AYM 2018/34564 Başvuru Numaralı YAŞAR ÇETİNBAŞ Başvurusuna İlişkin Karar

Abaküs Yazılım
Birinci Bölüm
Esas No: 2018/34564
Karar No: 2018/34564
Karar Tarihi: 10/3/2021

AYM 2018/34564 Başvuru Numaralı YAŞAR ÇETİNBAŞ Başvurusuna İlişkin Karar

 

 

 

 

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

YAŞAR ÇETİNBAŞ BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2018/34564)

 

Karar Tarihi: 10/3/2021

R.G. Tarih ve Sayı: 31/3/2021-31440

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

Başkan

:

Hasan Tahsin GÖKCAN

Üyeler

:

Muammer TOPAL

 

 

Recai AKYEL

 

 

Selahaddin MENTEŞ

 

 

İrfan FİDAN

Raportör

:

Olcay ÖZCAN

Başvurucu

:

Yaşar ÇETİNBAŞ

Vekili

:

Av. Mustafa Kemal TURAN

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru, sınırında inşa edilen viyadükten dolayı taşınmazda meydana gelen zararın karşılanmaması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru 21/11/2018 tarihinde yapılmıştır.

3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.

4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.

6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir.

III. OLAY VE OLGULAR

7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir:

8. İzmir"in Balçova ilçesi Balçova Mahallesi"nde bulunan 426 ada 7 parsel sayılı 155 m² yüz ölçümlü ve bağ vasıflı kat irtifakı kurulan ana taşınmazın 2/14 hisseli 1 No.lu bağımsız bölümü başvurucu tarafından 9/2/1983 tarihinde satış yoluyla devralınmıştır.

9. İzmir şehir içi trafiğini rahatlatmak için 1988 yılında İzmir çevre yolu yapımına başlanmıştır. Bu kapsamda İzmir ile Çeşme arasındaki bağlantının sağlanması için yapılan otoyol üzerinde 6/8/2002 tarihinde Balçova ilçesinde 1,5 kilometrelik viyadük inşa edilmiştir.

10. Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğü internet sitesinde yer alan parsel sorgulama uygulamasından yapılan araştırma ve inceleme sonucunda başvurucunun taşınmazının viyadüğün kenarında olduğu anlaşılmıştır.

11. Başvurucu tarafından 15/7/2016 tarihli dilekçelerle Karayolları Genel Müdürlüğüne (Karayolları), Balçova Belediye Başkanlığına (Balçova Belediyesi) ve İzmir Büyükşehir Belediye Başkanlığına (İzmir Belediyesi) başvurulmuş ve otoyolun kenarında bulunan taşınmazının 6/6/1972 tarihli ve 1593 sayılı mülga Erişme Kontrollü Karayolu Kanunu çerçevesinde kamulaştırılması veya başka bir taşınmazla takas edilmesi istenmiştir. Bu başvuruya Balçova Belediyesi tarafından cevap verilmemiştir. İzmir Belediyesi tarafından verilen 26/7/2016 tarihli cevapta; taşınmaz konut alanında kaldığından kamulaştırılmasının mümkün olmadığı, Karayolları tarafından verilen 9/3/2016 tarihli cevapta ise taşınmazın yol inşaat ve emniyet sahası içinde olmadığı, taşınmaza fiilî veya hukuki bir el atma bulunmadığı gerekçesiyle taşınmazın kamulaştırılmasında kamu yararı bulunmadığı ifade edilmiştir.

12. Başvurucu; D.E ve S.A. isimli kişilerle birlikte 30/9/2016 tarihinde İzmir Belediyesi, Balçova Belediyesi ve Karayolları aleyhine İzmir 3. İdare Mahkemesinde (Mahkeme) dava açmıştır. Bu davada, taşınmazın imar planında konut alanı olarak ayrılmasına rağmen önünden geçen Çeşme-İzmir otoyolu nedeniyle mülkiyet haklarında yapılan kısıtlamaların taşınmazın değerini düşürdüğüne vurgu yapılarak fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydıyla 105.000 TL tazminatın ödenmesi talep edilmiştir. Taşınmazın otoyolun Balçova çıkışında bulunduğunu ifade eden başvurucu ve diğer davacılar; Balçova çıkışının iki yanındaki evlerde gürültü olması, evlere ışık girmesi, sarsıntı ve manzaranın kapanması gibi kullanma ve yararlanma haklarını kısıtlayan hususların meydana geldiğini belirtmiş ve manzaranın kapanarak otoyol duvarlarına bakıldığından, güneş ışığı alamadıklarından, sarsıntı nedeniyle duvarların sıva tutmayıp devamlı döküldüğünden, bina önünün köprü altı ve otoyol dibine dönüşerek tekinsiz ve güvensiz hâle gelmesinden, otoyol ile bina arasına araç giremediğinden, kaza yapan araçların evlerin bahçesine düştüğünden şikâyet etmiş ve taşınmazda ikamet edilmesi veya taşınmazın kiraya verilmesi imkânının ortadan kaldırıldığını ileri sürmüştür. Ayrıca başvurucu ve diğer davacılar, kısıtlamaların ve oluşan zararların tespiti için taşınmaz üzerinde keşif ve bilirkişi incelemesi yapılmasını istemiştir.

13. Mahkeme 22/12/2017 tarihinde; D.E ve S.A. isimli kişilerin dava tarihinden önce vefat ettikleri gerekçesiyle ehliyet yönünden davanın reddine, başvurucu yönünden ise davanın esastan reddine karar vermiştir. Başvurucunun açtığı davanın reddine ilişkin gerekçede;

i. 1593 sayılı mülga Kanun"un 6. maddesinde "Erişme kontrollü karayolunun yapımı, gelişmesi ve çevresinin korunması ve düzenlenmesi için gereken genişlikte arazi şeridi kamulaştırılır ve bu maksatla yapılan kamulaştırmalarda 6830 sayılı Kanun"un 23 üncü maddesi uygulanmaz." hükmünün yer aldığı ifade edilmiştir.

ii. Taşınmazın otoyol kamulaştırma sınırının dışında kaldığından, erişime kontrollü saha içinde yer almadığından fiilen yol içinde kalmadığından hukuki ve fiilî el atmanın oluşmadığı belirtilmiştir.

iii. Ayrıca taşınmazın imar planında B-3 (bitişik nizam 3 kat) konut adası yapı tarzında planlandığı ve yapılaşma hakkının bulunduğu, taşınmazın üzerinde de imar planına uygun ruhsatlı yapının yer aldığı, taşınmazda mülkiyet hakkının kullanılmasını engelleyen hukuki kısıtlılık hâlinin bulunmadığı ve yürürlükte bulunan imar planlarından kaynaklanan bir zararın da oluşmadığı vurgulanmıştır.

iv. 4/11/1983 tarihli ve 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu"nda idarelerin kamu hizmetlerinin yürütülmesi amacıyla ihtiyaç duydukları taşınmazlar hakkında kamulaştırma işlemlerini yapabilmesine imkân verildiğine işaret edilerek taşınmazda idarelerin kamulaştırma zorunluluğunun olmadığı ve mülkiyet hakkının kısıtlanmasına ilişkin zararın da bulunmadığı belirtilerek oluştuğu iddia edilen zararların idareler tarafından tazminine hukuken olanak bulunmadığı ifade edilmiştir.

14. Başvurucu, taşınmaz üzerinde keşif yapılıp bilirkişilerce zarar tespit edilmeden eksik incelemeye dayalı ve yanlış hukuki değerlendirmeyle karar verildiğini belirterek karara karşı istinaf kanun yoluna başvurmuştur. Karar, İzmir Bölge İdare Mahkemesi 3. İdari Dava Dairesi (Bölge İdare Mahkemesi) tarafından 25/9/2018 tarihinde uygun bulunmuş ve istinaf istemi reddedilmiştir.

15. Nihai karar başvurucu vekiline 22/10/2018 tarihinde tebliğ edilmiştir.

16. Başvurucu 21/11/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.

IV. İLGİLİ HUKUK

17. İlgili hukuk için bkz. Nazife Başkan, B. No: 2016/69236, 3/7/2019, §§ 15-22.

V. İNCELEME VE GEREKÇE

18. Mahkemenin 10/3/2021 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. Başvurucunun İddiaları

19. Başvurucu; maliki olduğu taşınmazın yanına inşa edilen viyadük nedeniyle ağır tonajlı araç geçişinin arttığını, bu geçişler sırasında meydana gelen sarsıntı sıva ve boya dökülmesine yol açtığı gibi bu durumun binanın taşıyıcı sistemine de zarar verdiğini, çevredeki binaların üzerine araç düştüğünü ve araç geçişi sırasında atılan çeşitli cisimlerin evlere girdiğini belirtmiştir. Viyadük ayaklarının 20-25 metreyi bulması nedeniyle taşınmazın güneş almasının engellendiğini, bölgedeki hava sirkülasyonunun kesildiğini, egzoz gazları nedeniyle astım ve kanser gibi hastalıklara yakalanma riskinin arttığını ileri süren başvurucu; bu nedenlerle taşınmazın satışının, kiraya verilmesinin veya taşınmazda ikamet edilmesinin mümkün olmadığını iddia etmiştir. Başvurucu; maliklerin bu taşınmazlarda mecburiyetten ikamet ettiğini, keşif ve bilirkişi incelemesi yapılmadığından iddialarının doğruluğunun ortaya konulamadığını belirterek adil yargılanma ve mülkiyet haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

B. Değerlendirme

20. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16).

21. Başvurucunun şikâyetlerinin özü, taşınmazının yanına inşa edilen viyadüğün ortaya çıkardığı olumsuz etkiler sonucu taşınmazda meydana gelen zarar ve değer kaybının tazmini için açtığı davada eksik incelemeye dayalı karar verildiği iddialarına ilişkin olduğundan şikâyetlerinin mülkiyet hakkı ve usule ilişkin güvenceler kapsamında incelenmesi gerektiği değerlendirilmiştir.

1. Kabul Edilebilirlik Yönünden

22. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

2. Esas Yönünden

23. Anayasa"nın "Mülkiyet hakkı" kenar başlıklı 35. maddesi şöyledir:

"Herkes, mülkiyet ve miras haklarına sahiptir.

Bu haklar, ancak kamu yararı amacıyla, kanunla sınırlanabilir.

Mülkiyet hakkının kullanılması toplum yararına aykırı olamaz."

24. Somut olayda başvuruya konu taşınmazın başvurucu adına tapuda kayıtlı olduğu anlaşıldığına göre Anayasa"nın 35. maddesi anlamında mülkün varlığında tereddüt bulunmamaktadır.

25. Başvurucunun taşınmazının yanına viyadük yapılmış olduğu ilk derece mahkemesi tarafından tespit edildiğinden inşa edilen viyadüğün mülkiyet hakkına müdahale teşkil ettiği açıktır.

26. Bununla birlikte başvuru konusu olayda başvurucunun mülkünden yoksun bırakılması söz konusu değildir. Başvurucunun taşınmazının yakınına viyadük inşa edilmesi suretiyle taşınmazın kullanma ve taşınmazdan yararlanma hakkına yapılan müdahalenin mülkiyetin kullanımının kontrolü veya düzenlenmesi niteliği taşımadığı da açıktır. Bu olayda viyadük inşası ile başvurucunun taşınmazın çevresinde trafiğin ve gürültünün artması, manzarasının kapanması, egzoz gazlarının sağlığa etkisi nedenleriyle değer düşüklüğü ve sarsıntı nedeniyle de taşınmazın zarar gördüğü ileri sürüldüğüne göre başvurunun mülkiyetten barışçıl yararlanma hakkına müdahaleye ilişkin genel kural çerçevesinde incelenmesi gerekir.

a. Genel İlkeler

27. Anayasa’nın "Devletin temel amaç ve görevleri" kenar başlıklı 5. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

"Devletin temel amaç ve görevleri, … Cumhuriyeti ve demokrasiyi korumak, kişilerin ve toplumun refah, huzur ve mutluluğunu sağlamak; kişinin temel hak ve hürriyetlerini, sosyal hukuk devleti ve adalet ilkeleriyle bağdaşmayacak surette sınırlayan siyasal, ekonomik ve sosyal engelleri kaldırmaya, insanın maddî ve manevî varlığının gelişmesi için gerekli şartları hazırlamaya çalışmaktır."

28. Anayasa"nın 35. maddesinde bir temel hak olarak güvence altına alınmış olan mülkiyet hakkının gerçekten ve etkili bir şekilde korunabilmesi yalnızca devletin müdahaleden kaçınmasına bağlı değildir. Anayasa"nın 5. ve 35. maddeleri uyarınca devletin mülkiyet hakkının korunmasına ilişkin pozitif yükümlülükleri de bulunmaktadır. Bu pozitif yükümlülükler kimi durumlarda özel kişiler arasındaki uyuşmazlıklar da dâhil olmak üzere mülkiyet hakkının korunması için belirli tedbirlerin alınmasını gerektirmektedir (Eyyüp Boynukara, B. No: 2013/7842, 17/2/2016, §§ 39-41; Osmanoğlu İnşaat Eğitim Gıda Temizlik Hizmetleri Petrol Ürünleri Sanayi Ticaret Limited Şirketi, B. No: 2014/8649, 15/2/2017, § 44).

29. Ancak hemen belirtmek gerekir ki bazı durumlarda devletin pozitif ve negatif yükümlülüklerinin birbirinden ayrılması da mümkün olamamaktadır. Üstelik devletin ister pozitif isterse negatif yükümlülükleri söz konusu olsun, uygulanacak ilkeler de çoğunlukla önemli ölçüde benzeşmektedir (Hesna Funda Baltalı ve Baltalı Gıda Hayvancılık San. ve Tic. Ltd. Şti. [GK], B. No: 2014/17196, 25/10/2018, § 70).

30. Mülkiyet hakkına üçüncü kişiler tarafından müdahalede bulunulması durumunda, bu müdahalenin malik üzerinde doğurduğu olumsuz sonuçların mümkünse eski hâle döndürülmesini, mümkün değilse malikin zarar ve kayıplarının telafi edilmesini sağlayan idari veya yargısal birtakım hukuki mekanizmaların oluşturulması devletin pozitif yükümlülüklerinin bir gereğidir. Bu bağlamda hak ihlalinin sonuçlarının giderilmesi bakımından ne tür hukuki mekanizmaların öngörüleceği hususu devletin takdirindedir. Bu husus kural olarak Anayasa Mahkemesinin ilgi alanı dışındadır. Bununla birlikte Anayasa Mahkemesinin tercih edilen idari veya yargısal mekanizmanın malik üzerinde doğurduğu olumsuz etkilerin düzeltilmesi bakımından yeterli ve elverişli olup olmadığı hususundaki denetim yetkisi saklıdır. Bu bağlamda, düzeltici bir mekanizmanın hiç oluşturulmaması veya oluşturulan mekanizmanın müdahaleden önceki durumu tesis edici veya oluşan kayıpları giderici bir nitelik arz etmemesi durumunda mülkiyet hakkının devlete yüklediği pozitif yükümlülükler ihlal edilmiş olur (Osmanoğlu İnşaat Eğitim Gıda Temizlik Hizmetleri Petrol Ürünleri Sanayi Ticaret Limitet Şirketi, § 48).

31. Mülkiyet hakkının usule ilişkin güvenceleri hem özel kişiler arasındaki mülkiyet uyuşmazlıklarında hem de taraflardan birinin kamu gücü olduğu durumlarda geçerlidir. Bu bağlamda mülkiyet hakkının korunmasının söz konusu olduğu durumlarda usule ilişkin güvencelerin somut olayda sağlandığından söz edilebilmesi için derece mahkemelerinin kararlarında konu ile ilgili ve yeterli gerekçe bulunmalıdır. Ayrıca belirtmek gerekir ki bu zorunluluk davacının bütün iddialarına cevap verilmesi anlamına gelmemekle birlikte mülkiyet hakkını ilgilendiren davanın sonucuna etkili esasa ilişkin temel iddia ve itirazların yargılama makamlarınca özenli bir şekilde değerlendirilerek karşılanması gerekmektedir (Kamil Darbaz ve Gmo Yapı Grup End. San. Tic. Ltd. Şti., B. No: 2015/12563, 24/5/2018, § 53).

32. Anayasa Mahkemesi, bitişiğinde inşa edilen köprülü kavşak dolayısıyla taşınmazın değer kaybetmesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkin Nazife Başkan kararında; derece mahkemelerince başvurucunun zararının diğer işyeri ve daire sahiplerinden farklı, özel ve olağan dışı bir nitelikte olmadığını belirtmiş ise de aynı binanın başka bağımsız bölümlerinde yapılan keşif sonrası alınan bilirkişi raporlarında görüntü ve gürültü kirliliğinin artmasından dolayı taşınmazların %10 oranında değer kaybına uğrayacağının tespit edildiğini ve buna göre de başvurucunun kavşak yakınında taşınmazı bulunmayan ve yalnızca kavşağı kullanan kişiler ile eşit şekilde külfet altına sokulduğundan bahsetmenin mümkün olmadığını ifade etmiştir. Ayrıca başvurucunun diğer taşınmaz maliklerine oranla daha ağır bir külfet altına sokulduğunun gözönünde tutulması gerektiğine vurgu yapılmış ve derece mahkemelerinin oluşan zarara bütünüyle başvurucunun katlanması gerektiğine yönelik yorumlarının başvurucuya şahsi olarak aşırı ve olağan dışı bir külfet yüklediği belirtilerek başvurucunun zararının karşılanmaması nedeniyle devlete mülkiyet hakkının yüklediği pozitif yükümlülüklerin somut olay bağlamında yerine getirilmediği sonucuna varılmıştır (Nazife Başkan, §§ 42, 43).

b. İlkelerin Olaya Uygulanması

33. Başvurucu; inşa edilen viyadük nedeniyle ağır tonajlı araçların sarsıntı meydana getirmesi, çevre kirliliğinin ve gürültünün artması ile manzarasının kapanması nedeniyle taşınmazının zarar gördüğünden ve değerinin düştüğünden yakınmaktadır.

34. Başvuru konusu olayda, başvurucunun hissedarı olduğu taşınmazın yanına İzmir ile Çeşme arasındaki bağlantının sağlanması için yapılan otoyol kapsamında 2002 yılında viyadük inşa edilmiştir. Başvurucunun viyadük inşası nedeniyle taşınmazında oluşan zararın tazmini istemiyle açtığı dava ise reddedilmiştir. Mahkemece başvurucunun taşınmazının yol ve emniyet sahası içinde kalmadığına, konut adası yapı tarzında planlandığına ve yapılaşma hakkının bulunduğuna vurgu yapılarak kamulaştırılmasının zorunlu olmadığı ifade edilmiştir. Ayrıca Mahkeme tarafından taşınmaz üzerinde keşif veya bilirkişi incelemesi yapılmadığı ve bu hususta dosya kapsamında somut bir delil bulunmadığı hâlde mülkiyet hakkının kısıtlanmasına ilişkin zararın bulunmadığı belirtilmiş, oluştuğu iddia edilen zararların idareler tarafından tazminine hukuken olanak bulunmadığı sonucuna varılmıştır.

35. Anayasa Mahkemesi; bitişiğinde inşa edilen köprülü kavşak dolayısıyla taşınmazın değer kaybetmesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkin Nazife Başkan kararında, Mahkemece aynı binanın başka bağımsız bölümlerinde yapılan keşif sonrası alınan bilirkişi raporlarında görüntü ve gürültü kirliliğinin artmasından dolayı taşınmazların %10 oranında değer kaybına uğrayacağı tespit edildiği hâlde davanın reddedilmesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği sonucuna varmıştır (Nazife Başkan, § 43).

36. Somut olayda başvurucu, Nazife Başkan kararında yer verilen şikâyetlerin benzerini ileri sürmüş ve bu iddialarının ispatı için taşınmaz üzerinde keşif ile bilirkişi incelemesi yapılmasını istemiştir. Mahkemece başvurucunun bu iddiaları dikkate alınmamış ve mülkiyet hakkının kısıtlanmasına ilişkin zararın olmadığı yorumunda bulunulmuştur. Başvurucu aynı iddiaları kanun yolu aşamasında da ileri sürmüş ancak başvurucunun istinaf istemi reddedilmiştir. Derece mahkemelerinin bu yorumu sonucunda başvurucu, yanına inşa edilen viyadük nedeniyle taşınmazında meydana gelen zararlarını veya değer düşüklüğünü ispat etme imkânından yoksun bırakılmıştır.

37. Dolayısıyla somut olayda Mahkeme tarafından keşif ve bilirkişi incelemesi yapılmamış ve taşınmazın bir zarara uğrayıp uğramadığı tespit edilmemiştir. Zararının varlığını mahkemeler önünde ortaya koyma imkânı bulamayan başvurucu, mülkiyet hakkının sağladığı usule ilişkin güvencelerinden yoksun bırakıldığından ve başvurucuya şahsi olarak aşırı ve olağan dışı bir külfet yüklendiğinden söz konusu müdahalenin kamunun yararı ile mülkiyet hakkının korunması arasında kurulması gereken adil dengeyi başvurucu aleyhine bozduğu sonucuna varılmıştır.

38. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

3. 6216 Sayılı Kanun"un 50. Maddesi Yönünden

39. 30/11/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun"un 50. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

"(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir…

 (2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir."

40. Başvurucu yeniden yargılama yapılmasını istemiş, 35.000 TL maddi ve 35.000 TL manevi tazminat talebinde bulunmuştur.

41. Anayasa Mahkemesinin Mehmet Doğan ([GK], B. No: 2014/8875, 7/6/2018) kararında ihlal sonucuna varıldığında ihlalin nasıl ortadan kaldırılacağı hususunda genel ilkeler belirlenmiştir. Anayasa Mahkemesi diğer bir kararında ise bu ilkelerle birlikte ihlal kararının yerine getirilmemesinin sonuçlarına da değinmiş ve bu durumun ihlalin devamı anlamına geleceği gibi ilgili hakkın ikinci kez ihlal edilmesiyle sonuçlanacağına işaret etmiştir (Aligül Alkaya ve diğerleri (2), B. No: 2016/12506, 7/11/2019).

42. Bireysel başvuru kapsamında bir temel hakkın ihlal edildiğine karar verildiği takdirde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırıldığından söz edilebilmesi için temel kural, mümkün olduğunca eski hâle getirmenin yani ihlalden önceki duruma dönülmesinin sağlanmasıdır. Bunun için ise öncelikle ihlalin kaynağı belirlenerek devam eden ihlalin durdurulması, ihlale neden olan karar veya işlemin ve bunların yol açtığı sonuçların ortadan kaldırılması, varsa ihlalin sebep olduğu maddi ve manevi zararların giderilmesi, ayrıca bu bağlamda uygun görülen diğer tedbirlerin alınması gerekmektedir (Mehmet Doğan, §§ 55, 57).

43. İhlalin mahkeme kararından kaynaklandığı veya mahkemenin ihlali gideremediği durumlarda Anayasa Mahkemesi, 6216 sayılı Kanun’un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrası ile Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü"nün 79. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) bendi uyarınca ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere kararın bir örneğinin ilgili mahkemeye gönderilmesine hükmeder. Anılan yasal düzenleme, usul hukukundaki benzer hukuki kurumlardan farklı olarak ihlali ortadan kaldırmak amacıyla yeniden yargılama sonucunu doğuran ve bireysel başvuruya özgülenen bir giderim yolunu öngörmektedir. Bu nedenle Anayasa Mahkemesi tarafından ihlal kararına bağlı olarak yeniden yargılama kararı verildiğinde usul hukukundaki yargılamanın yenilenmesi kurumundan farklı olarak ilgili mahkemenin yeniden yargılama sebebinin varlığını kabul hususunda herhangi bir takdir yetkisi bulunmamaktadır. Dolayısıyla böyle bir kararın kendisine ulaştığı mahkemenin yasal yükümlülüğü, ilgilinin talebini beklemeksizin Anayasa Mahkemesinin ihlal kararı nedeniyle yeniden yargılama kararı vererek devam eden ihlalin sonuçlarını gidermek üzere gereken işlemleri yerine getirmektir (Mehmet Doğan, §§ 58, 59; Aligül Alkaya ve diğerleri (2), §§ 57-59, 66, 67).

44. İncelenen başvuruda viyadük yapımı yüzünden başvurucunun taşınmazında meydana geldiğini ileri sürdüğü zararın ortaya konulması imkânının elinden alınması nedeniyle usule ilişkin güvenceler kapsamında mülkiyet hakkının ihlal edildiği sonucuna ulaşılmıştır. Dolayısıyla ihlalin mahkeme kararından kaynaklandığı anlaşılmaktadır.

45. Bu durumda mülkiyet hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmaktadır. Yapılacak yeniden yargılama ise bireysel başvuruya özgü düzenleme içeren 6216 sayılı Kanun"un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrasına göre ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılmasına yöneliktir. Bu kapsamda yapılması gereken iş, yeniden yargılama kararı verilerek Anayasa Mahkemesini ihlal sonucuna ulaştıran nedenleri gideren, ihlal kararında belirtilen ilkelere uygun yeni bir karar verilmesinden ibarettir. Bu sebeple kararın bir örneğinin yeniden yargılama yapılmak üzere İzmir 3. İdare Mahkemesine gönderilmesine karar verilmesi gerekmektedir.

46. İhlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılamanın yeterli bir giderim sağlayacağı anlaşıldığından başvurucunun tazminat talebinin reddine karar verilmesi gerektiği sonucuna ulaşılmıştır.

47. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 294,70 TL harç ve 3.600 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 3.894,70 TL yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.

VI. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. Mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

B. Anayasa’nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,

C. Kararın bir örneğinin mülkiyet hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere İzmir 3. İdare Mahkemesine (E.2016/1297, K. 2017/1981) GÖNDERİLMESİNE,

D. Başvurucunun tazminat taleplerinin REDDİNE,

E. 294,70 TL harç ve 3.600 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 3.894,70 TL yargılama giderinin başvurucuya ÖDENMESİNE,

F. Ödemenin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,

G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 10/3/2021 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.

Hemen Ara