Esas No: 2011/5.MD-136
Karar No: 2011/232
Yargıtay Ceza Genel Kurulu 2011/5.MD-136 Esas 2011/232 Karar Sayılı İlamı
"İçtihat Metni"
Tebliğname: 2007/150203
Yargıtay Dairesi : Ceza Genel Kurulu
Mahkemesi : YARGITAY 5. Ceza Dairesi
Günü : 02.02.2011
Sayısı : 2-5
Suç tarihinde Tunceli hakimi olarak görev yapan sanık S.E.B.’nin rüşvet alma suçunu işlediği iddiasıyla 5237 sayılı TCY’nın 252/1-2 ve 53. maddeleri uyarınca cezalandırılması istemiyle açılan kamu davasının yapılan yargılaması sonucunda, Yargıtay 5. Ceza Dairesince 14.11.2008 gün ve 2-5 sayı ile; eylemin görevi kötüye kullanma suçunu oluşturduğu kabul edilerek sanığın 5237 sayılı TCY’nın 257/1, 62/1, 53/1 ve 53/5. maddeleri uyarınca 10 ay hapis ve aynı Yasanın 53/1-a bendindeki hak ve yetkileri kullanmaktan 5 ay süre ile yoksun bırakılmasına, CYY’nın 231/5. maddesi uyarınca hükmün açıklanmasının geri bırakıl¬masına karar verilmiş, sanık müdafii tarafından süresinde itiraz edilmesi üzerine dosyayı incele¬yen Yargıtay 6. Ceza Dairesince 12.02.2009 gün ve 1-1 sayı ile itirazın reddine karar verilmiştir.
Sanık müdafii tarafından 6008 sayılı Yasanın yürürlüğe girmesi nedeniyle aynı Yasanın 7. maddesi uyarınca sanık hakkında verilen hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararının kaldırılmasının istenilmesi üzerine, dosyayı inceleyen Yargıtay 5. Ceza Dairesince 02.02.2011 gün ve 2-5 sayı ile; sanığın TCY’nın 257/1 ve 62/1. maddeleri uyarınca 5 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına, TCY’nın 51/1. maddesi uyarınca cezasının ertelenmesine, TCY’nın 51/3. maddesi uyarınca 1 yıl deneme süresine tabi tutulmasına, TCY’nın 53/5. maddesi uyarınca 2 ay 15 gün süre ile TCY’nın 53/1-a bendindeki hak ve yetkileri kullanmaktan yoksun bırakılmasına karar verilmiş, hükmün sanık müdafii tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının “onama” istemli 13.05.2011 gün ve 150203 sayılı tebliğnamesi ile Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilen dosya, Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır.
TÜRK MİLLETİ ADINA
CEZA GENEL KURULU KARARI
Sanığın görevi kötüye kullanma suçundan cezalandırılmasına karar verilen olayda, Yargıtay Ceza Genel Kurulunca çözümlenmesi gereken uyuşmazlık, sanığın atılı suçu işleyip işlemediğinin belirlenmesine ilişkindir.
İncelenen dosya içeriğine göre;
Sanık S..E. B.nin suç tarihinde Tunceli Hakimi olarak görev yaptığı, 31.08.2006 tarihinde birinci sınıfa ayrıldığı, Tunceli Sulh Hukuk ve Kadastro Mahkemelerinde müstemir yetkili olarak çalıştığı,
Davacılar Y.D.ve Z.D.tarafından, Tunceli Sulh Hukuk Mahkeme¬sinde Hazine ve Tunceli Belediye Başkanlığı aleyhine 29.05.2006 tarihinde tescil davası açıldığı, dayanak kaydın 23.05.1989 tarih ve 317 yevmiye nolu tapu, dava değerinin ise 4.500 Lira olarak gösterildiği,
Tapu kaydına göre taşınmazın sınırlarının sahibi senet olup, maliki M. T. iken, ölümü ile mirasçılarına intikal ettiği, 1/4 hisseye sahip N.Y.."ın hissesinin Sulh Hukuk Mahkemesinin 03.02.2005 gün ve 179-16 sayılı kararı ile davacı Z. D. adına tesciline karar verildiği, gayrimenkulün yüzölçümünün 919 metrekare olduğu,
29.05.2006 tarihinde duruşmaya hazırlık tutanağının düzenlendiği, ilk duruşma gününün 15.06.2006 olarak belirlendiği, taşınmaza ilişkin bilgi ve belgelerin gönderilmesi için ilgili kurumlara, yerel bilirkişi isim listesinin belirlenmesi için kolluğa yazı müzekkere yazılmasına karar verildiği,
Davalı Hazine vekilinin 16.06.2006 tarihli cevap dilekçesinde özetle; milli emlak kayıtlarına göre dava konusu yerin değerinin 23.894 Lira olduğunu, bu nedenle davanın Asliye Hukuk Mahkemesinde açılması gerektiğini, öncelikle davanın görev yönünden reddine karar verilmesini istediği,
15.06.2006 tarihli duruşmada davalı hazine vekilinin, dava konusu yerin değerinin 4.500 Liranın çok üzerinde olması nedeniyle davanın öncelikle görev yönünden, davalı belediye vekilinin ise davanın husumet yönünden reddine karar verilmesini istediği, mahkeme hakimi olarak görevli olan ve söz konusu davanın duruşmasını yapan sanık tarafından taşınmaz üzerinde 16.06.2006 tarihinde keşif yapılmasına, fen bilirkişisi olarak K.C.ve bir fen elemanının görevlendirilmesi için Kadastro Müdürlüğüne, ziraat bilirkişisi olarak A.K."ın görevlendirilmesi için Tarım Müdürlüğüne yazı yazılmasına karar verildiği ve bir sonraki duruşma gününün 22.06.2006 tarihi olarak belirlendiği,
16.06.2006 tarihli keşifte; yerel bilirkişi olarak H.T.ve İ.C., tanık olarak da Y. D., A.Y.ve M. O.’ın dinlendiği, yerel bilirkişi ve tanıkların; dava konusu yerin öncesinde H. isimli kişinin taşınmazı olduğunu, H."dan Tunceli milletvekili M.T."ın satın aldığını, M. T."ın ölümünden sonra çocuklarına geçtiğini, davacılarında M.T.ın çocuklarından bu yeri satın aldıklarını, dava konusu yerin davacılar adına öncesinde A.O. tarafından, daha sonra da A.O.ın oğlu M.O. tarafından arpa buğday ekilip biçildiği, geçmişte ekilip biçilen alanın daha geniş olduğunu, terör olayları nedeniyle bir kısmının terk edildiğini, dava konusu taşınmazın tamamının değerinin 4000-4500 lira olduğunu ifade ettiği,
22.06.2006 tarihli duruşmada; keşif sonrası fen ve ziraat bilirkişilerinin raporlarını ibraz ettiği, davalılar vekillerinin raporları inceleyip beyanda bulunmak üzere süre istediği, celse arasında belediye başkanlığına ve tapu sicil müdürlüğüne müzekkere yazıldığı, davalılar vekillerine süre verilmesi ve yazılan yazı cevaplarının beklenilmesi amacıyla duruşmanın 23.06.2006 tarihine ertelendiği,
23.06 2006 tarihli duruşmada davalı hazine vekilinin; “biz tapu sicil müdürlüğüne yazılan müzekkereye ulaşamadık. Tahkikatımızı genişletmek istiyoruz. İnceleyip beyanda bulunacağız. Bilirkişi raporlarına karşı yazılı beyanlarımızı sunuyoruz” dediği, buna karşın sanık tarafından yargılamaya son verilerek 23.06.2006 gün ve 119-144 sayı ile davacıların davasının kabulüne, 86.138,43 metrekare yüzölçümlü alanın davacılar adına tapuya tesciline karar verildiği,
Sanığın bu aşamada 2006 yaz kararnamesi ile Didim Hakimliğine atandığı,
Kararın davalı Hazine ve Tunceli Belediye Başkanlığı vekilleri tarafından temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay 8. Hukuk Dairesince 31.10.2006 gün ve 5156-6520 sayı ile; “fen bilirkişi raporunda sınırları belirtilen ve 86.138,43 metrekare yüzölçümlü taşınmazın 4500 Lira değerde olmasının hayatın olağan akışına ters olduğu” gerekçesiyle yerel mahkeme hükmünün bozulmasına karar verildiği,
Sanığın tayin olması üzerine Sulh Hukuk Mahkemesine yetkilendirilen hakim tarafından Yargıtay 8. Hukuk Dairesi bozma kararına uyulduğu, yargılama sonucunda Tunceli Sulh Hukuk Mahkemesince 18.04.2007 gün ve 374-79 sayı ile davanın görev yönünden reddine karar verildiği, kararın davacılar tarafından temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay 8. Hukuk Dairesince yerel mahkeme kararının onandığı,
Şikayetçi İ.Y."ın Tunceli C.Başsavcılığına yapmış olduğu başvuru üzerine davacılar Y.D., Z. D., mahalli bilirkişiler, fen bilirkişileri ve tanıklar hakkında rüşvet suçundan soruşturma başlatıldığı, Tunceli Sulh Ceza Mahkemesinin 10.08.2006 gün ve 2006/323 D.iş sayılı kararı ile şüphelilerin iletişimlerinin tespitine, dinlenmesine ve kayda alınmasına karar verildiği ve bu kapsamda tüm şüphelilerin telefonlarının dinlemeye alındığı,
Yapılan dinlemelerde sanığın vermiş olduğu incelemeye konu kararın menfaat karşılığı verildiğine, bilirkişi ve tanıkların menfaat temin ettiklerine yönelik kesin bilgilere ulaşılamadığı,
Yapılan soruşturma sonucunda 12.02.2007 gün ve 42 esas sayılı iddianame ile sanıklar Y.D., İ. C., Z.D., A. K., K.Can, M.D., M..O., Y. D., A.Y.ve H.T.haklarında 5237 sayılı TCY"nın 276/1, 272/2 ve 43/1. maddeleri uyarınca “gerçeğe aykırı bilirkişilik yapmak, yalan tanıklık ve bu suçlara azmettirme” suçlarından kamu davası açıldığı, yapılan yargılama sonucunda sanıklar Y. D. Z.D., A.K., K.C., M.D., M. O., Y. D.ve A.Y.in beraatlerine, davada yerel bilirkişi olarak dinlenen İ.C.ve H.T.. ise gerçeğe aykırı bilirkişilik yapmak suçundan 5237 sayılı TCY"nın 276/1, 62/1 ve 52/2. maddeleri uyarınca 6000 Lira adli para cezası ile cezalandırılmalarına karar verildiği,
Anlaşılmaktadır.
Şikayetçi İ.Y.’ın ifadesinde; “Ben hakim S.B."nin 2006/119 esas sayılı dosya ile ilgili olarak menfaat temin ettiğine bizzat şahit olmadım. Etrafta bu konuda söylentiler vardı. Ben de bu söylentiler sonucunda olaydan haberdar oldum. Bu davanın davacılarından Y. D. ile görüştüğümde, buraya TOKİ’nin konut yapacağını, Orman İşletmesi yerine kendilerinin bu yerden menfaat sağlamak için davayı açtıklarını, hatta şikayetimden vazgeçmem halinde buradan hisse vereceklerini söyledi. Benim şahsi bir meselem olmadığını, buranın orman arazisi olduğunu ve kamunun yararı adına bu dilekçeyi verdim. DSİ"de çalışan Y. D. hakim S. B.ile aralarının iyi olduğunu bana söylemişti, ancak çıkar ilişkisiyle ilgili bir şey söylemedi. Hatta kendisinin açacağı bir davası bulunduğunu, ancak hakime hanımın kendisine ‘ben varken burada dava açma, dedikodu olur’ dediğini söyledi. Ben Milli Emlak"ta çalışan birinden evimizin arkasında bulunan bu yerin başkalarına verildiğini duyunca dava dosyasını inceledim. Tensiple birlikte bilirkişi isimlerinin belirlendiğini gördüm. Normal bir davada öncelikle taraflar çağrılır, yetki ve görev hususları değerlendirilir, daha sonra keşif kararı verilir. Bu nedenle tensiple bilirkişilerin belirlenmiş olması bende kuşku uyandırdı. Ayrıca 20-25 gün gibi bir sürede dosyanın karara bağlanması ve duruşmadan bir gün sonraya keşif kararı verilmesi bende bir takım şüpheler uyandırdı. Bütün bu hususlar üzerine bu yerin orman arazisi olduğunu bildiğimden kamu yararına şikayet dilekçesi verdim” dediği,
Şikayetçi M.A.Ç.’in ifadesinde; “Ben vatandaşlık görevimi yaptım, hakim S. B. bahse konu 2006/119 Esas sayılı dava dosyasında bilirkişiler, şahitler ve kadastro müdürü tarafından gerçeğe aykırı beyanda bulunmak ve rapor düzenlemek suretiyle yanıltıldığı kanaatine vardım ve şikayetçi oldum. Benimde dava konusu yerin yanında taşınmazım olduğundan konudan haberdar oldum. Hakim S.B."nin davacılardan herhangi menfaat edindiğini doğrudan görmedim, ancak genel olarak konuşulanlardan davacılardan bir takım çıkarlar elde ettiğini duydum, duyumum belli bir kişiden değildir, genel olarak bu konuşuluyordu” dediği,
Sanığın savunmasında özetle; Sulh Hukuk Mahkemesinin yanında Kadastro davalarına da bakmakla yetkili olduğunu, 596 adet Kadastro davasını neticelendirdiğini, Ocak ayında çok iş gelip o seneki iş ortalamasını etkiler durumda bulunduğu için görevi dahilindeki davaları en seri şekilde çıkarmayı kendisine ilke edindiğini, bu cümleden olarak anılan tescil davasını bir kadastro davası gibi değerlendirip iş yoğunluğu nedeniyle o usulü uygulayarak yargılamayı yürüttüğünü, 1 ay gibi kısa bir süre içerisinde bu davayı neticelendirdiğini, kısa sürede neticelendirmesinin nedeninin ise iş yoğunluğu ve kendisini işe verip çalışma eğilimi olduğunu, terfi için iş yüzdesini tutturmak zorunda bulunduğunu, bu davanın görevi dahilinde olmadığı hususunu kadastro davası dosyası gibi değerlendirerek nazara almadığını, yanıldığını geç fark ettiğini, o zaman da iş işten geçtiğini, karar verip dosyadan elini çektiğini, yapılacak bir şeyin de bulunmadığını, nasıl olsa hata derecattan döner diye düşündüğünü, davacıların kararı kesinleştirmek için geldiklerinde yasal olarak taraflara tebliğinin zorunlu olduğunu söylediğini ve idarece bu dava zaten temyiz edildiğinde bozulur diye geç fark ettiği hatasını söylediğini, bu şekilde tutum ve beyanına katibesi E. Y. ve Yazı İşleri Müdürü H.Y.’ın tanık olduğunu, o sırada tayininin çıktığını tekrar dosyaya bakma şansının bulunmadığını, 10 yıllık meslek hayatının başarılı bir şekilde geçtiğini, 1. sınıfa zamanında ayrıldığını, 1. sınıfa ayrılma endişesi taşımadığını, üzerine düşen görevi yaptığını, insani hatadan kaynaklanan bir durum olduğunu, tayin için kimsenin torpiline ihtiyacı olmadığını ailece tanıştığı Y.D. isimli şahıstan menfaat olarak pırlanta yüzük istemediğini ifade ettiği,
Tunceli adliyesinde çalışan ve tanık olarak dinlenen Ağır Ceza Mahkemesi Başkanı, Cumhuriyet Başsavcısı, hakim ve Cumhuriyet savcıları ile adliye personelinin ifadelerinde özetle; sanığın çalışkan ve mesleği ile ilgili olduğunu, inceleme konusu olayla ilgili olarak menfaat temin ettiğine ilişkin bilgi ve görgülerinin bulunmadığını, sanığın tayininin çıkması üzerine Tunceli"den ayrıldığı gün şikayetçi avukat İ.Y.ın inceleme konusu davanın davacıları ile bu davada bilirkişi, tanık ve mahalli bilirkişi olarak görev yapanlar hakkında Tunceli C.Başsavcılığına şikayetçi olması üzerine olaydan haberdar olduklarını ifade ettikleri,
Tanık H.F.in ifadesinde; “Benim Sulh Hukuk Mahkemesinde görülen tescil davasına konu taşınmazın yakınında evim vardır. Aynı zamanda Atatürk Mahallesinin muhtarlığını da yapmıştım. Bu dava görüldüğü sırada davacılardan Z.D.bana gelerek tanıklık yapmamı istedi. Ben de neyle ilgili olduğunu sorduğumda dava konusu araziyi gösterdi. Ben oranın önceden beri orman olduğunu, ekilip biçilmediğini bildiğim için tanıklık yapmayacağımı kendisine söyledim. Bunun üzerine bana da 500 veya 1000 metrekare yer vereceklerini, bunun karşılığında tanıklık yapmamı söyledi, Ben buranın hazine malı olduğunu söyleyerek kabul etmedim. Daha sonra davanın bu kişiler lehine sonuçlandığını öğrenince insanlar arasında, bu kadar büyük bir yerin bu kadar kısa bir sürede davacılar adına tesciline karar verilmesinin bir menfaat ilişkisinin bulunduğunun kaçınılmaz olduğu konuşuluyordu, ancak ben bizzat böyle bir menfaat ilişkisine şahit olmadım” dediği,
Anlaşılmaktadır.
Uyuşmazlığın çözümünde sağlıklı bir hukuki sonuca ulaşabilmek için konuya ilişkin yasal düzenlemelerin incelenmesinde yarar vardır.
Rüşvet suçu, 5237 sayılı TCY’nın 252. maddede düzenlenmiş olup, maddenin 3. fıkra¬sında “bir kamu görevlisinin, görevinin gereklerine aykırı olarak bir işi yapması veya yapmaması için kişiyle vardığı anlaşma çerçevesinde bir yarar sağlamasıdır” şeklinde tanımlanmıştır.
Rüşvet suçu, öğretide de açıkça vurgulandığı üzere iki taraflı bir suçtur. Bir karşılaşma suçu olduğu için, zorunlu olarak suçun işlenişine katılanlar, aynı amacın gerçekleşmesini hedeflemekte, fakat farklı yönlerden hareket etmektedirler. Bu suç ile yasaklanan eylemler, rüşvet alan kamu görevlisi bakımından rüşvet alma, rüşveti veren fail bakımından ise, rüşvet vermedir. Bu nedenle de yararı sağlayan veya bu yolda anlaşmaya varan (vaadde bulunan) kişi ile kamu görevlisi arasında, serbest iradeye dayalı bir “rüşvet anlaşması” bulunmaktadır. (Prof. Dr. Mehmet Emin Artuk-Prof. Dr. Ahmet Gökcen-Yrd. Doç. Dr. A. Caner Yenidünya, Ceza Hukuku Özel Hükümler, 7. Bası, sh.699 vd.; Prof. Dr. Durmuş Tezcan-Doç. Dr. Mustafa Ruhan Erdem- Yrd. Doç. Dr. R. Murat Önok, Teorik ve Pratik Ceza Özel Hukuku, 6. Bası. Sh.810 vd.)
Gerek Ceza Genel Kurulunun ve Özel Dairelerin yerleşmiş kararlarında, gerekse öğretide ağırlıklı olarak kabul gördüğü üzere, kamu görevlisinin, görev alanına giren, yapmaması gereken bir işin yapılması veya yapması gereken bir işin yapılmaması karşılığında, fertle arasında, haksız yararın sağlanması hususunda rızalarının tam olarak uyuşması ile rüşvet anlaşması gerçekleşmiş olur. Teklif veya önerinin kişi veya kamu görevlisinden gelmesinin önemi bulunmamakla birlikte, rüşvet veren ve alanın aynı amacın gerçekleştirilmesine yönelik olarak, kamu görevlisi tarafından kişiye veya kişi tarafından kamu görevlisine doğrudan veya örtülü bir istek veya önerinin yapılması ve bunun da karşı tarafça kabul edilmesi gerekir. Böyle bir anlaşmanın varlığının kabulü için, anlaşmaya ilişkin rızalar özgür irade ürünü olmalı, başka deyişle, cebir, tehdit, hile ve sair nedenlerle fesada uğratılmamış bulunmalıdır.
5237 sayılı Türk Ceza Kanunun 252. maddesinin 3. fıkrasındaki tanımlamadan hareketle, rüşvet suçları, rüşvet anlaşmasının yapıldığı veya rüşvetin alındığı anda tamamlanmış olur. Uygulama ve öğretide kabul edildiği üzere, bu suç kalkışmaya (teşebbüse) elverişli bir suçtur.
Görevi kötüye kullanma suçu ise TCY’nın 257. maddesinde düzenlenmiştir. 5237 sayılı TCY’nın 257. maddesi 765 sayılı Yasanın 240. maddesinde yer alan “görevde yetkiyi kötüye kullanma”, 230. maddesindeki “görevi ihmal”, 228. maddesinde düzenlenen “görevde keyfi davranış” ve 212/1. maddesinde düzenlenmiş olan basit rüşvet alma suçlarının karşılığını oluşturmaktadır.
5237 sayılı TCY’nın 257. maddesinin 1. fıkrasındaki görevi kötüye kullanma suçu; kamu görevlisinin görevinin gereklerine aykırı hareket etmesi ve bu aykırı davranış nedeniyle, kişilerin mağduriyeti veya kamunun zararına neden olunması ya da kişilere haksız kazanç, suç tarihinden sonra 6086 sayılı Yasayla yapılan değişiklikten sonra ise haksız menfaat sağlanması ile oluşur. 5237 sayılı TCY’nın 257/1. maddesindeki suçun oluşabilmesi için, norma aykırı davranış yetmemekte; bu davranış nedeniyle, kişilerin mağduriyetine veya kamunun zararına neden olunması ya da kişilere haksız bir menfaat sağlanması gerekmektedir.
Bu bilgiler ışığında somut olay değerlendirildiğinde;
Tunceli Kadastro ve Sulh Hukuk Mahkemelerinde müstemir yetkili hakim olarak görev yapan sanığın, davacılar Z.D.ve Y. D. tarafından dava değeri 4.500 Lira gösterilerek Tunceli Sulh Hukuk Mahkemesine açılan tescil davasında, davalı tarafça açıkça görev yönünden itiraz edilmesine rağmen görev hususunu öncelikle ve re’sen değerlendirmesi gerekirken yargılamayı sürdürdüğü, keşif sonrası dava konusu edilen taşınmazın büyük bir bölümünün orman arazisi içinde ve orman arazisine sınır olduğunun belirlenmesi karşısında Orman İdaresini davaya dahil etmeden ve taraf teşkilini sağlamadan yargılamayı bitirdiği, dayanak tapu kaydının yüzölçümü 919 metrekare ve sınırlarının sahibi senet okuduğu gözetilmeden toplam 86.138,43 metrekare alanın davacılar adına tapuya tesciline karar verdiği, davacılar ve bilirkişiler hakkında yapılan şikayet üzerine başlatılan soruşturma sırasında davacılar adına tapuya tesciline karar verilen taşınmazın değerinin 12.947.764 Lira olarak belirlendiği, kararın hazine ve belediye vekillerince temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay 8. Hukuk Dairesince 86.138,43 metrekare yüzölçümlü taşınmazın değerinin 4.500 Lira olmasının olanaklı olmadığı gerekçesiyle bozulmasına karar verildiği, sanığın davacılar ve tanık Y.D. ile dava hakkında görüşmeler yaptığı anlaşılmaktadır.
Sanık ile davacılar arasında rüşvet anlaşması yapıldığına ve bu anlaşma çerçevesinde sanığın yarar sağladığına ilişkin dosyada herhangi bir kanıta rastlanmadığından, sanığın eylemi rüşvet alma suçunu oluşturmamaktadır.
Bu itibarla, sanığın inceleme konusu davada yapmış olduğu hukuka aykırılıkların beşeri hata ve mesleki tecrübesizlik kapsamında değerlendirilmesinin olanaklı olmadığı, mesleki kıdemi ve yetkili çalıştığı mahkemelerdeki görev süreleri gözetildiğinde sanığın mesleki tecrübesizliğinden bahsedilemeyeceği, diğer taraftan davaya konu taşınmazın davacılar adına tapuya tesciline karar verildiği anda davacılar yönünden haksız bir menfaatin sağlandığı, sanığın görevin gereklerine aykırı hareket etmek suretiyle 5237 sayılı TCY’nın 257/1. maddesinde düzenlenen görevi kötüye kullanma suçunu işlediği anlaşıldığından, yapılan duruşmaya, toplanan delillere, gerekçeye, Özel Dairenin kanaat ve taktirine göre sanık müdafiinin temyiz itirazlarının reddi ile isabetli bulunan Özel Daire hükmünün onanmasına karar verilmelidir.
SONUÇ :
Açıklanan nedenlerle,
1- Yargıtay 5. Ceza Dairesinin 02.02.2011 gün ve 2-5 sayılı hükmünün istem gibi ONANMASINA,
2- Dosyanın Yargıtay 5. Ceza Dairesine gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİİNE, 22.11.2011 günü yapılan müzakerede oybirliği ile karar verildi.