlık suçundan ise, aynı Yasanın 142/1–b, 143/1, 31/3, 168/1, 62 ve 50/1–c maddeleri uyarınca verilen 4 ay 26 gün hapis cezasının, iki yıl süreyle bir meslek veya sanat edinmeyi sağlamak amacıyla gerektiğinde barınma olanağı da bulunan bir eğitim kurumuna devam etme seçenek yaptırımına çevrilmesine ilişkin, Biga Asliye Ceza Mahkemesince verilen 28.11.2007 gün ve 302–621 sayılı hüküm, sanık müdafii tarafından 10.12.2007 tarihinde temyiz edilmiş, bu istem yerel mahkemece 13.12.2007 günlü ek karar ile süresinden sonra yapıldığından bahisle reddedilmiştir.
Temyiz isteminin reddine ilişkin kararın da sanık müdafii tarafından temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay 6. Ceza Dairesince 07.06.2011 gün ve 28783–7951 sayı ile;
“Biga Asliye Ceza Mahkemesinin 28.11.2007 gün ve 302–261 sayılı kararında Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın 40/2, 5271 sayılı CMK’nın 34/2, 232/6 ve 291. maddelerinde öngörülen yöntemlere uygun olarak temyiz yasa yoluna başvuru hakkının hangi tarihte başladığı ve yöntemi gösterilmediği, bu nedenle sanık savunmanının temyiz isteminin süresinde ve Biga Asliye Ceza Mahkemesinin 13.12.2007 gün ve 302–621 sayılı ek kararın yok hükmünde olduğu kabul edilerek yapılan incelemede;
1– Sanık hakkında mala zarar verme suçundan kurulan hükme yönelik temyiz incelemesinde;
5237 sayılı TCY’nın 50/5. maddesinde öngörülen düzenlemeye göre hükmolunan cezanın tür ve miktarı bakımından, 5219 sayılı Yasa ile değişik 1412 sayılı CMUK’nın 305/1. maddesi gereğince hükmün temyizi olanaklı bulunmayıp kesin nitelikte olduğundan, sanık savunmanının temyiz isteğinin 5320 sayılı Yasanın 8/1. maddesi yollamasıyla 1412 sayılı CMUK’nın 317. maddesi uyarınca tebliğnameye uygun olarak reddine,
2– Hırsızlık suçundan kurulan hükme yönelik temyiz incelemesine gelince;
Suçun niteliği, cezanın türü ve süresine göre; hükümden sonra yürürlüğe giren vaki değişiklikler karşısında; 5271 sayılı CMK’nın 231. maddesi gereği sanığın hukuki durumunun yeniden değerlendirilmesi” gerektiğinden hükmün bozulmasına karar verilmiştir.
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı ise 26.08.2011 gün ve 62588 sayı ile;
“Hüküm 28.11.2007 günü suça sürüklenen çocuğun haberdar olduğu savunmanın hazır bulunduğu duruşmada verilmiş, savunmanca 5320 sayılı Yasanın 8. maddesi ile yürürlükte olan 1412 sayılı CMUK’nın 310/1. maddesinde öngörülen bir haftalık süre geçtikten sonra temyiz edildiği görülmekle, aynı Kanunun 317. maddesi uyarınca temyiz isteminin reddine karar verilmesi gerekmektedir. Temyiz yasa yolu başvurusunun tefhimden itibaren başlayacağının belirtilmemesi, savunmana istediği tarihte temyiz hakkı vermemelidir. Nitekim Yargıtay Ceza Genel Kurulunun benzer bir olay kapsamında verilen 01.02.2011 tarih ve 244–14 sayılı kararı içeriğinde ‘hükmün yokluklarında verilmiş olması nedeniyle temyiz süresinin tebliğden itibaren başlayacağının sanık müdafii tarafından bilinmesi gerektiği’ yönünde tespitlerle temyiz isteminin reddi sonucuna ulaşılmıştır.
Bu itibarla suça sürüklenen çocuk savunmanı, 5320 sayılı Yasanın 8. maddesi ile yürürlükte olan 1412 sayılı CMUK’nın 310/1. maddesinde öngörülen bir haftalık süre geçtikten sonra hükmü temyiz ettiğinden, aynı Kanunun 317. maddesi uyarınca temyiz isteminin reddi yönüne gidilmeden istemin kabulü ile olağan yasa yolu incelemesi yapılması yasaya aykırıdır” görüşüyle itiraz yasayoluna başvurarak, Özel Daire kararının kaldırılmasına ve temyiz talebinin süre yönünden reddine karar verilmesi isteminde bulunmuştur.
Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilen dosya, Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır.
TÜRK MİLLETİ ADINA
CEZA GENEL KURULU KARARI
Sanığın hırsızlık ve mala zarar verme suçlarından mahkûmiyetine karar verilen olayda, Özel Daire ile Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı arasında oluşan ve Ceza Genel Kurulunca çözümlenmesi gereken uyuşmazlık; yerel mahkeme kararındaki yasa yolu bildiriminin yasal ve yeterli olup olmadığı ile buna bağlı olarak sanık müdafiinin temyizinin süresinde olup olmadığının belirlenmesine ilişkindir.
İncelenen dosya içeriğinden;
Sanık müdafiinin de hazır bulunduğu 28.11.2007 tarihli oturumda verilen kararın yasa yolu bildiriminin; “sanığın yokluğunda, müdafiinin yüzüne karşı isteme uygun yedi gün içinde Yargıtay’a temyizi mümkün olmak üzere” şeklinde olduğu, bu hükmün sanık müdafii tarafından 10.12.2007 tarihinde temyiz edildiği, temyizin son günü olan 05.12.2007 gününün herhangi bir resmi tatile denk gelmediği anlaşılmaktadır.
5320 sayılı Yasanın 8. maddesi uyarınca halen yürürlükte bulunan 1412 sayılı Yasanın 310. maddesinde, temyiz isteminin yüze karşı verilen kararlarda hükmün tefhiminden itibaren bir hafta içerisinde hükmü veren mahkemeye verilecek bir dilekçe ile veya zabıt kâtibine yapılacak beyanla olacağı, bu takdirde beyanın tutanağa geçirilerek hâkime tasdik ettirileceği, yoklukta verilen kararlarda ise temyiz süresinin tebliğle başlayacağı belirtilmiştir.
5271 sayılı CYY’nın 34/2, 231/2 ve 232/6. maddelerinde ise, hüküm ve kararlarda, başvurulacak yasa yolu, başvurunun yapılacağı merci, başvuru yöntemi ve süresinin hiçbir duraksamaya yer vermeksizin açıkça belirtileceği hükümlerine yer verilmiş olup, bu hükümlere aykırılık da anılan Yasanın 40. maddesi uyarınca eski hale getirme nedeni oluşturacaktır. Bu bildirimlerdeki temel amaç süjelerin başvuru haklarını etkin bir biçimde kullanmalarının sağlanması ve bu eksiklik nedeniyle hak kayıplarına yol açılmamasıdır. Ancak burada dikkat edilecek veya eski hale getirme nedeni oluşturacak husus, eksik veya yanılgılı bildirim nedeniyle bir hakkın kullanılmasının engellenip engellenmediğinin belirlenmesidir. Bildirimdeki eksikliğin yol açtığı bir hak kaybı bulunmamakta ise, bu durum eski hale getirme nedeni oluşturmayacaktır.
5271 sayılı CYY’nın 264. maddesinde ise kabul edilebilir bir yasa yolu başvurusunda yasa yolunun veya mercide yanılgının, başvuranın haklarını ortadan kaldırmayacağı, bu hâlde başvurunun yapıldığı merci tarafından, başvurunun derhâl görevli ve yetkili mercie gönderilmesi gerektiği hükmüne yer verilmiştir.
Bu hükümler birlikte değerlendirildiğinde, kural olarak temyiz istemi, süresinde verilen bir dilekçe ile veya zabıt kâtibine yapılacak bir beyanla hükmü veren mahkemeye yapılacaktır. Ancak süresinde olması koşuluyla, dilekçenin hükmü veren mahkeme dışındaki bir mahkemeye verilmesi veya istemde bulunulması ya da haklı nedenlerin varlığı halinde Cumhuriyet savcılığına ya da bir başka mercie istemde bulunulması temyiz istemini geçersiz kılmayacak, bu durum mercide yanılgı kapsamında değerlendirilebilecek, dilekçenin verildiği veya istemin yapıldığı merci, tarafından istem veya dilekçe mahkemesine gönderilecektir. Yine aynı şekilde istemin temyiz yerine itiraz olarak belirtilmiş olması da bu kapsamda değerlendirilerek, başvuru sahibinin hakları korunacak, sürenin bildirilmemesi veya yanılgılı bildirilmesi halinde bunun ilgili taraf açısından bir yanılgı oluşturarak bir hakkın kullanılmasını engellemesi durumunda açıklamalı davetiye ile bu hususun tebliğinden sonra süreler işlemeye başlayacak, böylece olası hak kayıpları önlenecektir.
Uyuşmazlığın sağlıklı bir hukuki çözüme kavuşturulması açısından ceza yargılamasında sanığın savunmasını üstlenen müdafiin konumu üzerinde de durulmalıdır.
5271 sayılı Ceza Yargılaması Yasasının 2/1–c maddesinde müdafi; şüpheli veya sanığın ceza muhakemesinde savunmasını yapan avukat olarak tanımlanmış, 1136 sayılı Avukatlık Yasasının 1. maddesinde avukatlığın bir kamu hizmeti ve serbest meslek olduğu vurgulandıktan sonra 2. maddesinde; “Avukatlığın Amacı”; “hukuki münasebetlerin düzenlenmesini, her türlü hukuki mesele ve anlaşmazlıkların adalet ve hakkaniyete uygun olarak çözümlenmesini ve hukuk kurallarının tam olarak uygulanmasını her derecede yargı organları, hakemler, resmi ve özel kişi, kurul ve kurumlar nezdinde sağlamaktır. Avukat bu amaçla hukuki bilgi ve tecrübelerini adalet hizmetine ve kişilerin yararlanmasına tahsis eder…” şeklinde ifade edilmiştir.
Yasanın “Avukatın Hak ve Ödevleri” kısmında yer alan 34. maddesinde; “Avukatlar, yüklendikleri görevleri, bu görevin kutsallığına yakışır bir şekilde özen, doğruluk ve onur içinde yerine getirmek ve avukatlık ünvanının gerektirdiği saygı ve güvene uygun biçimde davranmak ve Türkiye Barolar Birliğince belirlenen meslek kurallarına uymakla yükümlüdürler” denilmek suretiyle avukatların görevlerini yerine getirirken uyacakları yükümlülükler açıklanmış,
“Yalnız Avukatların Yapabileceği İşler” başlıklı 35. maddesinin 1. fıkrasında ise; “Kanun işlerinde ve hukuki meselelerde mütalaa vermek, mahkeme, hakem veya yargı yetkisini haiz bulunan diğer organlar huzurunda gerçek ve tüzel kişilere ait hakları dava etmek ve savunmak, adli işlemleri takip etmek, bu işlere ait bütün evrakı düzenlemek, yalnız baroda yazılı avukatlara aittir” şeklindeki düzenlemeyle de mahkeme huzurunda kişilerin savunma görevinin yalnızca avukatlar tarafından yapılabileceği belirtilmiştir.
Bu açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde;
Sanık müdafiinin hazır bulunduğu oturumda verilen hükümde başvurulacak yasa yoluna ilişkin bildirimde temyiz süresinin tefhimden mi yoksa tebliğden itibaren mi başlayacağı hususunda bir açıklığın olmadığı ve başvuru şeklinin gösterilmediği, sanık müdafiinin, yüzüne karşı tefhim edilen bu hükmü süresinden sonra temyiz ettiği, temyiz dilekçesinde bildirimdeki bu eksiklikler nedeniyle temyiz süresinin ne zaman başlayacağı ya da başvuru şekli hususunda bir duraksama yaşadığına ilişkin herhangi bir ifade yer almadığı gibi, temyiz süresinden sonra dilekçenin verilmesine ilişkin de herhangi bilginin bulunmadığı anlaşılmaktadır.
5320 sayılı Yasanın 8. maddesi gereğince halen yürürlükte olan 1412 sayılı CYUY’nın 310. maddesi uyarınca, 28.11.2007 tarihinde yüze karşı verilmiş bulunan karara yönelik temyiz isteminin tefhimden itibaren bir hafta içerisinde yapılması gerekmekte olup, sanık müdafii bir haftalık süreden sonra 10.12.2007 günü temyiz başvurusunda bulunmuştur. Her ne kadar kararda başvurulacak yasa yoluna ilişkin bildirimde sürenin başlangıcının ve başvuru şeklinin belirtilmemiş olması nedeniyle bildirimin eksik olduğu ve bu durumun eski hale getirme nedeni olarak kabulü ile temyiz başvurusunun süresinde yapıldığı ileri sürülebilir ise de, sadece temyiz süresinin başlangıcının ve başvuru şeklinin gösterilmemiş olması sanık müdafii açısından bir yanılgı oluşturmayacağından “yasa yolu süresinin” işlemeye başlamasını engellemez.
Zira mesleği bir kamu hizmeti niteliğindeki avukat olan, sanığın savunmasını üstlenen ve bu bağlamda savunma ve yasa yollarına başvuru için yeterli düzeyde hukuki bilgiye sahip bulunan müdafiin temyiz süresinin, kararın yüze karşı verildiği hallerde tefhimden itibaren işlemeye başlayacağını bilmemesi düşünülemeyeceğinden, yasa yolu bildirimindeki bu eksiklik müdafi açısından bir yanılgı ve bu bağlamda hakkın kullanılması yönünde bir engel oluşturmayacaktır. Kaldı ki sanık müdafii süresinden sonra verdiği temyiz dilekçesinde, bildirimdeki eksikliğin kendisini temyiz süresinin başlangıcı konusunda yanılgıya düşürdüğüne ilişkin bir iddiada da bulunmamıştır. Nitekim Ceza Genel Kurulunun 01.02.2011 gün ve 244–14 sayılı kararında da aynı sonuca ulaşılmıştır.
Bu itibarla, yerel mahkemenin süresinden sonra olan temyiz isteminin reddi kararı isabetli olduğundan, haklı nedene dayanan Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının kabulü ile Özel Dairenin ret ve onama kararının kaldırılmasına, 5320 sayılı Yasanın 8. maddesi gereğince halen yürürlükte olan 1412 sayılı Yasanın 317. maddesi uyarınca sanık müdafiinin yasal süreden sonra olan temyiz isteminin reddine ilişkin yerel mahkeme kararının onanmasına karar verilmelidir.
SONUÇ:
Açıklanan nedenlerle;
1- Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının KABULÜNE,
2- Yargıtay 6. Ceza Dairesinin 07.06.2011 gün ve 28783–7951 sayılı ret ve bozma kararlarının KALDIRILMASINA,
3- Biga Asliye Ceza Mahkemesinin 13.12.2007 gün ve 302–621 sayılı temyiz isteminin reddi kararının ONANMASINA,
4- Dosyanın mahalline gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİİNE, 27.12.2011 günü yapılan müzakerede oybirliğiyle karar verildi.