Yargıtay Ceza Genel Kurulu 2011/7-31 Esas 2011/219 Karar Sayılı İlamı

Abaküs Yazılım
Ceza Genel Kurulu
Esas No: 2011/7-31
Karar No: 2011/219

Yargıtay Ceza Genel Kurulu 2011/7-31 Esas 2011/219 Karar Sayılı İlamı

Ceza Genel Kurulu         2011/7-31 E.  ,  2011/219 K.

    "İçtihat Metni"

    İtirazname : 2008/276673
    Yargıtay Dairesi : 7. Ceza Dairesi
    Mahkemesi : ANKARA 7. Asliye Ceza
    Günü : 07.07.2008
    Sayısı : 1303-482

    Sanıklar T...A.ve C..K."nın karapara aklama suçundan eylemlerine uyan ve lehe olan 5237 sayılı TCY"nın 282/1 ve 52/2. maddeleri uyarınca 5 yıl hapis ve 2.000.000 Lira adli para cezasıyla cezalandırılmalarına, haklarında aynı Yasanın 53. maddesinin uygulanmasına, üzerine tedbir konulan 362.393,60 YTL, 26.327.626,11 USD ve 333,03 Euro ile malvarlığı değerlerinin anılan Yasanın 55/2. maddesi uyarınca .....Limited Şirketi"ne karar kesinleştiğinde nemaları ile birlikte iadesine ilişkin, Ankara 7. Asliye Ceza Mahkemesince verilen 07.07.2008 gün ve 1303-482 sayılı hükmün katılanlar vekilleri, sanık T. A.ve müdafii ile sanık C.K.tarafından temyizi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay 7. Ceza Dairesince 29.12.2010 gün ve 15629-17189 sayı ile;
    “…III- Sanık C.K., sanık T.A.ve müdafiinin temyizleri ile, katılanlar vekillerinin bu sanıklara yönelen temyizleri, Y.B. S.Ç., E. A., T.A., T. A., S. A., C. A., Y.A., R. A., K. A., Z.A., M.A., Z.., .. Ltd. Şti. ve Arman A.Ş. vekillerinin de malen sorumlu sıfatıyla temyizlerine göre ve hükmolunan cezanın niteliği ve miktarına göre sanık T.A. müdafiinin duruşma isteğinin reddine karar verilerek yapılan incelemede;
    1- Tüm dosya kapsamına göre, sanıklardan T.A. tarafından temsil edilen ...Ltd. Şti’nin sanık C.K."nın da katılımıyla Hindistan Devletine ait .. firmasının açtığı ihaleye katılarak, Hindistan .... yazısına göre dolandırıcılık, rüşvet verme ve evrakta sahtecilik suçlarının işlenmesi suretiyle ihaleyi kazanması sonucu sözleşme bedelinin 29.11.1995 tarihinde İsviçre"deki sanıklara ait banka hesaplarına transfer edildiği, bu hesaplardan da 30.11.1995-01.08.1997 tarihleri arasında muhtelif ülkeler ve Türkiye"deki banka hesaplarına transferler yapıldığı ve bu tarihler ile sonrasında paranın çeşitli işlemlere tabi tutulduğu anlaşılmış olup, öncelikle bu eylemlerin 4208 sayılı Yasa kapsamında karapara aklama suçunu oluşturup oluşturmayacağının irdelenmesi gerekmektedir.
    4208 sayılı Yasa uyarınca karapara aklama suçunun oluşabilmesi için, anılan Yasanın 2/a madde fıkrasında sayılan ve öncül suç olarak nitelendirilen fiillerin işlenmesi suretiyle elde edilen paranın, elde edenlerce meşruiyet kazandırılması amacıyla değerlendirilmesi, bu yolla elde edildiği bilinen karaparanın başkalarınca iktisap edilmesi, bulundurulması, elde edenlerce veya başkaları tarafından kullanılması, kaynak veya niteliğinin veya zilyet ya da malikinin değiştirilmesi, gizlenmesi veya sınır ötesi harekete tabi tutulması veya bu hareketin gizlenmesi, yukarıda belirtilen suçların hukuki sonuçlarından failin kaçmasına yardım etmek amacıyla kaynağının veya yerinin değiştirilmesi veya transfer yoluyla aklanması gerekmektedir.
    Bu durumda öncül suçların işlenmesi, sonucu elde edilen karapara, suçun unsurunu oluşturmaktadır.
    Suçtan elde edilen menfaatleri karapara aklama suçunun unsuru olma haline getiren 4208 sayılı Yasadır. 765 sayılı TCK"nun 2. maddesindeki (5237 sayılı TCK"nun 7. maddesi) ‘işlendiği zamanın kanununa göre cürüm veya kabahat sayılmayan fiilden dolayı kimseye ceza verilemez’ hükmü karşısında, 4208 sayılı Yasa geriye yürütülerek öncül suç tanımının bulunmadığı tarihte işlenen fiillere bu nitelikler kazandırılamaz. Bir başka anlatımla atılı suçların 4208 sayılı Yasadan önce işlenmiş olmaları nedeniyle bu suçlar öncül suç olarak tanımlanamayacağından elde edilen paranın karapara olarak nitelendirilmesi olanaklı bulunmamaktadır.
    4208 sayılı Yasa kapsamında aklama suçunun unsurunu oluşturan karapara ancak bu kanunun yürürlüğe girmesinden sonra öncül suçların işlenmesi halinde bu niteliği taşıyacaktır.
    İşlendiği öne sürülen suçlardan elde edilen para 29.11.1995 tarihinde sanıkların banka hesaplarına yatırılmış, 4208 sayılı Yasa ise bu suçların tamamlanmasından sonra 19.11.1996 tarihinde yürürlüğe girmiştir.
    Açıklanan nedenlerle;
    Sanıklara atılı karapara aklama suçunun ve mahkemece sanıklar lehine olduğu kabul edilen 5237 sayılı TCK"nun 282. maddesindeki suçtan kaynaklanan mal varlığı değerlerini aklama suçunun unsurlarının oluşmadığı gözetilmeden yazılı şekilde hüküm kurulması.
    2. Kabule göre de;
    Sanıkların işlediği öne sürülen ve öncül suç oldukları kabul edilen fiiller nedeniyle Hindistan"da açılmış ceza davası bulunduğu anlaşılmaktadır.
    Karapara aklama suçundan açılan kamu davasında, unsur olan öncül suçun işlenip işlenmediğinin bu suç yönünden yargılama faaliyetinde bulunmayan hakim tarafından çözümü yani nisbi muhakeme ancak öncül suçun yargılama yapılarak kanıtlanmasına olanak bulunmayan sanığın ölümü, zamanaşımı, kamu davasının açılmaması ve benzeri hallerle sınırlıdır.
    Sanıklar hakkında Hindistan’da açılmış ceza davası bulunduğuna göre, öncül suç konusunda yargılama yetkisine sahip mahkeme ile bu suçun işlenip işlenmediğini nisbi muhakeme yoluyla belirleyecek mahkemenin farklı sonuçlara ulaşabileceği de gözetilerek, Hindistan"daki yargılama sonucunda verilmiş ve kesinleşmiş bir karar varsa getirtilip incelenerek sonucuna göre sanıkların hukuki durumlarının değerlendirilmesi gerekirken, eksik soruşturma sonucu yazılı şekilde hüküm kurulması” isabetsizliklerinden bozulmasına karar verilmiştir.
    Yargıtay C.Başsavcılığı ise 03.02.2011 gün ve 276673 sayı ile;
    “A ) Birinci Uyuşmazlık Konusuna İlişkin İtirazlarımız:
    Yargıtay 7. Ceza Dairesi anılan kararında özetle;
    ‘4208 sayılı Yasanın yürürlüğe girmesinden önce işlenen öncül suçlardan elde edilen paranın sanıklara atılı karapara aklama suçunu ve mahkemece sanıklar lehine olduğu kabul edilen 5237 sayılı TCK.nun 282. maddesindeki suçtan kaynaklanan mal varlığı değerlerini aklama suçunun unsurlarının oluşturmayacağı’ görüşünde olup, bu görüşe katılmak şu nedenlerle imkansızdır;
    1. Bilindiği gibi, ‘karaparanın aklanması’ (money laundering) fiili ilk kez 1996 yılında 4208 sayılı Kanun ile hukuk sistemimizde suç olarak düzenlenmiştir. Karapara aklama suçunun oluşabilmesi için, ‘öncül suç’ olarak nitelendirilen fiillerin işlenmesi suretiyle elde edilen paranın (bir diğer deyişle suç gelirinin), elde edenlerce meşruiyet kazandırılması amacıyla değerlendirilmesi, bu yolla elde edildiği bilinen karaparanın başkalarınca iktisap edilmesi, bulundurulması, elde edenlerce veya başkaları tarafından kullanılması, kaynak veya niteliğinin veya zilyet ya da malikinin değiştirilmesi, gizlenmesi veya sınır ötesi harekete tabi tutulması veya bu hareketin gizlenmesi, yukarıda belirtilen suçların hukuki sonuçlarından failin kaçmasına yardım etmek amacıyla kaynağının veya yerinin değiştirilmesi ya da transfer yoluyla aklanması gerekmektedir. Olayımızda ise, sanıklara isnat olunan öncül suç, Hindistan Devletine ait .... firmasının açtığı ihaleye katılarak, dolandırıcılık, rüşvet verme ve evrakta sahtecilik suçlarının işlenmesi suretiyle ihaleyi kazanmaları ve sonucunda sözleşme bedelinin iktisabıdır.
    2. 4208 sayılı Kanun’da düzenlenen karapara aklama suçu ve TCK 282. maddesinde düzenlenen suçtan kaynaklanan mal varlığı değerlerini aklama suçu ile, suçtan kaynaklanan malvarlığı değerlerinin, yurtdışına transfer edilmesi veya bunların gayrimeşru kaynağını gizlemek ve meşru bir yolla elde edildiği konusunda kanaat uyandırmak maksadıyla çeşitli işlemlere tabi tutulması, ayrı bir suç olarak düzenlenmiştir. (Gerekçe, TCK md. 282) Kısacası, karapara aklama suçu, kendisine kaynaklık eden öncül suçtan bağımsız ve ayrı bir suçtur. Anılan karapara aklama suçu ve suçtan kaynaklanan mal varlığı değerlerini aklama suçları ile birden fazla hukuki yarar korunmaktadır, nitekim doktrinde, bu suçla korunan hukuki yarar, ‘…suçun finansmanının önlenmesi, organize suç ve uyuşturucu madde kaçakçılığı ile mücadele, suç örgütlerinin ekonomik gücünün çökertilmesi, bunların elebaşlarına ve faillere ulaşılabilmesi yani kamu düzeninin korunması, finansal sistemin ve kuruluşların ekonomik denge ve istikrarının, bütünlüğünün, saygınlığının korunması, rüşvetin ve kirlenmenin yaygınlaşmasının ve suç örgütlerinin arz ettikleri tehlikeler sebebiyle demokratik değerlerin tahribinin önlenmesi’ olarak ifade edilmektedir. Dolayısıyla, açıklanan hukuki yararları korumak için suç olarak tanımlanmış olan karapara aklama fiilinin kendisine kaynaklık eden öncül suçtan bağımsız ve ayrı bir suç olup, öncül suç dışında tamamen ayrı hukuki yararları koruduğu nazara alındığında, öncül suçun işlendiği tarihte 4208 sayılı Kanun’un veya TCK 282. maddesinin yürürlükte olup olmaması önem taşımayacaktır. Gerçekten de, kanun koyucunun yukarıda açıklanan, suç finansmanının önlenmesinden başlayarak, kamu düzeninin ve demokratik değerlerin korunmasına kadar birincil ve ikincil olarak nitelendirilebilecek birçok hukuki yararı gerçekleştirmek amacıyla suç olarak tanımladığı karapara aklama suçunun işlendiği tarih, suç olarak tanımlanan ve ceza ile yaptırım altına alınan aklama fiilinin işlendiği tarihtir. Çünkü belirtilen fiil ile, suçtan kaynaklanan değerin ekonomiye katılması önlenmek istenmektedir. Dolayısıyla, karapara aklama suçunda korunan hukuki değer nazara alındığında, önem taşıyan asıl unsur, paranın kaynağının ‘suç’ olmasıdır. Buradan hareketle, bir değerin kaynağının ‘suç’ olması, o parayı ‘karapara ya da suç geliri’ saymak için gerekli ve yeterli olup, bunun ekonomiye sokulmaya çalışılması, çeşitli işlemlere tabi tutulması -öncül suç hangi tarihte işlenmiş olursa olsun - karapara aklama suçunu oluşturacaktır. Suçun oluşması için, öncül suçu oluşturan fiilin işlendiği tarihte bu fiilin ceza kanunlarında suç olarak tanımlanmış olması, yani paranın suç sayılan fiillerle elde edilmiş olması gerekli ve yeterlidir.
    3. Aklamaya konu malvarlıklarının kaynağını oluşturan öncül suçun kanunun yürürlüğünden önce işlenmesi, ancak aklama fiilinin kanunun yürürlüğünden sonra gerçekleştirilmesi durumunda aklama suçunun oluşmayacağı hususunda doktrinde de Yüksek Daire ile aynı yönde görüşler bulunmakta olup, bu görüşlere göre, geçmişe yürürlük yasağı suçun unsurları için olduğu kadar suçun önşartı (öncül suç) için de geçerlidir, dolayısıyla 4208 sayılı Kanun yürürlüğe girmeden önce işlenen öncül suçlardan elde edilen gelirler üzerinde gerçekleşen aklama eylemleri suç oluşturmayacaktır. Bu görüşe göre, öncül suçun işlenmesi sonucu suçun konusu olarak ortaya çıkan gelire karapara niteliğini veren 4208 sayılı Kanundur.
    Belirtilen görüşe katılmaya imkan bulunmamaktadır, çünkü suçun önşartlarını unsurlardan ayırmakta yarar vardır. Önşartlar, suçun unsurlarından bağımsız oldukları için, suç sayılan hareketin dışında incelenmelidir, çünkü önşart, suç sayılan hareketin yapılmasından önce dış dünyada varlık kazanır. Nitekim, unsurun söz konusu olması halinde, failin bu unsurun varlığını bilmesi ve onun gerçekleşmesini istemesi gerektiği halde, önşartların –fiilden önce bulunmaları nedeniyle- fail tarafından iradi bir surette gerçekleştirilmiş olmasına, ihtiyaç yoktur, sadece failin bunların varlığını bilmiş, öngörmüş olması ile yetinilecektir. Buradan hareketle, suçun önşartı olan öncül suçun varlığının fail tarafından bilinmesi, yani aklama faaliyetine konu edilen değerin kaynağının ‘suç’ olduğunu bilmesi, aklama suçunun işlenebilmesi için gerekli ve yeterlidir.
    Kanaatimizce, Yüksek Daire kararında belirtildiği biçimde, öncül suçun işlendiği tarihte bizatihi karapara aklama fiilinin suç olarak tanımlanmış olmasını aklama suçunun unsuru haline getirmek, TCK’nın 2. maddesinde yer bulan kanunilik ilkesi ve TCK’nın 7. maddesindeki geçmişe yürürlük yasağı (zaman bakımından uygulama) ilkesinin anlamını kanun koyucunun iradesine aykırı olarak genişletmek olacaktır. Ceza hukuku denildiğinde ilk akla gelen ilkelerden birisi olan kanunilik ilkesi, ancak kanunda gösterilen fiillerin suç sayılabileceği ve bunlara da ancak kanunda gösterilen cezaların verilebilmesi anlamını taşımaktadır. Bir fiilin suç sayılabilmesi için sadece kanunda suç olarak tanımlanmış olması yeterli değildir, ayrıca bu fiili suç olarak tanımlayan ve cezai yaptırıma bağlayan kanunun fiilin işlendiği tarihten önce yürürlüğe girmiş olması da gereklidir (TCK md. 7). Öncül suç yönünden, belirtilen zaman bakımından uygulama ilkesinin anlamı, öncül suçun işlendiği tarihte bu fiilin yani aklama fiiline kaynaklık oluşturan fiilin, suç olarak tanımlanmış olması zorunluluğudur. Öncül suçun işlendiği tarihte, bizatihi aklama fiilinin de suç olarak düzenlenmiş olmasını unsur olarak görmek, TCK’nın 7. maddesindeki zaman bakımından uygulama ilkesine yeni bir şey daha katmak anlamına gelebilecek, suç ve suçlulukla mücadelede zaafiyet yaratmak yanında tehlikeli sonuçlara da yol açabilecek bir düşüncedir.
    Doktrinde savunulan ve bizim de katıldığımız görüşe göre ise, 4208 sayılı Kanun, eskiden de suç olarak tanımlanmış fiilleri yeni ve daha ağır esaslar getirerek değiştirmemekte, sadece bu fiillerden elde edilen gelir üzerinde gerçekleştirilen birtakım fiilleri cezalandırmaktadır. Bu durumda, kanunun geçmişe yürürlüğünden ancak suç geliri üzerindeki aklama eyleminin kanunun yürürlüğünden önce sona ermesi halinde söz edilebilecektir. Karapara aklama fiillerinin Kanunun yürürlük tarihinden sonra gerçekleş¬tirilmesi veya yürürlük tarihinden önce başlayıp kesintili ya da kesintisiz yürürlük tarihinden sonraya sarkması durumunda kanunun geçmişe uygulandığından bahsedilemeyecektir.
    4. İtiraz konusu kararda savunulan ‘öncül suçun işlendiği tarihte karapara aklama fiilinin suç olarak tanımlanmış olması’ halini karapara aklama suçunun unsuru sayma halinde, suç ve suçlulukla mücadelede kabul edilemez bazı sonuçlar ortaya çıkabilecektir. Somut olarak örneklemek gerekirse, örneğin, 4208 sayılı Kanun yürürlüğe girmeden önce yapılmış bir uyuşturucu ticareti fiilinden elde edilen ve suç geliri olduğu şüphesiz olan bir malvarlığı, Kanun yürürlüğe girdikten sonra dönüştürme faaliyetine tabi tutulur ise, sırf kaynağının yani öncül suçun işlendiği tarihte karapara aklama fiilinin suç olarak tanımlanmamış olması dikkate alındığında, bu görüşe dayanılması nedeniyle karapara aklama suçunu oluşturmayacağını düşündürebilecektir.
    5. 4208 sayılı Kanun’da düzenlenen karapara aklama suçu ve TCK’nın 282. maddesinde tanımlanan suçtan kaynaklanan mal varlığı değerlerini aklama fiilleri ‘seçimlik hareketli’ bir suç olarak düzenlenmiştir. Bunlar, karaparanın başkalarınca iktisap edilmesi, bulundurulması, elde edenlerce veya başkaları tarafından kullanılması, kaynak veya niteliğinin veya zilyet ya da malikinin değiştirilmesi, gizlenmesi veya sınır ötesi harekete tabi tutulması veya bu hareketin gizlenmesi, yukarıda belirtilen suçların hukuki sonuçlarından failin kaçmasına yardım etmek amacıyla kaynağının veya yerinin değiştirilmesi veya transfer yoluyla aklanması biçimindeki seçimlik hareketlerdir.
    Somut olayımızda sanıklar, öncül suç sonucu elde ettikleri suç gelirinin 29.11.1995 tarihinde İsviçre"deki banka hesaplarına transfer edilmesinden hemen bir gün sonra bu hesaplardan da muhtelif ülkeler ve Türkiye"deki banka hesaplarına transferler yapılması ve bu tarihler ile sonrasında paranın çeşitli işlemlere tabi tutulması faaliyetlerini yoğun biçimde sürdürmüşlerdir. Olayımızda özellik arz eden husus, suçun seçimlik hareketlerinden sanıklarca yürütülen ‘gizleme’ faaliyetinin iddianame ile dava açılmasından sonra da devam etmesidir. Bu nedenle iddianame ile dava açılıncaya kadar yani hukuki kesinti dışında zamanaşımını kesen başka bir nedenin bulunmadığı aşikardır. Şöyle ki, sanıklar 4208 sayılı Kanun’un yürürlüğe girişinden sonra da iddianame ile dava açılıncaya kadar gizleme ve dönüştürme fiillerine devam etmişler, (şüphesiz başka bir iddianame ile açılması gereken ayrı bir dava konusunu oluşturmakla birlikte) gizledikleri paranın bir kısmını da iddianame ile dava açılmasından sonra 2006-2007 yıllarında da bazı hesaplara transfer etmiş olup, bu husus dosya kapsamındaki 17.10.2007 tarihli bilirkişi raporu, 01.04.2008 tarihli ek bilirkişi raporu, 30.07.199 tarih ve HUZ 1/1 sayılı MASAK soruşturma raporu ve tüm banka kayıtları ile anlaşılmaktadır.
    Dava açıldıktan sonra devam eden ‘gizleme’ ve ‘dönüştürme’ hareketlerinden başlıcaları aşağıda örnek olarak gösterilmiştir:
    Hesap Sahibi : Banka Adı ve Şubesi: Tarih : Miktar :
    T..A.. İş B. Keçiören 29.11.2002 2.317.233.10 USD
    T.. A.. İş B. Keçiören 29.11.2002 1.052.92 YTL
    C.. K.. İş B. Keçiören 29.11.2002 367.567.96 YTL
    S.. Ç..(Alankuş) İş B. Keçiören 17.04.2007 2.200.000.00 USD
    S.. Ç..(Alankuş) İş B. Keçiören 17.04.2007 1.724.200.00 USD
    K. A. Finansb. Necatibey 14.04.2000 11.826.11 USD
    K. A. Pamukb. Kavaklıdere 20.06.2000 164.291.38 YTL
    Y. A. YapıKredi B. Siteler 11.02.2000 1.066.438.00 USD
    S.A. İş B. Küçükevler 16.03.2001 1.430.655.52 USD
    Yukarıda somut olarak gösterilen örneklerle de anlaşıldığı üzere, 4208 sayılı Kanun ve TCK md. 282 ile cezai yaptırıma bağlanan ‘gizleme’ ve ‘çeşitli işlemlere tabi tutma’ faaliyetlerinin 4208 sayılı Kanun’un yürürlüğünden çok daha sonra da devam ettiği tartışmasızdır. Karapara aklama suçunun zincirleme suç şeklinde işlenebileceği kabul edilmektedir. Olayımızda sanıkların aklama fiilleri de zincirleme biçimde gerçekleşmiş ve teselsül eden fiiller iddianame ile dava açılıp hukuki kesinti oluşuncaya kadar devam etmiştir. Bilindiği gibi zincirleme suçlarda suçun işlendiği tarih, teselsülün sona erdiği tarihtir. Karapara aklama veya suçtan kaynaklanan malvarlığı değerlerini aklama fiillerinde de suçun maddi unsuru ‘dönüştürme’ hareketidir. Somut olayda da teselsül eden dönüştürme hareketlerinin gerçekleştirildiği tarihte 4208 sayılı Kanun yürürlüğe girmiştir. Dolayısıyla, itiraza konu kararda yer verilen ‘öncül suçlardan elde edilen paranın 4208 sayılı Yasanın yürürlüğe girişinden önce sanıkların hesabına transfer edildiği ve bu nedenle atılı suçun oluşmayacağı’ şeklindeki gerekçeye katılmaya imkan bulunmamaktadır. Bu görüşün kabulü olayımızda aklama fiilinin tek bir hareketten oluştuğunu (ani suç olduğunu) savunmak anlamına gelecektir. Oysa olayımızda, aklama fiili teselsül etmiştir, sanıklar tarafından yüzlerce farklı işlemle para transferi/ dönüştürme faaliyeti yapıldığı dosyadaki tüm delillerle anlaşılmaktadır. Dolayısıyla, karapara aklama fiillerinin 4208 sayılı Kanunun yürürlük tarihinden önce başlayıp kesintili ya da kesintisiz yürürlük tarihinden sonraya sarkması durumunda kanunun geçmişe uygulandığından bahsedilemeyecek ve sanıkların fiillerinin atılı suçu oluşturduğunun kabulü gerekecektir.
    B ) İkinci Uyuşmazlık Konusuna İlişkin İtirazlarımız:
    Yargıtay 7. Ceza Dairesi anılan kararında özetle;
    ‘Sanıkların işlediği öne sürülen ve öncül suç oldukları kabul edilen fiiller nedeniyle Hindistan"da açılmış ceza davası bulunduğuna göre, öncül suç konusunda yargılama yetkisine sahip mahkeme ile bu suçun işlenip işlenmediğini nisbi muhakeme yoluyla belirleyecek mahkemenin farklı sonuçlara ulaşabileceği de gözetilerek, Hindistan"daki yargılama sonucunda verilmiş ve kesinleşmiş bir karar varsa getirtilip incelenerek sonucuna göre sanıkların hukuki durumlarının değerlendirilmesi gerekirken, eksik soruşturma sonucu yazılı şekilde hüküm kurulması’ hususunu yasaya aykırı bulmuştur. Bu karara katılmaya imkan bulunmamaktadır, şöyle ki;
    1. Öncül suçun işlenip işlenmediğinin nispi muhakeme yapılarak çözümü hem usul ekonomisi hem de suç ve suçlulukla etkin mücadele açısından zorunluluktur. Ceza mahkemesinde yargılama konusu edilen suçun ispatının, başka bir mahkemenin görev alanına giren bir sorunun çözümüne bağlı olduğu hallerde, ceza mahkemesinin uyuşmazlığı bizzat kendisinin çözmesi ‘nispi muhakeme’ olarak adlandırılmaktadır. İkincil nitelikteki uyuşmaz¬lığın bekletici sorun sayılması veya nispi muhakeme yoluyla çözümlenmesi kural olarak mahkemenin takdirinde olup, CMK md. 218/1’in anlamı da budur. Nispi muhakeme yapma halinde, bekletici sorun yapmada olduğu gibi, başka bir mahkemenin kararının beklenmesi gerekmediğinden, zaman kaybı söz konusu olmayacaktır. Somut olayımızda olduğu gibi başka bir ülkede devam eden öncül suçun yargılama sürecinin tamamlanmasının ne kadar zaman alacağının öngörülemeyeceği durumlarda, yargılama makamının yapması gereken tercihini nispi muhakeme yapmaktan yana kullanmaktır, suç ve suçlulukla etkin mücadelenin gereği de budur. Gerçekten de, nispi muhakeme yapılmasının, bir yandan muhakemenin çabuklaştırıl¬masına, diğer yandan da maddi gerçeğin ortaya çıkmasına hizmet ettiği savunulmaktadır. Belirtilen tüm hususlar dikkate alındığında, öncül suç konusunda Hindistan’da devam eden yargılamanın sonucunun beklenmesi zorunluluğu bulunmamaktadır.
    Yüksek Daire kararında, ‘nispi muhakeme yapmak, ancak öncül suçun yargılama yapılarak kanıtlanmasına olanak bulunmayan sanığın ölümü, zamanaşımı, kamu davasının açılmaması ve benzeri hallerle belirli hallerde başvurulabilecek’ istisnai bir yöntem olarak gösterilmiştir, oysa ki durum böyle değildir. Böyle bir zorunluluğu ne CMK, ne de başka bir kanun yargılama makamına yüklememiştir( Sadece CMK md. 218/2. sanığın gerçek yaşının belirlenmesi konusunda nispi muhakeme yapma zorunluluğu getirmektedir). Nitekim doktrinde de, aklama suçunu yargılayacak mahkemenin görev alanı ile ilgili olarak öncül suçun işlenip işlenmediğine nispi muhakeme yoluyla karar vereceği ifade edilmektedir. Belirtilen yasal dayanaklar ve doktrinde savunulan görüşlerin dışına çıkarak mahkemeyi bekletici sorun sayma yoluna başvurmaya sevketmek belirtildiği gibi suç ve suçlulukla etkin mücadeleyi engelleyecektir.
    2. Öncül suçların işlenip işlenmediğinin belirlenmesi için Hindistan adli makamlarının kararının beklenmesi zorunluluğu getirmek, adil yargılama hakkını ihlal de edebilecektir. Nispi muhakeme yapılmasının, bir yandan muhakemenin çabuklaştırılmasına, diğer yandan da maddi gerçeğin ortaya çıkmasına hizmet ettiği göz önünde bulundurulduğunda, bu yola başvurmamak davaların gereksiz yere uzamasına neden olabilecek ve adil yargılama hakkı ihlal edilmiş olacaktır.
    3. Dosya içinde bulunan deliller öncül suçların (dolandırıcılık, rüşvet ve evrakta sahtecilik) işlendiği, özellikle dolandırıcılık suçunun işlendiği hususunda hüküm kurmaya yeterli delil bulunmaktadır.
    Sanık T.’ın ortağı ve yetkilisi, sanık C.’ın ise fiilen yetkilisi olduğu K.. Danışmanlık, ..San. Tic. Ltd. Şirketi’nin Hindistan Devletine ait ...adlı gübre şirketinin açtığı 200.000 tonluk üre alımına ilişkin ihaleye katıldığı ve ihaleyi 38 milyon USD bedelle kazandığı, ancak bu ihalenin Hindistan devlet görevlilerine rüşvet vermek suretiyle kazanıldığı ve mal tesliminde ödeme yapılması sözleşmeyle kararlaştırıldığı anlaşılmaktadır. Sanıklar malın teslim edilmemesi halinde ‘Birinci sınıf ..s sigorta poliçesi’ sunma koşuluna dayanmışlar ancak bu nitelikteki sigorta poliçesini sunmayıp, poliçe yerine bu koşulu yerine getirmiş görünmek için böyle bir riski içermeyen ‘gemiyle gönderme deniz sigorta senedi’ düzenletmişler ve işbirliği yaptıkları Hindistanlı görevlilerin yetkilerini aşarak bu durumu gözardı edip malın tesliminden önce mal bedelinin (sigorta bedeli düşüldükten sonra kalan 37.620.000 USD) ödenmesini sağlamışlar, ancak sözleşme bedelini almalarına karşın bu paranın karşılığında malın teslimine ilişkin hiçbir girişimde bulunmamışlardır. Sanıklar hakkında açıklanan iddialarla Hindistan’da rüşvet vermek, suç işlemek amacıyla gizli sözleşme yapmak, dolandırıcılık suçlamalarıyla dava açıldığı ve sanıkların bu suçlardan tutuklandıkları Hindistan ..., T.C. Dışişleri Bakanlığı Yeni Delhi Büyükelçiliği yazıları ve tüm dosya kapsamındaki delillerle anlaşılmaktadır.
    4. Sanıkların atılı suçları işlediklerine dair dosyaya sunulan deliller öncül suçlardan nispi muhakeme yapılması için yeterlidir, çünkü sanıkların yetkilisi olduğu .. şirketinin ‘tabela şirketi’ niteliğinde olduğu ve yapısı hususunda MASAK raporunda şu tespitlere yer verilmiştir;
    a) 200.000 ton gibi çok yüksek bir miktarda gübre satışını taahhüt eden şirketin kuruluşundan ihale tarihine kadar gübre üretimi veya ticareti ile ilgili hiçbir faaliyeti olmamıştır.
    b) Belirtilen yüksek miktardaki bir taahhüde girişen şirketin vergi beyannameleri incelendiğinde 1995 yılında ‘hiçbir faaliyetinin bulunmadığı’ şeklinde beyanname sunduğu, yine 1996-1997-1998 yıllarına ilişkin ise herhangi bir kurumlar vergisi beyanında bulunmadığı Çankaya Vergi Dairesi Müdürlüğü’nün yazısı ile anlaşılmış olup, diğer yönden şirket adresine yapılan tebligatlar dahi ulaştırılamamış, hatta şirket ortaklarının adresleri dahi sahte çıkmıştır, dolayısıyla şirketin ve ortakların izine rastlanamamış olup, bu durum KARSAN şirketinin bir ‘tabela şirketi’ niteliğinde olduğuna delil olup, sonuç olarak belirtilen miktarlardaki nakit parayı temin edebilecek bir ticari organizasyon veya faaliyeti belirlenememiştir.
    c) Yurtdışından gelen paraların izinin kaybedilmeye çalışılması, diğer taraftan yurtdışı ticari faaliyete ya da yasal kaynağa ilişkin hiçbir belge sunulamaması hususları da sanıkların yetkilisi olduğu şirketin anılan ‘tabela şirketi’ niteliğinde olduğunun bir başka kanıtıdır.
    d) Karsan şirketinin kayıtlı bir tek personeli dahi bulunmamaktadır.
    e) 1988 yılında yayınlanan şirket tüzüğüne göre şirketin kayıtlı sermayesi 10.000.000 TL olup, bu tutar İngilizce metinlere 10.000.000 USD olarak yazılmış yani şirket sermayesi İngilizce metinlerde gerçekte olduğundan çok yüksek gösterilmiştir.
    Diğer taraftan, Yüksek Daire, öncül suçun 1995 tarihinde işlendiğini dosya kapsamındaki delillerle belirleyebildiğine göre (bkz. karar metni madde (1-), anılan deliller öncül suçtan nispi muhakeme yapılması içinde yeterlidir. Bozma kararının anılan gerekçesi de dosya kapsamındaki delillerin nispi muhakeme yapmak için yeterli olduğunun en önemli kanıtıdır. Aksinin kabulü halinde itiraza konu karar 1 ve 2 nolu bentleri yönünden kendi içinde çelişkili duruma düşmektedir.
    5. Sanıkların belirtilen fiillerini konu alan ve taraflar tarafından itiraz edilmeyen uluslararası tahkim kararı Amsterdam Yüksek Mahkemesi’nin 22.01.2004 tarihli onama kararı ile kesinleşmiş olup, bu karar ‘maddi olayın kabulü’ bakımından mahkemeye yeterli düzeyde bilgi sunmaktadır. Anılan tahkim kararı her ne kadar özel hukuka ilişkin bir karar ise de, bu karara karşı tarafların, bu bağlamda özellikle savunma tarafının itiraz etmemesi karşısında, bu karar maddi olayın değerlendirilmesi bakımından ceza mahkemesinin yararlanabileceği önemli bir delil aracı durumuna gelmiştir. Nitekim anılan tahkim kararı ile, sanıkların yetkilisi olduğu KARSAN şirketinin sözleşme bedelini almasına rağmen mal teslimine ilişkin bir girişimde bulunmadığı ve bedeli iade etmeye yanaşmadığı, sonuç olarak birçok açıdan sözleşmeyi ihlal ettiği hususu belirlenmiştir.
    6. Nispi muhakemenin kesin hüküm gücüne sahip olmaması nedeniyle, Hindistan mahkemesinin ulaşacağı sonucun farklı olabileceği şeklindeki gerekçe dayanaksızdır. Nispi muhakeme, davasız yargılama olmaz ilkesinin de özel bir istisnasını teşkil edip, ikincil nitelikteki uyuşmazlığa ilişkin verilecek kararın kesin hüküm gücüne sahip olmaması gerektiği hususu da dikkate alındığında Yüksek Daire kararında değinilen ‘öncül suç konusunda yargılama yetkisine sahip mahkeme ile bu suçun işlenip işlenmediğini nispi muhakeme yoluyla belirleyecek mahkemenin farklı sonuçlara ulaşabileceği’ nedeniyle Hindistan’daki davanın sonucunun beklenmesi gerektiği şeklindeki gerekçe de dayanaksız kalmaktadır, çünkü nispi muhakeme sonunda verilecek karar hiçbir zaman kesin hüküm gücüne sahip olmayacaktır, dolayısıyla öncül suçlardan nispi muhakeme yapılmasının önünde engel bulunmadığı düşüncesindeyiz.
    Sonuç olarak,
    1. Karapara aklama (suçtan kaynaklanan malvarlığı değerlerini aklama) fiili kendisine kaynaklık eden öncül suçtan bağımsız ve ayrı bir suç olup, öncül suç dışında tamamen ayrı hukuki yararları koruduğu nazara alındığında, öncül suçun işlendiği tarihte 4208 sayılı Kanun’un veya TCK’nın 282. maddesinin yürürlükte olup olmaması önem taşımamaktadır. Bir malvarlığı değerinin kaynağının ‘suç’ olması, o parayı ‘karapara ya da suç geliri’ saymak için gerekli ve yeterli olup, bunun ekonomiye sokulmaya çalışılması, çeşitli işlemlere tabi tutulması -öncül suç hangi tarihte işlenmiş olursa olsun - karapara aklama suçunu oluşturacaktır. Karapara aklama veya suçtan kaynaklanan malvarlığı değerlerini aklama fiillerinde suçun maddi unsuru ‘dönüştürme’ hareketi olduğundan, suçun işlendiği tarih, dönüştürme hareketinin gerçekleştirildiği tarihtir. Somut olayda da dönüştürme hareketlerinin iddianame ile dava açılıncaya kadar hatta açıldıktan sonrasında dahi teselsül ederek devam ettiği gözetildiğinde, belirtilen tarihlerde 4208 sayılı Kanun yürürlüğe girmiştir.
    Karapara aklama fiillerinin Kanunun yürürlük tarihinden sonra gerçekleştirilmesi veya somut olayımızda olduğu gibi yürürlük tarihinden önce başlayıp kesintili ya da kesintisiz yürürlük tarihinden sonraya sarkması durumunda kanunun geçmişe uygulandığından bahsedilemeyeceği görüşü doktrinde de yerleşiktir. Öncül suçun işlendiği tarihte, bizatihi aklama fiilinin de suç olarak düzenlenmiş olmasını unsur olarak görmek, TCK’nın 7. maddesindeki zaman bakımından uygulama ilkesine yeni bir şey daha katmak anlamına gelebilecek, suç ve suçlulukla mücadelede zaafiyet yaratmak yanında tehlikeli sonuçlara da yol açabilecek bir düşüncedir.
    2. Sanıkların atılı öncül suçları işlediklerine dair dosyaya sunulan deliller aklama suçundan hüküm kurulması için yeterlidir, çünkü sanıkların yetkilisi olduğu KARSAN şirketinin ‘tabela şirketi’ niteliğinde olduğu, hiçbir ticari faaliyetinin ve çalışanının olmadığı vb. hususlarda MASAK raporunda tespitlere yer verilmiş, sanıkların belirtilen fiillerini konu alan ve taraflar tarafından itiraz edilmeyen uluslararası tahkim kararı Amsterdam Yüksek Mahkemesi’nin 22.01.2004 tarihli onama kararı ile kesinleşmiş olup, bu karar ‘maddi olayın kabulü’ bakımından mahkemeye yeterli düzeyde bilgi sunmaktadır.
    Öncül suçun işlenip işlenmediğinin nispi muhakeme yapılarak çözümü hem usul ekonomisi hem de suç ve suçlulukla etkin mücadele açısından zorunluluktur. Belirtilen delillerin varlığına rağmen, Hindistan’daki dava konusunda mahkemeyi bekletici sorun sayma yoluna başvurmaya sevk etmek, belirtildiği gibi suç ve suçlulukla etkin mücadeleyi engelleyecek, yargılamanın uzamasına ve zamanaşımına uğrama tehlikesine maruz kalmasına neden olabilecek ve dolayısıyla adil yargılama hakkını da ihlal edebilecektir. Nispi muhakemenin kesin hüküm gücüne sahip olmaması nedeniyle, Hindistan mahkemesinin ulaşacağı sonucun farklı olabileceği şeklindeki gerekçe de dayanaksızdır.
    Açıklanan nedenlerle, somut olayda, yerel mahkemenin sanıklar T..A.ve C. K. hakkında verdiği atılı suçtan cezalandırılmalarına ve fer’ilerine dair kararının bozulmasına ilişkin Yargıtay 7. Ceza Dairesinin anılan kararı hukuka uygun değildir” görüşüyle itiraz yasa yoluna başvurarak, Özel Daire bozma kararının kaldırılmasına ve yerel mahkeme hükmünün onanmasına karar verilmesi talebinde bulunmuştur.
    Dosya Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilmekle, Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır.
    TÜRK MİLLETİ ADINA
    CEZA GENEL KURULU KARARI
    Özel Daire ile Yargıtay C.Başsavcılığı arasında oluşan ve Ceza Genel Kurulunca çözümlenmesi gereken uyuşmazlıklar;
    1- Sanıkların 30.10.1995 tarihinde kazandıkları ihale sonucu 30.11.1995 tarihinde şirket hesabına yatırılan 37.620.000 ABD Dolarının 4208 sayılı Yasa kapsamında karapara olup olmadığı, bu bağlamda karapara aklama suçunun sabit olup olmadığı ile,
    2- Sanıklar hakkında öncü suçlardan Hindistan"da açılmış olan davaların sonucunun beklenmesinin gerekip gerekmediğinin,
    Belirlenmesine ilişkindir.
    İncelenen dosya içeriğinden;
    Sanık T.A."un ortağı ve yöneticisi, sanık C.K."nın ise müdür yardımcısı olarak göründüğü K.Danışmanlık Ltd. Şirketinin; toplam öz sermayesinin %97,64"ü Hindistan Hükümetine, %2,36"sı ise çalışanlarına ait olmak üzere mali kurumlar ve kamuya ait olan N..(N.F. Ltd) isimli gübre şirketi tarafından açılmış olan üre alım ihalesine katıldığı, ihalenin K.Danışmanlık Ltd. Şirketi tarafından kazanılması üzerine taraflar arasında 30.10.1995 tarihinde UREA 46 Gübre Alım-Satım Sözleşmesinin imzalandığı, sözleşme bedelinin %100 nakit ön ödemesi olan 37.620.000 ABD Dolarının (sözleşme bedeli olan 38.000.000 ABD Doları- 380.000 Dolar sigorta bedeli) tamamının malların tesliminden önce satıcının banka hesabına yatırılacağını belirten sözleşmenin ödeme başlıklı 8. maddesi gereğince NFL tarafından 37.620.000 Dolar K.Danışmanlık Ltd. Şirketinin İsviçre-Cenevre"de bulunan Pictet CIE Bankasındaki 91923 numaralı hesabına 29.11.1995 tarihinde yatırıldığı, bir gün sonra 30.11.1995 tarihinde şirket hesabında bulunan paranın 28.100.000 Dolarlık kısmının sanık T."ın aynı bankada bulunan 91925 nolu hesabına, 1.100.000 Dolarlık kısmının sanık C."ın aynı bankada bulunan 91924 nolu hesabına, geri kalan kısmının da sanık T."ın yurt içi ve dışındaki farklı bankalarda bulunan hesaplarına aktarıldığı, bu hesaplardan, iddianame ile kamu davasının açıldığı 15.12.1999 tarihinden de sonra olmak üzere sanıkların beraat eden yakınlarının hesaplarına havale edildiği anlaşılmaktadır.
    Sanıklar T. A. ve C. K. hakkında Yeni Delhi-Hindistan savcılığı tarafından 01.12.1998 tarihinde emniyeti suistimal ve dolandırıcılık suçlarından dava açılmış olup, davaların sonucu ile ilgili olarak dosya içerisinde bir bilgi ve belge bulunmamaktadır.
    Taraflar arasındaki uyuşmazlık birçok Uluslararası mahkemede yargılamaya konu olmuştur.
    Bu bağlamda, Cenevre Kantonu Adalet Divanı 14 Ekim 2005 günlü kararında, davalı T.A.aleyhine hiçbir dolandırıcılık suçunun kabul edilmediğine ve bir parayı aktarma yükümlülüğünün yerine getirilmemesinin ise tek başına güveni kötüye kullanma için yeterli olmadığına hükmetmiş,
    Bu karara karşı .... Şirketi tarafından İsviçre Yüksek Mahkemesine temyiz başvurusunda bulunulmuş, Yüksek mahkeme 28.07.2006 tarihli kararı ile temyiz başvurusunu reddetmiştir.
    Uluslararası Tahkim Mahkemesi 3 Aralık 1998 tarihli kararı ile davacı .. Şirketi tarafından davalı K.Şirketi aleyhine açılan davada; K.Şirketinin anlaşmayı ihlal ettiğine ve .şirketinin zararları nedeniyle tazminat ve faiz ödemesine karar vermiş,
    Bu karar 03.12.1998 tarihinde K.Şirketi tarafından temyiz edilmiş ve Amsterdam Yüksek Mahkemesi tarafından verilen 22.01.2004 tarihli karar ile Uluslararası Tahkim Mahkemesi kararı kesinleşmiştir.
    Mali Suçları Araştırma Kurulu tarafından düzenlenen 30.07.1999 tarih ve 1/1 sayılı raporda sanıkların 4208 sayılı Yasa hükümleri uyarınca cezalandırılması gerektiği yönünde görüş bildirilmiştir.
    Uyuşmazlık konusuna ilişkin yasal düzenlemeler incelendiğinde;
    Karaparanın tanımı ve karapara aklama fiillerinin suç olarak düzenlenmesi hukukumuza ilk olarak 19 Kasım 1996 tarihli Resmi Gazetede yayınlanarak yürürlüğe giren 4208 sayılı Karaparanın Aklanmasının Önlenmesine Dair Yasa ile girmiş, anılan Yasanın 2. maddesinde karapara ve karapara aklama suçunun tanımı yapılarak, 7. maddesinde yaptırım öngörülmüştür.
    18.10.2006 tarihinde yürürlüğe giren 5549 sayılı Suç Gelirlerinin Aklanmasının Önlenmesi Hakkındaki Yasanın 26. maddesi ile 4208 sayılı Yasanın 2 ve 7. maddeleri de dahil olmak üzere bir çok maddesi yürürlükten kaldırılmış, Yasanın adından da anlaşılacağı üzere karapara terimi yerine suçtan kaynaklanan malvarlığı değerini ifade eden ‘suç geliri’ terimi kullanılmış, suçtan kaynaklanan malvarlığı değerlerinin aklanması anlamına gelen ‘aklama suçunun’ 5237 sayılı TCY"nın 282. maddesinde düzenlenmiş olan suçu ifade ettiği belirtilmiş, 5549 sayılı Yasanın 26. maddesinin üçüncü fıkrasında “Diğer mevzuatta yer alan ‘karapara’ ibaresinden ‘suçtan kaynaklanan malvarlığı değeri’, ‘karapara aklama suçu’ ibaresinden ‘aklama suçu’ anlaşılır’”düzenlemesine yer verilmiştir.
    5549 sayılı Yasanın yollamada bulunduğu 5237 sayılı TCY"nın “Suçtan kaynaklanan malvarlığı değerlerini aklama” başlıklı 282. maddesinde, suçtan kaynaklanan mal varlığı değerlerinin, yurt dışına transfer edilmesi veya bunların gayrimeşru kaynağını gizlemek ve meşru bir yolla elde edildiği konusunda kanaat uyandırmak maksadıyla çeşitli işlemlere tabi tutulması ayrı bir suç olarak tanımlanmıştır.
    Uyuşmazlığın sağlıklı bir çözüme kavuşturulabilmesi bakımından işlendiği iddia olunan suç tarihi itibariyle yürürlükte bulunan 4208 sayılı Yasanın konuyla ilgili bölümlerinin incelenmesi gereklidir.
    4208 sayılı Yasanın tanımlar başlıklı 2. maddesinin (a) bendinde karapara;
    “1. 1918 sayılı Kaçakçılığın Men ve Takibine Dair Kanundaki,
    2. 6136 sayılı Ateşli Silahlar ve Bıçaklar Hakkında Kanundaki,
    3. 2238 sayılı Organ ve Doku Alınması, Saklanması ve Nakli Hakkında Kanundaki,
    4. 2863 sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarının Korunması Hakkında Kanundaki,
    5. 213 sayılı Vergi Usul Kanununun 344 üncü maddesinin 2 ve 3 numaralı bentle¬rindeki,
    6. 765 sayılı Türk Ceza Kanunundaki Devletin Şahsiyetine Karşı İşlenen Cürümler ve aynı Kanunun 179, 192, 264, 316, 317, 318, 319, 322, 325, 332, 333, 335, 339, 341, 342, 345, 350, 403, 404, 406, 435, 436, 495, 496, 497, 498, 499, 500, 504 ve 506"ncı maddelerindeki, fiillerin işlenmesi suretiyle elde edilen para veya para yerine geçen her türlü kıymetli evrakla, mal veya gelirleri veya bir para biriminden diğer bir para birimine çevrilmesi de dahil, sözü edilen para, evrak, mal veya gelirlerin birbirine dönüştürülmesinden elde edilen her türlü maddi menfaat ve değeri” ,
    (b) bendinde ise karapara aklama suçu;
    “Türk Ceza Kanununun 296 ncı maddesinde belirtilen haller haricinde, bu maddenin (a) bendinde sayılan fiillerin işlenmesi suretiyle elde edilen karaparanın elde edenlerce meşruiyet kazandırılması amacıyla değerlendirilmesi, bu yolla elde edildiği bilinen karaparanın başkalarınca iktisap edilmesi, bulundurulması; elde edenlerce veya başkaları tarafından kullanılması, kaynak veya niteliğinin veya zilyet ya da malikinin değiştirilmesi, gizlenmesi veya sınır ötesi harekete tabi tutulması veya bu hareketin gizlenmesi, yukarıda belirtilen suçların hukuki sonuçlarından failin kaçmasına yardım etmek amacıyla kaynağının veya yerinin değiştirilmesi veya transfer yoluyla aklanması veya karaparanın tespitini engellemeye yönelik fiilleri”ifade eder şeklinde tanımlanmıştır.
    Karapara aklama suçu kendisine kaynaklık eden “öncü suçtan” bağımsız ve ayrı bir suç tipidir. Karapara aklama suçunun varlığı için, “öncü suç” olarak adlandırılan ve 4208 sayılı Yasanın 2-a maddesinde sayılan suçlardan birinin işlenmesi, aklamaya konu değerlerin de “öncü suç” olarak adlandırılan bu suçlardan elde edilmiş olması ve belirtilen öncü suçların işlenmesi suretiyle elde edilen parada dahil olmak üzere her türlü maddi menfaat ve değerin, elde edenlerce meşruiyet kazandırılması amacıyla değerlendirilmesi, bu yolla elde edildiği bilinen karaparanın başkalarınca iktisap edilmesi, bulundurulması, elde edenlerce veya başkaları tarafından kullanılması, kaynak veya niteliğinin veya zilyet ya da malikinin değiştirilmesi, gizlenmesi veya sınır ötesi harekete tabi tutulması veya bu hareketin gizlenmesi, öncü suçların hukuki sonuçlarından failin kaçmasına yardım etmek amacıyla kaynağının veya yerinin değiştirilmesi ya da transfer yoluyla aklanması veya karaparanın tespitini engellemeye yönelik fiillerin yapılması gerekmektedir.
    Karapara aklama suçu açısından varlığı gerekli olan öncü suçun işlenme tarihi, karapara aklama suçunu hukukumuza sokan 4208 sayılı Yasanın yürürlük tarihi olan 19.11.1996 tarihinden önceki bir tarihe tekabül etmekte ise, artık karapara sayılan bir değerden ve karapara aklama suçundan söz edilemez. Belirli öncü suçların işlenmiş olması önşartına bağlı olarak karapara aklama suçunun konusunu oluşturan "karapara", ancak anılan Yasanın yürürlüğe girmesinden sonra işlenen öncü suçlardan dolayı bu niteliği taşıyacaktır. Başka bir anlatımla, yasada belirtilen öncü suçların işlenmesi sonucu suçun konusu olarak ortaya çıkan "karapara" ya bu niteliğini veren 4208 sayılı Yasa olmuştur.
    Bu bilgiler ışığında somut olay değerlendirildiğinde;
    Sanıklarca işlendiği iddia olunan öncü suçların gerçekleşme tarihi K. Danışmanlık Ltd. Şirketince gübre alım ihalesinin kazanılarak sözleşmenin imzalandığı 30.10.1995 günüdür. Diğer taraftan, karapara aklama suçunun konusunu oluşturan 37.620.000 ABD Doları, sanıkların yöneticisi olduğu şirketin ve hemen akabinde sanıkların şahsi banka hesaplarına 29.11.2005 ve 30.11.2005 tarihlerinde aktarılmış olup, hem işlendiği iddia olunan öncü suçların gerçekleşme tarihi, hem de öncü suçlar sonucu sanıklarca elde edilerek aklandığı iddia olunan paranın elde edildiği tarih 4208 sayılı Yasanın yürürlük tarihi olan 19.11.2006 tarihinden öncedir. Karapara aklama suçunun varlığı için, karapara olarak nitelendirilen değerlerin elde edilmesine araç oluşturan öncü suçların 4208 sayılı Yasanın yürürlüğe girdiği 19.11.2006 tarihinden sonra gerçekleşmiş olması gerekir, çünkü ancak bu durumda Yasanın 2-a maddesinde sayılan suçların işlenmesi ile elde edilen değerler karapara olarak adlandırılabilir. Başka bir anlatımla karapara aklama suçunun işlenebilmesi için öncelikle karapara olarak adlandırabileceğimiz bir değerin varlığı gerekmekte olup, bu da Yasada sayılan öncü suçların Yasanın yürürlük tarihinden sonra işlenmesi halinde olanaklı olacaktır. Dolayısıyla sanıklarca aklandığı iddia olunan paranın elde edildiği tarihin 4208 sayılı Yasanın yürürlüğe girdiği tarihten önce olması nedeniyle karapara olarak nitelendirilemeyeceğinden, karapara olarak nitelendirilemeyen suça konu paranın da sanıklarca banka hesaplarından başka hesaplara aktarılması eylemlerinin karapara aklama suçunu oluşturduğunun kabulü olanaklı değildir.
    Zira, aksinin kabulü Anayasanın 38. maddesinde; “Kimse, işlendiği zaman yürürlükte bulunan kanunun suç saymadığı bir fiilden dolayı cezalandırılamaz; kimseye suçu işlediği zaman kanunda o suç için konulmuş olan cezadan daha ağır bir ceza verilemez” şeklinde, Devletimizin tarafı olduğu Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 7. maddesinde ise; “Hiç kimse, işlendiği zaman ulusal ve uluslararası hukuka göre bir suç sayılmayan bir fiil veya ihmalden dolayı mahkum edilemez. Yine hiç kimseye, suçun işlendiği sırada uygulanabilecek olan cezadan daha ağır bir ceza verilemez” biçiminde düzenlenerek güvence altına alınan ve buna paralel olarak da 5237 sayılı TCY"nın 2. maddesinin birinci fıkrasında “Kanunun açıkça suç saymadığı bir fiil için kimseye ceza verilemez ve güvenlik tedbiri uygulanamaz. Kanunda yazılı cezalardan ve güvenlik tedbirlerinden başka bir ceza ve güvenlik tedbirine hükmolunamaz” şeklinde düzenlenmiş olan ve çağdaş ceza hukukunun en temel ilkelerinden birisini oluşturan suçta ve cezada kanunilik ilkesine aykırılık oluşturacaktır.
    Bu itibarla, sanıkların eylemlerinin karapara aklama suçunu oluşturduğunu kabul eden yerel mahkeme hükmünü bozan Özel Daire kararı isabetli olup, haklı nedene dayanmayan Yargıtay C.Başsavcılığı itirazının reddine karar verilmelidir.
    Çoğunluk görüşüne katılmayan sekiz Genel Kurul Üyesi; itirazın kabulüne karar verilmesi gerektiği düşüncesiyle karşı oy kullanmışlardır.
    Diğer itiraz nedenine gelince; sanıkların eyleminin karapara aklama suçunu oluşturmayacağının saptandığı nazara alındığında, sanıklar hakkında öncü suçlardan Hindistan"da açılmış olan davaların sonucunun beklenmesinin gerekip gerekmediği hususundaki itiraz nedeninin ise bu aşamada değerlendirilmesinde hukuki bir yarar bulunmadığı sonucuna varılmıştır.
    SONUÇ :
    Açıklanan nedenlerle,
    1- Yargıtay C.Başsavcılığı itirazının REDDİNE,
    2- Dosyanın mahalline gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİİNE, 01.11.2011 günü yapılan müzakerede oyçokluğuyla karar verildi.

     

     

    Hemen Ara