Yargıtay Ceza Genel Kurulu 2011/7-209 Esas 2011/269 Karar Sayılı İlamı

Abaküs Yazılım
Ceza Genel Kurulu
Esas No: 2011/7-209
Karar No: 2011/269

Yargıtay Ceza Genel Kurulu 2011/7-209 Esas 2011/269 Karar Sayılı İlamı

Ceza Genel Kurulu         2011/7-209 E.  ,  2011/269 K.

    "İçtihat Metni"

    Tebliğname: 2010/223029
    Yargıtay Dairesi : 7. Ceza Dairesi
    Mahkemesi : İSTANBUL 8. Ağır Ceza
    Günü : 29.04.2010
    Sayısı : 18–19
    Davacı : K.H

    Banka zimmeti suçundan sanık Y.D.’nun 4389 sayılı Bankalar Yasasının 22/3, 765 sayılı TCY’nın 80, 4389 sayılı Yasanın 22/3–son cümle, 765 sayılı TCY’nın 59, 31, 33 ve 40. maddeleri uyarınca 5 yıl 10 ay ağır hapis cezası ile cezalandırılmasına, mahsuba ve ömür boyu kamu hizmetlerinden yasaklanmasına ilişkin, İstanbul 8. Ağır Ceza Mahkemesince verilen 16.05.2005 gün ve 38–32 sayılı hükmün, sanık müdafii tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığınca; 15.08.2005 gün ve 143514 sayı ile; dosyanın lehe yasa değerlendirilmesi amacıyla geri gönderilmesi sonrasında yeniden yargılama yapan yerel mahkemece 29.12.2005 gün ve 114-123 sayı ile;
    Sanığın 4389 sayılı Yasanın 22/3–1, 765 sayılı TCY’nın 80, 4389 sayılı Yasanın 22/3. son cümle ve 765 sayılı TCY’nın 59. maddeleri uyarınca 3 yıl 10 ay 20 gün hapis cezası ile cezalandırılmasına, 5237 sayılı TCY’nın 53/1. maddesi uyarınca hak yoksunluğuna ve aynı Yasanın 63. maddesi uyarınca mahsuba karar verilmiştir.
    Bu hükmün de sanık müdafii ile katılan vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine; Yargıtay 7. Ceza Dairesince 28.01.2010 gün ve 8226-1115 sayı ile;
    “16.05.2005 tarihli hüküm kesinleşmeden dosyanın mahkemece yeniden ele alınıp yapılan işlem ve karar yok hükmünde kabul edilip, 16.05.2005 tarihli hükme yönelik müdahil vekili ve sanık müdafiinin temyizine göre yapılan incelemede;
    Sair temyiz itirazları yerinde görülmediğinden reddine,
    1- 5411 sayılı Yasa yürürlüğe girmeden sanığın 11.08.2005 tarihinde banka zararının tamamını ödediği cihetle, 5411 sayılı Yasanın 160/4. maddesi sanık lehine yorumlanarak cezasından 2/3 oranında indirim yapılması gerektiğinden sanık lehine olan 5411 sayılı Yasanın uygulanması lüzumu,
    2- 01.06.2005 tarihinde yürürlüğe giren 5252 sayılı Türk Ceza Kanununun Yürürlük ve Uygulama Şekli Hakkında Kanunun 12. maddesinin (b) fıkrası ile 765 sayılı Türk Ceza Kanunu bütün ek ve değişiklikleri ile yürürlükten kaldırılmış, aynı gün yürürlüğe giren 5237 sayılı Türk Ceza Kanununun 7. maddesi uyarınca lehe olan yasanın belirlenip sonucuna göre sanığın hukuki durumunun takdir ve değerlendirilmesinde zorunluluk bulunduğu …” gerekçesiyle bozulmasına karar verilmiştir.
    Yerel mahkeme ise 29.04.2010 gün ve 18-19 sayı ile; “…5411 sayılı Kanunun 160/4. maddesi ‘soruşturma başlamadan önce zimmete geçirilen para veya para yerine geçen evrak veya senetler veya diğer malların aynen iade edilmesi veya uğranılan zararın tamamen tazmin edilmesi halinde verilecek cezanın 2/3’ü indirilir’ demekle, 4389 sayılı Kanunun 22/3. maddesinde yer almayan lehe düzenleme getirmiştir. Zira 4389 sayılı Bankalar Kanununun 22/3–son maddesinde ‘zararın kovuşturma yapılmadan önce tamamen ödenmesi halinde cezaların yarısı, ödeme hükmünden önce gerçekleştirilmiş ise 1/3 oranında indirilir’ şeklinde düzenleme getirmiştir. 5411 sayılı Yasanın 160/4. maddesi gereğince soruşturma safhasından önce yapılan ödemeler için lehe bir durum ortaya çıkmıştır. Ancak dosyamızda olduğu gibi sanık tarafından hükümden önce yapılan ödemelerde 5411 sayılı Yasanın 160/4. maddesi gereğince 2/3 oranını tatbik etmek mümkün değildir. Sanık tarafından yapılan ödeme, kovuşturma aşamasında ve ‘hükümden öncedir’. Bu gerçeği sonradan sanık lehine düzenleme olsa da göz ardı edip değiştiremeyiz. Bu şekilde bir düşünce ‘önceden daha çok indirim olsa idi soruşturma öncesinde ödemeyi yapardım’ gibi bir mantık ortaya çıkartır ki, bu da yasal dayanaktan yoksundur. Kaldı ki 4389 sayılı Kanunda kovuşturmadan önce yapılan ödemelerde yarısı oranında bir indirim söz konusu olup, bu duruma ilişkin bir değişiklik yapılmamış ve hakkında açılan alacak davası da sanık tarafından kabul edilmekle birlikte, ödemeyi yapmamıştır. Mahkememiz dosyasında şayet sanık tarafından ödeme soruşturma başlamadan önce yapılmış olsa idi 5411 sayılı Kanundaki lehe olan düzenlemenin sanığa uygulanacağı tartışmasız kabul edilecekti. Ancak somut olayda sanığa, ne banka soruşturması sırasında, ne de Cumhuriyet Başsavcılığınca yapılan soruşturmalarda adresini terk etmesi sebebi ile ulaşılamamıştır. Sırf 5411 sayılı Yasa ile soruşturmadan önce indirim düzenlendi diye bundan sanığı yararlandırmak, 4389 sayılı Yasa döneminde işlenen suçlarda, hükümden önce yapılan tüm ödemelerde sanıkların 5411 sayılı Kanunun 160/4. maddesi yani soruşturmadan önce iade hükümlerinden yararlandırmak anlamına gelecektir ki bu da ‘ödeme zamanının’ değişemeyeceği gerçeğini ortadan kaldırmak demek olacaktır. …
    4389 sayılı Yasada yer alan kovuşturma aşamasında ‘hükümden önce’ ödemeye yönelik düzenleme, 5411 sayılı Yasada da aynen korunmuş, lehe ya da aleyhe olacak şekilde yeni bir düzenleme yapılmamış, bunun yanında sanıkların lehine olmak üzere 4389 sayılı Yasada kovuşturma öncesi yapılacak geri ödemelerde, 1/2 oranında indirim bulunmakla birlikte 5411 sayılı Yasa bu kovuşturma öncesi geri ödenme zamanını iki aşamaya bölerek, bu kez soruşturmaya başlanmadan önce yapılacak ödemelerde 2/3 oranında indirim öngörmesi nedeni ile zimmet suçunu işleyen sanıkların kovuşturmadan önce yapacakları geri ödemelere yönelik lehe bir düzenleme getirmiştir. Bundan anlaşılacağı gibi kovuşturma aşamasında yapılacak ödeme nedeni ile indirim oranlarında herhangi bir lehe durum oluşturulmamıştır” şeklindeki gerekçe ve oyçokluğu ile önceki hükmünde direnmiş, mahkeme başkanı ise bozma ilamının yerinde olduğu düşüncesiyle karşıoy kullanmıştır.
    Bu hükmün de sanık müdafii tarafından temyiz edilmesi üzerine, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının “onama” istemli, 30.10.2010 gün ve 223029 sayılı tebliğnamesi ile Yargıtay 7. Ceza Dairesine gönderilen dosya, Özel Dairece, yerel mahkeme hükmünün direnme niteliğinde bulunduğundan bahisle Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilerek, Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır.
    TÜRK MİLLETİ ADINA
    CEZA GENEL KURULU KARARI
    Özel Daire ile yerel mahkeme arasında oluşan ve Ceza Genel Kurulunca çözümlenmesi gereken uyuşmazlık; katılan bankanın zararını kovuşturma aşamasında karşılayan sanık hakkında, sonradan yürürlüğe giren 5411 sayılı Yasanın 160/4. maddesinin uygulanma koşullarının bulunup bulunmadığının belirlenmesine ilişkindir.
    İncelenen dosya içeriğinden;
    Şikâyetçi Kent Bank Hukuk Müşavirliğinin 20.09.2001 tarihli suç duyurusu üzerine Şişli Cumhuriyet Başsavcılığınca sanık hakkında soruşturmaya başlanıldığı, 18.09.2001 tarihinde de zimmete konu paraya ilişkin olarak, şikâyetçi banka tarafından İstanbul 5. İş Mahkemesinde sanık aleyhine alacak davası açıldığı, 16.10.2001 günlü duruşmada davalı sanığın, davayı ve davaya konu parayı ödemeyi kabul ettiğini ve bankaya bu miktar karşılığı senet verdiğini beyan etmesi üzerine mahkemece aynı gün; davanın kabulü ile, 9.600.199.580 Liranın, dava tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalıdan alınarak davacıya verilmesine hükmedildiği, sanığın mahkemece belirlenen ve kendisinin de kabul ettiği borcu ödememesi nedeniyle 27.11.2001 tarihinde şikâyetçi banka tarafından hakkında icra takibine başlandığı, Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumunun 20.03.2002 tarih ve 653 sayılı kararı ile Kent Bank’ın, tüm aktif ve pasifleriyle birlikte Bayındır Bank bünyesine alınarak iki bankanın birleştirildiği, Şişli Cumhuriyet Başsavcılığınca yürütülen soruşturma kapsamında 06.12.2001 tarihinde Şişli 2. Sulh Ceza Mahkemesince sanık hakkında üzerine atılı suçun niteliği, kendisine ulaşılamaması ve kaçma şüphesi bulunması nedeniyle gıyabi tutuklama kararı verildiği, 28.11.2002 günü de fezleke ile dosyanın gönderildiği İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığınca 29.01.2003 gün ve 186 sayılı iddianame ile sanık hakkında banka zimmeti suçundan kamu davasının açıldığı, sanığın 22.12.2004 tarihinde yakalanarak sorgusunun yapıldığı ve gıyabi tutukluluğunun vicahiye çevrildiği, 04.02.2005 tarihli bilirkişi raporuna göre; sanığın toplam 7.264.045.100 Lirayı zimmetine geçir, aynı bilirkişi raporu içeriğine göre zimmete konu paranın 900.000.000 Lirasının icra takibi suretiyle 28.01.2005 tarihinde tahsil edildiği, kalan 3.100 Lirasının 20.04.2005, 1.224 Lirasının 11.05.2005 ve 2.040 Lirasının ise 11.08.2005 tarihinde sanık tarafından katılan bankaya ödendiği, bu şekilde sanığın, zararın anaparasını tamamen ödemiş olduğu,
    Anlaşılmaktadır.
    Suç tarihinde yürürlükte olan 4389 sayılı Bankalar Yasasının 22. maddesinin 3. fıkrasının son cümlesinde, zararın kovuşturma yapılmadan önce tamamıyla ödenmiş olması durumunda cezanın yarısı oranında, ödemenin hükümden önce gerçekleşmesi halinde ise üçte bir oranında indirileceği,
    Suç tarihinden sonra 01.11.2005 tarihinde yürürlüğe giren 5411 sayılı Bankacılık Yasasının 160. maddesinin 4. fıkrasında; verilecek cezanın, zararın soruşturma başlamadan önce tamamen giderilmesi halinde üçte ikisi, 5. fıkrasında ise, kovuşturma başlamadan önce tamamıyla ödenmiş olması halinde yarısı oranında, ödemenin kovuşturma başladıktan, fakat hüküm verilmeden önce gerçekleşmesi durumunda da üçte bir oranında indirileceği hükme bağlanmıştır.
    Görüldüğü gibi gerek suç tarihinde yürürlükte olan 4389 sayılı Bankalar Yasasında, gerekse sonradan yürürlüğe giren 5411 sayılı Bankacılık Yasasında, soruşturma aşamasında ve hükümden önce gerçekleşen etkin pişmanlığa aynı sonuçlar yüklenmiş, 4389 sayılı Yasadan farklı olarak 5411 sayılı Yasanın 160. maddesinin 4. fıkrasında ayrıca soruşturma başlamadan önce gerçekleştirilen etkin pişmanlık nedeniyle yapılacak indirim düzenlenmiştir.
    Her iki yasada soruşturma ve kovuşturma aşamalarının ne zaman başlayıp ne zaman sona erdiğine yönelik özel bir düzenleme yer almamakta olup, bu konudaki uyuşmazlığın çözümü için 5271 sayılı CYY’nın ilgili maddelerinin öncelikle incelenmesi gerekmektedir.
    5271 sayılı Ceza Yargılaması Yasasının tanımlar başlıklı 2. maddesinde; soruşturma aşamasının iddianamenin kabulüne kadar geçen evreyi, kovuşturma aşamasının ise iddianamenin kabulü ile başlayıp hükmün kesinleşmesine kadar geçen evreyi ifade ettiği belirtilmiş, aynı Yasanın 174. maddesinde onbeş gün içinde iade edilmeyen iddianamenin kabul edilmiş sayılacağı, 175. maddesinde iddianamenin kabulü ile kamu davasının açılacağı ve kovuşturma evresinin başlayacağı hükümlerine yer verilmiştir.
    Bu bilgiler ışığında somut olay değerlendirildiğinde;
    Sanığın, katılan bankanın zararını iddianamenin düzenlendiği 29.01.2003 tarihinden sonra, kovuşturma aşaması başladıktan, ancak henüz hüküm verilmeden önce 11.08.2005 tarihinde ödemiş olması karşısında, zararın henüz soruşturma başlamadan giderilmesi halinde verilecek cezadan yapılacak indirimi öngören 5411 sayılı Yasanın 160. maddesinin 4. fıkrasının sanık hakkında uygulanma olasılığı bulunmamaktadır.
    Her ne kadar suç tarihinde yürürlükte bulunan 4389 sayılı Yasada zararın soruşturma başlamadan giderilmesi halinde verilecek cezadan indirimi düzenleyen bir hüküm olmadığı, dolayısıyla bu şekilde bir düzenleme bulunsa idi sanığın, müşteki bankanın zararını, hakkında soruşturma başlamadan önce ödeyeceği ve zararın ödenmesi nedeniyle verilecek cezadan daha fazla oranda indirim yapılacağı ileri sürülebilir ise de, sanığın daha önce katılan bankanın zararını ödeme konusunda herhangi bir irade ortaya koymaması karşısında, bu düşüncenin kabulü olanaklı değildir. Nitekim Ceza Genel Kurulunun 24.05.2011 gün ve 106-111, 05.04.2011 gün ve 228-40 ile 09.11.2010 gün ve 190-219 sayılı kararları ile de aynı sonuca ulaşılmıştır.
    Bu yönüyle yerel mahkeme direnme hükmü isabetlidir.
    Ancak, ayrıntısına Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 13.11.2007 gün 225–233 ve 05.02.2008 gün 274–18 sayılı kararlarında yer verildiği üzere;
    Lehe yasanın belirlenmesi yöntemini düzenleyen 5252 sayılı Yasanın 9. maddesinin 3. fıkrasında; lehe yasanın, önceki ve sonraki kanunların ilgili tüm hükümlerinin somut olaya uygulanarak, ortaya çıkan sonuçların birbirleriyle karşılaştırılması suretiyle belirleneceği hükmüne yer verilmiştir.
    23.02.1938 gün ve 23–9 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararı ile de; “suçun işlendiği zamanın yasası ile sonradan yürürlüğe giren yasa hükümlerinin farklı olması halinde, her iki yasanın birbirine karıştırılmadan somut olaya uygulanıp, her iki yasaya göre hükmedilecek cezalar belirlendikten sonra sonucuna göre lehe olanı uygulanmalı” denilmek suretiyle de lehe yasanın tespitinde başvurulacak yöntem ve ilkeleri belirlenmiştir.
    Öğretide de; “uygulanma olanağı bulunan tüm yasaların leh ve aleyhteki hükümleri ile birlikte ayrı ayrı ele alınarak, somut olaya göre sonuçlarının karşılaştırılmasının gerekeceği ve fail bakımından daha lehe sonuç veren yasa belirlenip son hükmün buna göre belirleneceği” görüşleri ileri sürülmüştür. (Ord. Prof. Dr. S. Dönmezer, Prof. Dr. S. Erman, Nazari ve Tatbiki Ceza Hukuku, 11. Bası, C. 1, s.167; Ord. Prof. Dr. S. Dönmezer, Genel Ceza Hukuku Dersleri, s. 64; Prof. Dr. M. E. Artuk, Doç. Dr. A. Gökçen, Arş. Gör. A. C. Yenidünya, Ceza Hukuku Genel Hükümler, C. 1, s. 221)
    5252 sayılı Yasanın 9. maddesinin 3. fıkrası, 23.02.1938 gün ve 23–9 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararı ve öğretideki görüşler doğrultusunda yöntemine uygun olarak yapılan lehe yasa değerlendirmesinin doğal bir sonucu olarak, lehe olduğu kabul edilen yasanın ilgili tüm hükümlerinin karşılaştırılan diğer yasa hükümlerine karıştırılmadan uygulanması gerekir.
    Somut olayda ise yerel mahkemece, 765 sayılı Türk Ceza Yasasının sanık lehine olduğu belirlenerek, aynı Yasanın 80 ve 59. maddeleri uygulandıktan sonra, sanık hakkında 5237 sayılı Türk Ceza Yasasının 53. maddesi uyarınca hak yoksunluğuna ve aynı Yasanın 63. maddesi uyarınca tutuklulukta geçen sürenin cezasından indirilmesine hükmedilmek suretiyle 5252 sayılı Yasanın 9. maddesinin 3. fıkrasına aykırı şekilde karma bir uygulama yapılmış olup, yerel mahkeme direnme hükmü bu yönü ile usul ve yasaya aykırıdır.
    Bu itibarla, yerel mahkeme direnme hükmünün karma uygulama yapılarak hüküm kurulması isabetsizliğinden bozulmasına, ancak bu husus yeniden yargılamayı gerektirmediğinden, 5320 sayılı Yasanın 8. maddesi uyarınca halen yürürlükte olan 1412 sayılı CYUY’nın 322. maddesinin verdiği yetkiye dayanılarak, yerel mahkemenin hüküm fıkrasının 8. bendindeki “TCK’nın 63. maddesi” ibaresinin “765 sayılı TCY’nın 40. maddesi” olarak değiştirilmek, 9. bendinin ise hükümden çıkartılarak yerine 30.06.1995 gün ve 1-1 sayılı içtihadı Birleştirme Kararı uyarınca “765 sayılı TCY’nın 31. maddesi gereğince sanığın 3 yıl süreyle kamu hizmetlerinden yasaklanmasına” ibaresi eklenmek suretiyle hükmün düzeltilerek onanmasına karar verilmelidir.
    Çoğunluk görüşüne katılmayan Genel Kurul Üyesi O. K.; “Suç tarihinde yürürlükte olan 4389 sayılı Bankalar Kanununun 22/3. fıkraya göre ‘Banka zimmet suçunda zararın kovuşturma yapılmadan önce tamamiyle ödenmiş olması halinde cezaların yarısı, ödeme hükümden önce gerçekleştirilmiş ise üçte bir oranında indirilir’ hükmü varken suç tarihinden sonra 01.11.2005 tarihinde yürürlüğe giren 5411 sayılı Yasanın 160/4. fıkraya göre ‘soruşturma başlamadan önce zimmete geçirilen para veya para yerine geçen evrak veya senetlerin veya diğer malların aynen iade edilmesi veya uğranılan zararın tamamen tazmin edilmesi halinde, verilecek cezanın üçte ikisi indirilir. Kovuşturma başlamadan önce, GÖNÜLLÜ OLARAK, aynen iade veya tazmin halinde cezanın yarısı, bu durum hükümden önce gerçekleşmiş ise üçte biri indirilir’ hükmü getirilmiştir. Görüleceği gibi soruşturma başlamadan önce ödeme hali suç tarihinden önceki düzenlemede yer almamıştır. Yeni yasa ile sanık yararına bir hüküm getirilmiştir. Bu hüküm suç tarihinde olsaydı sanığın zararı ödeme ihtimali hayli yüksekti. Zira somut olayımızda 2/3 oranında indirim yapıldığında ceza iki yılın altına düşecek ve hakkında uygulama yapıldığında sonuç ceza hükmün açıklanmasının geri bırakılması veya tecil sınırlarının altında kalarak sanık cezaevine girmeyecektir. Yeni yasa da soruşturma öncesi ödeme yapana ceza verilmez denseydi sanık ceza almamak için ödeme yapmaz mıydı? Dolayısıyla 5237 sayılı Yasanın 7. maddesi gözardı edilerek bu hüküm uygulanmayacak mıydı? Yeni değişiklikte dikkat edilmesi gereken bir husus da soruşturma öncesi ödemede gönüllülük şartı yokken daha sonraki aşamalardaki ödeme halinde gönüllülük şartı öngörülmüştür.
    Somut olayımızda suç tarihi 17.09.2001, önceki karar tarihi 16.05.2005 günüdür. 5411 sayılı Yasanın yürürlük tarihi olan 01.11.2005’ten önce 11.08.2005 tarihinde banka zararının tamamı ödenerek ödeme iradesi ortaya konulmuştur. Bizim düşüncemize göre yasa çıkmadan önce ve hatta yasa çıktıktan makul bir süre sonra yapılacak ödemelerde sanıklar üçte iki indirimden yararlandırılabilir. Zira yukarıda açıklandığı üzere bu indirim sonucu adi zimmet suçunda sanıkların alacağı ceza 1 yıl 11 ay 10 güne düşerek tecil ve hükmün açıklanmasının geri bırakılması sınırları altına ineceğinden sanıkların soruşturma başlamadan önce ödeme cihetine gitmesi ihtimali hayli yüksek olacaktır. İhtimal % 1 dahi olsa şüphe sanık lehine yorumlanmalıdır. Olayımızda sanık ödeme iradesini yasa çıkmadan önce göstermiştir. 12 Eylül ihtilalinden sonra çıkarılan bir yasa ile 6136 sayılı Yasa ile ilgili olarak silahlarını belli bir sürede teslim edenlere ceza verilmeyeceği düzenlendiğinde bu Yasadan önce silah yakalatanlar dahi sanıklar silahı yakalatmasaydı yasa çıktığında teslim edebilirlerdi düşüncesiyle Yargıtay’ca yasadan yararlandırılarak sanıklara ceza verilmemiştir. Sanık banka zararını tamamiyle ödemiş ve haksızlığa uğrayanın haksızlığı giderilmiştir. Ceza hukukunun amacı da budur. Sanığın cezaevinde daha fazla yatmasının hiç kimseye faydası yoktur. Aksine ailesi, çoluğu çocuğu varsa dışarı çıktığında onlara faydası olacaktır. Direnme kararı veren ihtisas mahkemesi başkanı da daire bozması doğrultusunda bozmaya uyulması için muhalif kalmıştır. Yerel mahkeme direnme kararında, ‘A şahsı eski yasa döneminde silahla öldürme suçunu işleyip, yeni yasa döneminde herhangi bir alet kullanmadan adam öldürme suçlarına indirim hükmü getirilse bile, bu lehe durumdan A şahsını yararlandıramayız’ diye bir örnek vermiş ise de direnme kararında olduğu gibi burada da yanılgıya düşmüştür. Zira verdiği örnekte A şahsının yararlanacağı 5237 sayılı Yasanın 7. maddesi ile açıktır.
    İzah edilen nedenlerle çoğunluk kararına katılmıyorum” görüşüyle,
    Çoğunluk görüşüne katılmayan bir Genel Kurul Üyesi de; benzer düşüncelerle karşı oy kullanmışlardır.
    SONUÇ:
    Açıklanan nedenlerle,
    1– İstanbul 8. Ağır Ceza Mahkemesinin 29.04.2010 gün ve 18–19 sayılı direnme hükmünün, karma uygulama yapılması suretiyle hüküm kurulması isabetsizliğinden BOZULMASINA,
    Ancak bu husus yeniden yargılamayı gerektirmediğinden, 5320 sayılı Yasanın 8. maddesi uyarınca halen yürürlükte bulunan 1412 sayılı CYUY’nın 322. maddesinin verdiği yetkiye dayanılarak, yerel mahkeme hüküm fıkrasının 8. bendindeki “TCK’nın 63. maddesi” ibaresinin “765 sayılı TCY’nın 40. maddesi” olarak değiştirilmek, 9. bendinin ise hükümden çıkartılarak ve yerine “765 sayılı TCY’nın 31. maddesi uyarınca sanığın 3 yıl süreyle kamu hizmetlerinden yasaklanmasına” ibaresi eklenmek ve hükümdeki diğer hususlar aynen bırakılmak suretiyle sair yönleri usul ve yasaya uygun bulunan hükmün DÜZELTİLEREK ONANMASINA,
    2– Dosyanın mahalline gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİİNE, 13.12.2011 günü yapılan müzakerede oyçokluğuyla karar verildi.

     

     

    Hemen Ara