Esas No: 2011/2-180
Karar No: 2011/189
Yargıtay Ceza Genel Kurulu 2011/2-180 Esas 2011/189 Karar Sayılı İlamı
"İçtihat Metni"
İtirazname : 2008/259326
Yargıtay Dairesi : 2. Ceza Dairesi
Mahkemesi : REŞADİYE Asliye Ceza
Günü : 10.04.2008
Sayısı : 82-9
Hırsızlık suçundan sanıklar S. O.. ve E.E..’ın 765 sayılı TCY"nın 492/2, 522, 59; 647 sayılı Yasanın 4 ve 6. maddeleri uyarınca 1.423.656.000 TL ağır para cezası ile cezalandırılmasına ve ertelemeye ilişkin, Reşadiye Asliye Ceza Mahkemesince verilen 26.12.2002 gün ve 28-30 sayılı hükmün, sanıklar müdafii ve üst Cumhuriyet savcısı tarafından temyiz edilmesi üzerine, Yargıtay 6. Ceza Dairesince 09.02.2006 gün ve 21551-900 sayı ile;
“1) Suç tespit tutanağında sanıkların sayaca tüketimi kaydetmeyi engelleyici herhangi bir el atmasından söz edilmemesi ve savunmalar karşısında; öncelikle her iki sanığın sayacın bulunduğu evde hangi süreler arasında kiracı olarak oturduğu ayrı ayrı duraksamaya yer bırakmayacak şekilde araştırılıp saptandıktan sonra, belirlenen süreler ve öncesine ait tüketim detayları getirtilerek, o tarihlerde evde bulunan elektrikli aletler, lamba ve prizler yardımıyla bulunacak kurulu güce göre, bu aletlerin normal kullanım süreleri de dikkate alınarak, elektrik tüketiminde ciddi bir düşme olup olmadığı, uzman bilirkişi aracılığıyla belirlenerek sonucuna göre delillerin bir bütün halinde takdiri ile hukuki durumun tespiti yerine, eksik inceleme ile yetinilip yazılı şekilde hüküm kurulması,
2) Sanıkların suçlarının sübutu ve sayacın mühürlü olduğunun saptanması durumunda eylemlerine uyan 765 sayılı TCY’nın 492/2, 522, 59, 647 sayılı Yasanın 4., sayacın mühürsüz olduğunun saptanması durumunda aynı Yasanın 49l/ilk, 522, 59, 647 sayılı Yasanın 4. maddelerine göre, hükümden sonra 01.06.2005 tarihinde yürürlüğe giren 5237 sayılı TCY’nın aynı suça uyan 142/1-f, 62/1, sayacın mühürlü olduğunun saptanması durumunda ayrıca, 765 sayılı TCY hükümlerinin sanıklar yararına olduğunun gözetilmesi zorunluluğu,
3) Kabule göre de;
a) 18.01.2002 tarihli suç tespit tutanağında sayacın mühürlü olduğu belirtilmediğine göre; suça konu sayacın suç tarihinden önce idarece mühürlenip mühürlenmediği, yakınan kurumdan sorularak sonucuna göre yasal durumun belirlenmesi gerektiği gözetilmeden sayacın mühürlü olduğu kabul edilerek yazılı şekilde 765 sayılı TCY’nın 492/2. maddesi ile uygulama yapılması,
b) Sayacın bulunduğu evdeki elektrikli aletler, lamba ve prizler yardımıyla bulunacak kurulu güce göre, bu aletlerin normal kullanım süreleri ve bir önceki sayaç okuma zamanı da dikkate alınarak suç tarihindeki normal tarife üzerinden kaçak elektrik bedeli uzman bilirkişiye hesaplattırılıp bulunan bu değerin TCK’nın 522. maddesi uygulamasına esas alınması gerekirken, yakınan idarenin bu ölçütlere uymayan cezalı tarife üzerinden belirlediği değer esas alınarak anılan maddenin yazılı şekilde uygulanması” isabetsizliklerinden bozulmasına karar verilmiştir.
Bozmaya uyan Reşadiye Asliye Ceza Mahkemesince 10.04.2008 gün ve 82-9 sayı ile bu kez, 765 sayılı TCY"nın 491/ilk, 522, 59 ve 647 sayılı Yasanın 4. maddeleri uyarınca hükmedilen 200 YTL adli para cezasının 647 sayılı Yasanın 6. maddesi gereğince ertelenmesine karar verilmiştir.
Bu hükmün de sanık E. E.. müdafii tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay 2. Ceza Dairesince 24.05.2011 gün ve 7559-11121 sayı ile;
“Sanık S. O.."a kararın usulünce tebliğ edildiği, ancak hükmün temyiz edilmeyerek kesinleştiği anlaşıldığı cihetle sanık hakkında 1412 sayılı CMUK"nın 325. maddesinin uygulanma imkanı bulunmadığından tebliğnamedeki düşünceye katılınmamıştır.
Sanık E. E..a atılı elektrik enerjisi hırsızlığı suçunun gerektirdiği cezanın miktar ve nev’i itibariyle tabi olduğu 765 sayılı TCK’nın 102/4 ve 104/2. maddelerine göre hesaplanan yedi yıl altı aylık zamanaşımının suç ve inceleme tarihleri arasında gerçekleştiği anlaşılmakla hükmün bozulmasına, 1412 sayılı CMUK’nun 322. maddesinin verdiği yetkiye dayanılarak sanık hakkındaki kamu davasının 5271 sayılı CMK’nın 223/8. maddesi uyarınca düşürülmesine” karar verilmiştir.
Yargıtay C.Başsavcılığı ise 04.07.2011 gün ve 2008/259326 sayı ile;
“...Yargıtay 2. Ceza Dairesi, 24.05.2011 tarihli kararında, sanık S. O.. hakkındaki kararın yöntemine göre tebliğ edilip kesinleşmiş olması nedeniyle sirayetin olanaklı olmadığını ifade etmiştir. Özel Daire ile Başsavcılığımız arasındaki uyuşmazlık da bu noktada çıkmaktadır.
Oysa sirayet zaten, hükmün kesinleşmemesi halinde değil, hakkındaki hüküm temyiz denetiminden geçmeyerek kesinleşen sanık yönünden söz konusudur. Sanık hakkındaki hüküm kesinleşmemişse, zaten ya henüz temyiz yoluna başvurmamıştır ya da başvuracaktır veya henüz süresi dolmamıştır. Dolayısıyla onun hakkında bir inceleme veya değerlendirme yapılabilmesi söz konusu olamaz. Bu nedenle o durumda zaten hakkındaki hüküm konusunda kendisinin başvuracağı yasa yolları henüz mevcuttur ya da ortadan kalkmamıştır.
Bu nedenle sirayet, hakkındaki karar temyiz edilmeyen, temyiz denetiminden geçmeyen kişiler için söz konusudur. Aynı davada hakkında ortak bir bozma nedeni bulunan diğer sanığın hükmü temyiz etmesi ve kararın lehe bozulması durumunda, hükmü temyiz etmeyen ve hakkındaki hüküm kesinleşmiş olan sanık hakkında da, yasaların genelliği ve hukuk birliği ilkelerinden hareketle, bozma kararı bu kişilere de sirayet ettirilmek suretiyle, karar bozulmakta ve böylece o kişiler hakkındaki kesin hüküm ortadan kalkmaktadır.
1412 sayılı CYY"nın 325. maddesinde düzenlenen sirayet, hükmün ‘yasaya aykırılık’ nedeniyle lehe bozulması durumunda, temyiz nedenlerinden sirayetin Yargıtay bozma kararında zikredilsin veya zikredilmesin, hükmü temyiz etmeyen sanığın da yararlandırılması yolunda, yasaların herkese eşit uygulanması ve hukuk birliği yönünden getirilmiş bir kurumdur.
Yerleşik Yargıtay kararlarına göre sirayet hali, lehe bozma halinde uygulanabilir. Amaç adalet düşüncesinin gerçekleşmesini sağlamaktır. Sirayet için, sanıkların aynı mahkemede, aynı hükümle hükümlendirilmeleri gerekmektedir. Eylemde mutlaka bağlantı olması gerekmektedir, mahkemenin takdirine giren konularda sirayet olanaklı değildir. Sirayet, yasaya aykırılık durumunda söz konusudur. Bozma kararının sirayet edileceği kişi, temyiz dışı kalan, hükmü temyiz etmeyen sanık veya sanıklardır.
Yine 1412 sayılı CYUY döneminde verilen yerleşik Yargıtay kararlarına göre, sübut yönünden yapılan bozmalarda, kişisel haklar ve görevsizlik konularında yapılan bozmalarda sirayet olanaklı değildir.
5320 sayılı Ceza Muhakemesi Yasası"nın Yürürlük ve Uygulanma Şekli Hakkındaki Yasa"nın 8. maddesine göre, ‘Bölge adliye mahkemeleri göreve başlayıncaya kadar verilen kararlar hakkında, 1412 sayılı Yasa"nın 325. maddesinin uygulanmasına devam’ edilecektir.
5235 sayılı Adli Yargı İlk Derece Mahkemeleri ile Bölge Adliye Mahkemelerinin Kuruluş, Görev ve Yetkileri Hakkındaki Yasa"nın, Geçici 2 nci maddesinde, ‘Adalet Bakanlığı, bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten itibaren en geç iki yıl içinde 25. maddede öngörülen bölge adliye mahkemelerini kurar. Bölge adliye mahkemelerinin kuruluşları, yargı çevreleri ve tüm yurtta göreve başlayacakları tarih, Resmî Gazetede ilân edilir’ hükmü yer almaktadır.
5271 sayılı CYY"nın 306. maddesinde konu, ‘hükmün bozulmasının diğer sanıklara da etkisi’ başlığı altında düzenlenmiş, sirayet için lehe bozma nedeninin ‘yasaya aykırı davranılma koşuluna’ dayanılması düşüncesinden vazgeçilmiştir. Böylece 5271 sayılı Yasada sirayet hali madde metni itibarıyla daha geniş içerikte düzenlenmiştir.
Bu şekilde, sirayetle ilgili olarak, hangi tarihe kadar 1412 sayılı Yasanın ve hangi tarihten itibaren 5271 sayılı Yasa hükümlerinin uygulanacağı konusu, Adalet Bakanlığının iradesine terk edilmiştir.
Belirtildiği üzere 5271 sayılı Yasa hükmü, sirayet konusunu, insan haklarını koruma düşüncesini öne çekerek geniş düzenlemiştir. Ancak sonuçta sirayet konusunda hangi Yasanın hangi tarihe kadar ya da hangi tarihten itibaren uygulanacağı konusu, Yasada düzenlenmiş olsa da, 5271 sayılı Yasanın sirayet konusunda hangi tarihten itibaren uygulanacağı, Adalet Bakanlığının tek yanlı iradesine terk edilmiştir. Böylece amaçsal olarak yasallık ilkesinden sapılmış, yasa yolları hakkında yasama organının kullanacağı yasama yetkisi devredilmiş, hukuk devleti ilkesine aykırı davranılmış, eşitlik ilkesi zedelenmiştir.
Sonuçta, yasaların genellik ilkesi içerisinde, uygulama birliğini sağlamak düşüncesinden hareketle, temel hak ve özgürlükler yönünden genişletilen yeni madde içeriğinin yürürlük tarihi, Adalet Bakanlığı"nın iradesine terk edilmekle, Anayasanın başlangıç hükmü, 2, 5, 7, 10 ve 11. maddelerine aykırı hareket edilmiştir.
1412 sayılı Yasada sirayet konusunda, yukarıda ifade edildiği üzere, ‘yasaya aykırı hareket edilmesi’ önkoşula bağlı olarak, hükmün lehe bozulması durumunda temyiz etmeyen sanığa da sirayet öngörülmüş, 5271 sayılı Yasada ise, böyle bir önkoşul getirilmeden, hükmün lehe bozulması durumunda temyiz etmeyen sanığın da bu bozmadan yararlandırılması yoluna gidilmiştir.
İnsan haklarının korunması düşüncesinden hareketle sınırlandırıcı kuralların olabildiğince dar, hak ve özgürlüklerin olabildiğince geniş yorumlanması evrensel kuralından hareketle, sirayet konusunda getirilen ‘yasaya aykırılık hali’ kuralı olabildiğince geniş yorumlanmalıdır. Hukukun canlı varlık olması düşüncesi de bunu gerektirmektedir. Nitekim 5271 sayılı Yasa, sirayet konusunda bu durumu madde metnine yansıtmıştır. Ancak Anayasa"nın 90/son maddesi de gözetildiğinde, aynı yorum tarzının 1412 sayılı Yasanın 325. maddesi yönünden benimsenmesine, gelişen insan haklan düşüncesi nedeniyle hiçbir engel bulunmamaktadır. Bu nedenle, suçun unsurları dışında, fiil ve faille ilgili konular da, yasalar da düzenlenen ve aranan konular olduğuna göre, burada, yasaya aykırı davranılma kuralı içinde fiil ve faille ilgili konular da yer almalıdır.
Başsavcılığımızca düzenlenen 11.02.2011 tarihli tebliğnamede, Yargıtay"ın bu kamu davası ile ilgili, daha önceki 09.02.2006 tarihli bozma kararının gereğinin yerine getirilmediği, Yargıtay bozma kararına rağmen, sanıkların suç tarihi ve öncesinde suça konu elektrik sayacının bulunduğu evde, hangi süre içerisinde oturduklarının hiçbir duraksamaya yer vermeyecek biçimde saptanmadığı, iki polis memurunun, üstelik adli denetime hiçbir biçimde olanak sağlamayan, bütünüyle soyut tutanaklarının esas alınarak, yeniden mahkûmiyet hükmü kurulmasının, eylemli olarak uyulan bozma kararının gereğinin yerine getirildiği anlamını da asla taşımayacağı ifade edilmiştir.
Bu nedenle, sanık E.E..26.05.2008 tarihinde hükmü temyiz ederken, dosya içeriği ile sabit bu durum karşısında, karar mutlaka Yargıtay tarafından lehe bozulacaktır. Temyiz davası sürecinin hızla işlemesi ve bu süreçte zamanaşımının ortaya çıkmaması durumunda, bu bozma nedeninden, hükmü temyiz etmeyen diğer sanık S. O.. da yararlanacaktır.
Sanık E. E..tarafından, kararın temyiz edildiği 26.05.2008 tarihinde her iki sanık yönünden dava zamanaşımı dolmuş değildir. Dolayısıyla sanık E. E.."ın temyiz dilekçesi bu koşullar altında inceleneceği için, hükmü temyiz etmeyen sanık S.O.. da, 1412 sayılı Yasanın 325. maddesinin kendisine uygulanacağı yolunda, bu anlamda haklı bir beklenti ortaya çıkmıştır. Bu beklenti, hukuk ve evrensel değerler yönünden meşru görülen, korunan bir beklentidir. Sanık S. O. hükmü temyiz etmese de, karar bu koşullarda her durumda lehe bozulacak ve bu bozmadan kendisi de yararlanacaktır.
Dolayısıyla, sanık E. E.."ın temyizi üzerine, dosya değerlendirildiğinde, bu temyiz tarihi itibarıyla dava zamanaşımı dolmadığından, diğer sanığın sirayet söz konusu olacağı ve lehe bozma nedeninden kendisinin de yararlanacağı konusunda haklı bir beklenti içinde olması, 1412 sayılı CYUY"nın 325. maddesine göre hukuksal dayanağa sahiptir.
İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi"nin dayandığı, insan haklarının korunmasında geniş yorum ilkesinden hareketle, yasal ve haklı bir beklentiye dayalı olarak, kendisi için de sonuç doğuracağı için ayrıca hak arama özgürlüğünü kullanmaması, kişinin aleyhine değerlendirilmemelidir. Başvuru tarihinde her iki sanık hakkında söz konusu olmayan zamanaşımı nedeniyle, sanık S.O.."un kendi elinde olmayan nedenlerle süreçte zamanaşımının gerçekleşmesi, ondaki bu haklı beklentiyi ortadan kaldıramaz.
Dolayısıyla, sanık E.E.."ın temyiz tarihi itibarıyla zamanaşımı söz konusu olmadığından ve davada da Yargıtay"ın hükmüne uyulan önceki lehe bozma kararı gereği yerine getirilmediğinden, sanıkların adli denetime olanak sağlamayan bir tutanağa dayalı olarak, suça konu evde oturduklarına yönelik soyut tutanağa dayalı hüküm kurulması, esas yönünden bir bozma nedeni olarak karşımıza çıkmaktadır. Her iki sanığın hukuksal durumu da bundan etkilenmektedir.
Kaldı ki, yasaya aykırılık boyutundan bakıldığı zaman da TCY"nın 523. ve CMY"nın 231. maddeleri yönünden de ayrıca yasaya aykırılık tartışması kesin olarak söz konusudur.
Bu nedenle hükmün sanık E. E.. yönünden bozulması ve bu bozma kararının 1412 sayılı Yasanın 325. maddesi uyarınca sanık S. O..a da sirayeti gerekmektedir. Böylece sanık S.O..hakkındaki, hukuka aykırı bir mahkûmiyet kararı da ortadan kalkacaktır. Ancak hüküm temyiz edildikten sonra, temyiz sürecinde hükmü temyiz eden sanık E. E.. hakkında zamanaşımı gerçekleşmiştir. Uygulamaya göre, zamanaşımının gerçekleşmesi durumunda öncelikle hükmün zamanaşımı nedeniyle bozulmasına karar verilmektedir.
Yukarıda belirtilen nedenlerle ve temyiz tarihi itibarıyla zamanaşımı söz konusu olmadığından, hükmü temyiz etmeyen diğer sanık S.. O.."da oluşan evrensel hukuk anlayışına da uygun haklı beklenti nedeniyle, bu durumda bozma kararından sirayet nedeniyle yararlandırılacağı için, ancak süreçte bunun önüne geçen ve kararın sanık E. E.. hakkında zamanaşımı uyarınca düşme olarak açıklanmasını gerektiren usul kuralı sirayeti ortadan kaldıramamalı, sanık S. O.. da, ortaya çıkan sirayetin yansıması ve bununla sınırlı ve de zorunlu sonucu olarak, zamanaşımı nedeniyle düşme kararından yararlandırılmalıdır” görüşüyle sanık S.O..hakkında sirayetin olanaklı olmadığı yönündeki Yargıtay 2. Ceza Dairesi kararında yer alan ifadenin karardan çıkartılması, sanık S.O..hakkındaki hükmün de, gerçekleşen zamanaşımı nedeniyle bozulması ve kamu davasının bu nedenle düşürülmesine karar verilmesi isteminde bulunmuştur.
Dosya Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilmekle, Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır.
TÜRK MİLLETİ ADINA
CEZA GENEL KURULU KARARI
Özel Daire ile Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı arasında oluşan ve Ceza Genel Kurulunca çözümlenmesi gereken uyuşmazlık, zamanaşımı nedeniyle verilen düşme kararının hükmü temyiz etmeyen sanığa sirayetinin olanaklı olup olmadığının belirlenmesine ilişkindir.
İncelenen dosya içeriğine göre;
Reşadiye Asliye Ceza Mahkemesince, 26.12.2002 tarihinde sanıklar S. O.. ve E. E.. hakkında hırsızlık suçundan mahkûmiyet hükmü kurulduğu,
Hükmün sanıklar müdafii ve üst Cumhuriyet savcısı tarafından temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay 6. Ceza Dairesince suçun nitelendirilmesindeki isabetsizlikten bozulmasına karar verildiği,
Bozmaya uyan yerel mahkemece yapılan yargılama sonucunda bu kez 10.04.2008 tarihinde sanıkların aynı suçtan mahkûmiyetlerine hükmolunduğu,
Bu kararın yalnızca sanık E. E.. müdafii tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay 2. Ceza Dairesince adı geçen sanık hakkında kamu davasının gerçekleşen zamanaşımı nedeniyle düşürülmesine karar verildiği,
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığınca zamanaşımı nedeniyle düşme kararının 1412 sayılı CYUY"nın 325. maddesi uyarınca hakkındaki hüküm temyiz edilmeksizin kesinleşen sanık Salih Ok"a da sirayet etmesi gerektiği görüşüyle itiraz yasa yoluna başvurulduğu,
Anlaşılmaktadır.
5320 sayılı Yasanın 8. maddesi uyarınca halen yürürlükte bulunan 1412 sayılı CYUY’nın 325. maddesi; “Hüküm, cezanın tatbikinde kanuna muhalefet edilmesinden dolayı sanık lehine olarak bozulmuşsa ve bozulan cihetlerin temyiz talebinde bulunmamış olan diğer sanıklara da tatbiki kabil olursa bu sanıklar dahi temyiz talebinde bulunmuşcasına hükmün bozulmasından istifade ederler”,
5271 sayılı CYY’nın 306. maddesi ise; “(1) Hüküm, sanık lehine bozulmuşsa ve bu hususların temyiz isteminde bulunmamış olan diğer sanıklara da uygulanması olanağı varsa, bu sanıklar da temyiz isteminde bulunmuşcasına hükmün bozulmasından yararlanırlar” hükmünü taşımaktadır.
Kural olarak temyiz incelemesinin yapılabilmesi için süre ve istek koşullarına uygun açılmış bir temyiz davasının varlığı gerekir. Sanıklardan birinin talebi, diğer sanıkların isteği yerine geçmez. İlgililer tarafından yasa yoluna başvurulmadığı takdirde hüküm kesinleşecektir. Ancak yasakoyucu, temyiz etmeyen sanıkların, hükmü temyiz edenlerden daha ağır bir ceza ile cezalandırılmasını önlemek, adli yanılgılara engel olmak ve adaleti sağlamak için genel kuraldan ayrılmış, temyiz isteminde bulunulmuş gibi inceleme yapılmasında yarar görmüş ve “bozmanın sirayeti”ni kabul etmiştir. CYUY’nın 325. maddesi uyarınca, cezanın uygulanmasında kanuna aykırılık nedeniyle hüküm bozulduğu takdirde, temyiz etmeyen sanıklar dahi temyiz isteminde bulunmuş gibi hükmün bozulmasından yararlanacaklardır.
Her ne kadar CYUY’nın 325. maddesinde “cezanın tatbikatında kanuna muhalefet edilmesinden dolayı” denilmekte ise de, bu ifadenin “ceza yasasının uygulanmasında yasaya aykırı davranılmış olması” biçiminde anlaşılması daha isabetli olacaktır. Çünkü yasakoyucunun amacı sadece cezanın uygulanmasında yasaya aykırı davranılmış olması hali olmayıp, daha geniş olarak maddi ceza hukukuna ilişkin kurallara yani, genel ya da özel ceza hükmü taşıyan yasalardaki yazılı bir hükme aykırı davranılmış olmasındaki aykırılıkları gidermektir.
1412 sayılı CYUY’nın 325. maddesine benzer şekilde düzenlenmiş bulunan ve yasalaşma sürecinde Adalet Komisyonunca, “cezanın belirlenmesinde hukuka aykırılıktan dolayı” ibaresi metinden çıkartılmak suretiyle kabul edilen, 5271 sayılı CYY’nın 306. maddesinin uygulanma koşulları gerekçesinde şu şekilde ifade edilmiştir; “Mahkemece verilen hüküm, temyiz etmeyen sanık yönünden kesinleşir ve infaz edilebilir hâle gelir. Kural bu olmakla beraber aynı mahkemece aynı hükümle cezalandırılan sanıklar hakkında birbiriyle çelişen sonuçların doğmasının önlenmesi, adalet düşüncesiyle ve bazı koşullarda Yargıtay’ın bozma kararından temyiz etmeyen sanıkların da yararlandırılması uygun görülmüştür.
Bunun için;
1. Aynı mahkemece aynı kararla birden çok sanığın hükümlendirilmesi,
2. Sanıkların fiilinde 8 inci maddede tanımlanan nitelikte bağlantı bulunması,
3. Hükmün Cumhuriyet savcısı, katılan veya sanıklardan bir veya birkaçınca ve sanıkların tümünü kapsamayacak şekilde temyiz edilmiş olması,
4. Hükmün cezanın belirlenmesinde hukuka aykırılık nedeniyle sanık yararına bozulması,
5. Bu bozmanın hükmü temyiz etmeyen veya kendileriyle ilgili temyiz bulunmayan sanıklara da uygulanma olanağına sahip olması gerekecektir.
Suç unsurlarının oluşmaması, fiilin suç olmaması, cezanın azaltılması veya ortadan kaldırılmasını gerektiren nedenler de cezanın belirlenmesinde hukuka aykırılıktır.
Temyiz etmeyen deyimine; temyiz yoluna hiç başvurmayan, süresinden sonra başvuran, temyiz istemi reddolunanlar dahildir.
Yargıtay, bozma kararında, temyiz etmeyen sanıklardan hangilerinin yararlanacağını gösterir; ancak gösterilmemiş olması yararlanmayı önlemez. Mahkeme kanun gereği olarak bu durumu gözetmek zorundadır.
Bu bozmayla temyiz yoluna başvurmayan sanıklar hakkında kesinleşen hüküm de ortadan kalkar, aynı sanıklarla ilgili olarak yeniden hüküm kurmak gerekir”.
Görüldüğü gibi, 1412 sayılı CYUY’nın 325 ve 5271 sayılı CYY’nın 306. maddesinde düzenlenen sirayet kurumunun başlıca iki amacı bulunmaktadır.
Bunlar; aynı hükümle cezalandırılan sanıklar hakkında birbiriyle çelişen kararlar verilmesinin ve temyiz yoluna başvurmayanlar aleyhine doğabilecek adaletsizliklerin önlenmesidir.
Buna göre; zamanaşımına ilişkin olarak, temyiz incelemesi sırasında zamanaşımının gerçekleşmesi halinde temyiz etmemeleri nedeniyle hakkındaki hüküm kesinleşen şeriklerin statüleri “hükümlüye” dönüştüğünden ve onlar için artık dava değil, ceza zamanaşımı uygulanması sözkonusu olduğundan Yargıtay tarafından verilecek bozma kararlarının sirayeti olanaklı olmayacaktır.
Bununla birlikte, yerel mahkemece hükmün kurulduğu tarih itibarıyla dava zamanaşımı gerçekleşmiş olan şerikler için aynı durum söz konusu değildir. Yerel mahkemenin hükmünü verdiği tarih itibarıyla haklarında açılan kamu davasına ilişkin zamanaşımı dolan kişilerle ilgili olarak, haklarındaki hükümler temyiz edilen sanıklar yönünden temyiz incelemesi sırasında, hüküm tarihinde zamanaşımının gerçekleşmiş olması nedeniyle yapılan bozmanın hükmü temyiz etmeyen diğer sanıklara sirayet edebileceği ve dava zamanaşımına yönelik olarak 1412 sayılı CYUY’nın 325. maddesi hükmünün uygulanabileceği kabul edilmelidir.
Bu açıklamalar ışığında inceleme konusu olay değerlendirildiğinde;
Özel Dairece temyize gelen sanık Erkan Erdoğan hakkındaki hükmün, inceleme tarihi itibarıyla zamanaşımının dolduğu gerekçesiyle bozulmasına ve kamu davasının zamanaşımı nedeniyle düşmesine karar verilmiş olup, bu gerekçeyle verilen bozmanın, hakkındaki hüküm temyiz edilmeksizin kesinleşen sanık S. O..’a Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının itiraz gerekçesinde belirtilen nedenler gözönüne alındığında sirayetinin olanaklı olmadığı düşünülebilecek ise de;
Sanıkların eylemine uyan ve suç tarihi itibarıyla yürürlükte bulunan 765 sayılı TCY’nın 491/ilk maddesindeki suçun, 6 aydan 3 seneye kadar hapis cezasını gerektirmesi nedeniyle, aynı Yasanın 102/4. maddesi uyarınca 5 yıllık olağan ve 104/2. maddesine göre de 7 yıl 6 aylık kesintili zamanaşımına tabi olduğu, zamanaşımını kesen işlemlerden sonuncusunun sanıklar hakkında kurulan 26.12.2002 tarihli mahkûmiyet hükmü olduğu, kesilme tarihinden itibaren yeniden işlemeye başlayan 5 yıllık asli zamanaşımı süresinin bozmadan sonraki hükmün kurulduğu 10.04.2008 tarihi itibarıyla dolduğu, zamanaşımını kesen başkaca bir neden de bulunmadığı, dolayısıyla yerel mahkemece hükmün kurulduğu 10.04.2008 tarihi itibarıyla zamanaşımı gerçekleşmiş bulunduğundan ve maddi ceza hukukuna ilişkin bir kurum olan zamanaşımı hükümlerine yönelik aykırılıkların da sirayet kapsamında kabulü gerektiğinden, Özel Dairece diğer sanık Erkan Erdoğan hakkında verilen zamanaşımı nedeniyle düşme kararının hakkındaki hüküm temyiz edilmeyen sanık S. O..’a da sirayeti gerekmektedir.
Yerel mahkemenin hüküm verdiği tarih itibarıyla zamanaşımının gerçekleşmiş olmasına karşın, Özel Dairece yanılgılı olarak zamanaşımının hüküm ve inceleme tarihleri arasında gerçekleştiğinin kabul edilmiş olması da, sonucu itibarıyla isabetli bulunan bozma kararının hükmü temyiz etmeyen sanığa sirayetine engel olmayacaktır.
Bu itibarla, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının itirazının değişik gerekçe ile kabulüne, Özel Dairenin zamanaşımı nedeniyle düşme kararının sanık S. O..’a da sirayetine, sanık S..hakkındaki yerel mahkeme hükmünün bozulmasına, 765 sayılı TCY"nın 102/4. maddesi uyarınca asli zamanaşımı dolduğundan 765 sayılı TCY’nın 102/4 ve 5271 sayılı CYY’nın 223. maddeleri uyarınca kamu davasının zamanaşımı nedeniyle düşmesine karar verilmelidir.
SONUÇ:
Açıklanan nedenlerle;
1- Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının DEĞİŞİK GEREKÇE İLE KABULÜNE,
2- Yargıtay 2. Ceza Dairesinin 24.05.2011 gün ve 7559-11121 sayılı zamanaşımı nedeniyle düşme kararının sanık S. O..’a da SİRAYETİNE,
3- Sanık S. O..hakkındaki Reşadiye Asliye Ceza Mahkemesinin 10.04.2008 gün ve 82-9 sayılı hükmünün, 765 sayılı TCY"nın 102/4. maddesi uyarınca asli zamanaşımının dolduğunun gözetilmemesi isabetsizliğinden BOZULMASINA,
Ancak bu husus yeniden yargılamayı gerektirmediğinden; 5320 sayılı Yasanın 8. maddesi uyarınca halen yürürlükte bulunan 1412 sayılı CYUY’nın 322. maddesinin, Yargıtay Ceza Genel Kuruluna tanıdığı yetkiye istinaden, sanık Salih Ok hakkındaki kamu davasının 765 sayılı TCY’nın 102/4 ve 5271 sayılı CYY’nın 223. maddeleri uyarınca DÜŞMESİNE,
4- Dosyanın mahalline gönderilmek üzere Yargıtay C. Başsavcılığına TEVDİİNE, 27.09.2011 günü yapılan müzakerede oybirliğiyle karar verildi.