Esas No: 2011/9-158
Karar No: 2011/181
Yargıtay Ceza Genel Kurulu 2011/9-158 Esas 2011/181 Karar Sayılı İlamı
"İçtihat Metni"
Tebliğname : 2010/106994
Yargıtay Dairesi : 9. Ceza Dairesi
Mahkemesi : HAKKARİ Ağır Ceza
Günü : 22.01.2010
Sayısı : 384-18
.
Davacının haksız tutuklanma sonucu uğramış olduğu zarar nedeniyle 5.000 Lira maddi ve 5.000 Lira manevi tazminatın, davalı hazineden tahsiline yönelik isteminin kısmen kabulü ile 25,50 Lira maddi, 2.730 Lira manevi tazminatın davalıdan alınarak davacıya verilmesine, fazlaya ilişkin taleplerin reddine ilişkin, Hakkari Ağır Ceza Mahkemesince verilen 12.09.2007 gün ve 42-243 sayılı hükmün davacı ve davalı hazine vekilleri tarafından temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay 9. Ceza Dairesince 04.06.2009 gün ve 1593-6691 sayı ile;
“Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 07.03.2000 gün ve 2000/8-44-48 sayılı kararı da gözetilerek, tazminat istemine ilişkin davanın, beraat kararının kesinleştiği tarihten 8 yılı aşan bir süre sonra açıldığı, davacı asilin bu uzun süre içinde hakkındaki hükmün kesinleştiğini bilmediğinden söz edilmesinin hayatın olağan akışına uygun bulunmadığı, bu durumda davanın 466 sayılı Kanunun 2. maddesinde öngörülen süre içinde açıldığının kabulünün mümkün olamayacağı gözetilmeden davanın süresi içinde açıldığının kabulünün mümkün olamayacağı gözetilmeden davanın süre yönünden reddi yerine kabulüne karar verilmesi” isabetsizliğinden bozulmasına karar verilmiştir.
Yerel mahkeme ise 22.01.2010 gün ve 384-18 sayı ile;
“ 1- Davacının 466 sayılı Yasa uyarınca tazminat istemine esas teşkil eden Diyarbakır DGM’nin 1996/128 Esas, 1998/242 Karar sayılı dosyasına ilişkin olarak mahkemesince verilen cevaptan ve ekinde gönderilen kesinleşme şerhini içerir ilamdan; davacı A. U.. hakkında açılan kamu davasında, davacının ‘silahlı çete mensuplarına hal ve sıfatlarını bilerek yardım ve yataklık etmek’ suçundan cezalandırılmasının talep edildiği, bu suçlama nedeniyle davacının soruşturma aşamasında 01.01.1996 tarihinde gözaltına alındığı, 02.02.1996 tarihinde tutuklanıp cezaevine konulduğu, 09.05.1996 tarihinde tahliye edildiği ve yargılama sonucunda 10.12.1998 tarihinde davacı-sanığın üzerine atılı suçlama nedeniyle delil yetersizliğinden beraatine karar verildiği, böylece davacının toplam 117 gün özgürlüğünden yoksun kaldığı, kararın davacı yönünden 23.11.1999 tarihinde kesinleştiği, kesinleşen kararın davacıya tebliğ olunmadığı, kesinleşen karardan davacının dava açılmadan yaklaşık 20 gün önce haberdar olunduğunun kabulü gerektiği;
2- Yargıtay 9. CD"nin bozma ilamında da belirtildiği üzere; beraat kararının kesinleşmesinden dava açma süresine kadar 8 yılı aşan bir zamanın geçtiği, somut davanın 466 sayılı kanun hükümleri çerçevesinde değerlendirilmesi gerektiği, Yargıtay"ın tüm Ceza Daireleri"nin süreklilik kazanan uygulamalarında kesinleşen kararın bizzat davacıya tebliği tarihinden itibaren 466 sayılı Kanunun 2. maddesinde belirtilen 3 aylık sürenin başlayacağı hususunun yerel mahkemelerin uygulamalarında da süreklilik kazandığı, yine 466 sayılı Kanunun 2. maddesinin düzenlemesinde dava açma süresinin üst sınırı yazılı olmamakla birlikte; Yargıtay Ceza Genel Kurulu"nun 07.03.2000 tarih 2000/8-44 Esas, 2000/48 Karar sayılı kararı ve Yargıtay Ceza Daireleri"nin kararlarında, beraat kararının kesinleşme tarihinden itibaren 10 yıllık sürenin en üst sınır dava açma süresi olarak uygulanması yönünde Yargıtay 9. CD"nin mahkememiz kararını bozan kararına kadar benzeri davalar açısından kanuni boşluğa rağmen uygulama birliğinin bulunduğu, bu aşamadan sonra Yargıtay Ceza Daireleri"nden farklı ve birbiriyle çelişen kararların çıkması ihtimali ve daha önce görülen benzeri davalar nedeniyle eşitsizliklerin de doğacağı, ayrıca 10 yıllık sürenin bu tür davalarda en üst sınır dava açma süresi olarak uygulanması gerektiği hususunda farklı bir gerekçe olarak, Borçlar Kanunu’nun haksız fiil sorumluluğuna ilişkin genel hükümlerinin iş bu dava ve benzeri davalarda uygulanması gerektiği, zira Borçlar Kanunu’nun 60/1. maddesinde düzenlenen;
‘Zarar ve ziyan yahut manevi zarar namiyle nakdi bir meblağ tediyesine müteallik dava, mutazarrır olan tarafın zarara ve failine ittılaı tarihinden itibaren bir sene ve her halde zararı müstelzim fiilin vukuundan itibaren on sene mürurundan sonra istima olunmaz’ hükmü çerçevesinde;
Davanın beraatle sonuçlanıp kesinleşmesine kadar devam eden manevi bir haksız fiilin/baskının mevcudiyetinin varlığı da dikkate alınmak suretiyle fiilin bu tarihten itibaren sonuçlanmış/vukuu bulmuş olacağı, davacı hakkındaki beraat kararının kesinleşmesinden itibaren 10 yıllık sürenin 466 sayılı Kanun gereği açılan davalarda en üst sınır dava açma süresi (Borçlar Kanunu deyimiyle hak düşümü süresi) olduğunun ve bu nedenle de davanın yasal süresi içerisinde açıldığının kabulü gerektiği;
3- Mahkememizce davacının ikamet yeri, sosyal ve ekonomik durumu bakımından yapılan araştırmaya göre; dava tarihi itibariyle Moda Mahallesi-Şemdinli/Hakkari adresinde oturduğu böylece davanın yetkili mahkemede açıldığı; tutuklanmadan önce herhangi bir bir kuruma veya kayda bağlı bir işte çalışmadığı, Şemdinli Mal Müdürlüğünün yazısı uyarınca da tutuklu kalınan tarih ve öncesinde davacının mükellefiyet kaydının olmadığı;
4- Mahkememizce 466 sayılı Kanun gereği davacının tutukluluk günlerine denk gelen asgari ücret miktarının ne olduğu, tutuklu ve gözaltında kaldığı zamanlara denk gelen çalışma günlerinin tespiti yönlerinden eksik hususlar ikmal edildikten sonra dosya bilirkişiye gönderilmiş, davacının gözaltı ve tutukluluk tarihinden önce ve tutukluluktan hemen sonra devam eden sürekli ve kurumsal kaydı bulunan bir işi olmaması, yapılan tespite göre asgari ücretle çalıştığı, mükellefiyet kaydının bulunmadığı, buna bağlı olarak düzenli gelirinin bulunmadığının anlaşılmasına göre haksız tutukluluk nedeniyle uğranılan net gelir kaybı ve bu nedenden kaynaklanan -şayet var ise yapılmış masraflardan- oluşan maddi tazminat olarak tutuklandığı tarihte 16 yaşından büyük davacının tutukluluk tarihlerinde yürürlükteki asgari ücret, özel indirim tutarları, gelir ve damga vergi oranları da gözetilmek suretiyle sanayi ve hizmet sektöründe asgari ücretle çalışan bir işçi ile aynı net geliri elde edebileceği düşünülerek bilirkişi raporunda 117 gün üzerinden yapılan hesaplama sonucunda 27,50 TL maddi kayba uğradığı tespit edilmiş ve anlaşılmıştır.
Öncelikli sorun olarak, Yargıtay 9. CD"nin bozma ilamına uyma-direnme hususunda, yukarıda 2 no"lu bentte açılanan gerekçelerle direnilmesine karar vermek gerekmiştir.
Yine yapılan araştırma ve incelemeler sonucunda; davacının sabit bir işinin ve mükellefiyet kaydının bulunmaması nedenleriyle bu gibi hallerde süreklilik gösteren Yargıtay uygulamaları nazara alındığında ‘kurumsal kayda bağlı olmaksızın veya tespit ve ispat olunabilen, sürekli gelir getiren bir iş sahibi olmadan yapılan çalışmalarda kazancın asgari ücret miktarı üzerinden tespit edilmesi’ esasının benimsendiği hususu gözetilerek özgürlüğünden yoksun kaldığı tarihteki asgari ücret miktarı üzerinden ve dosyada mevcut Sosyal Güvenlik Kurumu Hakkari İl Müdürlüğünün 15/01/2009 tarihli, asgari ücretin günlük değil aylık olarak, resmi tatiller de dikkate alınmaksızın sabit olarak verildiğine ilişkin yazıları da dikkate alınarak herhangi bir kesinti yapılmaksızın, takdiren bilirkişi raporunda çalışılamayan günler için tespit edilen 27,50 TL maddi tazminat ile;
Yargıtay’ın yine istikrar kazanmış uygulamaları ve yukarıda Borçlar Kanunu genel hükümleri çerçevesinde yukarıda yapılan açıklamalar gereğince ‘beraat kararının kesinleşmesinden itibaren 10 yıllık süre içerisinde ve kararın kendilerine tebliğinden itibaren 3 aylık hak düşürücü süre içerisinde tazminat davasının açılması (Y.9.CD.2002/492-2003/549 E/K)’ yönünden yapılan incelemede de davacı hakkındaki beraat kararının 12.04.2002 tarihinde kesinleşmesinden sonra dava tarihine kadar 10 yıllık sürenin geçmediği, yine beraat kararının da davacıya tebliğ olunduğuna ilişkin herhangi bir belge bulunmadığının anlaşılmasına göre 3 aylık hak düşürücü sürenin de dolmadığı görülmekle davacının ‘silahlı çete mensuplarına hal ve sıfatlarını bilerek yardım ve yataklık etmek’ suçundan yargılandığı, bu nedenle ağır hapis cezası tehdidi altında 117 gün süre ile özgürlüğünden yoksun kaldığı, yapılan yargılama sonucunda delil yetersizliğinden üzerine atılı suçlamadan beraat ettiği, özgürlüğünden yoksun kaldığı zaman dahilinde çektiği elem ve üzüntünün davacıyı manevi çöküntü içerisinde bırakıp bu şekilde zarara uğramasına sebebiyet vermiş olacağı anlaşıldığından, davacının sosyal ve ekonomik durumu, üzerine atılı suçun niteliği, gözaltına alınmasına neden olan olayın cereyan tarzı, tutuklu kaldığı süre ve benzeri hususlarda gözetilmek sureti ile zenginleşme sonucu doğurmayacak şekilde hak ve nesafet kuralları gözönünde bulundurularak direnme kararı gereği aynen bir önceki hükümde hükmolunan manevi tazminatın, (talepte herhangi bir açıklık bulunmadığından) dava tarihi olan 05.02.2007 tarihinden itibaren işleyecek yasal faiziyle birlikte davalıdan alınarak davacıya verilmesine, davacı lehine vekalet ücretine hükmedilme¬sine” şeklindeki gerekçelerle direnerek, ilk hükümdeki gibi karar vermiştir.
Bu hükmün de davalı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının 03.06.2011 gün ve 106994 sayılı “onama” istekli tebliğnamesi ile Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilen dosya, Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır.
TÜRK MİLLETİ ADINA
CEZA GENEL KURULU KARARI
Yargıtay Ceza Genel Kurulunca çözümlenmesi gereken uyuşmazlık; 466 sayılı Yasaya dayalı tazminat istemine ilişkin davanın yasal süresinde açılıp açılmadığının belirlenmesine ilişkin ise de, Yargıtay İç Yönetmeliğinin 27. maddesi uyarınca, öncelikle yerel mahkeme direnme hükmünün yeni hüküm olup olmadığı hususu ön sorun olarak ele alınıp değerlendirilmiştir.
Ceza Genel Kurulunun süreklilik kazanmış uygulamalarına göre, şeklen ısrar kararı verilmiş olsa dahi;
a) Bozma kararı doğrultusunda işlem yapmak,
b) Bozma kararında tartışılması gereken hususları tartışmak,
c) Bozma sonrasında yapılan araştırmaya, incelemeye, toplanan yeni kanıtlara dayanmak,
d) İlk kararda yer almayan ve daire denetiminden geçmemiş bulunan yeni ve değişik gerekçelerle hüküm kurmak,
Suretiyle verilen hüküm, özde direnme kararı olmayıp, bozmaya eylemli uyma sonucu verilen yeni bir hükümdür. Bu nitelikteki bir hükmün temyiz edilmesi halinde ise incelemenin Yargıtay’ın ilgili dairesi tarafından yapılması gerekir.
Direnme kararında; ilk hükümde yer almayan yeni ve değişik gerekçe ile Yargıtay Ceza Genel Kurulu ve Özel Daire kararlarına yer verilmiş olup, bu hususun Özel Dairece incelenmemiş olması karşısında, konunun ilk kez Ceza Genel Kurulunca incelenmesi olanaklı görülmediğinden, hükmün Özel Dairece incelenmesi gerekmektedir.
Bu itibarla, direnme kararı olmayıp yeni hüküm niteliğindeki yerel mahkeme hükmünün, temyiz davasına bakmakla görevli olan Özel Dairece incelenmesi gerekeceğinden, dosyanın 2797 sayılı Yargıtay Yasasının 14.02.2011 gün ve 27846 sayılı Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe giren 6110 sayılı Yasanın 8. maddesi ile değişik 14. maddesi uyarınca Dairelerin İş Bölümüne ilişkin olmak üzere Yargıtay Büyük Genel Kurulunca alınan ve 02.06.2011 günlü Resmi Gazetede yayımlanarak 01.07.2011 tarihinde yürürlüğe giren 12.05.2011 gün ve 2011/1 sayılı kararına göre, koruma tedbirleri nedeniyle tazminat davalarına bakmakla görevli Yargıtay 12. Ceza Dairesine gönderilmesine karar verilmelidir.
SONUÇ:
Açıklanan nedenlerle;
Hakkari Ağır Ceza Mahkemesince verilen 22.01.2010 gün ve 384-18 sayılı karar yeni hüküm niteliğinde olduğundan, dosyanın temyiz incelemesi için Yargıtay 12. Ceza Dairesine gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİİNE, 20.09.2011 günü yapılan müzakerede oybirliği ile karar verildi.