Esas No: 2017/27971
Karar No: 2017/27971
Karar Tarihi: 18/5/2021
AYM 2017/27971 Başvuru Numaralı KEMAL KILIÇDAROĞLU (6) Başvurusuna İlişkin Karar
TÜRKİYE CUMHURİYETİ |
ANAYASA MAHKEMESİ |
|
|
İKİNCİ BÖLÜM |
|
KARAR |
|
KEMAL KILIÇDAROĞLU BAŞVURUSU (6) |
(Başvuru Numarası: 2017/27971) |
|
Karar Tarihi: 18/5/2021 |
|
İKİNCİ BÖLÜM |
|
KARAR |
|
Başkan |
: |
Kadir ÖZKAYA |
Üyeler |
: |
Engin YILDIRIM |
|
|
M. Emin KUZ |
|
|
Yıldız SEFERİNOĞLU |
|
|
Basri BAĞCI |
Raportör |
: |
Mustafa İlhan ÖZTÜRK |
Başvurucu |
: |
Kemal KILIÇDAROĞLU |
Vekili |
: |
Av. Celal ÇELİK |
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru, bir siyasi parti liderinin Türkiye Büyük Millet Meclisi parti grup toplantısında aile ve sosyal politikalar bakanına karşı söylediği sözler nedeniyle tazminat ödemeye mahkûm edilmesinin ifade özgürlüğünü ihlal ettiği iddiasına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 29/6/2017 tarihinde yapılmıştır.
3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.
4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir.
7. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanda bulunmuştur.
III. OLAY VE OLGULAR
8. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir:
9. 12/3/2016 tarihinde ulusal bir gazetede, bir yurtta kalan küçük yaştaki çocukların taciz edildiğine ilişkin haber yer almıştır. Habere göre 1979 yılından bu yana eğitim ve yayıncılık alanında faaliyet gösteren bir vakfa ait yurtlarda kalan en az on öğrenci kendilerinden sorumlu olan bir öğretmen tarafından istismara uğramıştır. Haberde; çocuklardan birinin yaşadıklarını ailesine anlatması, ailenin de konuyu yetkililere bildirmesiyle olayın ortaya çıktığı ve Karaman"da Cumhuriyet savcısının konuyla ilgili soruşturma başlattığı yer almıştır. Daha sonraki haberlere göre sanığın kısa süre içinde tutuklandığı, hazırlanan iddianame sonrasında yargı sürecinin başladığı anlaşılmaktadır. Kamuoyunda büyük infial uyandıran olay çok sayıda sivil toplum kuruluşunca takip edilmiş, Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM) gündemine gelmiş, ulusal ve uluslararası yayın organlarında sayısız habere konu olmuştur.
10. Olayların meydana geldiği tarihte Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı S.R. de yaşanan olaylar hakkında basına bazı açıklamalarda bulunmuştur. Bakan S.R.nin 22/3/2016 tarihli açıklamalarının bir kısmı şu şekildedir:
"Maalesef biz bütün hassasiyetimizi göstermemize rağmen toplumumuzda böyle olaylar ile karşılaşıyoruz ki bu da bir gerçeğimiz. Buna da toplumsal olarak başka bir açıdan bakmamız lazım. Karaman"da olan konu ile ilgili olarak, vaka ortaya çıkar çıkmaz bütün vakalarda olduğu gibi hukuki açıdan bakanlığımız müdahil oldu. Ben bizzat hukukçu arkadaşlarımızı arayarak bir toplantı yaptım dedim ki "bu olayı da takip ediyoruz, ben de takipçisiyim." Tabii ki bu olay bizim hizmetleri ile her zaman gurur duyduğumuz bir Vakıf ile ilişkilendirilmek istendi ki bu Vakfımızda bir süre görev yapmış onun da ne kadar olduğunu vakıf çalışanları tarafından açıklandı. Her zaman kötü niyetli insanlar, bazı işleri suistimal edebilen insanlar olabiliyor. Buna bir kere rastlanmış olması hizmetleri ile ön plana çıkmış bir kurumumuzu karalamak için gerekçe olamaz. Biz E. Vakfı’nı da tanıyoruz, hizmetlerini de takdir ediyoruz, ama öteki taraftan bunu yapan kişi için de sıfır toleransla hukuki açıdan bütün takibimizi yapıyoruz. Bu çocuklar ile ilgili bakanlığımızın rehabilitasyon ve sosyal hizmet uzmanlarımız, psikologlarımız devreye girdiler. Aileler ziyaret edildi. Çocuklarımızın rehabilite edilebilmesi için çalışmalar başlatıldı. Çocuklarımızın en az travma ile bu dönemi en iyi şekilde atlatabilmeleri için gerekli bütün psikolojik destekler veriliyor ve vermeye devam edeceğiz."
11. Kamuoyu gündemini yoğun bir şekilde meşgul eden söz konusu olayla ilgili olarak Cumhuriyet Halk Partisinin (CHP) genel başkanı olan başvurucu da TBMM"deki 5/4/2016 tarihli grup toplantısında değerlendirmelerde bulunmuştur. Başvurucu, Partisinin TBMM"deki grup toplantısında gündeme dair görüşlerini belirli periyotlarla açıklamaktadır. Başvuruya konu ifadeler 5/4/2016 tarihli grup toplantısında söylenmiştir. Grup toplantılarına genel olarak çok sayıda partili ve vatandaş da dinleyici olarak katılabilmektedir. Başvurucu, kısa bir süre önce meydana gelen ve kamuoyunda büyük infiale neden olan bir taciz olayı ile ilgili bazı açıklamalar yapmıştır.
12. Başvurucu, açıklamalarından dolayı Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı S.R.yi hedef alan sert sözler kullanmıştır. Başvurucunun yapmış olduğu konuşmanın ilgili kısmı şu şekildedir:
"...Öyle bir kültürün içine sokuldu ki Türkiye, öyle bir yoz kültürün içine Türkiye sokuldu ki değerli arkadaşlar, bakın Karaman"da olan olaydan sonra, çocuk istismarından sonra Türkiye"nin neredeyse her tarafından olaylar patladı, her tarafından. Peki bunlar sabah akşam Müslümanlıktan bahsediyorlardı, dinden imandan bahsediyorlardı, on dört yıldır Türkiye"yi yönetiyorsunuz bu çocukları bu yoz kültüre siz nasıl ve hangi gerekçeyle teslim ettiniz? Ve öyle bir şey ki kalkmışlar vakıfları savunuyorlar. Ya, çocuklara sahip çıkın kardeşim, vakıflara değil, derneklere değil. Bir Allah"ın kulu çıkıp da demiyor ya, kardeşim bu çocuklar yasa dışı burada nasıl kaldı? Nasıl kaldı bu çocuklar burada? Valisi konuşmuyor, emniyet müdürü konuşmuyor, Milli Eğitim Bakanı konuşmuyor, Aileden Sorumlu Bakan da zaten birilerinin önüne yatmış vaziyette, o da konuşmuyor. Bu yurtlara kim izin veriyor arkadaşlar? Koro halinde "Biz izin vermedik" diyorlar. İzin vermedinizse bunlar nasıl açıldı? Kocaman bir sessizlik... Bu çocuklar oraya niçin gitti? Kocaman bir sessizlik... Bu çocuklara o yurtta öğretmenler bakarken bu öğretmenleri siz nasıl seçtiniz? Kocaman bir sessizlik... Milli Eğitim Bakanı konuşmuyor, niye konuşmuyorsun sen? Bu işlerin baş sorumlusu sen değil misin? O fakir ailelerin çocuklarına sen bakmak zorunda değil misin? Neden böyle o çocukları sapıklara teslim ediyorsunuz ..."
13. Bakan S.R., başvurucunun anılan konuşmasında kişilik haklarına saldırıda bulunulduğu iddiasıyla 7/4/2016 tarihinde manevi tazminat davası açmıştır. Davacı; başvurucunun konuşmasında kendisine hakaret ettiğini, ahlak, edep ve eleştiri sınırlarını aşan sözler sarf ederek kişisel haklarına saldırıda bulunduğunu ileri sürmüştür. Ankara 3. Asliye Hukuk Mahkemesinde (Mahkeme) görülen davada başvurucunun şu sözleri dava konusu edilmiştir:
"...Valisi konuşmuyor, emniyet müdürü konuşmuyor, Milli Eğitim Bakanı konuşmuyor, Aileden Sorumlu Bakan da zaten birilerinin önüne yatmış vaziyette, o da konuşmuyor..."
14. Mahkeme 23/1/2017 tarihli kararla davanın kısmen kabulü ile başvurucunun davacıya 10.000 TL tazminat ödemesine karar vermiştir. Kararın gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:
"...Davalının TBMM CHP Grup Toplantısındaki konuşmasında sarfedilen ve dava konusu edilen ifadelerin yer aldığı "Bu çocukları bu yoz kültüre nasıl terk ettiniz" konulu konuşmada Karaman"da bir vakıf yurdunda meydana gelen çocuk istismarının ve istismara sebep olarak görülen eylemlerin eleştirildiği, istismar olayı ve olayının meydan geldiği mahal itibariyle eleştirilerin de o denli sert ve ağır olması doğaldır. Ancak konuşmada Vakıf yurdunda meydana gelen istismar olayı eleştirilirken konunun özünden ayrılarak davacıya yönelik olarak "... Aileden Sorumlu Bakan da zaten birilerinin önüne yatmış vaziyette ..." ifadesi kullanılmıştır. Her ne kadar davalının bu ifadeleri davacının Vakfı korumak için kendisini siper ettiği, bu kurumu korumak için elindeki tüm imkanları kullandığını ifade etmek için "önüne yatmak" ifadesini kullandığı savunulmuş ise de, konuşmada "vakfın" yerine "birilerinin" kelimesinin kullanılması, konuşmayı konunun özünden ayırmış, davacının "vakfın önüne yatması" yerine "birilerinin önüne yatması" ifadesinin kullanılması, davacıyı konuşmadaki konunun dışına çıkarmıştır. Her ne kadar konuşmada eleştirilen istismar olayı güncel, toplumun ilgisini çeken ve eleştirilmesinde kamu yararı bulunmakla birlikte, davalının Aileden Sorumlu Bakana yönelik dava konusu edilen ifadelerinin sarf edilmesinde ne güncellik, ne toplumun ilgisi, ne de kamu yararı bulunmadığı gibi özle biçim arasındaki denge de sağlanmış değildir. Toplumumuzun ağırlıklı olarak ifadelerden çıkaracağı sonuç hakaret içerikli olup, bu ifadelerin sarfı ülkemizin içinde olduğu dönem itibariyle kamuoyunu germek dışında ülkemize bir fayda sağlamayacaktır. Dolayısıyla dava konusu ifadelerin, ifade özgürlüğü kapsamında değerlendirilemeyeceği, bu suretle davacının kişilik haklarına ihlal edildiği sonucuna varılmıştır..."
15. Davalı vekilinin temyizi üzerine Ankara Bölge Adliye Mahkemesi 25. Hukuk Dairesi 25/4/2017 tarihli ilamla hükmün onanmasına karar vermiştir. Kararın gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:
"Davacı, konuşma tarihinde Aile ve Sosyal Politikalardan Sorumlu kadın bir bakandır. Davalı ise ana muhalefet partisinin genel başkanıdır. Tarafların her ikisinin de siyasi kimlikleri bulunduğu, dava konusu edilen ifadelerin TBMM"de parti grup toplantısı sırasında sarf edildiği konusunda uyuşmazlık bulunmadığı anlaşılmaktadır. Davacı, davalının kendisi hakkında kullandığı "birilerinin önüne yatmış vaziyette" ifadesinin edep ve ahlak dışı olduğunu iddia etmekte, davalı ise söz konusu söz öbeğinin bir kişi veya kurumu korumak amacıyla elindeki imkanları kullanmak amacıyla sarf edildiğini savunmaktadır. Davalı söz konusu deyimin ilk olarak davacının da üyesi olduğu siyasi partinin bir bakanı tarafından kullanıldığını, bu deyimi katıldığı bir TV programında bakanın imkanlarını bu deyimi kullandığı kişi için sarf edeceği biçiminde açıkladığını belirtmiş, bu yöndeki delillerini de sunmuştur.
Türk Dil Kurumu Atasözleri ve Deyimler sözlüğünde dava konusu edilen "önüne yatmak" şeklinde bir atasözü/deyimin bulunmadığı tespit edilmiştir. Bu benzetmenin ne anlamda kullanıldığı yanında toplum tarafından hangi anlamda anlaşılmış olduğunun da belirlenmesi gereklidir. Davalı tarafından delil olarak sunulan ve dava konusunu oluşturan ifade ile ilgili bir bayan yazarın kaleme aldığı yazıda davalının kullandığı deyimin biriyle cinsel ilişki kurmaya işaret etmediği o işe işaret eden deyimin altına yatmak olduğunu açıklanmıştır. Ne var ki Türk Dil Kurumunun deyimler sözlüğünde bulunmayan önüne yatmak deyimi yaygın kullanımı olan bir söz öbeği olmayıp cinsel anlam ifade eden söz öbeğine benzerliği nedeniyle davalının delil olarak sunduğu haber ve belge içeriklerinden de anlaşıldığı üzere toplum tarafından da cinsel anlamda anlaşılmıştır.
Davacı bakan olarak siyasi bir kimliği olması yanında bir kadındır. Siyasetçi olması nedeniyle siyasi tutum ve davranışlarının ağır biçimde eleştirilebileceği kabul edilmektedir. Ancak AİHM"nin de dediği gibi siyasi kişilerin de itibarlarının korunması meşru amacıyla ifade özgürlüğünün kısıtlanmasını talep etme hakları vardır. Dava konusu uyuşmazlıkta ana muhalefet partisi genel başkanlığı gibi önemli bir siyasi makamı işgal eden davalının sözlerinin ulaşağı kitleyi de düşünerek neyi kast ettiğinin yanında nasıl anlaşılacağını da düşünmesi gereklidir. Davalının davacı hakkında sarf ettiği sözler maalesef toplum tarafından cinsel anlamda algılanmış olup konuşmanın ulaştığı kitle de düşünüldüğünde, davacının kişilik haklarının zedelendiği sonucuna varılmıştır. Mahkemece aynı yönde yapılan değerlendirme sonucunda davacı yararına 10.000 TL manevi tazminat ödetilmesine karar verilmiştir.
...
Şu durumda, dava konusu 5/4/2016 tarihli konuşmanın ulusal medya ve basın organlarında yayınlanmış olması, tarafların ekonomik ve sosyal durumları ile yukarıda açıklanan ilkeler gözetildiğinde davanın kısmen kabulü ile 10.000 TL manevi tazminat ödetilmesi yönündeki Mahkeme kararının aynı zamanda orantılı olduğu sonucuna varıldığından HMK 353/1-b-1 maddesi uyarınca duruşma yapılmaksızın davalı vekilinin istinaf başvurusunun reddine dair aşağıdaki şekilde hüküm kurulmasına karar verilmiştir..."
16. Bu karar başvurucuya 31/5/2017 tarihinde tebliğ edilmiş, başvurucu 29/6/2017 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
IV. İLGİLİ HUKUK
A. Ulusal Hukuk
17. 11/1/2011 tarihli ve 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun “Sorumluluk” kenar başlıklı 49. maddesi şöyledir:
“Kusurlu ve hukuka aykırı bir fiille başkasına zarar veren, bu zararı gidermekle yükümlüdür.
Zarar verici fiili yasaklayan bir hukuk kuralı bulunmasa bile, ahlaka aykırı bir fiille başkasına kasten zarar veren de,bu zararı gidermekle yükümlüdür.”
B. Uluslararası Hukuk
18. İlgili uluslararası hukuk için bkz. Koray Çalışkan, B. No: 2014/4548, 5/12/2017, §§ 17-23; Kemal Kılıçdaroğlu, B. No: 2014/1577, 25/10/2017, §§ 29-37.
V. İNCELEME VE GEREKÇE
19. Mahkemenin 18/5/2021 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun İddiaları ve Bakanlık Görüşü
20. Başvurucu; konuşmasından sadece bir cümlenin alınarak değerlendirildiğini, konuşmanın tamamı incelendiğinde Bakan olan davacının söz konusu vahim olayla ilgili yaptığı açıklamalarla olayların yaşandığı vakfı korumasının eleştirildiğinin anlaşılacağını beyan etmiştir. Başvurucu kullanmış olduğu "önüne yatmak" ifadesinin "bir kişi ya da kurumu korumak amacıyla elindeki imkanları kullanmak" anlamına gelen ve bu amaçla kullanılan yerel bir deyim olduğunu ileri sürmüştür. Başvurucu, siyasetçilerin kendilerine yönelik eleştirilere karşı daha tahammüllü olması gerektiğini ifade ederek davacıya yönelik eleştiri mahiyetindeki paylaşımlarından dolayı manevi tazminat ödemesinin ifade özgürlüğünü ihlal ettiğini iddia etmiştir.
21. Bakanlık görüşünde;
i. Anayasa Mahkemesi ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin konuya ilişkin içtihatlarından hareketle somut başvuruda başvurucunun ifade özgürlüğü ile davacının şeref ve itibar hakkı arasındaki dengenin başvurucunun kullanmış olduğu ifadeler sebebi ile davacının aleyhine bozulduğu,
ii. Başvurucu tarafından sarf edilen sözlerin yargılama makamlarınca yapılan değerlendirmede hiçbir tartışmaya katkı sunmayan ve hedefi belli, tamamen kişilik haklarına saldırıya yönelik olduğu sonucuna varıldığı da dikkate alındığında bu söylemlerin ifade özgürlüğü ve eleştiri hakkı kapsamında korunmayacağının değerlendirildiği,
iii. Başvurucu hakkında verilen kararın kanuni dayanağının olduğu, başkalarının şöhret ve haklarının korunması meşru amacını izlediği, yapıldığı iddia olunan müdahalenin ölçülü, toplumsal bir ihtiyaca cevap verir nitelikte ve demokratik toplum düzeninde gerekli olduğu, başvurucu hakkında yalnızca tazminat davasının açılmış olması ve hükmedilen tazminatın başvurucunun geliri ile orantılı olması nedeniyle hükmedilen tazminat kararının da orantılı olduğu, bu sebeplerle de başvurucunun ifade özgürlüğünün ihlal edilmediği ifade edilmiştir.
22. Başvurucu; Bakanlık görüşüne karşı beyanında başvuru konusu ifadelerin cinsellikle bağlantılı şekilde yorumlanmasının doğru olmadığını, başvurucunun bu sözleri "bir kişi veya kurumu korumak amacıyla elindeki imkanları kullanmak" anlamında kullandığını, bu hususu henüz davacı tarafından tazminat davası açılmadan önce bir televizyon kanalında sorulan soru üzerine açıkladığını, ilk derece mahkemesi tarafından söz konusu ifadelere verilen anlamın yoruma dayalı ve objektiflikten uzak olduğunu, eleştiri sınırları içinde kullandığı sözler nedeniyle aleyhine tazminata hükmedilmesinin Anayasa"nın 26. maddesini ihlal ettiğini ileri sürmüştür.
B. Değerlendirme
23. Anayasa’nın “Düşünceyi açıklama ve yayma hürriyeti” kenar başlıklı 26. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
"Herkes, düşünce ve kanaatlerini söz, yazı, resim veya başka yollarla tek başına veya toplu olarak açıklama ve yayma hakkına sahiptir. Bu hürriyet resmi makamların müdahalesi olmaksızın haber veya fikir almak ya da vermek serbestliğini de kapsar...
Bu hürriyetlerin kullanılması,... başkalarının şöhret veya haklarının,... korunması ... amaçlarıyla sınırlanabilir…"
1. Kabul Edilebilirlik Yönünden
24. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan ifade özgürlüğünün ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Esas Yönünden
a. Müdahalenin Varlığı
25. Başvurucunun bir siyasetçiye yönelik sözleri nedeniyle manevi tazminat ödemesine karar verilmiştir. Söz konusu mahkeme kararı ile başvurucunun ifade özgürlüğüne yönelik bir müdahale yapılmıştır.
b. Müdahalenin İhlal Oluşturup Oluşturmadığı
26. Anayasa’nın 13. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
"Temel hak ve hürriyetler,... yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar,... demokratik toplum düzeninin... gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz.”
27. Yukarıda anılan müdahalenin Anayasa’nın 13. maddesinde öngörülen ve somut başvuruya uygun düşen, kanunlar tarafından öngörülme, Anayasa’nın ilgili maddesinde belirtilen nedenlere dayanma ve demokratik toplum düzeninin gereklerine uygunluk koşullarını sağlayıp sağlamadığının belirlenmesi gerekir.
i. Kanunilik
28. 6098 sayılı Kanun"un 49. maddesinin kanunla sınırlama ölçütünü karşıladığı sonucuna varılmıştır.
ii. Meşru Amaç
29. Müdahalenin başkalarının şöhret veya haklarının korunmasına yönelik önlemlerin bir parçası olduğu ve meşru bir amaç taşıdığı sonucuna varılmıştır.
iii. Demokratik Toplum Düzeninin Gereklerine Uygunluk
(1) Demokratik Toplum Düzeninin Gerekleri Kavramı
30. Temel hak ve özgürlüklere yönelik bir müdahalenin demokratik toplum düzeninin gereklerine uygun kabul edilebilmesi için zorunlu bir toplumsal ihtiyacı karşılaması ve orantılı olması gerekir (Bekir Coşkun [GK], B. No: 2014/12151, 4/6/2015, §§ 53-55; Mehmet Ali Aydın [GK], B. No: 2013/9343, 4/6/2015, §§ 70-72). Müdahaleyi oluşturan tedbirin zorunlu bir toplumsal ihtiyacı karşıladığının kabul edilebilmesi için amaca ulaşmaya elverişli olması, başvurulabilecek en son çare ve alınabilecek en hafif önlem olarak kendisini göstermesi gerekmektedir (bazı farklılıklarla birlikte bkz. Bekir Coşkun, § 51; Mehmet Ali Aydın, § 68; Tansel Çölaşan, B. No: 2014/6128, 7/7/2015, § 51).
(2) Demokratik Toplumda İfade Özgürlüğünün Önemi
31. İfade özgürlüğü; kişinin haber ve bilgilere, başkalarının fikirlerine serbestçe ulaşabilmesi, düşünce ve kanaatlerinden dolayı kınanmaması ve bunları tek başına veya başkalarıyla birlikte çeşitli yollarla serbestçe ifade edebilmesi, anlatabilmesi, savunabilmesi, başkalarına aktarabilmesi ve yayabilmesi anlamına gelir. Çoğunluğa muhalif olanlar da dâhil olmak üzere düşüncelerin her türlü araçla açıklanması, açıklanan düşünceye paydaş sağlanması, düşünceyi gerçekleştirme ve gerçekleştirme konusunda başkalarını ikna etme çabaları, bu çabaların hoşgörüyle karşılanması çoğulcu demokratik düzenin gereklerindendir. Dolayısıyla toplumsal ve siyasal çoğulculuğu sağlamak, her türlü düşüncenin barışçıl bir şekilde ve serbestçe ifadesine bağlıdır. Bu itibarla düşünceyi açıklama ve yayma özgürlüğü demokrasinin işleyişi için yaşamsal önemdedir (Bekir Coşkun, §§ 33-35; Mehmet Ali Aydın, §§ 42, 43; Tansel Çölaşan, §§ 35-38).
(3)Başkalarının Şöhret veya Haklarının Korunması
32. Anayasa’nın 26. maddesinin ikinci fıkrasına göre ifade özgürlüğünün sınırlandırılma nedenlerinden ve bu bağlamda ifade özgürlüğünü kullananların uyması gereken görev ve sorumluluklardan biri de başkalarının şöhret veya haklarının korunmasıdır. Bireyin şeref ve itibarı, kişisel kimliğinin ve manevi bütünlüğünün bir parçasını oluşturur ve Anayasa’nın 17. maddesinin birinci fıkrasının korumasından faydalanır (İlhan Cihaner (2), B. No: 2013/5574, 30/6/2014, § 44) Devlet, bireyin şeref ve itibarına keyfî olarak müdahale etmemek ve üçüncü kişilerin saldırılarını önlemekle yükümlüdür (Nilgün Halloran, B. No: 2012/1184, 16/7/2014, § 41; Adnan Oktar (3), B. No: 2013/1123, 2/10/2013, § 33; Bekir Coşkun, § 45; Önder Balıkçı, B. No: 2014/6009, 15/2/2017, § 44).
(4) İfade Özgürlüğü ile Şeref ve İtibarın Korunması Hakkı Arasında Adil Denge
33. Anayasa Mahkemesi önceki kararlarında başvurucunun müdahale edilen ifade özgürlüğü ile başvurucunun ifadeleri nedeniyle davacının müdahale edilen şeref ve itibar hakkının korunması arasında adil bir dengenin gözetilip gözetilmediğini değerlendirmiştir. (Nilgün Halloran, § 27; İlhan Cihaner (2), § 49). Bu, soyut bir değerlendirme değildir. Çatışan haklar arasında dengeleme yapılabilmesi için başvurucunun kullandığı ifadelerin türünün, kamusal tartışmalara katkı sunma kapasitesinin, ifadelere yönelik kısıtlamaların niteliğinin ve kapsamının, ifadelerin kimin tarafından dile getirildiğinin, kime yöneldiğinin, tarafların ünlülük derecelerinin, ilgili kişilerin önceki davranışlarının ve kamuoyu ile diğer kişilerin kullanılan ifadeler karşısında sahip oldukları hakların ağırlığının değerlendirilmesi gerekir (Nilgün Halloran, § 44; Ergün Poyraz (2), § 56; Kadir Sağdıç [GK], B. No: 2013/6617, 8/4/2015, §§ 58-66; İlhan Cihaner (2), §§ 66-73). Bunun için başvurucu tarafından söylenen sözlerin yapılan konuşmanın tamamı ve söylendiği bağlamdan kopartılmaksızın olayın bütünselliği içinde değerlendirilmesi gerekir (Nilgün Halloran, § 52; Önder Balıkçı, § 45).
34. Anayasa Mahkemesi; somut olayın koşullarında başvurucunun kullanmış olduğu ifadeleri sebebiyle manevi tazminat ödemeye mahkûm edilmesinin zorunlu bir ihtiyaca karşılık gelip gelmediğini, gerçekleşmesi amaçlanan meşru amaçla orantılı olup olmadığını, bunu haklı göstermek için ortaya konan gerekçelerin ilgili ve yeterli görünüp görünmediğini davanın bütününe bakarak değerlendirecektir (benzer yönde bir değerlendirme için bkz. Sinan Baran, B. No: 2015/11494, 11/6/2018, § 38).
(5) Somut Olayın Değerlendirilmesi
35. Somut olay bir siyasi parti lideri olan başvurucunun konuşmanın yapıldığı dönemde kamuoyunda büyük infial uyandıran, bir vakfa ait öğrenci yurdunda yaşandığı anlaşılan bir cinsel istismar olayı ile ilgili değerlendirmeleri sırasında kullanılan ifadelere ilişkindir.
36. Başvurucu, konuşmasında söz konusu olay ile ilgili değerlendirmelerde bulunurken öncelikle istismar olayının mağduru olan çocukların yeterince korunmamasından, olayın yaşanmaması için gerekli tedbirlerin alınmamasından yakınmış ve yürütülen millî eğitim politikası ile birlikte bu konuda sorumlu olduğunu düşündüğü yetkilileri tek tek sayarak sessiz kaldıklarını ileri sürmüştür.
37. Başvurucu, olay sonrası konuşmasındaki açıklamaları nedeniyle Bakan S.R.yi hedef almış ve "birilerinin önüne yatmış vaziyette" şeklinde bir ifade kullanmıştır. Davacı, başvurucunun konuşmasında geçen bu ifadenin hakaret olduğunu iddia etmiş, derece mahkemeleri de davacıyı haklı bularak manevi tazminata hükmetmiştir.
38. Somut olayda ifade özgürlüğü ile şeref ve itibarın korunması hakkı arasında adil bir denge kurulabilmesi için öncelikle başvurucunun ifadelerinin konusu ile düşüncelerin açıklanmasında kamu yararı, toplumsal ilgi veya güncellik bulunup bulunmadığı değerlendirilmelidir. Başvuruya konu açıklamalar, infial yaratan olayın ortaya çıkmasının hemen ardından yapılmış olup söz konusu açıklamaların bu bakımdan güncelliğini koruduğu hususunda bir şüphe bulunmamaktadır. Başvurucunun tazminat ödemesine neden olan ifadeler, Bakan S.R.nin olayın hemen sonrasında yapmış olduğu açıklamalardan ve o günün şartlarından bağımsız olarak değerlendirilemez (Nilgün Halloran, § 52; Önder Balıkçı, § 45). Bu nedenle, o dönemde kamuoyunda büyük infial uyandıran, çok sayıda sivil toplum kuruluşunca takip edilen, TBMM gündemine gelen, ulusal ve uluslararası yayın organlarında bir çok habere konu olan (bkz. § 9) olayın toplumun ilgisini çekmesi nedeniyle tartışılmasında kamu yararı bulunduğunda da şüphe yoktur. Bununla birlikte somut olayda başvurucu tarafından davacıya karşı kullanılan "birilerinin önüne yatmış vaziyette" şeklindeki sözlerin devam etmekte olan kamusal tartışmaya bir katkı sunup sunmadığının ve davacı açısından da katlanılması gereken sözler olup olmadığının değerlendirilmesi gerekmektedir.
39. Anayasa Mahkemesinin yerleşik hale gelmiş kararlarında da vurgulandığı üzere, kişilerin ifade özgürlükleri ile şeref ve itibar haklarının korunması arasında adil bir denge kurulup kurulmadığı değerlendirmesinin; kişilerin şeref ve itibar haklarını ihlal ettiği ileri sürülen sözlerin içinde yer aldıkları metnin veya konuşmanın tamamının gözetilmesi, konuşmanın yapıldığı bağlamdan kopartılmaksızın olayın bütünselliği içinde ve tarafların konumları ile söz konusu ifadelere cevap verebilme imkânlarının ne olduğunun dikkate alınması suretiyle yapılması gerektiğinde kuşku bulunmamaktadır. Somut olayda başvurucunun yaptığı konuşmanın konusunu oluşturan ve kamuoyunda büyük infial uyandıran olayın bir vakfa ait öğrenci yurdunda gerçekleştiği, davacı bakanın olaya ilişkin değerlendirmesinde (bkz. § 10) olaya karışan kişiler için hukuki takipleri sıfır toleransla sürdürdüklerini belirten, tüzel kişi niteliğini haiz yurt işleticisi (sahibi) vakfı ise savunan sözler sarf ettiği anlaşılmaktadır.
40. Belirtmek gerekir ki bir siyasetçi olan başvurucunun olayda sorumluluğunun bulunduğunu değerlendirdiği ve kendisi gibi siyasetçi olan bakanın olayın meydana geldiği öğrenci yurdunun sahibi olan vakfı savunmasını eleştirmesi, bağlamında ilgili bakana yönelik ifadeler kullanması tabiidir. Bununla birlikte başvurucu tarafından kullanılan şikayete konu ifadelere bakıldığında, söz konusu ifadelerin başvurucunun konuşmasının genel anlamının dışına çıkan, bir kadın olan davacı bakan tarafından olay bağlamında savunulan tüzel kişiliği haiz vakfı da aşan, başkalarını çağrıştıran ve cinsel içerikli bir anlamı olan ifadeler olduğu sonucuna varılmaktadır. Belirtilen bu durum ile söz konusu ibarelerin anlam ve çağrışımına ilişkin olarak derece mahkemeleri kararlarında yapılan değerlendirmeler ile bir kadın olarak davacının kendisi hakkında sarf edilen söz konusu ifadelere cevap vermesinin zorluğu gözetildiğinde, bir siyasetçi de olsa kendisinden buna katlanması, hoşgörü göstermesi gerektiğinin söylenemeyeceği kanaati oluşmaktadır. Hal böyle olunca, sarf ettiği sözler nedeniyle başvurucu aleyhine tazminata hükmedilmesinin zorunlu toplumsal bir ihtiyaca karşılık gelmediği de söylenemez.
41. Öte yandan somut olayda başvurucunun adli bir ceza ile cezalandırılmadığı, ayrıca aleyhine hükmedilen tazminatın da ekonomik durumuna uygun ve hafif kabul edilebilecek bir miktarda olduğu değerlendirildiğinde başvurucu açısından ortaya çıkan durumun ölçüsüz olduğundan da söz edilemez.
42. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 26. maddesinde güvence altına alınan ifade özgürlüğünün ihlal edilmediğine karar verilmesi gerekir.
Engin YILDIRIM ve M.Emin KUZ bu görüşe katılmamışlardır.
VI. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. İfade özgürlüğünün ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA OYBİRLİĞİYLE,
B. Anayasa’nın 26. maddesinde güvence altına alınan ifade özgürlüğünün İHLAL EDİLMEDİĞİNE Engin YILDIRIM ve M. Emin KUZ"un karşıoyları ve OYÇOKLUĞUYLA,
C. Yargılama giderlerinin başvurucu üzerinde BIRAKILMASINA,
D. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 18/5/2021 tarihinde karar verildi.
KARŞIOY GEREKÇESİ
1. Şikâyete konu olayların geçtiği tarihte ve halen Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde (TBMM) temsil edilen ikinci büyük parti olan Cumhuriyet Halk Partisi’nin (CHP) genel başkanı olan başvurucu, TBMM parti grup toplantısında bir yurtta kalan küçük yaştaki çocukların cinsel tacize uğraması olayıyla ilgili olarak zamanın Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı’na karşı söylediği sözler nedeniyle 10.000 TL tazminat ödemeye mahkûm edilmiştir.
2. Başvurucunun konuşmasında sarf etmiş olduğu sözlerden Bakana yönelik olan “…Milli Eğitim Bakanı konuşmuyor, Aileden Sorumlu Bakan da zaten birilerinin önüne yatmış vaziyette, o da konuşmuyor…” kısmı dava konusu olmuştur.
3. Davaya bakan mahkeme kararında başvurucunun konuşmasında bir vakıf yurdunda meydana gelen cinsel istismar olayını eleştirirken “vakfın” yerine “birilerinin” kelimesini kullanmasının “…konunun özünden ayrılarak…” davacıyı “konuşmadaki konunun dışına çıkarmıştır” biçiminde bir gerekçeye dayanmaktadır. Mahkeme, konuşmada dile getirilen istismar olayının tartışılmasının güncel olduğunu, toplumun ilgisini çektiğini ve eleştirilmesinde kamu yararı bulunduğunu kabul etmekle beraber “davalının Aileden Sorumlu Bakana yönelik dava konusu edilen ifadelerinin sarf edilmesinde ne güncellik, ne toplumun ilgisi, ne de kamu yararı bulunmadığı”nı vurgulamış ve söz konusu ifadelerin toplum tarafından ağırlıklı olarak “hakaret içerikli” bir şekilde anlaşılacağına dikkat çekmiştir.
4. Temyiz üzerine davayı inceleyen Ankara Bölge Adliye Mahkemesi 25. Hukuk Dairesi, Türk Dil Kurumu Atasözleri ve Deyimler Sözlüğüne yaptığı araştırmada dava konusu edilen “önüne yatmak” şeklinde bir atasözü/deyimin bulunmadığını tespit etmiştir. Mahkeme, bu deyimin başvurucu tarafından hangi anlamda kullanıldığının yanında toplum tarafından nasıl anlaşılmış olduğunun da belirlenmesi gerektiğinin altını çizmiştir. Bu çerçevede, davalının kullandığı “önüne yatmak” deyiminin değil de “altına yatmak” deyiminin cinsel ilişki ve anlam içerdiğinin davalının savunmasına delil olarak sunduğu bir yazıdan anlaşıldığına işaret eden Temyiz Mahkemesi, “önüne yatmak” deyiminin “yaygın kullanımı olan bir söz öbeği olmayıp cinsel anlam ifade eden başka bir söz öbeğine (toplumda yaygın bir kullanımı sahip ‘altına yatmak’) olan “benzerliğinden” hareketle, başvurucunun sarf ettiği “önüne yatmak” deyimine toplumun cinsel bir anlam yüklediği kanaatine ulaşmıştır. Sonuç olarak Temyiz Mahkemesi sarf edilen sözlerin toplum tarafından cinsel anlamda algılandığı gerekçesiyle davacının kişilik haklarının zedelendiğine hükmetmiştir.
5. Mahkememizin yerleşik içtihadına göre ifade özgürlüğü; kişinin haber ve bilgilere, başkalarının fikirlerine serbestçe ulaşabilmesi, düşünce ve kanaatlerinden dolayı kınanamaması ve bunları tek başına veya başkalarıyla birlikte çeşitli yollarla serbestçe ifade edebilmesi, anlatabilmesi, savunabilmesi, başkalarına aktarabilmesi ve yayabilmesi anlamına gelir. Toplumsal ve siyasal çoğulculuğu sağlamak, her türlü düşüncenin barışçıl bir şekilde ve serbestçe ifadesine bağlıdır. Bu itibarla düşünceyi açıklama ve yayma özgürlüğü demokrasinin işleyişi için yaşamsal önemdedir (Bekir Coşkun, 2014/12151, 4/6/2015, §§ 33-35). Anayasa’nın 26. maddesinin ikinci fıkrasına göre ifade özgürlüğünün sınırlandırılma nedenlerinden ve bu kapsamda ifade özgürlüğünü kullananların uyması gereken görev ve sorumluluklardan biri de başkalarının şöhret veya haklarının korunmasıdır. Bireyin şeref ve itibarı, kişisel kimliğinin ve manevi bütünlüğünün bir parçasını oluşturur ve Anayasa’nın 17. maddesinin birinci fıkrasının korumasından faydalanır (İlhan Cihaner (2), B. No: 2013/5574, 30/6/2014, § 44). Devlet, bireyin şeref ve itibarına keyfî olarak müdahale etmemek ve üçüncü kişilerin saldırılarını önlemekle yükümlüdür (Nilgün Halloran, B. No: 2012/1184, 16/7/2014, § 41).
6. Anayasa Mahkemesi, önüne gelen şikayetlerde başvurucunun müdahale edilen ifade özgürlüğü ile başvurucunun ifadeleri nedeniyle davacının müdahale edilen şeref ve itibar hakkının korunması arasında adil bir dengenin gözetilip gözetilmediğini incelemektedir (Nilgün Halloran, § 27; İlhan Cihaner (2), § 49). Çatışan haklar arasında dengeleme yapılabilmesi için Anayasa Mahkemesinin aradığı ölçütler şunlardır: Uyuşmazlığa konu ifadelerin maddi olgu mu yoksa değer yargısı mı oluşturduğu, ifadelerin kimin tarafından dile getirildiği, hedef alınan kişinin kim olduğu, kendisine yöneltilen ifadelere cevap verme olanağının bulunup bulunmadığı, hayatı üzerindeki etkisi, tarafların ünlülük dereceleri, hedef alınan kişinin katlanması gereken, kabul edilebilir eleştiri sınırlarının sade bir vatandaş ile karşılaştırıldığında daha geniş olup olmadığı, başvurucunun kullandığı ifadelerin türü, kamusal tartışmalara katkı sunma kapasitesi ve kamuyu bilgilendirme değeri, toplumsal ilginin varlığı ve konunun güncel olup olmadığı, ifadelere yönelik kısıtlamaların niteliği ve kapsamı, ilgili kişilerin önceki davranışlarının ve kamuoyu ile diğer kişilerin kullanılan ifadeler karşısında sahip oldukları hakların ağırlığı ve başvurucunun yaptırıma maruz kalma endişesinin başvurucu üzerinde caydırıcı etki yaratıp yaratmayacağı (Nilgün Halloran, §§ 41-44; İlhan Cihaner (2), §§ 66-73; Ergün Poyraz (2) [GK], B. No: 2013/8503, 27/10/2015, § 56; Kadir Sağdıç [GK], B. No: 2013/6617, 8/4/2015, §§ 58-66)). Dengelemenin sağlıklı olabilmesi için başvurucu tarafından dile getirilen sözlerin yapılan konuşmanın tamamı ve söylendiği bağlamdan kopartılmaksızın olayın bütünselliği içinde değerlendirilmesi şarttır (Nilgün Halloran, § 52). Bu açıdan, çatışan haklar arasında yapılacak dengelemede ifadelerin bağlamı ve öncesinde yaşanan olaylar büyük önem taşımaktadır.
7. Mahkememiz, ifade özgürlüğü ile şeref ve itibar hakkı arasındaki dengeleme incelemelerinde başvurucunun kullanmış olduğu ifadeleri sebebiyle manevi tazminat ödemeye mahkûm edilmesinin zorunlu bir ihtiyaca karşılık gelip gelmediğini, gerçekleşmesi amaçlanan meşru amaçla orantılı olup olmadığını, bunu haklı göstermek için ortaya konan gerekçelerin ilgili ve yeterli görünüp görünmediğini değerlendirmektedir. Dolayısıyla, eldeki başvuruda ifadelerin sarf edildiği bağlamı da göz önüne alarak başvurucunun sözlerinin kişisel saldırı amacıyla söylenip söylenmediğinin ve hakaret içerip içermediğinin belirlenmesi gerekmektedir.
8. İfade özgürlüğüne yönelik yapılan başvuruya konu müdahale mahkeme kararından kaynaklandığı için çatışan haklar arasında yapılacak dengelemenin gerekçeli kararlarda yapılması beklenmektedir (Bekir Coşkun, §§ 44, 47). Kamu makamlarının temel hak ve özgürlüklere ilgili ve yeterli bir gerekçe ortaya koymadan yaptıkları müdahalelerin demokratik toplum düzeninin gereklerine uygun olarak kabul edilebilmesi mümkün değildir. Dolayısıyla ifade özgürlüğüne gerekçesiz olarak veya Anayasa Mahkemesince ortaya konulan ölçütleri karşılamayan bir gerekçe ile yapılan müdahaleler Anayasa"nın 26. maddesini ihlal edecektir (Kemal Kılıçdaroğlu, § 58; Bekir Coşkun, § 56; Zübeyde Füsun Üstel ve diğerleri, [GK], B. No: 2018/17635, 26/7/2019, § 120).
9. Anayasa Mahkemesi; siyasetçilerin, kamuoyunca tanınan kişilerin ve kamusal yetki kullanan görevlilerin gördükleri işlev nedeniyle daha fazla eleştiriye katlanmak durumunda olduklarını ve bunlara yönelik eleştirinin sınırlarının çok daha geniş olduğunu her zaman vurgulamıştır (Ergün Poyraz (2), § 58). Bir siyasetçi olan Bakanın söz, tutum ve davranışlarının siyasi rakiplerinden olan başvurucunun sıkı ve yakın denetimi altında olması tabiidir (Kemal Kılıçdaroğlu, B. No: 2014/1577, 25/10/2017, § 62). Siyasetçilerin kullandıkları bazı sözler açıkça polemik çıkarmaya, şiddetli tepkiler yaratmaya ve taraftarlarını konsolide etmeye yönelik siyaset üsluplarının bir parçası olarak kabul edilebilir (Kemal Kılıçdaroğlu, B. No: 2014/1577, 25/10/2017, § 65). İfade özgürlüğü fikirlerin sadece içeriğini değil iletilme usulünü de korur (Ali Kıdık, B. No: 2014/5552, 26/10/2017, § 79).
10. Seçmenlerini temsil eden, onların taleplerini, endişelerini ve düşüncelerini politik alana aktaran ve çıkarlarını savunan, seçilmiş kimseler için ifade özgürlüğünün özellikle değerli olduğu açıktır. Bu sebeple müdahale eğer bir siyasetçinin ve özellikle ana muhalefet partisinin genel başkanının ifade özgürlüğüne yönelik ise başvuruların çok daha sıkı bir denetimden geçirilmesi gerekmektedir. (Kemal Kılıçdaroğlu, B. No: 2014/1577, 25/10/2017, § 60).
11. Somut başvuruyla ilgili cinsel istismar olayının geçtiği tarihte Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı görevini yürüten S.R. yaptığı bir konuşmada olayın gerçekleştiği yurdun sahibi olan “vakfın hizmetleri ile öne çıkan değerli bir kurum olduğunu…” belirtmiştir. Ana muhalefet partisinin genel başkanı olan başvurucu da partisinin grup toplantısında yaptığı konuşmada toplumda büyük bir infiale neden olan taciz olayıyla ilgili olarak bazı değerlendirmelerde bulunmuştur. Başvurucu konuşmasında, olayın cereyan ettiği yurdun hukuka aykırı olarak faaliyet gösterdiğini, cinsel istismara uğrayan çocukların yeterince korunmadığını ve olayın engellenmesi konusunda gerekli tedbirlerin alınmadığını ileri sürerek, milli eğitim politikası ile birlikte bu konuda sorumluluk taşıdığını düşündüğü yetkilileri tek tek sayarak bu elim olay karşısında sessiz kalmakla itham etmiş ve olayının gerçekleştiği yurdun bağlı olduğu vakfı koruyucu ve kollayıcı içerikteki açıklamalarından dolayı Bakan S.R.’yi de eleştirmiş ve bu bağlamda Bakanı muhatap alarak “birilerinin önüne yatmış vaziyette” şeklinde bir ifade kullanmıştır.
12. Mahkememiz çoğunluğu taciz olayının toplumun ilgisini çektiği ve tartışılmasında kamu yararı bulunduğundan şüphe duymamakla birlikte “davacıya karşı söylenen ‘birilerinin önüne yatmış vaziyette’ şeklindeki sözlerin devam etmekte olan kamusal tartışmaya bir katkı sunacağı konusunda ikna” olmamış (§ 38) ve derece mahkemelerinin değerlendirmesine benzer şekilde metnin içinden adeta cımbızla çıkarılan dört kelimeden hareketle başvurucunun ifade özgürlüğünün ihlal edilmediğine karar vermiştir. Çoğunluk, “başvuruya konu sözlerin yer aldığı konuşmaya bir bütün olarak bakıldığında, olayda sorumlu olduğu düşünülen kişilerin tamamının hedef alındığı, vakfın değil çocukların korunması gerektiğinin belirtildiği”ni kabul etse de mahkememizin yerleşik içtihadından farklı olarak başvurucunun konuşmasını tam anlamıyla bir bütün olarak değerlendirmemiş, müştekiye yöneltilen ifadeleri bağlamından ayırarak konuşma metninden bağımsız bir şekilde ele almıştır.
13. Çoğunluk kararının temelinde başvurucunun “davaya konu ifadesinde vakfın önüne yatmış ifadesi yerine çoğul gerçek kişileri kastederek ‘birilerinin önüne yatmış vaziyette’ şeklinde bir ifade” kullanmasının yattığı görülmektedir. Buradan hareketle çoğunluk, “konuşmanın tamamının eleştiri olarak kabul edilebilecek yönleri bulunduğu kabul edilse bile başvuru konusu sözlerin Türk toplumunca ağır kabul edilebilecek sözlerden olduğu açıktır” sonucuna ulaşmıştır.
14. Anayasa Mahkemesinin siyasetçilerin veya kamuoyunca tanınan kişilerin gördükleri işlev nedeniyle daha fazla eleştiriye katlanmak durumunda olduklarını ve bunlara yönelik eleştirinin sınırlarının çok daha geniş olduğunu her zaman vurguladığını ifade eden çoğunluk “başvurucunun şikâyete konu ifadelerinin bir siyasetçiden bile katlanmasının beklenilemeyeceği kadar ağır ifadeler olduğu kanaatine” vararak bu ifadelere hoşgörü gösterilmesinin zorunlu olmadığının altını çizmiştir (§ 39). Çoğunluk, başvurucunun “adli bir ceza gibi ağır bir ceza ile cezalandırılmamasını ve dava tarihi itibarıyla başvurucunun ekonomik durumuna uygun ve hafif kabul edilebilecek bir tazminat ödemeye” mahkûm edilmesini de kararında dikkate almıştır. Sonuç olarak çoğunluk, başvurucunun ifade özgürlüğüne yapılan müdahalenin zorunlu toplumsal bir ihtiyaca karşılık gelmesi ve orantılı olması nedeniyle demokratik toplum düzeninin gereklerine uygun olduğunu, derece mahkemelerinin ileri sürdüğü gerekçelerin de ilgili ve yeterli olduğu sonucuna ulaşmıştır (§ 41).
15. Çoğunluk, derece mahkemelerinin dava konusu sözlere toplumun cinsel anlam yüklediği şeklindeki görüşlerini “başvuru konusu sözlerin Türk toplumunca ağır kabul edilebilecek sözlerden olduğu açıktır” gerekçesiyle dolaylı olarak kabul ettiğinden mahkemelerin gerekçelerini ilgili ve yeterli görmüştür. Halbuki, derece mahkemelerinin bahse konu ifadelere toplumun cinsel bir anlam yüklediği sonucuna nasıl vardıkları hususunda Mahkememiz çoğunluğunun bir değerlendirme yapması beklenirdi. Örneğin, derece mahkemelerinin söz konusu ifadelerin cinsel çağrışımlar yaptığını nasıl tespit ettiğinin değerlendirilmesi gerekirdi. Temyiz mahkemesi, Türk Dil Kurumu Deyimler ve Atasözleri Sözlüğünde yaptığı aramada “önüne yatmak” deyimine rastlamamış, zorlama kokan bir yorumla toplumda yaygın kullanılan ve cinsel çağrışımlar içeren “altına yatmak” deyiminin bu anlamını başvurucunun kullandığı “önüne yatmak” deyimine adeta taşımış, ihraç etmiştir. Bunun ilgili ve yeterli bir gerekçe olarak kabul edilmesi pek mümkün gözükmemektedir.
16. Derece mahkemelerinin somut olayımızda toplumdaki egemen cinsiyetçi bakış açısını kararlarına yansıttığını söyleyebiliriz. Bu anlayış ile hukuk kuralları çatıştığında yargının görevi hukuku uygulamaktır. Burada genel ahlaktan ne anlaşıldığı önem taşımaktadır. Kuşkusuz, Anayasamızda güvence altına alınan bazı haklar mutlak olmayıp, sınırlanabilir niteliktedir ve genel ahlak da bu sınırlama nedenlerinden birini oluşturmaktadır. Anayasa Mahkemesi bir kararında genel ahlakı “belirli bir dönemde doğru, makul ve adil düşünceye sahip toplum genelinin benimsediği ahlak ve edep anlayışı” olarak tanımlamış, bununla birlikte “soyut ve değişken bir kavram olan genel ahlaka ve adaba aykırılığın tespitinde toplumun belirli bir kesiminde kabul edilen değer yargıları değil, demokratik toplum düzenine ilişkin davranış kurallarının esas alınması gerekmektedir. … sınırlanmak istenilen davranış değerlendirilirken demokratik toplumun temellerini oluşturan hoşgörü, açık fikirlilik, çoğulculuk gibi değerler ve özgürlüğü genişletici yorum yöntemleri yanında davranışın demokratik toplumun ahlaki standartları üzerinde olumsuz bir etkisinin bulunup bulunmadığı da dikkate alınmalıdır” tespitlerinde bulunmayı da ihmal etmemiştir (E. 2014/118, K. 2015/35, 01/04/2015). Mahkememiz burada genel ahlakın tanımlanmasında ve yorumlanmasında demokratik toplum düzeninin esasını oluşturan hoşgörü, açık fikirlilik, çoğulculuk gibi değerlerle, özgürlüğü genişletici yorumlarla ve demokratik toplumun ahlaki standartlarının birlikte değerlendirilmesi gerektiğine dikkat çekmiştir.
17. Toplumdaki egemen cinsiyetçi söylem, tutum ve davranış kalıplarının yargı kararlarında gerekçe olarak kullanılması bazı istisnai durumlarda anlaşılabilir olsa da somut olay bağlamında bunu kabul etmek hatalı olacaktır. Kullanılan ifadelerin toplumun çoğunluğu tarafından kadını aşağılayıcı cinsel anlamlar taşıdığını bir an için varsaysak bile bunun yargısal kararlarda yer alması somut olay çerçevesinde Anayasal hakların sürekli göz ardı edilmesine ve bu hakların kullanılması üzerinde caydırıcı bir etki yaratılmasına neden olacaktır. Şunu da kabul etmek gerekir ki dava konusu olan ifadelerin tek bir anlamı yoktur. Toplum çoğunluğunun bu ifadelerde cinsellik ve cinsel çağrışımlar görmesi mümkünse de yargı organlarının bu ifadeleri kullanıldıkları bağlam kapsamında değerlendirmesi gerekir. Kitlelerden, kullanılan sözlerin hangi bağlamda sarf edildiğini bilmesini bekleyemeyiz ama yargı organlarının bu hususu yeterince değerlendirmemeleri anayasal hak ve özgürlüklerin korunması ve geliştirilmesine zarar verebilecektir. Mahkemelerin böyle sabit tek bir anlamı olmayan, kullanıldıkları bağlama göre farklı anlamlar alabilen ve anlamlar yüklenebilen, adeta toplumsal ve hukuki dil denizinde serbestçe dolanımda olan bu tarz ifadelerin, kavramların, deyimlerin anlamlarını tek bir anlama indirgemeleri, o anlamda sabitlemeleri veya sınırlamaları doğru değildir.
18. Derece Mahkemelerini cinsiyetçi bir yoruma iten ana nedenin ifadeyi kullanan siyasetçinin erkek, muhatabının ise kadın olmasından kaynaklandığını söyleyebiliriz. Kullanılan ifadenin muhatabı erkek olsaydı mahkemeler çok büyük bir olasılıkla sarf edilen sözlere cinsel bir anlam atfetmeyebilecekti. Nitekim, temyiz mahkemesi de, uyuşmazlık konusu sözlerin muhatabının kadın bir siyasetçi olmasının da göz önüne alınması gereken bir husus olduğunu belirtmiştir. Buna ek olarak Adalet Bakanlığı da başvuruyla ilgili Mahkememize gönderdiği görüşte şu değerlendirmelerde bulunmuştur: Bakanlığımız aynı zamanda kültür ve geleneğimizde kadının devlet ve toplum içerisinde her dönemde özel bir öneme sahip olduğunu belirtmek ister. Kadın…her zaman toplum içerisinde özel korumalı yerde bulunan kutsal bir değer olarak kabul edilmiştir. Bu anlayış, kadının korunmaya muhtaç olduğu her alanda kendini göstermekte ve yargısal makamlar tarafından da göz önünde bulundurulmaktadır. Bu nedenlerle başvurucu tarafından sarf edilen sözlerin muhatabının bir kadın olduğu da dikkate alınmalıdır (Adalet Bakanlığı, İnsan Hakları Dairesi Başkanlığı,8 Eylül 2020 tarihli yazı).
19. Mahkememiz çoğunluğu başvuru konusu ifadelerin “Türk toplumunca ağır kabul edilebilecek sözlerden olduğu açıktır” gerekçesiyle başvurucunun ifade özgürlüğü ile davacının şeref ve haysiyet hakkı arasındaki dengelemede ikinci hakkın ilk hakka baskın olduğu kanaatine ulaşmıştır. Kabul etmek gerekir ki çatışan haklar arasında dengeleme yapmak anayasa yargısının en çetrefilli konularından biridir. Somut başvuruda çoğunluk, Nilgün Halloran başvurusunda kabul edilen “başvurucu tarafından söylenen sözlerin yapılan konuşmanın tamamı ve söylendiği bağlamdan kopartılmaksızın olayın bütünselliği içinde değerlendirilmesi” ilkesini Mahkememizin yerleşik içtihadında belirtilen ve yukarıda sözünü ettiğimiz ölçütler(Bkz. § 6) doğrultusundan farklı bir şekilde uygulamıştır.
20. Başvurucunun ifade özgürlüğü ile davacının şeref ve haysiyet hakkı arasında sağlanması gereken denge orantısızlık arz edecek biçimde davacı lehine bozulmuştur Çatışan hakların dengelenmesi bakımında maddi olgular ile değer yargıları arasındaki ayrım kritik bir niteliğe sahiptir. Zira, maddi olguların ispatlanabilmesi mümkünken değer yargılarının doğrulanmasının mümkün değildir (İlhan Cihaner (2), §64). Somut olayda ilk derece mahkemesinin gerekçeli kararında ifadelerin hakaret niteliği taşıdığı belirtilmekle birlikte maddi olgu mu yoksa değer yargısı mı oluşturduğu yönünde hiçbir değerlendirmede bulunulmamıştır. Mahkemenin başvurucuyu değer yargısı niteliğindeki ifadelerinden dolayı cezalandırdığını kabul etsek bile mahkemece ilgili ifadelerin keyfî ve nedensiz bir saldırı oluşturup oluşturmadığı noktasında sonuca ulaşmada ele alınması gereken bir ölçüt olan olgusal temel ölçütüne gerekçeli kararda yer verilmemiştir. Halbuki, başvurucu, olgusal temeli olan bir olayla ilgili eleştirilerde bulunmaktadır. Tanınmış bir siyasetçi olan başvurucunun konuşmasının tamamında sarf ettiği sözler siyasi ifadelerdir, muhatabı da kamuoyunca bilinen siyasi bir kişidir. Eleştirel bir özellik gösteren bu ifadelerin kamusal tartışmalara katkı sunma kapasitesi de çok yüksektir.
21. Derece mahkemesi, davaya konu ifadelerin dile getirilme şekli ve nedenini, söylenen sözlerin arka planı olup olmadığını kamusal bir tartışma ekseninde gerçekleşip gerçekleşmediğini yeterince gözetmemiştir. Benzer şekilde, ifadelerin ne şekilde müştekinin şöhret ve haklarını hedef aldığı derece mahkemesi kararlarında belirtilmemiştir. Mahkeme, başvurucunun ifade özgürlüğü ile davacının şeref ve itibarının korunması hakkı arasında bir denge kurmaya çalışmamış yalnızca soyut değerlendirme ve aşırı bir yorumla ifadelerin hakaret oluşturduğunu kabul etmiştir. Kamu yetkililerinin başvurucunun ifade özgürlüğüne yönelik müdahalelerini meşrulaştırmak için başvurdukları gerekçelerin ilgili ve yeterli olmadıkları gibi demokratik toplum düzeni için gerekli acil ve baskılayıcı bir toplumsal ihtiyaca denk düşmeyen ölçüsüz nitelikler taşıdığı anlaşılmaktadır.
22. Başvurucu şikâyete konu ifadelerin cinsellikle bağlantılı şekilde yorumlanmasının doğru olmadığını, “bir kişi ya da kurumu korumak amacıyla elindeki imkânları kullanmak” anlamında söylendiğini belirtmiş ve amacının taciz olayının gerçekleştiği yurdun bağlı olduğu vakfa yönelik eleştiriler karşısında Bakanın vakfı korumasını ve savunmasını eleştirmek olduğunu beyan etmiştir.
23. Başvurucu uyuşmazlık konusu ifadeleri parti grup toplantısında doğaçlama bir konuşma esnasında kullandığından, bunların her zaman başvurucunun anlatmak istediğini tam olarak yansıttığını söyleyemeyiz. Bu nedenle ifade edilen sözlerle ne anlatılmak istendiğinin belirlenmesi için başvurucunun sözlerinin yaptığı konuşmanın tamamı ve söylendiği bağlamdan kopartılmaksızın olayın bütünselliği içinde değerlendirilmesi gerekmektedir. Başvurucunun konuşmasının tamamı ve şikâyet konusu ifadelerin kullanıldığı bağlam dikkate alındığında ifadelerin; taciz olayının gerçekleştiği yurdun bağlı olduğu vakfa yönelik eleştiriler karşısında vakfı ve sorumlu kişileri korumak ve savunmak amacıyla Bakanın yaptığı konuşmanın bir eleştirisi olduğu, Bakanın bu tavrının vakfı korumak adına kendisini öne attığı, siper ettiği anlamında kullanıldığı görülmektedir. Başvurucunun Bakan S.R.’ye cinsel anlam içerecek şekilde hakaret etme niyeti taşımadığını ifadelerin kullanıldığı bağlamdan çıkarmak mümkün olduğundan başvurucunun konuşmasının bütününde cinsel çağrışım anlamına gelecek bir mesaj da ilettiği söylenemez.
24. Konuşmanın ana fikrini ve vurgusunu taciz olayı karşında sessiz kaldığı ve görevlerini yapmadığı iddia edilen bazı kamu görevlilerinin bu tutumlarının sert ve polemikçi bir üslupla eleştirilmesi oluşturmaktadır. Başvurucunun kullandığı sözlerin hakaret içerikli kişisel bir saldırıdan ziyade tartışılmasında kamusal yarar olduğu çok açık olan bir konuda ilgili Bakanın kendi yetki ve sorumluluk alanındaki taciz olayıyla ilgili duruş ve yaklaşımına dönük siyasi bir eleştiri olduğu ortadadır. Kullanılan sözler olgusal bir temele (taciz olayı) dayanmaktadır. Elbette bu sözlerin muhatabı tarafından nasıl algılandığı da önemlidir ancak halka mal olmuş kişiler olarak hareket eden iki siyasetçi arasında geçen somut olay çerçevesinde kabul edilebilir eleştiri sınırları, sıradan bir kimse ile karşılaştırıldığında daha geniştir. Bu tür eleştirilerin siyasetçiler için oyunun kurallarının bir parçası olduğu akılda tutulmalıdır. Bu nedenle eldeki başvuruya konu olayın tarafları olan siyasetçilerin sıradan insanlara göre daha fazla hoşgörü göstermeleri gerekir (Kemal Kılıçdaroğlu, B. No: 2014/1577, 25/10/2017, § 61).
25. Derece mahkemeleri ve mahkememiz çoğunluğu dava konusu sözlerin bağlamı üzerinde yeterince durmamıştır ve sözlere başvurucunun kullandığı anlamın ötesinde başka bir anlam yüklemişlerdir. Bu anlam da toplum çoğunluğunun dava konusu sözlerden ne anladığının varsayımsal olarak tespitinden çıkarılmıştır. Böyle bir yaklaşımın benimsenmesi kamusal tartışmalarda eleştiri yapmayı zorlaştıracağından demokrasinin olmazsa olmazı olan ifade özgürlüğünü tartışılır hale getirecek, kullanılmasını zorlaştıracaktır. Rahatsız edici de olsa siyasetçilere, kamuoyunca tanınan kişilere ve kamusal yetki kullanan görevlilere ilişkin yapılan eleştirilerin cezalandırılması caydırıcı etki doğurarak toplumdaki ve kamuoyundaki farklı seslerin susturulmasına yol açabilir. Bu nedenle müştekiye yönelik sözler söyleyen başvurucunun tazminat ödemeye mahkûm edilmesi, bilgilendirme ve eleştiride bulunabilme ortamının bir sonucu olan çoğulcu topluma zarar verebilir.
26. Açıklanan gerekçelerle başvurucunun ifade özgürlüğüne yapılan müdahalenin toplumsal bir ihtiyaca karşılık geldiğinin derece mahkemesince ilgili ve yeterli bir gerekçe ile ortaya konulamadığını düşündüğümden bu müdahalenin demokratik toplum düzeninin gereklerine uygun olmadığı sonucuna ulaştım. Bu nedenle, başvurucunun Anayasa"nın 26. maddesinde güvence altına alınan ifade özgürlüğünün ihlal edildiği düşüncesiyle çoğunluk kararına muhalefet ettim.
|
|
|
|
Üye Engin YILDIRIM
|
KARŞIOY GEREKÇESİ
Başvurucunun parti grup toplantısındaki konuşmasında bir bakan hakkında söylediği sözlerden dolayı tazminat ödemesine hükmedilmesi üzerine yaptığı başvuruda, ifade hürriyetinin ihlal edilmediğine karar verilmiştir.
Çoğunluğun buna ilişkin kararının gerekçesinde; başvurucunun, kamuoyunda büyük infial uyandıran bir olay sonrasında davacı bakanın açıklamaları nedeniyle onu hedef alarak söz konusu ifadeyi kullandığı, bu sözlerin güncelliğini koruyan bir konuda söylendiğinde, toplumun ilgisini çektiğinde ve tartışılmasında kamu yararı bulunduğunda şüphe yoksa da devam eden kamusal tartışmaya katkı sunacak nitelikte olmadığı ve siyasetçi de olsa bir kadın olan davacıdan katlanması beklenemeyecek kadar ağır olduğu belirtilerek, başvurucu aleyhine tazminata hükmedilmesinin zorunlu toplumsal bir ihtiyaca karşılık geldiği ve başvurucunun ifade hürriyetinin ihlal edilmediği sonucuna varılmıştır.
Kararlarımızda da birçok defa vurgulandığı gibi ifade hürriyeti, kişinin düşünce ve kanaatlerinden dolayı kınanmaması, bunları çeşitli yollarla serbestçe ifade edebilmesi, savunabilmesi, başkalarına aktarabilmesi ve yayabilmesi anlamına gelmekte; çoğunluğa muhalif olanlar da dahil olmak üzere düşünceye paydaş sağlanması, bu konuda başkalarını ikna etme çabaları ve bu çabaların hoşgörüyle karşılanması çoğulcu demokratik düzenin gerekleri arasında kabul edilmektedir.
Mutlak bir hak olmayan ve sınırları bulunan ifade hürriyetinin sınırlandırma sebeplerinden biri de Anayasanın 26. maddesinin ikinci fıkrasına göre başkalarının şöhret ve haklarının korunmasıdır. Yani ifade hürriyetini kullananların, Anayasanın 17. maddesinin birinci fıkrasında teminat altına alınan temel hakkın bir parçasını oluşturan şeref ve itibarın korunması sorumluluğuna uyması gerekir.
Bu nedenle, konuya ilişkin başvurularda, başvurucunun müdahale edilen ifade hürriyeti ile başvurucunun ifadelerinden dolayı şeref ve itibarının ihlal edildiğini ileri süren kişilerin bu haklarının korunması arasında adil bir dengenin gözetilip gözetilmediği değerlendirilmekte ve bu değerlendirmede kararın gerekçesinde belirtilen kriterler gözönünde bulundurularak bir sonuca varılmaktadır (§§ 33-34).
Buna göre, yapılan incelemede -diğer hususların yanında- mezkûr ifadelerin kimin tarafından, ne zaman ve nerede dile getirildiğinin, kime yöneldiğinin, ayrıca ifadelerin türü ile kamusal tartışmalara katkı sunma kapasitesinin, ilgili kişilerin tanınırlık dereceleri ile bu ifadelerden önceki sözleri ve davranışlarının değerlendirilmesi; bunun için de, dava konusu edilen sözlerin -söylendiği bağlamdan koparılmaksızın- konuşmanın tamamı ve olayın bütünselliği içinde ele alınması önem taşımaktadır.
Kararda da belirtildiği üzere başvuru konusu, bir siyasî partinin genel başkanı olan başvurucunun, partisinin TBMM grup toplantısında yaptığı konuşmada kullandığı bir ifade sebebiyle bir bakan tarafından açılan davada tazminata hükmedilmesine ilişkindir. Bu nedenle konunun öncelikle yasama sorumsuzluğu kapsamında ele alınması gerekir.
Bilindiği gibi Anayasa, çoğu durumda bir hak veya hürriyeti yalnızca tanımakla yetinmeyip onun kullanılmasını garanti altına almak için bazı yönlerini ayrıca vurgulayarak veya bazı yönlerine belli bir önem atfederek koruma altına almakta; Anayasa koyucunun bir hakkı tanımanın yanında o hakkın norm alanına giren bir boyutunu ayrıca ve özel olarak ifade etmesi ve buna ilişkin ek bir güvence getirmesi de mümkün olabilmektedir (Kadri Enis Berberoğlu (2) [GK], B.No: 2018/30030, 17/9/2020, § 69).
Anayasanın “Yasama dokunulmazlığı” başlıklı 83. maddesinde öngörülen güvenceler de bu kapsamdadır (Kadri Enis Berberoğlu (2), § 70). Mezkûr kararımızda Anayasanın 83. maddesinin ikinci fıkrasına ilişkin olarak başka temel hak ve hürriyetler bakımından belirtildiği gibi, birinci fıkrasında öngörülen düzenleme de milletvekillerinin Meclis çalışmaları sırasındaki düşünce açıklamalarından dolayı ek bir güvence getirmektedir.
Anılan maddenin birinci fıkrasında, milletvekillerinin Meclis çalışmalarındaki oy ve sözleri ile Mecliste ileri sürdükleri düşüncelerden sorumlu tutulamayacakları hükme bağlanarak yasama sorumsuzluğu düzenlenmiştir. Meclis grup toplantılarının da Meclis çalışmaları kapsamında olduğu tartışmasızdır.
Yargıtayın, yasama sorumsuzluğunun, başkalarının kişilik haklarına saldırı oluşturan sözlerinden dolayı milletvekillerinin hukukî sorumluluğuna gidilmesini engellemeyeceği yönündeki içtihadına ve Türk hukuk doktrininde konunun tartışmalı olmasına rağmen, Anayasaya uygunluk denetimi görev ve yetkisi Anayasa Mahkemesine ait olduğundan, söz konusu anayasal güvenceyi öngören düzenlemenin -daha önceki birçok kararımızda vurgulandığı üzere- Anayasa Mahkemesi tarafından yorumlanması gerektiği açıktır.
Nitekim konuyla ilgili en son kararlarında da Anayasa Mahkemesi Genel Kurulu oybirliğiyle “Norm denetiminde olduğu gibi bireysel başvuru yolunda da Anayasa hükümlerinin nihai ve bağlayıcı olarak yorumlanması yetkisi[nin] Anayasa Mahkemesine ait” olduğunu vurgulayarak (Kadri Enis Berberoğlu (2), § 71; Kadri Enis Berberoğlu (3) [GK], B.No: 2020/32949, 21/1/2021, § 81) ihlal sonucuna varmıştır.
Anayasa Mahkemesi, Yargıtayın -yasama sorumsuzluğu da dahil olmak üzere-anayasal bir düzenlemeye ve buna konu müesseseye ilişkin kararlarını değerlendirerek bir temel hakkın ihlal edilmediği sonucuna varabilirse de, bu kararını ilgili Anayasa hükmünün Yargıtay tarafından böyle yorumlandığı gerekçesine değil, bu yorumun isabetli olduğu değerlendirmesine dayandırmalıdır. Aksinin kabulü, anayasal düzenlemelerin ve müesseselerin nihaî ve bağlayıcı olarak Yargıtay tarafından yorumlanması ve bunun Anayasa Mahkemesi için de bağlayıcı olması sonucunu doğurur.
Bireysel başvuruda derece mahkemelerinin kanun hükümlerini nasıl yorumladıkları temel hakla ilgili olmadığı (ve bu yorum bariz takdir hatası veya açıkça keyfîlik taşımadığı) sürece inceleme kapsamında bulunmamakla birlikte, somut başvuruda yasama sorumsuzluğuna ilişkin norm hem temel hakla ilgili hem de bu mahkemelerin nihaî olarak yorumlama yetkileri bulunmayan Anayasa hükmü olduğundan, yasama sorumsuzluğunu öngören mezkûr hükmün de Yargıtayın içtihadından bağımsız olarak Mahkememizce değerlendirilmesi gerekir.
Bu çerçevede, temel hakka müdahaleye yol açan yorumun Anayasanın 83. maddesinin birinci fıkrasına aykırı olduğunun tespit edilmesi hâlinde başvurucunun Anayasanın 26. maddesinde güvence altına alınmış olan ifade hürriyetinin ihlal edildiğinden söz edilebilir (bkz. aynı yönde Kadri Enis Berberoğlu (2), § 72).
Mahkememiz birçok kararında Anayasanın 83. maddesinde güvence altına alınan ve Anayasa koyucu tarafından yasama sorumsuzluğunu da kapsayacak genişlikte düzenlendiği tartışmasız olan yasama dokunulmazlığı kurumunun asıl amacının milletvekilinin şahsının değil, yasama işlevinin korunması ve dolayısıyla kamu yararının sağlanması olduğunu vurgulamıştır (Kadri Enis Berberoğlu (2), § 75 ).
Yine bu kapsamda yasama sorumsuzluğunun niteliği itibariyle mutlak olduğu ve Anayasanın anılan hükmünde cezaî ve hukukî sorumluluk şeklinde bir ayrım yapılarak hukukî sorumluluk bakımından bir istisna öngörülmeden milletvekillerinin Meclis çalışmalarında ifade hürriyeti yönünden mutlak bir sorumsuzluk getirildiği görülmektedir (geniş bilgi için bkz. Erdoğan Teziç, Anayasa Hukuku, 15. bs., İstanbul 2012, s. 441- 450; Kemal Gözler, Türk Anayasa Hukuku, 2. bs., Bursa 2018, s. 536-540).
Bu itibarla, somut başvuruda da yukarıda belirtilen sebeplerle, Anayasanın 83. maddesinin birinci fıkrasında öngörülen ek güvence ile birlikte değerlendirildiğinde, 26. maddede teminat altına alınan ifade hürriyetinin ihlal edildiği açıktır.
Diğer taraftan, yasama sorumsuzluğunun cezaî sorumsuzlukla sınırlı olduğu görüşünün anayasal bir dayanağı bulunmamakla birlikte, bu görüş kabul edilse bile, tazminata hükmedilmesine yol açan sözlerin, konuşma tarihinde ana muhalefet partisinin lideri olan başvurucunun Mecliste yaptığı bir konuşmada söylendiği, konuşmada yer verilen konuların siyasî nitelikte olduğu ve siyasî bir figür olan bakanın (davacının) sözlerinin, siyasî rakiplerinden biri olan başvurucu tarafından sert bir şekilde eleştirilmesinin doğal olduğu gözönünde bulundurulmalıdır (Kılıçdaroğlu/Türkiye, B. No: 16558/18, 27/10/2020, §§ 47, 49-51).
Başvurucu, anılan konuşmasında, kamuoyunun gündeminde olan ve hakkında çok sayıda haber yapılan bir olayla ilgili değerlendirmelerde bulunarak olayın mağduru olan çocukların yeterince korunmadığını, gerekli tedbirlerin alınmadığını belirtmiş ve bazı yetkilileri eleştirmiş; ayrıca olay vesilesiyle adı gündeme gelen bir vakfı koruyucu nitelikte açıklamalar yaptığını düşündüğü bir bakan hakkında da dava konusu ifadeyi kullanmıştır.
Anılan bakanın, başvurucunun konuşmasında geçen ifadenin kişilik haklarına saldırı oluşturduğu iddiasıyla açtığı davada, ilk derece mahkemesi söz konusu ifadenin ne anlama geldiği hususunda değerlendirme yaparken bunun sözlüklerde yer almayan bir deyim olduğunu tespit etmiş, ancak toplumun bu ifadeye cinsel anlam yüklediği sonucuna ulaşarak davacıyı haklı bulmuş ve manevî tazminat ödenmesine karar vermiştir.
Buna karşılık başvurucu, cevap ve istinaf dilekçeleri ile bireysel başvuru formunda, davacı bakanın anılan olaydan kısa bir süre sonra yaptığı açıklamada olayda sözü edilen vakfı savunması ve toplumun çeşitli kesimleri tarafından eleştirilen vakfın yanında olduğunu göstermeye, vakfı himaye etmeye çalışması üzerine onun bu tavrını eleştirmek için “bir kişi veya kurumu korumak amacıyla elindeki imkânları kullanmak” anlamına gelen yerel bir deyim olan bu ifadeyi kullandığını belirtmiştir.
Kararda “Olay ve Olgular” başlığı altında özetlenen somut olay, başvurucunun konuşmasının bütünü içinde ve tazminata esas alınan ifadenin kullanıldığı bağlam dikkate alınarak incelendiğinde, bu sözlerin davacı bakanın olaylarda adı geçen vakfı ve sorumluluğu söz konusu olabilecek kişileri korumaya çalıştığını ve onlara kendisini siper ettiğini ifade etmek için kullanıldığı ve şikâyet konusu sözlerin cinsel bir çağrışıma yol açacak bir anlamda kullanıldığına dair herhangi bir verinin bulunmadığı anlaşılmaktadır.
İlk derece mahkemesi, toplumun söz konusu ifadeye cinsel anlam yüklediği kanaatine nasıl ulaştığına dair bir değerlendirme yapmamış, herhangi bir veri ortaya koymamış ve anılan sözlerin konuşmanın tamamı içindeki bağlamı üzerinde de durmamıştır. Anılan kararda ayrıca, sözü edilen ifadenin anlamının sözlüklerde yer almaması da başvurucunun aleyhine yorumlanarak ve kullandığı kelimelere onun verdiği anlamın ötesinde bir anlam yüklenerek ifadenin bakanı küçük düşürmek amacıyla kullanıldığı sonucuna varılmıştır.
Oysa, yukarıda açıklandığı üzere, dava konusu edilen sözlerin ifade hürriyetini aşıp aşmadığı belirlenirken bağlamından koparılmaması, konuşmanın bütünlüğü içinde değerlendirilmesi ve ifadelere onu kullananın verdiği anlamın ötesinde bir anlam yüklenmemesi gerekir. Aksinin kabulü kamusal tartışmaları zorlaştırır ve demokratik toplum düzeni bakımından önemli bir fonksiyonu olan ifade hürriyetinin varlığını tartışılır hâle getirir.
Söz konusu ifade -muhatabı olan bakanın kadın olduğu da dikkate alındığında- kaba, rahatsız edici ve kırıcı nitelikte olmakla birlikte cinsel bir anlam taşımamaktadır. Kişisel olarak aynı görüşlerin daha uygun bir üslupla ve içerikle ifade edilmesinin mümkün olduğunu, hatta daha etkili olacağını düşünsem de, ifade hürriyeti söz konusu olduğunda başvurucunun yerine geçerek nasıl bir dil kullanılacağını veya kamuoyunu ilgilendiren bir tartışmada nasıl eleştiride bulunulacağını belirlemenin yargı mercilerinin görevi olmadığını, mahkemelerin bu tür davalardaki rolünün -AİHM’in de açıkladığı gibi- ifadeler ne kadar sert olursa olsun, davalının görüşünü açıklarken hangi üslubu benimsemesi gerektiğini belirtmeyi kapsamadığını (Kılıçdaroğlu/Türkiye, § 64) ve mahkemelerin hiçbir şekilde üslubuna ve içeriğine katılmadığı sözlerin de ifade hürriyeti kapsamında kalabileceğini vurgulamak gerekir. Bu sözlerin ifade hürriyeti kapsamında kalıp kalmadığı değerlendirilirken doğru veya rahatsız edici olup olmadıkları da belirleyici değildir.
Kuşkusuz siyasetçilerin konuşmalarında sarfedilen sözlerin, anlatmak istediklerini bazen tam olarak karşılayamayabileceği, bazen de siyaset üsluplarının bir parçası olarak polemik çıkarmaya ve seçmenlerini etkilemeye çalıştıkları gözönünde bulundurulmalıdır. Başvurucu siyaset üslubunun bir parçası olarak, tartışılmasında kamu yararı bulunan bir konuda bakanın yetki ve sorumluluk alanındaki olayla ilgili açıklamalarını ve tavrını sert sözlerle eleştirmiştir. Seçmenlerini temsil eden, onların endişelerini ve düşüncelerini siyasî alana aktaran seçilmiş kimseler için ifade hürriyetinin özellikle daha önemli olduğu ve başvuru konusu olaylar siyasetçiler arasında geçtiği için kabul edilebilir eleştiri sınırlarının diğer kimselere göre daha geniş olduğu da tartışmasızdır. AİHM de, siyasî konuşma ve tartışmalarda ve kamu menfaatini ilgilendiren konularda ifade hürriyetine getirilen kısıtlamalar için çok az alan bulunduğunu belirtmektedir (bkz. Kılıçdaroğlu/Türkiye, § 52 ve bu paragrafda belirtilen AHİM kararları).
Yine ilke kararlarımıza göre başvurucunun konuşmasının konusu ve yapılma zamanı ile konunun tartışılmasında kamu yararı, toplumsal ilgi ve güncellik bulunup bulunmadığı değerlendirildiğinde, çoğunluğun kararında da kabul edildiği üzere, söz konusu olayın ve bakanın açıklamasının hemen ardından yapıldığı, bu bakımdan konunun güncelliğini koruduğu, toplumun ilgisini çektiği ve tartışılmasında kamu yararının bulunduğu bir dönemde gerçekleştiği görülmektedir.
Sonuç olarak, başvuru konusu yargı kararlarında, davaya konu sözlerin söylendiği dönemin şartları, sözlerin bağlamı ile dile getirildiği yer ve nedeni, arka planının olup olmadığı, güncel ve kamusal bir tartışma ekseninde söylenip söylenmediği ve tarafların konumu yeterince değerlendirilmemiş; başvurucunun ifade hürriyeti ile davacının şeref ve itibarının korunması hakkı arasında adil bir dengenin kurulduğunu gösteren bir değerlendirme yapılmadan soyut ve aşırı bir yorumla söz konusu ifadenin davacının kişilik haklarını zedelediği kabul edilmiştir. Bu itibarla, derece mahkemelerinin kararlarında belirtilen gerekçeler, başvurucunun ifade hürriyetine yapılan müdahale için ilgili ve yeterli değildir.
Yukarıda açıklanan sebeplerle, başvurucunun tazminat ödemesine hükmedilmesinin ifade hürriyetini ihlal ettiği düşüncesiyle, çoğunluğun aksi yöndeki kararına karşıyım.
|
|
|
|
Üye M. Emin KUZ
|