AYM 2017/29600 Başvuru Numaralı YUNUS LEYLEK Başvurusuna İlişkin Karar

Abaküs Yazılım
Birinci Bölüm
Esas No: 2017/29600
Karar No: 2017/29600
Karar Tarihi: 21/4/2021

AYM 2017/29600 Başvuru Numaralı YUNUS LEYLEK Başvurusuna İlişkin Karar

 

 

 

 

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

YUNUS LEYLEK BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2017/29600)

 

Karar Tarihi: 21/4/2021

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

 

Başkan

:

Hasan Tahsin GÖKCAN

Üyeler

:

Hicabi DURSUN

 

 

Recai AKYEL

 

 

Selahaddin MENTEŞ

 

 

İrfan FİDAN

Raportör

:

Fatma Burcu NACAR YÜCE

Başvurucu

:

Yunus LEYLEK

Vekili

:

Av. Necati YILMAZ

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru, fazla çalışma alacağına ilişkin açılan davanın aynı iddialarla açılan davalarda verilen kararların aksi sonuca ulaşılarak reddedilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru 20/6/2017 tarihinde yapılmıştır.

3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.

4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.

6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir.

III. OLAY VE OLGULAR

7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir:

A. Başvurucunun Açtığı Dava

8. Başvurucu, A. Orman İşletme Müdürlüğü (Kurum) bünyesinde 2009 yılından itibaren belirsiz süreli hizmet sözleşmesi ile sendikalı ve toplu iş sözleşmesine (TİS) tabi olarak mevsimlik işçi statüsünde çalışmıştır. Kurum bünyesinde çalışan işçilerin çalışma şekli Kurum tarafından aylık nöbet listeleri ile belirlenmiş, başvurucunun iddiasına göre işe başladığı tarihten itibaren fazla mesai ücret alacağı kendisine ödenmemiştir.

9. Başvurucu ile birlikte aynı işyerinde çalışan dört işçi fazla çalışma ücretlerinin ödenmediğini iddia ederek ayrı ayrı Sakarya 3. İş Mahkemesinde (Mahkeme) alacak davası açmıştır.

10. Davalı Kurum savunma dilekçesinde diğer iddialarının yanında, davacıların üyesi olduğu Sendika ile Toplu İş Sözleşmesi (TİS) hükümlerinin uygulandığını, fazla mesai ücretinin bağlayıcı olan söz konusu TİS hükümlerine göre hesaplanarak davacılara ödendiğini, TİS dışı uygulama yapılmadığını savunmuştur.

11. Mahkeme bilirkişi raporu almış ve 17/11/2016 tarihli kararıyla davanın kısmen kabulüne, kısmen reddine karar vermiştir. Mahkeme, 500 TL"nin dava tarihinden, 10.159 TL"nin ıslah tarihinden itibaren işleyecek en yüksek banka mevduat faizi ile birlikte davalıdan alınarak başvurucuya ödenmesine karar vermiştir.

12. Mahkeme karar gerekçesinde, Yargıtay içtihatlarında 24 saat nöbet tutularak çalışılan işyerleri ile ilgili olarak uyku vb. ihtiyaçlar için geçen zaman çıkarıldıktan sonra bu tür çalışmaların günde 14 saat olabileceğinin kabul edildiğini, mevzuata göre haftalık 45 saati aşan çalışmanın fazla çalışma olduğunu böylece başvurucunun fazla çalışmasının nöbet tuttuğu günlerde 6,5 saat olabileceğini belirtmiştir. Olayda, TİS"e göre 3 saat fazla çalışmaya ilişkin ücretin ödendiği halde kalan 3,5 saate ilişkin fazla çalışma ücretinin ödenmediği ifade edilmiştir.

13. Davalı Kurumun istinaf talebi üzerine İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 27. Hukuk Dairesi (Daire) 8/5/2017 tarihli kararında, ilk derece mahkemesi kararını kaldırmış ve davanın reddine kesin olarak hükmetmiştir. Daire öncelikle uyuşmazlık konusu döneme ait puantajlarda yer alan çalışma ve bordrolardaki ödeme kayıtları dikkate alınarak fark alacağının bulunup bulunmadığının tespit edileceğini, fazla çalışmaya ilişkin tanık beyanlarına itibar edilemeyeceğini belirtmiştir. Ardından, her ne kadar ilk derece mahkemesinin davayı kabul kararına esas bilirkişi raporunda, 24 saat nöbet tutularak çalışılan işyerleri ile ilgili olarak fiilen çalışılan saatin 14 saat olabileceği kabul edilerek hesap yapılmışsa da yürürlükte bulunan TİS"in 21. maddesinin (f) fıkrasına göre sadece yangın gözetleme kulelerinde ve ilk müdahale ekiplerinde çalışanlar için bekletilen her gün için 3 saat fazla mesai ödeneceği, TİS"in tarafları olan davalı Kurum ile davacının da bu hükme uymak zorunda olduğu, bu durumun Yargıtay kararlarında da kabul edildiği belirtilmiştir. Buna göre 3 saatin dışında fazla çalışmadan ve buna ilişkin alacaktan bahsedilemeyeceği, nöbet tutulan günlere ait nöbet çizelgeleri, puantaj kayıtları ile ödemelere dair bordrolar itibarıyla tutulan nöbet günlerine göre günlük 3 saatlik fazla çalışma saati ve saatlik yevmiyenin %75 fazlası olarak yapılan ödemeler ile yıpranma primleri tek tek incelenip bakıldığında istinaf incelemesine esas dönemlerde tutulan nöbetler için 3 saatlik fazla çalışma ücretlerinin karşılığının ödendiği ve herhangi bir fark alacağın çıkmadığı sonucuna varmıştır.

14. Nihai karar 26/5/2017 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu 20/6/2017 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.

B. Başvuru Konusu Dava ile Benzer Diğer Davaların Süreci

15. Başvurucu ile aynı durumda olan S.Ş., A.V., A.B. ve M.E.nin davası yönünden Mahkeme, 17/11/2016 tarihli kararlarında başvuru konusu davada verilen karar gerekçesini tekrarlayarak davaların kısmen kabulüne kısmen reddine karar vermiştir.

16. Davalı Kurumun davanın esasına yönelik istinaf talepleri İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 28., 29. ve 30. Hukuk Dairelerinin 22/2/2017, 29/3/2017 ve 23/2/2017 tarihli kararları ile reddedilmiştir.

17. Esastan ret kararı veren İstinaf Dairelerinin gerekçelerinde, Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun E.2006/9-107, K.2006/144 sayılı kararına atıf yapılmıştır. Söz konusu karara göre 24 saat çalışılan işyerlerinde uyku ve zorunlu yemek ile diğer ihtiyaçları için geçen zaman çıkarıldıktan sonra çalışanların günde en fazla 14 saat çalışabilecekleri, buna göre 6,5 saat fazla mesai hesaplanacağı, günlük 3 saat üzerinden yapılmış olan fazla mesai ödemelerinin tenzil edilerek hesaplama yapılması gerektiği vurgulanmış, dolayısıyla ilk derece mahkemesini değerlendirmesinin yerinde olduğu ifade edilmiştir.

IV. İLGİLİ HUKUK

A. Ulusal Hukuk

1. Kanun Hükümleri

18. 22/5/2003 tarihli ve 4857 sayılı İş Kanunu"nun ""Fazla çalışma ücreti" başlıklı 41. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:

“Ülkenin genel yararları yahut işin niteliği veya üretimin artırılması gibi nedenlerle fazla çalışma yapılabilir. Fazla çalışma, Kanunda yazılı koşullar çerçevesinde, haftalık kırkbeş saati aşan çalışmalardır. 63 üncü madde hükmüne göre denkleştirme esasının uygulandığı hallerde, işçinin haftalık ortalama çalışma süresi, normal haftalık iş süresini aşmamak koşulu ile, bazı haftalarda toplam kırkbeş saati aşsa dahi bu çalışmalar fazla çalışma sayılmaz.""

19. 4857 sayılı Kanun"un "çalışma süresi" kenar başlıklı 63. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

""Genel bakımdan çalışma süresi haftada en çok kırkbeş saattir. Aksi kararlaştırılmamışsa bu süre, işyerlerinde haftanın çalışılan günlerine eşit ölçüde bölünerek uygulanır...

...""

2. Yargı Kararları

20. Yargıtay 9. Hukuk Dairesinin 8/10/2020 tarihli ve E.2020/5880, K.2020/11091 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:

"...

Davacı işçinin fazla çalışma yapıp yapmadığı hususu taraflar arasında uyuşmazlık konusudur. Fazla çalışma yaptığını iddia eden işçi bu iddiasını ispatla yükümlüdür. Ücret bordrolarına ilişkin kurallar burada da geçerlidir. İşçinin imzasını taşıyan bordro sahteliği ispat edilinceye kadar kesin delil niteliğindedir. Bir başka anlatımla bordronun sahteliği ileri sürülüp kanıtlanmadıkça, imzalı bordroda görünen fazla çalışma alacağının ödendiği varsayılır.

Fazla çalışmanın ispatı konusunda işyeri kayıtları, özellikle işyerine giriş çıkışı gösteren belgeler, işyeri iç yazışmaları delil niteliğindedir. Ancak, fazla çalışmanın yazılı belgelerle kanıtlanamaması durumunda tarafların, tanık beyanları ile sonuca gidilmesi gerekir. Bunun dışında herkesçe bilinen genel bazı vakıalar da bu noktada göz önüne alınabilir. İşçinin fiilen yaptığı işin niteliği ve yoğunluğuna göre de fazla çalışma olup olmadığı araştırılmalıdır.

İmzalı ücret bordrolarında fazla çalışma ücreti ödendiği anlaşılıyorsa, işçi tarafından gerçekte daha fazla çalışma yaptığının ileri sürülmesi mümkün değildir. Ancak, işçinin fazla çalışma alacağının daha fazla olduğu yönündeki ihtirazi kaydının bulunması halinde, bordroda görünenden daha fazla çalışmanın ispatı her türlü delille yapılabilir. Bordroların imzalı ve ihtirazi kayıtsız olması durumunda, işçinin bordroda belirtilenden daha fazla çalışmayı yazılı belge ile kanıtlaması gerekir.

İşçiye bordro imzalatılmadığı halde, fazla çalışma ücreti tahakkuklarını da içeren her ay değişik miktarlarda ücret ödemelerinin banka kanalıyla yapılması durumunda ise işçinin ihtirazi kayıt ileri sürmesi beklenemeyeceğinden, ödenenin üzerinde fazla çalışma yapıldığının her türlü delil ile ispatı mümkündür.

Dairemizin görüşüne göre; orman yangın işçileri ile gözetleme kulelerinde görev yapan işçilerin görevleri itibariyle yangın döneminde bütün günü mesaiye hasretmesi mümkün olmayıp yapılan işin niteliği gereği ara dinlenmeleri normal mesai sistemine göre daha fazladır. Nitekim, orman yangın işçileri ile gözetleme kulelerinde görev yapan işçilere toplu iş sözleşmesi gereği fazla çalışma yapılsın veya yapılmasın günde üç saatlik fazla çalışma ücreti ödenmektedir. İşçinin günde üç saatten daha fazla çalıştığının yazılı delille (görev emirleri, çizelgeler, puantaj kaydı vs) ispatı halinde fazlasının ödenmesi gerekir. Aksi halde salt tanık beyanlarına göre fazla çalışma yapıldığının ispatı kabul edilemez.

...

Şu halde, davacıya çalışma şekline göre Toplu İş Sözleşmelerinde belirlenen fazla çalışma ödemesinin yapıldığı, davacının ödemesi yapılan süreden daha fazla çalıştığını yazılı bir delil ile ispatlayamadığı, daha fazla çalışmanın salt tanık beyanlarına göre ispatının mümkün olmadığı anlaşıldığından davacının fazla çalışma talebinin reddine karar verilmesi gerekirken yanılgılı değerlendirme ile kabul edilmesi hatalı olup bozmayı gerektirmiştir.

..."

21. Yargıtay 7. Hukuk Dairesinin 22/2/2016 tarihli ve E.2016/5218, K.2016/3969 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:

"...

Fazla çalışma yaptığını iddia eden işçi bu iddiasını ispatla yükümlüdür. Ücret bordrolarına ilişkin kurallar burada da geçerlidir. İşçinin imzasını taşıyan bordro sahteliği ispat edilinceye kadar kesin delil niteliğindedir. Bir başka anlatımla bordronun sahteliği ileri sürülüp kanıtlanmadıkça, imzalı bordroda görünen fazla çalışma alacağının ödendiği varsayılır.

Fazla çalışmanın ispatı konusunda işyeri kayıtları, özellikle işyerine giriş çıkışı gösteren belgeler, işyeri iç yazışmaları delil niteliğindedir. Ancak, fazla çalışmanın yazılı belgelerle kanıtlanamaması durumunda tarafların, tanık beyanları ile sonuca gidilmesi gerekir. Bunun dışında herkesçe bilinen genel bazı vakıalar da bu noktada göz önüne alınabilir. İşçinin fiilen yaptığı işin niteliği ve yoğunluğuna göre de fazla çalışma olup olmadığı araştırılmalıdır.

Somut olayda, davalı tarafından dosyaya puantaj kayıtları sunulmuştur. Kayıtların incelenmesinde, yangınla mücadele için görevlendirme olduğu zamanların ayrı ayrı belirtildiği görülmektedir. Bu durumda kamu kurumu tarafından sunulan puantaj kayıtlarına itibar edilerek, davacının "MY" kodu ile yangınla mücadelede görevlendirildiği günlerin puantajlardan tespiti ile bu günler yönünden her gün 3 saat üzerinden fazla mesai alacağının hesaplanması ve ödenen rakamların mahsubu ile alacağın belirlenmesi gerekirken tüm sezon yönünden hesaplanması hatalı olup karar bozulmalıdır."

22. Yargıtay 22. Hukuk Dairesinin 8/3/2018 tarihli ve E.2018/3144, K.2018/6210 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:

"...

Davacı işçinin fazla çalışma yapıp yapmadığı hususu taraflar arasında uyuşmazlık konusudur. Fazla mesai yapıldığının ispatı konusunda işyeri kayıtları, özellikle işyerine giriş çıkışı gösteren belgeler, işyeri iç yazışmaları, delil niteliğindedir. İmzalı ücret bordrolarında bu çalışmaların karşılığı olan ücretlerin ödendiği anlaşılıyorsa, işçi tarafından gerçekte daha fazla çalışma yaptığı ileri sürülmesi mümkün değildir. Ancak, işçinin fazla çalışma ve genel tatil alacağının daha fazla olduğu yönündeki ihtirazı kaydının bulunması halinde, bordroda görünenden daha fazla çalışmanın ispatı her türlü delille söz konusu olabilir. Buna karşın, bordroların imzalı ve ihtirazı kayıtsız olması durumunda dahi, işçinin geçerli bir yazılı belge ile bordroda yazılı olandan daha fazla çalışmayı yazılı delille kanıtlaması gerekir.

...

Davacının görevi itibariyle yangın döneminde de bütün günü mesaiye hasretmesi mümkün olmayıp yapılan işin niteliği gereği ara dinlenmeleri normal mesai sistemine göre daha fazladır. Çalışmanın şekli dikkate alındığında aile hayatı ile çalışma hayatı iç içe geçmiştir. Bu nedenle, davacı yangın nöbeti tuttuğu tüm süre için ancak toplu iş sözleşmesinde belirlenen şekilde günlük 3 saat fazla çalışma (%75 saat ücreti fazla) alacağına hak kazanacaktır. Tüm bu belirlemelere rağmen, hükme esas alınan bilirkişi raporunda, davacının 01 Haziran -31 Ekim arası yangın sezonunda haftada 5 gün 24 saat, 1 gün de 5 saat çalıştırıldığı, yasal günlük çalışma süresi 7,5 saat olarak kabul edilmiş ise de, haftada 5,5 gün çalışan davacının son gündeki çalışması 5 saat olduğundan diğer günlerdeki çalışmasının 8 saat olarak kabul edilmesi gerektiği, 24 saat çalışmalarda Yargıtayın artık yerleşik içtihatlarına göre bu sürenin 14 saat kabul edildiği, 14 saat çalışan işçinin 8 saati aşan çalışmasının 6 saat olduğu ve günlük 3 saatin karşılığının zamlı olarak ödendiğinin kabulü durumunda karşılığı ödenmeyen günlük 3 saatlik fazla çalışma alacağının bulunduğu kabul edilmiştir. Mahkemece varılan sonuç açıklanan nedenler ile hatalı olduğundan doğru sonuca varılması için; davacının yangın sezonu olan 01 Haziran-31 Ekim tarihleri arasında izinli olduğu ve hafta tatili izni kullandığı günler gibi fiilen çalışmadığı günler puantaj kayıtları esas alınarak belirlenmeli, buna göre bu günler dışında davacının fiilen çalışmış olduğu günlük 14 saat çalışma nedeniyle 11 saati aşan 3 saat fazla çalışmaya hak kazandığı, toplu iş sözleşmesi hükümleri uyarınca davacıya yangın sezonunda beklediği her gün için 3 saat fazla mesai ödemesi yapılıp yapılmadığı tespit edilmeli ödenmiş ise dava reddedilmeli, ödenmemiş ise ödenmeyen kısım davalı yararına oluşan usuli kazanılmış haklar da gözetilerek yapılacak hesaplama sonucuna göre hüküm altına alınmalıdır. Belirtilen hususlar gözetilmeden karar verilmesi hatalı olup bozmayı gerektirmiştir.

..."

23. Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 5/4/2006 tarihli ve E.2006/9-107, K.2006/144 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:

"...1475 sayılı Yasanın yürürlükte olduğu dönemde; Yargıtay"ın istikrar kazanan uygulamasına göre haftalık 45 saati aşan çalışmaların fazla mesai olarak kabulü gerekir. Davacının günde 14 saat çalıştığı kabul edildiğinde, haftada 3 gün çalıştığında, haftalık çalışma süresi 42 saat olacaktır. Bu haftalarda fazla mesai yapıldığı kabul edilemez. Dört gün çalışılan haftalarda ise, haftalık çalışma 56 saat olup, davacının bu haftalarda, haftada 11 saat fazla mesai yaptığının kabulü gerekir. Mahkemenin hükmüne esas alınan bilirkişi raporunda 1475 sayılı yasa döneminde günlük 7,5 saati aşan çalışmaların fazla mesai olarak kabulü hatalıdır.

4857 sayılı Yasa döneminde ise; Günlük 11 saati aşan çalışmaları ile haftalık 45 saatten fazla çalışmalar fazla çalışma olarak kabul edildiğinden, haftada 3 gün çalışılan haftalarda 11 saati aşan günlük 3 saat, haftalık 9 saat çalışmanın; haftada 4 gün çalışıldığında günlük 3, haftalık 12 saat çalışmanın fazla çalışma saati olarak kabulü gerekir.

Bu durumda fazla mesai sayılan çalışmalar dışındaki çalışma süresi; haftada 3 gün çalışıldığında günlük 11 saatten haftada 33 saati bulacağı; haftada 4 gün çalışıldığında ise günlük 11 saatten haftalık 44 saate ulaşacağından ve haftalık 45 saati aşmadığından denkleştirmeden söz edilemez.

Bu çalışma şekline göre; davacının fazla mesai çalışma alacağının saptanması için bilirkişiden Yargıtay denetimine elverişli ek rapor alınmalı ve sonucuna göre karar verilmelidir. Yanlış değerlendirme ile yazılı şekilde fazla çalışma alacak isteği ile ilgili hüküm kurulması hatalı olup kararın açıklanan nedenlerle bozulması gerekmiştir.

2- Davacının, Kapsam Dışı Personel Yönetmeliğinin 12. maddesinde belirtilen vardiyalı çalışmalara ilişkin koşullara uygun bir çalışması bulunmadığından vardiya primi isteğinin kabulü de doğru görülmemiştir.

..."

B. Uluslararası Hukuk

1. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi

24. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi"nin (Sözleşme) 6. maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:

"Herkes medeni hak ve yükümlülükleri ile ilgili uyuşmazlıklar ya da cezai alanda kendisine yöneltilen suçlamalar konusunda karar verecek olan, kanunla kurulmuş bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından davasının makul bir süre içinde, hakkaniyete uygun ve açık olarak görülmesini isteme hakkına sahiptir.”

2. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Kararı

25. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM); Sözleşme"nin 6. maddesinin bir mahkeme önünde medeni hak ve yükümlülüğe ilişkin bir iddiada bulunma hakkını güvence altına aldığını, mahkemenin teşkilatı ve yargılamanın yürütülmesinin bu güvencenin kapsamında olduğunu (Golder/İngiltere, B. No: 4451/70, 21/2/1975, § 36), davalarda adil yargılanma koşullarını yerine getirme yükümlülüğünün ulusal makamlara ait olduğunu ifade etmiştir (Dombo Beheer B.V.v/Hollanda, B. No: 14448/88, 27/10/1993, § 33).

26. AİHM; Sözleşme"nin 6. maddesi adil yargılanma hakkını güvence altına alırken delillerin kabul edilme yöntemi konusunda herhangi bir kural koyma yetkisinin AİHM"de olmadığını, ulusal kanunlar tarafından bu hususların belirleneceğini, Sözleşme"deki hak ve yükümlülükleri ihlal etmediği sürece mahkemeler tarafından yapılan hataların giderilmesi görevinin de AİHM"de olmadığını belirtmiştir (Schenk/İsviçre, B. No: 10862/84, 12/7/1988, §§ 45, 46). Bu açıdan AİHM yaklaşımına göre yargılama süreci bütün olarak gözönünde bulundurulacak, bu süreçte delillerin nasıl sunulduğu da dâhil olmak üzere tüm deliller yönünden hakkaniyetsiz bir değerlendirme yapılıp yapılmadığı dikkate alınacaktır (Schuler-Zgraggen/İsviçre, B. No: 14518/89, 24/6/1993, § 66).

27. AİHM"e göre tarafların ileri sürdükleri delillerin kabul edilebilirliği hususunda yerel mahkemeler belirli bir takdir yetkisine sahip olmakla birlikte mahkemelerin kararlarında yeterli bir gerekçe göstermeleri gerekir (Suominen/Finlandiya, B. No: 37801/97, 01/7/2003, § 36). Kararlarda gerekçe belirtilme zorunluluğu, mahkemelerin tarafları adil bir şekilde dinleme yükümlülüğüyle de doğrudan ilgilidir (Kuznetsov/Rusya, B. No: 184/02, 11/4/2007, § 85).

28. AİHM, Tibet Menteş ve Diğerleri / Türkiye (B.No: 57818/10, 24/10/2017), kararında Yargıtayın 24 saat esasına göre çalışılan işyerlerinde en fazla 14 saat çalışılabileceği ve fazla çalışma ücretinin buna göre hesaplanması gerektiğine ilişkin içtihadını değerlendirmiştir. AİHM, öncelikle ulusal mahkemelerin yerine geçme gibi bir görevi olmadığını tekrarlayarak ulusal mevzuatın yorumlanmasından kaynaklanan sorunların giderilmesinin öncelikle ulusal makamların ve özellikle mahkemelerin görevi olduğuna dikkat çekmiştir (bkz. Nejdet Şahin ve Perihan Şahin/Türkiye [BD], B. No. 13279/05, § 49, 20/10/2011). AİHM, Sözleşme’nin 6. maddesi kapsamında kendi olgu ve yasa tespitlerini ulusal mahkemenin tespitlerinin yerine geçmesini sağlayacak bir yargı yetkisine sahip olmadığını, ulusal mahkemelerin, önlerinde bulunan delilleri değerlendirme ve ilgili iç hukuku uygulama konusunda en yetkili olan merciler olduğunu ifade etmiştir (Kansal/Birleşik Krallık (k.k.) B.No: 21413/02, 28/1/2003; (Tibet Menteş ve Diğerleri / Türkiye, §§ 50, 51).

29. AİHM, önündeki başvuruda başvuranların şikâyetlerinin genel olarak Yargıtayın davada uyguladığı fiili karine ile alakalı olduğunu, Yargıtayın içtihadında bulunan ve fazla mesai olarak değerlendirilen sürelere ilişkin olan fiili karinenin herhangi bir hukuki temeli olmadığını ve bu fiili karinenin ilgili bir gerekçe sunulmadan davalarına uygulandığını ileri sürdüklerini tespit ettikten sonra öncelikle, başvuranların çekişmeli yargılama şartına uyan iki yargılama derecesinde de argümanlarını sunabildiklerini not etmiştir. Davanın koşullarını, tarafların argümanlarını ve ilk derece mahkemesinin tespitlerini inceleyen Yargıtay, daha önce sadece radyo röle istasyonunda çalışan işçilere ilişkin olarak ortaya konan ve 24 saatlik vardiya olan iş yerlerinde yapılan fazla mesai saatlerini ilgilendiren yerleşik içtihadındaki yaklaşımın başvuranların durumuna da uygulanması gerektiğine karar vermiş, bu doğrultuda, bir çalışanın dinlenme için herhangi bir süre ayırmadan 24 saat boyunca aralıksız çalışmasının imkânsız olduğunu değerlendirmiştir. AİHM, Yargıtayın ilk derece mahkemesinin kararını bozan kararının gerekçe içermediği veya başvuranların argümanlarını değerlendirmediği iddiasının ikna edici bir şekilde öne sürülemediğini ve Yargıtayın, ulusal hukuku başvuranların aleyhinde yorumlarken sunduğu gerekçenin, kendi başına keyfi olduğunun veya makul olmadığının söylenemeyeceğini ifade etmiştir (Tibet Menteş ve Diğerleri / Türkiye, § 52).

30. AİHM, başvuranların argümanlarının esasının, Yargıtay içtihadının da dâhil olduğu yasaları, bu bağlamda gerçekten çalışıp çalışmadıklarından bağımsız olarak iş yerinde bedeni olarak bulunan çalışanlara fazla mesai için ödeme yapılması gerektiği şeklinde yorumlaması gerektiğine ve Yargıtayın ulusal hukuku yorumlamasının yargılamaların sonucunu doğrudan etkilediğinin farkında olduğuna dikkat çekmiştir. Ancak, Mahkeme, söz konusu yorumlamanın ulusal yargılamaların yürütülmesinde gerçekleşen usule ilişkin bir hata teşkil ettiği ve bu nedenle yargılamaların adil olmadığı konusunda başvuranlar ile aynı fikri paylaşmadığını, Sözleşme’nin 6. maddesi kapsamında ulusal mahkemelerin hangi süreleri fazla mesai olarak değerlendirilmesine ilişkin olarak yaptığı yorumlamayı sorgulamanın Mahkemenin görevi olmadığını, aksi takdirde böyle bir sorgulamayı yapmanın AİHM"in ulusal hukukun içeriğine ve uygun bir şekilde yorumlanmasına ilişkin görüşlerinin, ulusal mahkemelerin görüşlerinin yerini alması anlamına geleceğine dikkat çekmiştir (bkz. bu karara uygulanabildiği ölçüde, Z ve Diğerleri/Birleşik Krallık [BD], B. No: 29392/95, § 101, AİHM 2001‑V). Bu bağlamda, Mahkeme, Sözleşme’nin 6. maddenin kendi başına ulusal yasalarda bulunan medeni hakların ya da yükümlülüklerin içeriğini güvence altına almadığını yinelemiştir. Mahkemeye göre Yargıtayın yerleşik içtihadı, fazla mesai hakkına önemli ölçüde konulan sınırlamaları belirlemiştir. Söz konusu içtihat, 24 saat vardiya ve daha sonrasında 24 saat ya da 48 saat dinlenme süresi usulüne göre çalışan iş yerlerinin adetlerini göz önünde bulundurmuştur. Yargıtay, iş yerinde geçirilen 24 saatin sadece 14 saatinin çalışma süresi olarak değerlendirilebileceğine çünkü dinlenmek için bazı sürelerin ayrılması gerektiğine iç hukuk ile uyumlu olacak şekilde karar vermiştir. Son olarak, içtihadından kaynaklanan ilkeler benzer durumdaki çalışanlara tutarlı olarak uygulanmıştır. Mahkeme, bu kapsamda, Yargıtayın ulusal hukuku yorumlamasının olgusal ya da hukuki bir hata teşkil ettiği ve “adaleti tanımadığı” sonucuna varmak için yeterli gerekçelerin mevcut olmadığı kanaatine ulaşarak adil yargılanma hakkının ihlal edilmediğine karar vermiştir (Tibet Menteş ve Diğerleri / Türkiye, §§ 53,54).

V. İNCELEME VE GEREKÇE

31. Mahkemenin 21/4/2021 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. Başvurucunun İddiaları

32. Başvurucu, fazla çalışma alacağına ilişkin açtığı davanın aynı iddialarla aynı Mahkemede açılan davalarda verilen kararların aksi sonuca ulaşılarak reddedilmesi nedeniyle Anayasa"nın 36., 50. ve 55. maddelerinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı, adil ücret hakkı ile dinlenme haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

B. Değerlendirme

33. Anayasa’nın 36. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:

"Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir."

34. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucunun aynı maddi olaya ilişkin farklı karar verilmesi iddialarının hakkaniyete uygun yargılanma hakkı kapsamında incelenmesi gerektiği değerlendirilmiştir.

1. Kabul Edilebilirlik Yönünden

35. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan hakkaniyete uygun yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

2. Esas Yönünden

a. Genel İlkeler

36. Anayasa’nın 36. maddesinin birinci fıkrasında; herkesin yargı organlarına davacı ve davalı olarak başvurabilme ve bunun doğal sonucu olarak da iddia, savunma ve adil yargılanma hakkı güvence altına alınmıştır. 3/10/2001 tarihli ve 4709 sayılı Kanun"un Anayasa"nın 36. maddesinin birinci fıkrasına "ile adil yargılanma" ibaresinin eklenmesine ilişkin 14. maddesinin gerekçesine göre "değişiklikle Türkiye Cumhuriyeti’nin taraf olduğu uluslararası sözleşmelerce de güvence altına alınmış olan adil yargılama hakkı metne dahil" edilmiştir. Dolayısıyla Anayasa"nın 36. maddesine "herkesin adil yargılanma hakkına sahip olduğu" ibaresinin eklenmesinin amacının Sözleşme"de düzenlenen adil yargılanma hakkını anayasal güvence altına almak olduğu anlaşılmaktadır (Yaşar Çoban [GK], B. No: 2014/6673, 25/7/2017, § 54).

37. Adil yargılanma hakkı uyuşmazlıkların çözümlenmesinde hukuk devleti ilkesinin gözetilmesini gerektirmektedir. Anayasa"nın 2. maddesinde Cumhuriyet"in nitelikleri arasında sayılan hukuk devleti, Anayasa"nın tüm maddelerinin yorumlanması ve uygulanmasında gözönünde bulundurulması zorunlu olan bir ilkedir (Hakan Altıncan [GK], B. No: 2016/13021, 17/5/2018, § 44).

38. Hukuki güvenlik ile belirlilik ilkeleri, hukuk devletinin ön koşullarındandır. Kişilerin hukuki güvenliğini sağlamayı amaçlayan hukuki güvenlik ilkesi hukuk normlarının öngörülebilir olmasını, bireylerin tüm eylem ve işlemlerinde devlete güven duyabilmesini, devletin de yasal düzenlemelerinde bu güven duygusunu zedeleyici yöntemlerden kaçınmasını gerekli kılar (AYM, E.2013/39, K.2013/65, 22/5/2013; AYM, E.2014/183, K.2015/122, 30/12/2015, § 5). Belirlilik ilkesi ise yasal düzenlemelerin hem kişiler hem de idare yönünden herhangi bir duraksamaya ve kuşkuya yer vermeyecek şekilde açık, net, anlaşılır ve uygulanabilir olmasını, ayrıca kamu otoritelerinin keyfî uygulamalarına karşı koruyucu önlem içermesini ifade etmektedir (AYM, E.2013/39, K.2013/65, 22/5/2013; AYM, E.2010/80, K.2011/178, 29/12/2011).

39. Hukuk kurallarının ne şekilde yorumlanacağı veya birden fazla yorumunun mümkün olduğu durumlarda bu yorumlardan hangisinin benimseneceği derece mahkemelerinin yetkisinde olan bir husustur. Anayasa Mahkemesinin bireysel başvuruda derece mahkemelerince benimsenen yorumlardan birine üstünlük tanıması veya derece mahkemelerinin yerine geçerek hukuk kurallarını yorumlaması bireysel başvurunun amacıyla bağdaşmaz. Anayasa Mahkemesinin kanunilik ilkesi bağlamındaki görevi, hukuk kurallarının birden fazla yorumunun varlığının hukuki belirlilik ve öngörülebilirliği etkileyip etkilemediğini tespit etmektir (Mehmet Arif Madenci, B. No: 2014/13916, 12/1/2017, § 81).

40. Uygulamadaki yeknesaklığı sağlamaları beklenen Yüksek Mahkemeler içinde yer alan dairelerin benzer davalarda tatmin edici bir gerekçe göstermeksizin farklı sonuçlara ulaşmaları, bir kararın belirli bir daireye düştüğü takdirde onanacağı, başka bir daire tarafından ele alındığı takdirde bozulacağı gibi ihtimale dayalı ve birbirine zıt sonuçları ortaya çıkarır (Türkan Bal [GK], B. No: 2013/6932, 6/1/2015, § 53).

41. Özellikle aynı somut olay ve hukuksal durumdaki farklı kişilerce açılan davalarda birbiriyle çelişen sonuçlara ulaşılması hukuki belirlilik ve öngörülebilirlik ilkelerine ters düşebilir. Yargı mercilerinin anılan ilkelerin bir sonucu olarak kamuoyu nezdinde yargıya olan güveni muhafaza etme bakımından kararlarında belli bir istikrar sağlaması beklenir (Hakan Altıncan, § 48).

42. Kural olarak yargılamayı yapan mahkemelerinin aynı maddi olayları değerlendirerek farklı sonuçlara varmış olmaları, neden farklı sonuçlara vardıklarını yeterince açıkladıkları sürece adil yargılanma hakkının ihlali sonucunu doğurmaz. Bir başka ifadeyle mahkemeler -ulaşılan sonuçlar birbirinden farklı olmakla birlikte- varılan sonuca hangi nedenle ulaşıldığını başvurucu ve üçüncü kişiler tarafından objektif olarak anlaşılmasına imkân verecek yeterli gerekçeler sundukları sürece adil yargılanma hakkı yönünden ihlal sonucuna varılmayabilir (pek çok karar arasından bkz. Trakya Kalıp ve Plastik Kapak İmalatı Sanayi ve Tic. Ltd. Şti., B. No: 2017/30526, 18/11/2020, §§ 31-35).

43. Uyuşmazlığın çözümünde etkili olan maddi vakıaların değerlendirilmesi, yorumlanması ve nitelendirilmesi derece mahkemelerinin takdirindedir. Maddi vakıalar, uyuşmazlıkta uygulanacak hukuk kurallarından farklı olarak sadece somut bir olayı ilgilendirdiğinden ancak somut olayın koşulları çerçevesinde yorumlanabilir ve anlamlandırılabilir. Somut olayın tek bir uyuşmazlığa konu edildiği durumlarda maddi vakıalara ilişkin olarak mahkemeler arasında görüş ayrılığı oluşması mümkün değildir. Buna mukabil aynı olay çerçevesinde birden fazla uyuşmazlığın birden fazla mahkemede görüldüğü hâllerde farklı mahkemelerin aynı olay kapsamındaki bir maddi vakıayı farklı değerlendirmesi ve yorumlaması mümkündür. Maddi vakıanın farklı yorumlanmasına bağlı olarak aynı olaya ilişkin uyuşmazlıklarda farklı sonuçlara ulaşılması ve birbiriyle çelişen kararlar verilmesi olasıdır. Bu durumda da aynı maddi vakıanın farklı değerlendirilmesine bağlı olarak adil yargılanma hakkının ihlal edilmesi söz konusu olabilir (Özlem Terzioğlu, B. No: 2014/19341, 21/11/2017, § 45).

44. Mahkemelerin maddi olgularla ilgili değerlendirme ve nitelemeleri ile mutlak bir şekilde bağlı olmaları söz konusu olmayıp bunları değiştirmeleri de mümkündür. Ancak maddi olgularla ilgili değerlendirmelerin aynı olay kapsamındaki diğer uyuşmazlıklar yönünden kuvvetli delil teşkil edebileceği gözetildiğinde mahkemelerin daha önce ulaştıklarından farklı bir sonuca ulaşmaları durumunda mahkemelerden bunun gerekçesini ikna edici bir şekilde ortaya koymaları beklenir (Özlem Terzioğlu, § 46).

b. İlkelerin Olaya Uygulanması

45. Somut başvurunun konusu, aynı işyerinde benzer koşullarda çalışan işçiler tarafından açılan davaların bir kısmının yargı mercilerinin farklı bir yaklaşımı benimsemesi nedeniyle farklı sonuçlandığı ve bu hususun yargılamanın hakkaniyetini zedelediği iddiasıdır.

46. Somut olayda başvurucu ve aynı işyerinde çalışan bir kısım işçi tarafından fazla mesai ücret alacağı davası açılmıştır. Mahkeme, davanın hukuki niteliğini tespit ederken her çalışanla ilgili maddi vakanın aynı olduğunu belirlemiş ve bu kapsamda değerlendirme yaparak davacıların talebini kısmen kabul etmiştir.

47. Davalı kurum tarafından istinaf yoluna başvurulması üzerine başvurucunun taraf olduğu dosyanın istinaf incelemesi İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 27. Hukuk Dairesi tarafından yapılmış, diğer davacıların dosyalarında ise İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 28., 29. ve 30. Hukuk Daireleri tarafından istinaf incelemesi yapılmıştır.

48. İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 27. Hukuk Dairesi TİS"e göre 8 saatlik mesainin üstünde 3 saatlik fazla çalışma öngörüldüğü ve bu hükmün taraflar için bağlayıcı olduğu, dolayısıyla 3 saatin dışında fazla çalışmadan ve buna ilişkin alacaktan bahsedilemeyeceği, yazılı belgeler karşısında fazla çalışma hususunda tanık beyanlarına itibar edilemeyeceği gerekçeleriyle hükmü ortadan kaldırarak başvurucunun davasını reddetmiştir. Diğer Daireler ise ilk derece mahkemesinin başvurucunun davasında belirtildiği gerekçe doğrultusunda istinaf taleplerini reddetmiştir.

49. Başvuru konusu davada istinaf dairesinin dayandığı temel nokta; TİS hükümlerine göre başvurucunun günlük 3 saatten fazla çalışma yapamayacağı, yapmış olsa dahi bunun ancak yazılı delillerle ispatlanabileceği dosya kapsamında dinlenen tanık beyanlarının başvurucunun bu iddiasını ispatlamaya elverişli olmadığı hususudur. Benzer davalarda diğer işçilerin bu yöndeki taleplerinin kabulüne karar veren istinaf dairelerinin dosyada dinlenen tanık beyanlarını diğer delillerle birlikte değerlendirerek hükme esas almak suretiyle davaları kabul ettiği anlaşılmaktadır.

50. Medeni hak ve yükümlülüklerle ilgili davalarda taraflarca ileri sürülen vakıaların yorumu ve sunulan delillerin değerlendirilmesi ile bunların ispat gücünü haiz olup olmadığının takdiri derece mahkemelerine aittir. Bu kapsamda bir vakıanın ispatı için gösterilen delilin ispata yeterli olup olmadığına mahkemeler karar verir. Taraflardan birine ait olan ispat mükellefiyetinin yerine getirilip getirilmediği hususunda derece mahkemelerinin geniş değerlendirme marjına sahip olduğunun kabulü gerekir. Ancak derece mahkemeleri, ibraz edilen delil ve ileri sürülen olguların objektif bir değerlendirmeye tabi tutulduğunu kararlarında gösterme ve taraflar arasında tartışmalı olan vakıanın ispat edilip edilmediği konusunda ulaştıkları kanaatlerini davanın diğer tarafını da ikna edecek biçimde ilgili ve yeterli bir gerekçeyle açıklama yükümlülüğü altındadır.

51. Mahkeme tarafından somut olay koşullarında değerlendirme yapılmak suretiyle verilen kararın yeterli gerekçe içerdiği tespit edilmiştir. Söz konusu kararların belirli bir hukuksal temele dayandığı, kararlar arasındaki çelişkinin hukuki yorum farklılığından kaynaklandığı ve bu farklılığın içtihat farklılığı oluşturacak boyutta olmadığı anlaşılmaktadır. Sonuç olarak kararlardaki farklılığın hukuki güvenliği sarsacak nitelikte olmadığı, dolayısıyla başvurunun hukuk kurallarının yorumlanması ve delillerin değerlendirilmesi kapsamında kaldığı değerlendirilmiştir (benzer yönde değerlendirmeler için bkz. Recep Kılıç, B. No: 2017/29156, 10/3/2021).

52. Ayrıca başvurucu; yargılama sürecinde karşı tarafın sunduğu deliller ve görüşler hakkında bilgi sahibi olamadığına, kendi delillerini ve iddialarını sunma olanağı bulamadığına, karşı tarafça sunulan delillere ve iddialara etkili bir şekilde itiraz etme fırsatı bulamadığına ya da uyuşmazlığın çözüme kavuşturulmasıyla ilgili iddialarının derece mahkemesi tarafından dinlenmediğine veya kararın gerekçesiz olduğuna ilişkin bir bilgi ya da kanıt sunmadığı gibi mahkemenin kararında bariz takdir hatası veya açık bir keyfîlik oluşturan herhangi bir durum da tespit edilmemiştir.

53. Açıklanan gerekçelerle başvurucunun Anayasa"nın 36. maddesinde güvence altına alınan hakkaniyete uygun yargılanma hakkının ihlal edilmediğine karar verilmesi gerekir.

VI. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. Hakkaniyete uygun yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

B. Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamındaki hakkaniyete uygun yargılanma hakkının İHLAL EDİLMEDİĞİNE,

C. Yargılama giderlerinin başvurucu üzerinde BIRAKILMASINA,

D. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 21/4/2021 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.

Hemen Ara