Esas No: 2018/24071
Karar No: 2018/24071
Karar Tarihi: 10/2/2021
AYM 2018/24071 Başvuru Numaralı KADRİYE SEVER Başvurusuna İlişkin Karar
TÜRKİYE CUMHURİYETİ |
ANAYASA MAHKEMESİ |
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM |
|
KARAR |
|
KADRİYE SEVER BAŞVURUSU |
(Başvuru Numarası: 2018/24071) |
|
Karar Tarihi: 10/2/2021 |
|
BİRİNCİ BÖLÜM |
|
KARAR |
|
Başkan |
: |
Hasan Tahsin GÖKCAN |
Üyeler |
: |
Muammer TOPAL |
|
|
Recai AKYEL |
|
|
Yusuf Şevki HAKYEMEZ |
|
|
Selahaddin MENTEŞ |
Raportör |
: |
Eren Can BENAKAY |
Başvurucu |
: |
Kadriye SEVER |
Vekili |
: |
Av. Nevzat SARIİN |
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının, ilk derece mahkemesi kararının Yargıtay tarafından gerekçesiz bir şekilde onanması nedeniyle gerekçeli karar hakkının, davanın haksız bir şekilde reddedilerek verilmesi gereken tazminata hak kazanamaması nedeniyle de mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 14/8/2018 tarihinde yapılmıştır.
3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.
4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüş bildirmemiştir.
III. OLAY VE OLGULAR
7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir:
8. Başvurucu, zorunlu göç nedeniyle Bulgaristan"dan Türkiye"ye gelmiş ve Ankara"ya yerleştirilmiştir.
9. Zorunlu göçe tabi olan soydaşların iskân edilmelerine destek olmak amacıyla Yüksek Planlama Kurulunun 27/11/1990 tarihli kararı ile 20.000 konut yapımı kararlaştırılmıştır.
10. Başvurucu, konut sahibi olmak amacıyla başvuruda bulunmuş; 1991 yılında 5 TL (5.000.000 eski TL) peşinat ve avans ödemesi yapmıştır.
11. Başvurucu daha sonra 15/2/2011 tarihinde alacak davası açmıştır. Dilekçesinde kendisinden tahsil edilen avans ve peşinat ödemesinin konut maliyetinden mahsup edilmediğini belirtmiştir. Yatırılan peşinat ve avans miktarı olan 5 TL"nin günün ekonomik koşullarına güncellenerek şimdilik 2.000 TL"nin davanın açıldığı tarihten itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte tarafına ödenmesine karar verilmesini istemiştir.
12. Ankara 1. Tüketici Mahkemesi (Mahkeme) 21/1/2013 tarihinde davayı reddetmiştir. Kararda dosyanın bilirkişiye tevdi edildiği ve bilirkişi tarafından başvurucunun (davacının) sözleşme öncesi 5.000.000 TL ödediği, satın alınan dairenin kesin maliyet bedelinin 90.000.000 TL olduğu belirtilmiştir. Bilirkişi yine başvurucunun bu daire için toplam 88.940.230 TL borçlandığı, sözleşme öncesi ödediği 5.000.000 TL"nin 1.059.770 TL"sinin maliyet bedelinden düşüldüğü, bakiye 3.940.230 TL"nin mahsubuna ilişkin dosyada bilgi ve belge bulunmadığı yönünde görüş bildirmiştir. Kararda Emlak Bankası Genel Müdürlüğünün Devlet Bakanlığına hitaben yazılan yazıda "...21.556 kişi konut sahibi olmuş, konut sahibi olan 21.556 kişiden 6.629 kişinin peşinatı borçlarından kesin borçlandırma işlemleri aşamasında mahsup edilecek olup, bu kişilerin haricindekilerin yatırdıkları peşinatlar borçlarından mahsup edilmiştir..." ibaresinin bulunduğu ifade edilmiştir. Yine Devlet Bakanlığının T.C. Ziraat Bankası A.Ş.ye hitaben yazılan 29/5/2002 tarihli yazıda "...Konut sahibi olmak üzere işin başında yatırılan 2.500.000-TL bedel maliyet hesabından tenzil edilmiştir..." yazışmalarının bulunduğu söylenmiştir. Söz konusu hususlardan hareketle de başvurucunun yatırmış olduğu peşinatın kesin maliyet bedelinden mahsup edildiği sonucuna ulaşılmıştır.
13. Başvurucu, Mahkeme kararını 4/11/2016 tarihinde temyiz etmiştir. Dilekçesinde Yargıtay içtihatları ve benzer konuda verilen mahkeme kararları uyarınca mahsup işlemi somut bir şekilde ispatlanmadığından bu işlemin bozulması gerektiğini belirtmiştir. Buna yönelik olarak yeniden bilirkişi incelemesi yapılması gerektiğini de ifade etmiştir.
14. Yargıtay 13. Hukuk Dairesi (Daire) 26/6/2018 tarihinde mahkeme kararını düzelterek onamıştır. Kararda; başvurucunun dava dışı bankadan kredi kullanıp borçlandırma sözleşmesi ile 76.709.435 TL, borçlandırma senedi ile 12.230.795 TL olmak üzere toplam 88.940.230 TL (eski TL) kredi kullanıp ödeme yaptığı ancak maliyet hesabı çıkarıldığında arada oluşacak farkı da aynı koşullarda ödemeyi taahhüt ettiği, borçlanma sözleşmelerinin ileride doğacak ilave maliyeti de kapsayacak şekilde düzenlendiği ifade edilmiştir. Devlet Bakanlığınca konutun kesin maliyet hesabının her bir daire için 90.000.000 TL (eski TL) olarak belirlendiği ifade edilmiştir. Kesin maliyet hesabının resmî verilere göre hazırlanması ve o tarihte taraflar arasında herhangi bir husumet bulunmaması nedeniyle bu kesin maliyet hesabına itibar edilmesi gerektiği söylenmiştir. Başvurucunun ödediği bedelin söz konusu maliyet hesabının altında kaldığı ve bu durumda borçlandırma işleminin başlangıcında mahsuplaşmanın yapıldığının kabulü gerektiği dile getirilmiştir.
15. Nihai karar başvurucuya 17/7/2018 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 14/8/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
IV. İLGİLİ HUKUK
16. İlgili hukuk için bkz, Erol Kızılırmak ve Zeynep Kızılırmak [GK], B. No: 2016/10183, 11/7/2019, §§ 20-21.
V. İNCELEME VE GEREKÇE
17. Mahkemenin 10/2/2021 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Makul Sürede Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
1. Başvurucunun İddiaları
18. Başvurucu, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
2. Değerlendirme
a. Kabul Edilebilirlik Yönünden
19. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
b. Esas Yönünden
20. Medeni hak ve yükümlülüklerle ilgili uyuşmazlıklara ilişkin yargılamanın süresi tespit edilirken sürenin başlangıç tarihi olarak davanın ikame edildiği tarih; sürenin sona erdiği tarih olarak -çoğu zaman icra aşamasını da kapsayacak şekilde- yargılamanın sona erdiği tarih, yargılaması devam eden davalar yönünden ise Anayasa Mahkemesinin makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin şikâyetle ilgili kararını verdiği tarih esas alınır (Güher Ergun ve diğerleri, B. No: 2012/13, 2/7/2013, §§ 50, 52).
21. Medeni hak ve yükümlülüklerle ilgili uyuşmazlıklara ilişkin yargılama süresinin makul olup olmadığı değerlendirilirken yargılamanın karmaşıklığı ve kaç dereceli olduğu, tarafların ve ilgili makamların yargılama sürecindeki tutumu ve başvurucunun yargılamanın süratle sonuçlandırılmasındaki menfaatinin niteliği gibi hususlar dikkate alınır (Güher Ergun ve diğerleri, §§ 41, 45).
22. Anılan ilkeler ve Anayasa Mahkemesinin benzer başvurularda verdiği kararlar dikkate alındığında 7 yıl 4 ay 10 günlük yargılamaya ilişkin sürenin makul olmadığı sonucuna varmak gerekir.
23. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamındaki makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
B. Gerekçeli Karar Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
1. Başvurucunun İddiaları
24. Başvurucu, Dairenin kararında gerekçe gösterilmeksizin mahkeme kararının onanması nedeniyle gerekçeli karar hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
2. Değerlendirme
25. Anayasa"nın iddianın değerlendirilmesinde dayanak alınacak "Hak arama hürriyeti" kenar başlıklı 36. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
"Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir."
a. Genel İlkeler
26. Anayasa"nın 36. maddesinin birinci fıkrasında, herkesin adil yargılanma hakkına sahip olduğu belirtilmiş ancak gerekçeli karar hakkından açıkça söz edilmemiştir. Bununla birlikte Anayasa"nın 36. maddesine "...adil yargılanma" ibaresinin eklenmesine ilişkin gerekçede, Türkiye"nin taraf olduğu uluslararası sözleşmelerce de güvence altına alınan adil yargılama hakkının madde metnine dâhil edildiği vurgulanmıştır. Nitekim Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi"nin (Sözleşme) 6. maddesinin (1) numaralı fıkrasındaki hakkaniyete uygun yargılanma hakkının kapsamına gerekçeli karar hakkının da dâhil olduğu Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin birçok kararında vurgulanmıştır. Dolayısıyla Anayasa’nın 36. maddesinde düzenlenen adil yargılanma hakkının gerekçeli karar hakkı güvencesini de kapsadığının kabul edilmesi gerekir (Abdullah Topçu, B. No: 2014/8868, 19/4/2017, § 75).
27. Anayasa"nın 141. maddesinin üçüncü fıkrasında da “Bütün mahkemelerin her türlü kararları gerekçeli olarak yazılır.” denilerek mahkemelere kararlarını gerekçeli yazma yükümlülüğü yüklenmiştir. Anayasa’nın bütünlüğü ilkesi gereği anılan Anayasa kuralı da gerekçeli karar hakkının değerlendirilmesinde gözönünde bulundurulmalıdır (Abdullah Topçu, § 76).
28. Gerekçeli karar hakkı, kişilerin adil bir şekilde yargılanmalarını sağlamayı ve denetlemeyi amaçlamaktadır. Bu hak, tarafların muhakeme sırasında ileri sürdükleri iddiaların kurallara uygun biçimde incelenip incelenmediğini bilmeleri ve demokratik bir toplumda kendi adlarına verilen yargı kararlarının sebeplerini öğrenmelerinin sağlanması için de gereklidir (Sencer Başat ve diğerleri [GK], B. No: 2013/7800, 18/6/2014, §§ 31, 34).
29. Mahkemelerin anılan yükümlülüğü, yargılamada ileri sürülen her türlü iddia ve savunmaya karar gerekçesinde ayrıntılı şekilde yanıt verilmesi gerektiği şeklinde anlaşılamaz. Ancak derece mahkemeleri, kendilerine sunulan tüm iddialara yanıt vermek zorunda değilse de (Yasemin Ekşi, B. No: 2013/5486, 4/12/2013, § 56) davanın esas sorunlarının incelenmiş olduğu gerekçeli karardan anlaşılmalıdır.
30. Bir kararda tam olarak hangi unsurların bulunması gerektiği, davanın niteliğine ve koşullarına bağlıdır. Muhakeme sırasında açık ve somut bir biçimde öne sürülen iddia ve savunmaların davanın sonucuna etkili olması, başka bir deyişle davanın sonucunu değiştirebilecek nitelikte bulunması hâlinde davayla doğrudan ilgili olan bu hususlara mahkemelerce makul bir gerekçe ile yanıt verilmesi gerekir (Sencer Başat ve diğerleri, § 35).
31. Aksi bir tutumla mahkemenin davanın sonucuna etkili olduğunu kabul ettiği bir husus hakkında ilgili ve yeterli bir yanıt vermemesi veya yanıt verilmesini gerektiren usule veya esasa dair iddiaların cevapsız bırakılmış olması hak ihlaline neden olabilecektir (Sencer Başat ve diğerleri, § 39).
b. İlkelerin Olaya Uygulanması
32. 1989 yılında zorunlu göç nedeniyle ülkemize gelen sığınmak zorunda kalan soydaşlarımızın konut ihtiyaçlarını karşılamak amacıyla Yüksek Planlama Kurulunun 1990 yılında aldığı kararla Türkiye"nin farklı yerlerinde konut yapımına başlanmış, bu kapsamda belirlenen hak sahiplerinden taahhütname alınmıştır. Hak sahipleri, ilgili banka ile yapacakları borçlanma sözleşmesine kadar konut maliyetinden düşülmek üzere farklı tarihlerde peşinatlar yatırmıştır. Başvuru konusu somut davada olduğu gibi hak sahipleri yatırdıkları avansların kesin olarak belirlenen borç miktarından mahsup edilmediğini iddia ederek Başbakanlık ve Toplu Konut İdaresi aleyhine alacak davaları açmışlardır (Erol Kızılırmak ve Zeynep Kızılırmak, § 38).
33. Açılan davalarda, yerel mahkemelerce kabul kararı verilenlerle ilgili olarak Yargıtay, farklı gerekçelerle bozma kararları vermeye başlamıştır. Neticede davaların reddedilmesi üzerine yerel mahkeme kararları bireysel başvuru yoluyla Anayasa Mahkemesinin gündemine taşınmıştır. Anayasa Mahkemesi bu başvuruları gerekçeli karar hakkı kapsamında incelemiş, bazı başvurularda başvurucuların gerekçeli karar hakkının ihlal edildiği sonucuna ulaşırken bazı başvurularda derece mahkemelerinin ortaya koyduğu gerekçeleri ilgili ve yeterli bularak başvuruların kabul edilemez olduğuna karar vermiştir (Erol Kızılırmak ve Zeynep Kızılırmak, § 39).
34. Bu başvurulara konu davalarda çözümlenmesi gereken temel mesele, başvurucuların yatırdığı peşinatın kesin borç miktarından mahsup edilip edilmediğinin tespitidir. Başka bir ifadeyle taraflar arasındaki temel ihtilaf davalı tarafça (kamu idareleri), davacıların yatırdığı peşinatın kesin borç tutarından mahsup edilip edilmediğinin ispatı noktasındadır. Başvurucular, dosyadaki delillere göre davalı tarafça mahsup işlemi ispat edilemediği hâlde derece mahkemelerinin yeterli olmayan soyut bir değerlendirmeyle aksi sonuca ulaştığı görüşündedir (Erol Kızılırmak ve Zeynep Kızılırmak, § 40).
35. Medeni hak ve yükümlülüklerle ilgili davalarda taraflarca ileri sürülen vakıaların yorumu ve sunulan delillerin değerlendirilmesi ile bunların ispat gücünü haiz olup olmadığının takdiri derece mahkemelerine aittir. Bu kapsamda bir vakıanın ispatı için gösterilen delilin ispata yeterli olup olmadığına mahkemeler karar verir. Taraflardan birine ait olan ispat mükellefiyetinin yerine getirilip getirilmediği hususunda derece mahkemelerinin geniş değerlendirme marjına sahip olduğunun kabulü gerekir. Ancak derece mahkemeleri, ibraz edilen delil ve ileri sürülen olguların objektif bir değerlendirmeye tabi tutulduğunu kararlarında gösterme ve taraflar arasında tartışmalı olan vakıanın ispat edilip edilmediği konusunda ulaştıkları kanaatlerini davanın diğer tarafını da ikna edecek biçimde ilgili ve yeterli bir gerekçeyle açıklama yükümlülüğü altındadır (Erol Kızılırmak ve Zeynep Kızılırmak, § 41).
36. Göçmen konutları meselesiyle bağlantılı konularda Anayasa Mahkemesine yapılan birinci grup başvurularda, derece mahkemeleri çeşitli kamu kurumlarının kendi aralarında yaptıkları yazışmalardan (Devlet Bakanlığının 23/9/1993 ve 17/3/1993 tarihli talimat ve kesin maliyete ilişkin yazıları, 24/5/2002 tarihli Ziraat Bankasına yazılan yazı) ve Hak Sahiplerine Ait Liste ile diğer destekleyici belgelerden (yatırılan peşinat tutarları dikkate alınarak hazırlanan itfa planı ve anüze raporları, "Hak Sahiplerine Ait Liste" başlıklı belge) hareketle mahsup işleminin yapıldığı sonucuna ulaşmıştır. Bu grup başvurularda kamu kurumlarının kendi aralarındaki yazışmalarda mahsup işleminin yapıldığı belirtilen yerler arasında hak sahibinin (başvurucunun) taşınmazının bulunduğu yerler de bulunmaktadır. Anayasa Mahkemesi bu grup başvurularda derece mahkemelerinin somut olaya özgü değerlendirmeler yaptığını gözlemlemiş, ortaya konulan gerekçeleri ilgili ve yeterli görerek gerekçeli karar hakkının ihlal edilmediği sonucuna ulaşmıştır. Anayasa Mahkemesi derece mahkemelerinin kamu kurumlarının kendi aralarında yaptığı yazışmalara göre mahsup işleminin ispat edildiği yönündeki değerlendirmelerini yeterli bulmuştur (Seyitahmet Seçkin ve diğerleri, B. No: 2013/8637, 7/1/2016; Güner Yıldırım ve Arif Aydoğmuş, B. No: 2014/20030, 17/11/2016; Hacer Acar ve Hatice Hacıoğlu, B. No: 2015/1536, 31/10/2018; Erol Kızılırmak ve Zeynep Kızılırmak, § 44).
37. Diğer grup başvurularda ise derece mahkemelerince, kamu kurumlarının başka yerde bulunan göçmen konutları konusunda kendi aralarında yaptıkları yazışmalarla yetinilerek başvurucuların konutlarının bulunduğu yerlerle ilgili somut herhangi bir değerlendirmede bulunulmadan mahsup işlemlerinin yapıldığı kabul edilmiştir. Anayasa Mahkemesi, bu grup başvurularda başvurucuların taşınmazının bulunduğu yere yönelik olarak derece mahkemelerince somut bir değerlendirme yapılmadığının altını çizmiş ve farklı yerlerde yapılan konutlar için ödenen avansın mahsup edildiği olgusunun başka yerlerdeki göçmen konutları için de kabul edilmesi gerektiği şeklindeki yaklaşımın varsayıma dayandığını vurgulamıştır. Anayasa Mahkemesi bu değerlendirmenin başvurucuların ileri sürdüğü esaslı iddiaları karşılayacak niteliği haiz olmadığını belirtmiş ve gerekçeli karar hakkının ihlal edildiğine karar vermiştir (İbrahim Şendil, B. No: 2013/4495, 17/7/2014; Seyitahmet Çavuş ve diğerleri, B. No: 2013/6613, 7/1/2016).
38. Somut başvurudaki olguların ve Dairenin gerekçesinin Anayasa Mahkemesince daha önce kabul edilemezlik kararı verilen birinci grup dosyalarla benzer özellikler taşıdığı anlaşılmaktadır. Başvuru konusu davaya yönelik Dairenin kararında, ihtilafa konu taşınmaza yönelik somut bilgiler yer almış ve bu bilgiler gözetilerek başvurucuya ödenen peşinatın kesin borçtan mahsup edildiği sonucuna ulaşılmıştır. Anayasa Mahkemesi daha önceki kararlarında bu grup başvurucular yönünden yapılan benzer değerlendirmeleri somut olayın koşullarında ilgili ve yeterli bularak başvurucuların gerekçeli karar haklarının ihlal edilmediği sonucuna ulaşmıştır (bkz. § 36). Anılan kararlarda ulaşılan sonuçtan ayrılmayı gerektiren bir neden bulunmamaktadır. Bu açıdan gerekçeli karar hakkına yönelik bir ihlal bulunmadığının açık olduğu anlaşılmaktadır.
39. Açıklanan gerekçelerle başvurunun bu kısmının diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
C. Mülkiyet Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
1. Başvurucunun İddiaları
40. Başvurucu, davasının haksız bir şekilde reddedilmesi nedeniyle kendisine verilmesi gereken tazminata hak kazanamadığını iddia ederek mülkiyet hakkının ihlal edildiğini de belirtmiştir.
2. Değerlendirme
41. Anayasa ve Sözleşme"nin ortak koruma alanında yer alan mülkiyet hakkı; mevcut mal, mülk ve ekonomik değerleri koruyan bir temel haktır. Kişinin hâlihazırda sahibi olmadığı bir mülkün mülkiyetini kazanma hakkı, bu konudaki menfaati ne kadar güçlü olursa olsun mülkiyet kavramı içinde değildir (Kemal Yeler ve Ali Arslan Çelebi, B. No: 2012/636, 15/4/2014, § 36). Ayrıca gelecekte elde edileceği iddia edilen bir gelirin mülkiyet hakkı kapsamında değerlendirilmesi mümkün değildir (Sultan Tokay ve diğerleri, B. No: 2013/1122, 26/6/2014, § 42).
42. Bir mülk veya alacakla ilgili olarak hak iddia eden kişinin söz konusu hakkın varlığını hukuken ispat etmesi gerekir (Kemal Yeler ve Ali Arslan Çelebi, § 38).
43. Somut olayda mahkemenin gerekçeli kararında yer verilen hukuki tespitler ve dayanaklar birlikte değerlendirildiğinde başvurucunun Anayasa’nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkı kapsamına giren bir ekonomik değeri veya en azından böyle bir değeri elde etme yönünde meşru beklentisi bulunmadığı anlaşılmaktadır.
44. Açıklanan gerekçelerle başvurunun bu kısmının diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin konu bakımından yetkisizlik nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
D. 6216 Sayılı Kanun"un 50. Maddesi Yönünden
45. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 50. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
“(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir…
(2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”
46. Başvurucu, ihlalin tespitiyle 10.000 TL maddi ve 5.000 TL manevi tazminata karar verilmesi talebinde bulunmuştur.
47. Somut olayda makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği sonucuna varılmıştır.
48. İhlal tespitiyle giderilemeyecek olan manevi zararı karşılığında başvurucuya taleple bağlı kalınarak net 5.000 TL manevi tazminat ödenmesine karar verilmesi gerekir.
49. Anayasa Mahkemesinin maddi tazminata hükmedebilmesi için başvurucunun uğradığını iddia ettiği maddi zarar ile tespit edilen ihlal arasında illiyet bağı bulunmalıdır. Başvuruya konu olayda böyle bir illiyet bağı bulunmadığından maddi tazminat talebinin reddine karar verilmesi gerekir.
50. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 294,70 TL harç ve 3.600 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 3.894,70 TL yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.
VI. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. 1. Makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
2. Gerekçeli karar hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
3. Mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın konu bakımından yetkisizlik nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
B. Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamındaki makul sürede yargılanma hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,
C. Başvurucuya net 5.000 TL manevi tazminat ÖDENMESİNE, tazminata ilişkin diğer taleplerin REDDİNE,
D. 294,70 TL harç ve 3.600 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 3.894,70 TL yargılama giderinin başvurucuya ÖDENMESİNE,
E. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,
F. Kararın bir örneğinin bilgi için Ankara 1. Tüketici Mahkemesine (E.2011/227, K.2013/10) GÖNDERİLMESİNE,
G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 10/2/2021 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.