Yargıtay Ceza Genel Kurulu 2011/4-242 Esas 2011/289 Karar Sayılı İlamı

Abaküs Yazılım
Ceza Genel Kurulu
Esas No: 2011/4-242
Karar No: 2011/289

Yargıtay Ceza Genel Kurulu 2011/4-242 Esas 2011/289 Karar Sayılı İlamı

Ceza Genel Kurulu         2011/4-242 E.  ,  2011/289 K.

    "İçtihat Metni"

    İtirazname : 2007/61789
    Yargıtay Dairesi : 4. Ceza Dairesi
    Mahkemesi : İZMİR 19. Asliye Ceza
    Günü : 14.11.2006
    Sayısı : 353-658

    Görevi yaptırmamak için direnme suçundan sanık N. K."ın 5237 sayılı TCY’nın 265/1, 50/1, 52 ve 53. maddeleri uyarınca 3.600 Lira adli para cezası ile cezalandırılmasına ve hak yoksunluğuna ilişkin, İzmir 19. Asliye Ceza Mahkemesince verilen 14.11.2006 gün ve 353-658 sayılı hükmün sanık müdafii tarafından temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay 4. Ceza Dairesince 13.07.2011 gün ve 6524-12526 sayı ile;
    “Yerel Mahkemece verilen hüküm temyiz edilmekle, başvurunun nitelik, ceza türü, süresi ve suç tarihine göre Anayasanın 40/2, 5271 sayılı CYY.nın 232/6. maddesi gereğince hüküm fıkrasında yasa yoluna başvurma süresi ve merciinin duraksamaya yol açmayacak biçimde gösterilmemesi nedeniyle, temyiz isteğinin süresinde olduğu kabul edilerek dosya görüşüldü:
    Temyiz isteğinin reddi nedenleri bulunmadığından işin esasına geçildi.
    Vicdani kanının oluştuğu duruşma sürecini yansıtan tutanaklar, belgeler ve gerekçe içeriğine göre yapılan incelemede;
    08.02.2008 tarihinde yürürlüğe giren ve TCY.nın 7/2. madde ve fıkrası uyarınca sanık yararına olan 5728 sayılı Yasanın 562. maddesinin 1. fıkrası ile CYY.nın 231/5. madde ve fıkrasında öngörülen, hükmolunan cezanın geri bırakılması sınırının iki yıla çıkarılması ve söz konusu 562. maddesinin 2. fıkrası ile de CYY.nın 231/14. madde ve fıkrasındaki, suçun soruşturulması ve kovuşturulmasının şikayete bağlı olması koşulunun kaldırılması karşısında, sanığın adli sicil kaydının silinme koşulları da değerlendirilerek mahkemece hükmün açıklanmasının geri bırakılıp bırakılmayacağının tartışılması zorunluluğu” gerekçesiyle bozulmasına karar verilmiştir.
    Yargıtay C.Başsavcılığı ise 24.08.2011 gün ve 61789 sayı ile;
    “Hüküm fıkrasında, temyiz süresi ve başlangıcının açıkça gösterilmiş olması karşısında, sanık vekilinin yasal süreden sonra yapmış olduğu temyiz itirazının reddi yerine, isteme aykırı olarak, temyiz isteğinin süresinde kabulü ile esastan inceleme yapılarak yazılı şekilde bozma kararı verilmesi isabetli görülmemiş ve Yüksek 4. Ceza Dairesinin mezkur bozma kararına karşı itiraz yoluna başvurulması zorunluluğu doğmuştur” görüşüyle itiraz yasa yoluna başvurarak, Özel Daire bozma kararının kaldırılmasına ve sanık müdafiinin temyiz talebinin CYUY"nın 317. maddesi uyarınca reddine karar verilmesi isteminde bulunmuştur.
    Dosya Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilmekle, Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır.
    TÜRK MİLLETİ ADINA
    CEZA GENEL KURULU KARARI
    Özel Daire ile Yargıtay C.Başsavcılığı arasında oluşan ve Ceza Genel Kurulunca çözümlenmesi gereken uyuşmazlık; yerel mahkeme kararındaki yasa yolu bildiriminin yasal ve yeterli olup olmadığı ile buna bağlı olarak sanık müdafiinin temyizinin süresinde yapılıp yapılmadığının belirlenmesine ilişkindir.
    İncelenen dosya içeriğinden:
    Sanığın ve katılanın yokluğunda verilen hükümdeki yasa yolu bildiriminin, “Yargıtay yolu açık olmak üzere, talebe uygun sanık ve müştekinin yokluğunda, CMK 291. maddesi uyarınca kararın tebliğinden itibaren 7 gün içinde mahkemeye verilecek bir dilekçe ile temyizi kabil olmak üzere verilen karar açıkça okunup, usulen anlatıldı” şeklinde olduğu, hükmün sanığa 20.01.2007 tarihinde usulüne uygun olarak tebliğ edildiği, yargılama aşamasında müdafii bulunmayan sanığın bu aşamada tuttuğu müdafiinin hükmü süresinden sonra 31.01.2007 tarihinde temyiz ettiği anlaşılmaktadır.
    5320 sayılı Yasanın 8. maddesi gereğince halen yürürlükte bulunan 1412 sayılı Yasanın 310. maddesinde, temyiz isteminin yüze karşı verilen kararlarda hükmün tefhiminden itibaren bir hafta içinde hükmü veren mahkemeye verilecek bir dilekçe ile veya zabıt kâtibine yapılacak beyanla olacağı, bu takdirde, beyanın tutanağa geçirilerek hâkime tasdik ettirileceği, yoklukta verilen kararlarda ise temyiz süresinin tebliğle başlayacağı belirtilmiştir.
    5271 sayılı CYY’nın 34/2, 231/2 ve 232/6. maddelerinde ise, hüküm ve kararlarda, başvurulacak yasa yolu, başvurunun yapılacağı mercii, yöntemi ve başvuru süresinin hiçbir duraksamaya yer vermeksizin açıkça belirtileceği hükümlerine yer verilmiş olup, bu hükümlere aykırılık anılan Yasanın 40. maddesi uyarınca eski hale getirme nedeni oluşturacaktır. Bu bildirimlerdeki temel amaç sujelerin başvuru haklarını etkin bir biçimde kullanmalarının sağlanması, bu eksiklik nedeniyle hak kayıplarına yol açılmamasıdır. Ancak burada dikkat edilecek veya eski hale getirme nedeni oluşturacak husus, eksik veya yanılgılı bildirim nedeniyle bir hakkın kullanılmasının engellenip engellenmediğinin belirlenmesidir. Bildirimdeki eksikliğin yol açtığı bir hak kaybı bulunmamakta ise, bu durum eski hale getirme nedeni oluşturmayacaktır.
    5271 sayılı CYY’nın 264. maddesinde ise kabul edilebilir bir yasa yolu başvurusunda yasa yolunun veya mercide yanılgının, başvuranın haklarını ortadan kaldırmayacağı, bu hâlde başvurunun yapıldığı merciince, başvurunun derhâl görevli ve yetkili mercie gönderilmesi gerektiği hükmüne yer verilmiştir.
    Bu hükümler birlikte değerlendirildiğinde, kural olarak temyiz istemi süresinde verilen bir dilekçe ile veya zabıt kâtibine yapılacak beyanla hükmü veren mahkemeye yapılacaktır. Ancak süresinde olması koşuluyla, dilekçenin hükmü veren mahkeme dışındaki bir mahkemeye verilmesi veya istemde bulunulması ya da haklı nedenlerin varlığı halinde C.Savcılığına ya da bir başka mercie istemde bulunulması temyiz istemini geçersiz kılmayacak, bu durum mercide yanılgı kapsamında değerlendirilebilecek, dilekçenin verildiği veya istemin yapıldığı merciince, istem veya dilekçe mahkemesine gönderilecektir. Yine aynı şekilde istemin temyiz yerine itiraz olarak belirtilmiş olması da bu kapsamda değerlendirilerek, başvuru sahibinin hakları korunacak, sürenin bildirilmemesi veya yanılgılı bildirilmesi halinde bunun ilgili taraf açısından bir yanılgı oluşturarak bir hakkın kullanılmasını engellemesi durumunda açıklamalı davetiye ile bu hususun tebliğinden sonra süreler işlemeye başlayacak, böylece olası hak kayıpları önlenecektir.
    Uyuşmazlığın sağlıklı çözümü açısından ceza yargılamasında sanığın savunmasını üstlenen müdafiin konumu üzerinde de durulmalıdır.
    5271 sayılı Yasanın 2/1-c maddesinde müdafii; şüpheli veya sanığın ceza muhakemesinde savunmasını yapan avukat olarak tanımlanmış, 1136 sayılı Avukatlık Yasasının 1. maddesinde avukatlığın bir kamu hizmeti ve serbest meslek olduğu vurgulandıktan sonra 2. maddesinde ise “Avukatlığın Amacı”; “… hukuki münasebetlerin düzenlenmesini, her türlü hukuki mesele ve anlaşmazlıkların adalet ve hakkaniyete uygun olarak çözümlenmesini ve hukuk kurallarının tam olarak uygulanmasını her derecede yargı organları, hakemler, resmi ve özel kişi, kurul ve kurumlar nezdinde sağlamaktır.
    Avukat bu amaçla hukuki bilgi ve tecrübelerini adalet hizmetine ve kişilerin yararlanmasına tahsis eder…” şeklinde ifade edilmiştir.
    Yasanın “Avukatın Hak ve Ödevleri” kısmında yer alan 34. maddesinde; “Avukatlar, yüklendikleri görevleri bu görevin kutsallığına yakışır bir şekilde özen, doğruluk ve onur içinde yerine getirmek ve avukatlık unvanının gerektirdiği saygı ve güvene uygun biçimde davranmak ve Türkiye Barolar Birliğince belirlenen meslek kurallarına uymakla yükümlüdürler” denilmek suretiyle avukatların görevlerini yerine getirirken uyacakları yükümlülükler açıklanmış,
    “Yalnız Avukatların Yapabileceği İşler” başlıklı 35. maddesinin 1. fıkrasında ise; “Kanun işlerinde ve hukuki meselelerde mütalaa vermek, mahkeme, hakem veya yargı yetkisini haiz bulunan diğer organlar huzurunda gerçek ve tüzel kişilere ait hakları dava etmek ve savunmak, adli işlemleri takip etmek, bu işlere ait bütün evrakı düzenlemek, yalnız baroda yazılı avukatlara aittir” şeklindeki düzenlemeyle de mahkeme huzurunda kişilerin savunma görevinin yalnızca avukatlar tarafından yapılabileceği belirtilmiştir.
    Bu açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde;
    Sanık ve katılanın yokluklarında verilen hükümde başvurulacak yasa yoluna ilişkin bildirimde başvuru şekli kısmen eksik olacak şekilde, temyizin mahkemeye verilecek bir dilekçe ile yapılabileceği belirtilmiş, zabıt katibine yapılacak beyanla da yapılabileceği hususu ise gösterilmemiştir. Özel Daire kararında yer alan, başvuru mercii ve temyiz başvuru süresinde ise herhangi bir eksikliğin ya da yanılgılı bir ifadenin bulunmadığı görülmektedir.
    5320 sayılı Yasanın 8. maddesi gereğince halen yürürlükte bulunan 1412 sayılı CYUY"nın 310. maddesi uyarınca, 14.11.2006 tarihinde yoklukta verilen ve 20.01.2007 tarihinde sanığa tebliğ edilen karara yönelik temyiz isteminin, tebliğden itibaren bir hafta içerisinde yapılması gerekmekte olup, sanığın bu aşamada vekalet verdiği müdafii bir haftalık süreden sonra 31.01.2007 günü temyiz başvurusunda bulunmuştur. Her ne kadar kararda başvurulacak yasa yollarına ilişkin bildirimde, başvuru şeklinin kısmen noksan olması nedeniyle bildirimin eksik olduğu, bu durumun eski hale getirme nedeni olarak kabulü ile temyiz başvurusunun süresinde yapıldığı ileri sürülebilir ise de, sadece başvuru şeklinde, zabıt katibine yapılacak beyanla da temyizin yapılabileceği hususunun gösterilmemiş olması taraflar açısından bir yanılgı oluşturmayacağından “yasa yolu süresinin” işlemeye başlamasını engellemez. Bu durumda, başvuru şekli gösterilmemiş veya yanlış gösterilmiş olsa dahi temyiz süreleri işler ve süreden sonra yapılan temyiz başvurusu kabul edilemez.
    Zira, belirtilen sürede yanlış mercie, yanlış şekilde bir başvuruda bulunulması halinde bu yanılma, 5271 sayılı CYY’nın 264. maddesi kapsamında değerlendirileceğinden başvuranın hakları ortadan kalkmayacaktır.
    Nitekim Ceza Genel Kurulunun 05.10.2010 gün ve 169-188 sayılı kararında da aynı sonuca ulaşılmıştır.
    Öte yandan, Ceza Genel Kurulunun 13.12.2011 gün ve 247-261 ile 01.02.2011 gün ve 244-14 sayılı kararlarında da vurgulandığı üzere; mesleği bir kamu hizmeti niteliğindeki avukat olan, temyiz aşamasında sanığın savunmasını üstlenen ve bu bağlamda savunma ve yasa yollarına başvurma açısından yeterli düzeyde hukuki bilgiye sahip olan müdafiin, temyiz başvurusunun zabıt katibine yapılacak beyanla da yapılabileceğini bilmemesi düşünülemeye¬ceğinden, yasa yolu bildirimindeki bu eksiklik müdafii açısından bir yanılgı ve bu kapsamda hakkın kullanılması yönünden bir engel oluşturmayacaktır. Kaldı ki sanık müdafii süresinden sonra verdiği temyiz dilekçesinde, bildirimdeki eksikliğin kendisini yanılgıya düşürdüğüne ilişkin bir iddia da ileri sürmemiştir.
    Bu itibarla, Yargıtay C.Başsavcılığı itirazının kabulü ile Özel Daire bozma kararının kaldırılmasına ve sanık müdafiinin yasal süreden sonra yaptığı temyiz isteminin 5320 sayılı Yasanın 8. maddesi uyarınca halen yürürlükte bulunan 1412 sayılı CYUY’nın 310 ve 317. maddeleri uyarınca reddine karar verilmelidir.
    SONUÇ:
    Açıklanan nedenlerle;
    1- Yargıtay C.Başsavcılığı itirazının KABULÜNE,
    2- Yargıtay 4. Ceza Dairesinin 13.07.2011 gün ve 6524-12526 sayılı bozma kararının KALDIRILMASINA,
    3- Sanık müdafiinin temyiz isteminin 1412 sayılı CYUY’nın 5320 sayılı CYY’nın 8. maddesi uyarınca halen uygulanmakta olan 310 ve 317. maddeleri uyarınca REDDİNE,
    4-Dosyanın mahalline gönderilmesi için Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİİNE, 20.12.2011 günü yapılan müzakerede oybirliğiyle karar verildi.

     

     

     

    Hemen Ara