Esas No: 2018/6657
Karar No: 2018/6657
Karar Tarihi: 24/3/2021
AYM 2018/6657 Başvuru Numaralı MERAL DANIŞ BEŞTAŞ (4) Başvurusuna İlişkin Karar
TÜRKİYE CUMHURİYETİ |
ANAYASA MAHKEMESİ |
|
|
İKİNCİ BÖLÜM |
|
KARAR |
|
MERAL DANIŞ BEŞTAŞ BAŞVURUSU (4) |
(Başvuru Numarası: 2018/6657) |
|
Karar Tarihi: 24/3/2021 |
|
İKİNCİ BÖLÜM |
|
KARAR |
|
Başkan |
: |
Kadir ÖZKAYA |
Üyeler |
: |
Celal Mümtaz AKINCI |
|
|
M. Emin KUZ |
|
|
Yıldız SEFERİNOĞLU |
|
|
Basri BAĞCI |
Raportör |
: |
Sinan ARMAĞAN |
Başvurucu |
: |
Meral DANIŞ BEŞTAŞ |
Vekili |
: |
Av. Mehdi ÖZDEMİR |
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru, tutuklu olan başvurucunun başka bir ceza infaz kurumuna nakli için havalimanına götürülmesi işlemi sırasında ellerinin kelepçelenmesi sebebiyle kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 26/2/2018 tarihinde yapılmıştır.
3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.
4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
5. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüş bildirmiştir.
6. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmuştur.
III. OLAY VE OLGULAR
7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir:
8. Başvurucu, Halkların Demokratik Partisinden 26. dönem Adana milletvekilidir.
9. Başvurucu 28/1/2017 tarihinde evinde gözaltına alınmıştır. Başvurucu gözaltına alınması sonrasında silahlı terör örgütüne üye olma suçlamasıyla Diyarbakır 4. Sulh Ceza Hâkimliğine sevk edilmiş ise de tutuklama talebi reddedilmiş ve hakkında adli kontrol hükümlerinin uygulanmasına karar verilmiştir.
10. Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığının (Savcılık) söz konusu karara itirazı üzerine Diyarbakır 5. Sulh Ceza Hâkimliğince (Hâkimlik) 30/1/2017 tarihinde başvurucu hakkında yakalama kararı verilmiştir.
11. Başvurucu 30/1/2017 tarihinde ikamet ettiği evde yeniden gözaltına alınmış ve akabinde Hâkimlikçe tutuklanmıştır. Aynı tarihte başvurucu, Diyarbakır E Tipi Ceza İnfaz Kurumuna getirilerek burada tutulmaya başlanmıştır.
12. Başvurucu 31/1/2017 tarihinde başka bir ceza infaz kurumuna nakledilmek üzere Diyarbakır Havalimanı"na götürülmek istenmiştir. Başvurucunun ısrarına rağmen elleri kelepçelenmiştir. Başvurucu, havalimanına kelepçeli şekilde getirilmiş fakat hava şartlarının kötü olması nedeniyle uçuş gerçekleşmemiştir.
13. Başvurucu bunun üzerine elleri kelepçeli şekilde daha önce tutulmakta olduğu Diyarbakır E Tipi Ceza İnfaz Kurumuna konulmuştur.
14. Başvurucu avukatı aracılığıyla 1/2/2017 tarihinde ellerinin kelepçelenmesi nedeniyle Savcılıkta şikâyetçi olmuştur. Başvurucu şikâyet dilekçesinde özetle 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 93. maddesi uyarınca kaçma şüphesi veya tehlike arz edecek hiçbir davranışı olmamasına rağmen keyfî şekilde ellerinin kelepçelendiğini, milletvekili olması sebebiyle onurunun kırılmasının amaçlandığını iddia etmiştir. Başvurucu, kendisini haksız yere kelepçeleyen kamu görevlilerinin görevi kötüye kullanma, eziyet ve işkence suçlarından cezalandırılmasını istemiştir.
15. Şikâyet dilekçesi üzerine açılan soruşturma kapsamında herhangi bir araştırma yapılmamıştır.
16. Savcılık 20/4/2017 tarihinde başvurucunun şikâyetine ilişkin olarak kovuşturma yapılmasına yer olmadığına karar vermiştir. Karar gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:
"Şikayete konu somut olayda kolluk görevlilerinin görevlerinin gereklerine uygun davrandıkları, bu bağlamda üzerlerine atılı bulunan suçun yasal unsurlarının oluşmadığı belirlenmiştir.
Açıklanan nedenlerle şüpheliler hakkında KAMU ADINA KOVUŞTURMAYA YER OLMADIĞINA,... [karar verildi.]"
17. Savcılık kararına karşı itirazında başvurucu, şikâyet dilekçesinde ileri sürdüğü hususları tekrarlamıştır. Başvurucunun itirazı Diyarbakır 2. Sulh Ceza Hâkimliğinin 10/12/2017 tarihli kararıyla reddedilmiş, anılan karar başvurucuya 25/1/2018 tarihinde tebliğ edilmiştir.
18. Başvurucu 26/2/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
IV. İLGİLİ HUKUK
A. Ulusal Hukuk
19. 5271 sayılı Kanun’un "Yakalanan veya tutuklanan kişilerin nakli" kenar başlıklı 93. maddesi şöyledir:
"Yakalanan veya tutuklanarak bir yerden diğer bir yere nakledilen kişilere, kaçacaklarına ya da kendisi veya başkalarının hayat ve beden bütünlükleri bakımından tehlike arz ettiğine ilişkin belirtilerin varlığı hâllerinde kelepçe takılabilir."
20. 13/12/2004 tarihli ve 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun"un "Zorlayıcı tedbirlerin kullanılması" kenar başlıklı 50. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:
"Hiçbir hâlde zincir ve demire vurmak tedbir olarak uygulanmaz. Kelepçe ve bedensel hareketleri kısıtlayıcı araçlar;
a) Yetkili makamın önüne getirildiğinde çıkarılmak kaydıyla, sevk ve nakil sırasında kaçmayı önlemek için,
b) Hekimin talimat ve gözetiminde olmak üzere tıbbî nedenlerle,
c) Diğer kontrol usûllerinin yetersizliği hâlinde hükümlünün kendisine veya başkalarına zarar vermesine veya eşyayı tahrip etmesine engel olmak için kurum en üst amirinin emriyle,
Kullanılabilir."
B. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi İçtihadı
21. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine (AİHM) göre kısıtlama yöntemlerinden biri olan kelepçeleme, yasal yakalama ya da tutuklama ile bağlantılı olarak uygulandığında ve koşulların makul olarak gerektirdiğinden daha fazla güç kullanma ya da kamuya teşhir içermediğinde genellikle Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme) 3. maddesinde düzenlenen işkence yasağı kapsamında bir sorun teşkil etmez (Raninen/Finlandiya, B. No: 20972/92, 16/12/1997, § 56; Öcalan/Türkiye [BD], B. No: 46221/99, § 182; Gorodnitchev/Rusya, B. No: 52058/99, 24/5/2007, §§ 101, 102, 105, 108; Mirosław Garlicki/Polonya, B. No: 36921/07, 14/6/2011, §§ 73-75).
22. AİHM tutukluların nakledilmesi sırasında kelepçe kullanımını incelediği Raninen/Finlandiya (aynı kararda bkz. §§ 52-59) kararında, başvurucunun kelepçeli bir şekilde nakledilmesi, kendisinin tutumundan kaynaklanan gerekli bir tedbir olmasa da başvurucunun olaydan birkaç ay sonra alınan sağlık raporlarında belirtilen ruhsal durumuyla ilgili olumsuz gelişmeler ile kelepçeleme olayı arasında illiyet bağı kuramadığını belirterek bu muamelenin başvurucunun ruhsal durumu üzerindeki olumsuz etkisine ikna olmadığını açıklamış; olayda Sözleşme"nin 3. maddesi için aranan asgari eşik seviyesinin aşılmadığını değerlendirmiştir.
V. İNCELEME VE GEREKÇE
23. Mahkemenin 24/3/2021 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun İddiaları ve Bakanlık Görüşü
24. Başvurucu; hakkındaki yakalama kararını evinde öğrenmesine rağmen kaçmasının söz konusu olmadığını, tutuklama kararında dahi kaçma şüphesine yer verilmediğini, yasama dokunulmazlığı ihlal edilerek tutuklandığını ve bir de keyfî şekilde ellerinin kelepçelendiğini belirtmiştir. Elleri kelepçelenerek mensubu olduğu partiye siyasi bir operasyon yapılmak istendiğini, onurunun kırılmasının amaçlandığını iddia etmiştir. Kelepçelenmesini gerektiren, kamu makamları tarafından düzenlenmiş hiçbir tutanak veya soruşturma yok iken havalimanına götürülüp getirilmesi sırasında kelepçelenmesinin teşhir amacıyla yapıldığını belirten başvurucu, kelepçeleme şeklindeki orantısız müdahale nedeniyle Sözleşme"nin 3. ve Anayasa"nın 17/3. maddelerinin ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
25. Bakanlık görüşünde; otuz günlük yasal süre içinde yapılmadığından başvurunun süre aşımı nedeniyle kabul edilemez bulunması gerektiği bildirilmiştir. Bakanlık ayrıca başvurucunun kelepçe takılması nedeniyle yaralanma veya psikolojik travma yaşayıp yaşamadığını açıklayıp delillendirmediğini, bu nedenle kötü muamele için aranan asgari eşiğin aşılmadığını, Savcılığın vardığı sonuçtan ayrılmayı gerektiren maddi ve hukuki bir neden bulunmadığını belirtmiştir.
26. Başvurucu; Bakanlık görüşüne ilişkin beyanında, başvurunun süresinde yapılmadığı iddiasının mesnetsiz olduğunu belirterek başvuru formundaki iddialarını tekrarlamıştır.
B. Değerlendirme
1. Başvuru Süresi Yönünden
27. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun"un 47. maddesinin (5) numaralı fıkrası ile Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü"nün 64. maddesinin (1) numaralı fıkrası uyarınca bireysel başvuruların başvuru yollarının tüketildiği tarihten, başvuru yolu öngörülmemiş ise ihlalin öğrenildiği tarihten itibaren otuz gün içinde yapılması gerekmektedir.
28. Somut olayda başvurucunun kovuşturmaya yer olmadığına kararına karşı itirazı Diyarbakır 2. Sulh Ceza Hâkimliğinin 10/12/2017 tarihli kararıyla reddedilmiş, anılan karar başvurucuya 25/1/2018 tarihinde tebliğ edilmiştir. Bu durumda 26/2/2018 tarihli başvurunun yasal süresi içerisinde yapıldığı kabul edilmelidir.
2. Diğer İddialar Yönünden
29. Devletin bireyin maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına saygı gösterme yükümlülüğü, öncelikle kamu otoritelerinin bu hakka müdahale etmemelerini yani anılan maddenin üçüncü fıkrasında belirtilen şekillerde kişilerin fiziksel ve ruhsal zarar görmelerine neden olmamalarını gerektirir. Bu, devletin bireyin vücut ve ruh bütünlüğüne saygı gösterme yükümlülüğünden kaynaklanan negatif ödevidir (Cezmi Demir ve diğerleri, B. No: 2013/293, 17/7/2014, § 81).
30. Diğer taraftan Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrası ve Sözleşme’nin 3. maddesi herhangi bir sınırlama öngörmemekte; işkence, insanlık dışı ve onur kırıcı muamele ve cezaların yasaklanmasının mutlak mahiyetini belirtmektedir. Kötü muamele yasağının mutlak mahiyeti Anayasa’nın 15. maddesi kapsamında belirtilen savaş veya ulusun varlığını tehdit eden başka bir genel tehlike hâlinde dahi istisna öngörmemiştir. Aynı şekilde Sözleşme’nin 15. maddesi benzer bir düzenleme ile kötü muamele yasağına ilişkin herhangi bir istisna öngörmemiştir (Turan Günana, B. No: 2013/3550, 19/11/2014, § 33).
31. Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasındaki "Kimseye işkence ve eziyet yapılamaz; kimse insan haysiyetiyle bağdaşmayan bir cezaya veya muameleye tabi tutulamaz." şeklindeki kural mahpuslara yönelik uygulamalar için de geçerlidir. Bu husus, 5275 sayılı Kanun"un "İnfazda temel ilke" kenar başlıklı 2. maddesinin (2) numaralı fıkrasında "Ceza ve güvenlik tedbirlerinin infazında zalimane, insanlık dışı, aşağılayıcı ve onur kırıcı davranışlarda bulunulamaz." ve aynı Kanun"un 6. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (b) bendinde "Hürriyeti bağlayıcı cezanın zorunlu kıldığı hürriyetten yoksunluk, insan onuruna saygının korunmasını sağlayan maddî ve manevî koşullar altında çektirilir." şeklindeki düzenleme ile açıkça vurgulanmıştır. Dolayısıyla verilen bir mahkûmiyet veya tutuklama kararının infazında mahkûmlar veya tutuklular için sağlanacak şartlar insan onuruna saygıyı koruyacak nitelikte olmalıdır (Turan Günana, § 36).
32. Yukarıda ifade edilen tüm hususların yanında bir muamelenin Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasının kapsamına girebilmesi için asgari bir ağırlık derecesine ulaşmış olmasının gerektiğini ifade etmek gerekir. Her olayda asgari eşiğin aşılıp aşılmadığı somut olayın özellikleri dikkate alınarak değerlendirilmelidir. Bu bağlamda muamelenin süresi, fiziksel ve ruhsal etkileri ile mağdurun cinsiyeti, yaşı ve sağlık durumu gibi faktörler önem taşımaktadır (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 23).
33. Tutuklu veya hükümlülerin ceza infaz kurumu dışında bulundukları süre boyunca kaçmalarının önlenmesi, kendilerine veya başkalarına zarar vermeleri tehlikesinin bertaraf edilmesi amacıyla kolluk görevlileri tarafından kelepçe gibi bedensel hareketleri kısıtlayıcı araçların kullanılması kural olarak Anayasa"nın 17. maddesinin üçüncü fıkrası yönünden sorun oluşturmamaktadır.
34. Elbette bu araçların kullanımında kamu makamlarının takdir yetkilerini, alınan tedbirin amacını aşacak boyutta keyfî kullanmaları kötü muamele yasağı kapsamında kalabilmektedir. Bu durumda öncelikle değerlendirilmesi gereken husus, alınan tedbirin makul seviyede sayılıp sayılmadığı, sonuçları bakımından hakkında tedbir uygulanan kişideki fiziksel ve ruhsal etkilerinin kötü muamele oluşması bakımından aranan eşiği aşıp aşmadığıdır.
35. Somut olayda başvurucu, başka bir ceza infaz kurumuna nakledilmek amacıyla havalimanına götürülürken ve yine uçuşun gerçekleşmemesi nedeniyle tutulduğu yere geri getirilirken ellerinin gerekmediği hâlde kelepçelenmesinden şikâyetçidir. Başvurucu, kelepçelenmesi sebebiyle meydana gelen etkileri fiziksel değil manevi bütünlüğü temelinde açıklamıştır. Başvurucuya göre gerekmediği hâlde, teşhir amacıyla söz konusu tedbir uygulanmıştır. Diğer taraftan başvurucunun başka bir ceza infaz kurumuna nakledilmesinin hukuka aykırı olduğuna ilişkin bir iddiası bulunmamaktadır. Dolayısıyla başvurucunun nakil için dışarıya çıkarılması haklı bir nedene dayandığı kabul edilerek değerlendirme yapılacaktır.
36. Uygulanan güvenlik tedbirinin teşhir edilmesi hâlinde kötü muamele yasağı kapsamında inceleme yapabilmek mümkündür. Bunun için öncelikle kamu görevlilerinin teşhir amacıyla hareket ettiğine ilişkin somut delillerin varlığı gerekir (Mustafa Kamil Çolak, B. No: 2016/75236, 8/9/2020, § 35).
37. Tutuklanıp ceza infaz kurumuna konulan başvurucunun havalimanına nakli sırasında ellerinden kelepçelenmesi 5275 sayılı Kanun"un 50. maddesi de dikkate alındığında dayanaksız gözükmemektedir. Silahlı terör örgütüne üye olma suçundan tutuklandığı anlaşılan başvurucuya kelepçe takılması da somut olay kapsamında makul bir tedbir sayılmalıdır. Başvurucu tarafından; havalimanına getirilmesi, orada tutulması ve sonrasında geri götürülmesi sürecinde olağanın ötesinde bir muameleye tabi tutulduğunu, diğer bir deyişle kelepçeli hâlinin özel olarak kamuya gösterilmeye çalışıldığını ortaya koyan bir olgu başvuru dosyasına yansıtılmamıştır.
38. Şüphelilere kelepçe takılması ilgili hukukta açıklanan mevzuattan kaynaklanan bir yöntem olup şüphelilerin kaçmasının ya da başkalarına zarar vermesinin önlenmesi amacını taşımaktadır. Bu uygulamanın niteliğinden kaynaklanan, kelepçe takılmasının doğal sonucu olan olumsuz etkiler kötü muamelenin asgari bir ağırlık derecesine ulaştığının kabul edilmesi için yeterli değildir (Kazim Aksoy (2), B. No: 2015/8409, 4/7/2019, § 39)
39. Başvurucu, mensubu olduğu partinin hedef alındığını, milletvekili olması nedeniyle onurunun kırılmasının amaçlandığını ileri sürmüş ise de hukuki dayanağı olan ve makul bir tedbir olarak gözüken müdahalenin bu kasıtla icra edildiğini ortaya koyan bir veri bulunmaması karşısında başvurucunun iddialarının soyut nitelikte olduğu kanaatine varılmıştır. Dahası başvurucunun küçük düşürüldüğü beyanı dışında olayın etkisi nedeniyle yaşadığı ruhsal sorunlara işaret eden bir açıklama yapmadığı ya da psikolojisinin bozulduğuna dair bir rapor sunmadığı görülmektedir. Ellerin kelepçelenmesi şeklindeki müdahalenin başvurucunun ruhsal bütünlüğü üzerinde yarattığı olumsuz etkinin özgürlükten mahrum kalmanın doğal sonucu olan kaçınılmaz elem seviyesinin ötesinde asgari bir ağırlık derecesine ulaşmadığı anlaşılmıştır.
40. Açıklanan gerekçelerle kötü muamele yasağına ilişkin bir ihlalin olmadığı açık olduğundan başvurunun açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
Celal Mümtaz AKINCI ve M. Emin KUZ bu görüşe katılmamışlardır.
VI. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. Kötü muamele yasağının ihlal edildiğine ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA Celal Mümtaz AKINCI ve M.Emin KUZ"un karşı oyları ve OYÇOKLUĞUYLA,
B. Yargılama giderlerinin başvurucu üzerinde BIRAKILMASINA 24/3/2021 tarihinde karar verildi.
KARŞIOY GEREKÇESİ
1. Başvurucu, hakkındaki yakalama kararını evinde öğrenmesine, kaçmasının söz konusu olmamasına, tutuklama kararında da kaçma şüphesine yer verilmemesine rağmen yasama dokunulmazlığı ihlal edilip tutuklandığını ve keyfi bir şekilde ellerinin kelepçelendiğini iddia etmiştir. Havalimanına götürülüp getirilirken kelepçelenmesinin teşhir amacıyla ve onurunun kırılması amacıyla yapıldığını, bu orantısız müdahale nedeniyle Sözleşme’nin 3. ve Anayasa’nın 17/3 maddesinin ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
2. 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 93. maddesi ve 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun"un 50. maddesinde belirtilen durumlarda kelepçe kullanılabileceği düzenlenmiştir. Anayasa Mahkemesi de, tutuklu veya hükümlülerin ceza infaz kurumu dışında bulundukları süre boyunca kaçmalarının önlenmesi, kendilerine veya başkalarına zarar vermeleri tehlikesinin bertaraf edilmesi amacıyla kolluk görevlileri tarafından kelepçe gibi bedensel hareketleri kısıtlayıcı araçların kullanılması kural olarak Anayasa"nın 17. maddesinin üçüncü fıkrası yönünden sorun oluşturmadığına karar vermiştir. (Ö.U., B. No: 2016/62587, 23/6/2020, § 32 Mustafa Kamil Çolak, B. No: 2016/75236, 8/9/2020, § 30;).
3. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi ise (AİHM), yasal tutukluluk ile bağlantılı olarak kelepçe ve diğer kısıtlama araçlarının kullanılmasını, koşulların makul olarak gerektirdiğinden fazla güç kullanımı veya kamuya teşhir içermemesi kaydıyla Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 3. maddesi kapsamında bir sorun olarak görmemektedir.
4. AİHM, bu konuda somut olayın özel koşullarını değerlendirme zorunluluğu olduğunu belirtmektedir. Nitekim, hasta veya zayıf bir kişinin kelepçelenmesinin güvenlik gerekleriyle orantısız olduğuna ve kasıtlı olsun veya olmasın haksız bir aşağılanma anlamına geldiğine hükmetmiştir. (Shlykov ve diğerleri/Rusya, B. No: 78638/11, 19/1/2021, § 72-75)
5. Kelepçeleme bağlamında ciddiyet düzeyini değerlendirirken AİHM, başvuranın cezasının ciddiyetini, sabıka kaydını ve şiddet geçmişini (Paradysz/Fransa, B. No: 17020/05, 29/10/2009, § 95, ve Kaverzin/Ukrayna, B. No: 23893/03, 15/5/2012, § 156,); tedbirin iç hukuka uygunluğunu (Julin/Estonia, B. No: 16563/08, 29/5/2012, § 130); tedbirin mahpusun davranışıyla orantılılığını (Goriunov/Moldova, B. No: 14466/12, 29/5/2018, § 33); tutukluluğun hukuka uygunluğunu, muamelenin kamusal niteliğini, sağlık açısından sonuçlarını (Raninen/Finlandiya, B. No: 20972/92, 16/12/1997, § 57-58), başvuranın sağlık durumu ile gardiyanlar ve köpekler gibi uygulanan diğer güvenlik önlemlerini (Kaverzin/Ukrayna, B. No: 23893/03, 15/5/2012, § 159-60); ve kelepçelerin uygulanma süresini (Kashavelov/Bulgaristan, B. No: 891/05, § 38, 20/1/2011, § 39) dikkate almaktadır.
6. Anayasa Mahkemesi de yukarıda ifade olunduğu üzere (§ 2) hukuki yetkiye dayalı güç kullanımına ilişkin olarak, makul temeli bulunduğu ve ölçülü olduğu sürece kolluk görevlilerinin güvenlikle ilgili değerlendirme ve uygulamalarına müdahale etmemektedir. Gerçekten kolluk görevlilerinin karşı karşıya kaldıkları durumu soyut olarak değerlendirerek farklı bir sonuca ulaşmak ancak bu yönde çok güçlü somut olguların bulunması halinde söz konusu olabilir.
7. Bununla birlikte Anayasa Mahkemesinin, gerekli ve ölçülü olmadığı veya makul temeli bulunmadığı durumlarda kelepçe kullanımının da söz konusu olduğu güç kullanımına ilişkin olaylar nedeniyle ihlal kararları verdiği de görülmüştür. (Arif Haldun Soygür, B. No: 2013/2659, 15/10/2015; Beyza Kural Yılancı, B. No: 2016/78497, 12/1/2021)
8. Somut başvuru kapsamında başvurucu, milletvekili olması sebebiyle sevk sırasında kendisine kelepçe takılmamasını talep etmiştir. Başvurucunun ısrarına rağmen tutuklu bulunduğu Diyarbakır ilinden başka bir ile sevki için Diyarbakır Havalimanına götürüldüğü esnada ve burada bulunduğu sırada kelepçe kullanılmıştır.
9. Başvurucunun kelepçe kullanımı nedeniyle fiziksel bir zarar gördüğü veya acı duyduğu yönünde bir iddiası bulunmamaktadır. Bir milletvekili olarak somut bir neden olmaksızın kendisine kelepçe takılmasının onur kırıcı olduğunu belirterek, uygulamanın havalimanına götürülüp getirilme sırasında teşhir amacıyla yapıldığını ileri sürmektedir.
10. Başvurucu, isnat edilen suç kapsamında tutuklanmış olsa da o sırada milletvekilidir. Tutuklama kararında veya daha sonra sevk sırasında başvurucunun kaçma şüphesi bulunduğu yönünde bir kanaat, değerlendirme veya iddia bulunmamaktadır. Bunun yanında başvurucunun kendisi veya başkaları için tehlike arz ettiği yönünde bir olguya işaret de edilmemiştir. Kolluk görevlilerinin kanunla verilmiş bir yetkiyi kullanmış olmaları, salt bu nedene dayalı olarak uygulamanın hukuka uygun olduğunu kabul için yeterli değildir. Bu nedenle başvurucunun kaçma ya da kendisi veya başkalarının hayat ve beden bütünlükleri bakımından tehlike arz ettiğine ilişkin belirtilerin varlığı gerekir. Nitekim yakalama veya tutuklama kapsamında sevk edilen bazı kişilere gerekli olmadığı değerlendirilerek kelepçe takılmayabilmektedir.
11. Sevk gerçekleşmese de ulaşımın hava yolu ile sağlanması planlandığından başvurucunun bu amaçla götürüldüğü havalimanı kamuya açık bir mahal olmakla birlikte, burasının yürütülen faaliyet gereği yüksek güvenlikli bir yer olduğu da dikkate alınmalıdır.
12. Başvurucunun havalimanında kelepçeli olarak bir süre beklediği konusunda tereddüt bulunmamaktadır. Kamuoyunda tanınan ve bilinen başvurucunun sevk işleminin yapılacağı yerde kamuya açık bir alanda kelepçeli olarak bir süre beklemesi teşhir sonucunu doğurabilecek niteliktedir. Kolluk görevlilerinin bir eyleminin kötü muamele olarak değerlendirilebilmesi, illa o eylemin hukuka aykırı bir amaç veya özel bir kasıtla yapılmasını gerekli kılmaz.
13. Uygulamaya ilişkin değerlendirme hatası ile diğer koşulların bir araya gelmesi bu kapsamda bir sonucun ortaya çıkması bakımından yeterli olabilir. Kural olarak kişi bedensel acı duymasa da gerekli olmadığı halde doğrudan bedene uygulanan, kişinin suçlu olduğu algısı yaratacak şekilde kamuya olumsuz mesaj veren bir maddi güç kullanımının, kişiler yönünden aşağılayıcı ve onur kırıcı nitelikte olmadığı söylenemeyecektir.
14. Açıklanmaya çalışılan nedenlerle, başvurucuya kelepçe takılması uygulamasının ilgilinin kişisel durumuna ve olayın özelliklerine uygun olmadığı, başvurucunun onurunu zedeleyici nitelikte olduğu ve asgari eşiği aştığı, sonuç olarak kötü muamele yasağını ihlal ettiği kanaatinde olduğumdan çoğunluk görüşüne katılmadım.
|
|
|
|
Üye Celal Mümtaz AKINCI
|
KARŞIOY GEREKÇESİ
Tutuklu olan başvurucunun başka bir ceza infaz kurumuna nakledilmek üzere havalimanına götürülürken ve uçuşun gerçekleşmemesi üzerine geri getirilirken kelepçelenmesi sebebiyle kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddiasıyla yaptığı başvuruda, söz konusu iddianın açıkça dayanaktan yoksun olduğu gerekçesiyle kabul edilemezlik kararı verilmiştir.
Çoğunluğun buna ilişkin kararının gerekçesinde; başvurucunun kelepçelenmesi sebebiyle meydana gelen etkileri manevî bütünlüğü temelinde açıkladığı, uygulanan tedbirin teşhir edilmesi hâlinde kötü muamele yasağı kapsamında incelenmesi mümkün ise de öncelikle kamu görevlilerinin teşhir amacıyla hareket ettiğine ilişkin somut delillerin bulunması gerektiği, başvurucunun havalimanına götürülmesi, orada tutulması ve geri getirilmesi sırasında kelepçeli hâlinin kamuya gösterilmeye çalışıldığını ortaya koyan bir olguyu dosyaya yansıtmadığı, başvuru dosyasında da kamu görevlilerinin teşhir amacını ortaya koyan bir olgunun bulunmadığı, nakilleri sırasında tutuklulara kelepçe takılmasının mevzuattan kaynaklandığı ve kaçmalarının veya başkalarına zarar vermelerinin önlenmesi amacını taşıdığı, bu uygulamanın niteliğinden kaynaklanan olumsuz etkilerin kötü muamelenin asgari bir ağırlık derecesine ulaştığının kabul edilmesi için yeterli olmadığı, başvurucunun iddialarının ise soyut nitelikte olduğu ve olayın etkisiyle yaşadığı ruhsal sorunlara işaret eden bir açıklama yapmadığı gibi buna dair bir rapor da sunmadığı için mezkûr müdahalenin asgari bir ağırlık derecesine ulaşmadığı belirtilmiştir.
Kararda da belirtildiği üzere, Mahkememizin ve AİHM’in içtihadına göre, tutuklama ile bağlantılı olarak kelepçeleme -şartların gerektirdiğinden fazla güç kullanımı veya kamuya teşhir içermemesi hâlinde- Anayasanın 17. ve Sözleşmenin 3. maddeleri kapsamında bir sorun teşkil etmemekte; tutuklanarak bir yerden diğer bir yere nakledilen kişilere kelepçe takılmasının kanunî dayanağının olduğunda da ihtilaf bulunmamaktadır.
Bilindiği gibi, anılan muamelenin kanunî dayanağını oluşturan 5271 sayılı Kanunun “Yakalanan veya tutuklanan kişilerin nakli” başlıklı 93. maddesinde, tutuklanarak bir yerden başka bir yere nakledilen kişilere, kaçacaklarına veya kendileri yahut başkaları bakımından tehlike arz ettiklerine ilişkin belirtilerin varlığı hâlinde kelepçe takılabileceği; 5275 sayılı Kanunun “Zorlayıcı tedbirlerin uygulanması” başlıklı 50. maddesinde de sevk ve nakil sırasında kaçmayı önlemek için kelepçe kullanılabileceği hükme bağlanmaktadır. Başka bir anlatımla, her iki hükümde de kesin kelepçe kullanımı değil, belirtilen şartlara uygun olarak takdir yetkisi çerçevesinde mezkûr tedbirin uygulanabilmesi öngörülmektedir.
Bununla birlikte, anılan tedbirin kanunlarda öngörülmüş olması yapılacak incelemede değerlendirilecek hususlardan sadece biri olup anılan fiziksel tedbirin başvurucuya uygulanmasının ölçülülüğü ve bu kapsamda gerekliliği konusunda da bir değerlendirme yapılmalıdır.
Başka bir anlatımla, anılan tedbirin başvurucuya uygulanmasının gerekliliği konusunda objektif şartların bulunup bulunmadığının dikkate alınması gerekmekte ve başvurucunun nakledilmesi sırasında kaçacağına veya kendisine ya da başkalarına zarar verebileceğine ilişkin bir neden olup olmadığı önem taşımaktadır.
İncelenen başvuruya konu somut olayda evinde gözaltına alınan, ancak hakkındaki tutuklama talebi reddedilerek adlî kontrol kararı ile serbest bırakılan başvurucu iki gün sonra yine evinde gözaltına alınarak tutuklanmış ve ertesi gün başka bir ceza infaz kurumuna nakledilmek üzere havalimanına götürülürken kelepçelenmiştir (§§ 9-13).
Çoğunluğun kabul edilemezlik kararının gerekçesinde, başvurucunun, havalimanına götürülmesi, orada tutulması ve ceza infaz kurumuna geri getirilmesi sırasında kelepçeli hâlinin özel olarak kamuya gösterilmeye çalışıldığını ortaya koyan bir olguyu başvuru dosyasına yansıtmadığı belirtilmekte ise de -bir amacın ortaya konulmasındaki güçlük ve başvurucunun konumu dikkate alındığında- başvurucu bunun teşhir amacıyla yapıldığını gösteren bir olguyu dosyaya yansıtamamış olsa bile, bu kanıt, aksi ortaya konulamayan bazı karinelerden de oluşabilir (Cezmi Demir ve diğerleri, B. No: 2013/293, 17/7/2014 , § 95).
Nitekim başvuruya konu savcılık ve hâkimlik kararlarında, başvurucunun gözaltına alınmasına direndiği veya adlî kontrol kararıyla serbest bırakıldıktan sonra kaçmaya teşebbüs ettiği belirtilmediği gibi geçmişte şiddet içeren davranışlarda bulunduğuna ve tehlike oluşturabileceğine dair bir delilden de söz edilmemiş ya da nakil sırasında kaçacağına veya kendisi yahut başkaları bakımından tehlike arz ettiğine ilişkin belirtilerin neler olduğu açıklanmamıştır.
Başvurucunun, başka bir ceza infaz kurumuna nakledilmek üzere havalimanına götürülürken ve geri getirilirken kelepçelenmesinde 5271 sayılı Kanunun 93. ve 5275 sayılı Kanunun 50. maddelerinde belirtilen şartların, özellikle kaçacağına veya kendisinin ya da başkalarının hayat ve beden bütünlükleri bakımından tehlike arz ettiğine ilişkin belirtilerin, kovuşturma yapılmasına yer olmadığına dair kararda ve başvurucunun bu karara itirazının reddi konusundaki sulh ceza hâkimliği kararında ortaya konulması, başka bir ifadeyle kolluğun anılan maddelerdeki takdir yetkisini kullanmasında ölçünün aşılıp aşılmadığının da değerlendirilmesi gerekmektedir. Oysa -yukarıda da belirtildiği üzere- savcılık ve sulh ceza hâkimliği kararlarında mezkûr tedbirin ölçülülüğü ve bu kapsamda gerekli olup olmadığı değerlendirilmemiş; Bölümümüz çoğunluğu tarafından da esas olarak kelepçelemenin mevzuattan kaynaklandığının belirtilmesiyle yetinilirken, olay tarihinde 51 yaşında kadın bir milletvekili olan başvurucuya mezkûr tedbirin uygulanmasının ölçülü ve bu kapsamda gerekli olup olmadığı konusunda bir değerlendirme yapılmamıştır.
Diğer taraftan Devletin Anayasanın 17. maddesinde teminat altına alınan bireyin maddî ve manevî varlığını koruma ve geliştirme hakkına saygı gösterme yükümlülüğü, öncelikle bu hakka müdahale edilmemesini gerektirmekte; bir muamelenin anılan maddenin üçüncü fıkrasının kapsamına girebilmesi için ise asgari bir ağırlık derecesine ulaşmasında ve bu asgari eşiğin aşılıp aşılmadığının her somut olayın özellikleri dikkate alınarak değerlendirilmesinde zorunluluk bulunmaktadır. Başka bir deyişle, bu asgari eşik göreceli olup asgari eşiğin aşılıp aşılmadığının her bir olay için, olayın özellikleri gözönünde bulundurularak değerlendirilmesi gerekmekte; bu bağlamda, diğer hususların yanında muamelenin süresi, fiziksel ve ruhsal etkisi ile başvurucunun cinsiyeti, yaşı ve sağlık durumu gibi faktörler de önem taşımaktadır (Kazım Aksoy [2], B. No: 2015/8409, 4/7/2019, §§ 35, 36; Tahir Çanan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 23).
Başvurucunun cinsiyeti, yaşı ve konumu ile başvuru konusu savcılık ve hâkimlik kararlarındaki gerekçeler dikkate alındığında teşhir amacının ortaya konulamadığı yönündeki kabule de, asgari eşiğin aşılmadığına ilişkin değerlendirmeye de katılmak mümkün değildir.
Kuşkusuz kötü muamele konusundaki iddialar uygun delillerle desteklenmelidir. Ancak -kelepçeli olarak teşhir etme amacının ortaya konulmasında olduğu gibi- asgari eşiğin aşılıp aşılmadığına ilişkin makul kanıtlar da aksi ispat edilemeyen bazı karinelerden oluşabilir (Cezmi Demir ve diğerleri, § 95).
Bu itibarla, tedbirin doğal sonucu olan olumsuz etkilerin kötü muamelenin asgari bir ağırlık derecesine ulaştığının kabul edilmesi için yeterli olmadığı, ayrıca başvurucunun küçük düşürüldüğüne ilişkin beyanı dışında olayın etkisiyle yaşadığı ruhsal sorunlara işaret eden bir açıklama yapmadığı ya da psikolojisinin bozulduğuna dair rapor sunmadığı belirtilerek kabul edilemezlik sonucuna ulaşılması isabetli değildir.
Yukarıda açıklanan sebeplerle, başvurunun kabul edilebilir bulunması ve esas incelemesi yapılarak ihlal sonucuna varılması gerektiği düşüncesiyle çoğunluğun kabul edilemezlik kararına karşıyım.
|
|
|
|
Üye M. Emin KUZ
|