AYM 2017/40333 Başvuru Numaralı RAMAZAN ÇAKMAKÇI Başvurusuna İlişkin Karar

Abaküs Yazılım
İkinci Bölüm
Esas No: 2017/40333
Karar No: 2017/40333
Karar Tarihi: 18/5/2021

AYM 2017/40333 Başvuru Numaralı RAMAZAN ÇAKMAKÇI Başvurusuna İlişkin Karar

 

 

 

 

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

RAMAZAN ÇAKMAKÇI BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2017/40333)

 

Karar Tarihi: 18/5/2021

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

 

Başkan

:

Kadir ÖZKAYA

Üyeler

:

Engin YILDIRIM

 

 

M. Emin KUZ

 

 

Yıldız SEFERİNOĞLU

 

 

Basri BAĞCI

Raportör

:

Hilal YAZICI

Başvurucu

:

Ramazan ÇAKMAKÇI

Vekili

:

Av. Mehmet YALÇIN

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru, tıbbi ihmal sonucu zarara uğranılması nedeniyle kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru 21/12/2017 tarihinde yapılmıştır.

3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.

4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.

6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir.

III. OLAY VE OLGULAR

7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir:

8. Başvurucu 2/9/2009 tarihinde karın ağrısı şikâyetiyle Denizli Devlet Hastanesi (Hastane) Acil Servisine başvurmuştur. Başvurucuya miyalji (kas ağrısı) tanısı konulmuş ve görevli doktorun talimatıyla hemşire tarafından kendisine Dikloran adlı ilaç enjekte edilmiştir. Enjeksiyondan kısa bir süre sonra başvurucu sol ayağında rahatsızlık hissettiğini hemşireye söylemiştir.

9. Başvurucu 3/9/2009 tarihinde, önceki gün uygulanan enjeksiyon ile bağlantılı olarak ayağındaki devamlılık arz eden hissizlik ve morarma şikâyetiyle Hastanenin nöroloji servisine başvurmuş ve kendisine nöropati teşhisi konularak on gün istirahat verilmiştir. Bu tarihten sonra başvurucu birçok kez benzer şikâyetlerle nöroloji ile beyin ve sinir cerrahisi bölümlerine başvurmuş; kendisine nöropati, polinöropati, siyatik sinir lezyonu teşhisleri konulmuş ve istirahat verilmiştir. Bu durum neticesinde başvurucunun tarvmatik siyatik sinir lezyonu sebebiyle %20 oranında engelli olduğu Hastane tarafından tespit edilmiştir.

10. Başvurucu, 15/3/2010 tarihinde hatalı enjeksiyon işlemi sonrasında yapılan tetkikler neticesinde kendisine ömür boyu düşük ayak sendromu yaşayacağının söylendiğini ve uzun bir süre çalışamayacağına ve istirahatine ilişkin rapor verildiğini ifade ederek uğramış olduğu maddi ve manevi zararların tazmin edilmesi talebiyle Hastaneye başvurmuştur. Söz konusu başvuruya altmış günlük süresi içinde cevap verilmemiştir.

11. Başvurucu 17/2/2011 tarihinde Denizli İdare Mahkemesinde (Mahkeme) tam yargı davası açmıştır. Başvurucu dilekçesinde özetle, nefes almakta zorlanma şikâyetiyle Hastanenin Acil Servisine başvurduğunu, görevli doktorun talimatıyla hemşire tarafından kendisine enjeksiyon işlemi yapıldığını, bunun üzerine on dakika sonra ayağını hissetmemeye başladığını ifade etmiş; yapılan tetkikler üzerine kendisine ömür boyu düşük ayak sendromu yaşayacağının bildirildiğini ve istirahat raporu verildiğini ifade etmiştir. Başvurucu hatalı enjeksiyon neticesinde meydana gelen ve ömür boyu yaşamak zorunda kalacağı düşük ayak sendromu sebebiyle sakat kaldığını ifade ederek maddi ve manevi olarak zarara uğradığını ileri sürmüştür.

12. Mahkeme söz konusu olaya ilişkin olarak davalılar Denizli Valiliği (Valilik) ve Sağlık Bakanlığından (Bakanlık) savunma istemiş; idarenin kusurunun bulunup bulunmadığının tespiti, varsa kusur oranının belirlenerek rapor hazırlanması için de dosyanın İstanbul Adli Tıp Kurumu Başkanlığına (ATK) gönderilmesine karar vermiştir. ATK 3. İhtisas Kurulu başvurucunun üniversite hastanesi veya eğitim ve araştırma hastanesi nöroloji ana bilim dalına sevkinin sağlanarak düşük ayak sendromu açısından bazı tetkiklerin yapılmasını ve düzenlenecek raporun gönderilmesini istemiştir. Başvurucu, istenen tetkikleri Pamukkale Üniversitesi Nöroloji Polikliniğinde yaptırarak hazırlanan raporu dosyaya sunmuştur. Poliklinik epikriz raporlarındaki kayıtlara göre başvurucuya siyatik sinir lezyonu ve peroneal sinir hasarına ikincil düşük ayak tanısı konulmuştur. Başvurucu söz konusu şikâyetleri ile ilgili olarak aynı Hastaneye daha önce birçok kez başvurduğunu, kendisine benzer teşhislerin konulduğunu ve tedavilerin uygulandığını gösterir nitelikteki kayıtları da dosyaya sunmuştur.

13. Başvurucunun iddialarına ilişkin olarak Valiliğinin esasa ilişkin cevap dilekçesinde başvurucunun ileri derecede bel fıtığı rahatsızlığının olduğu, ameliyat olmayı kabul etmediği, bu yönde verilen sağlık raporu bulunduğu iddia edilmiş; düşük ayak rahatsızlığının sebebinin bel fıtığı rahatsızlığı olduğu, hizmet kusurunun bulunmadığı ve tazminat koşullarının oluşmadığı belirtilerek davanın reddine karar verilmesi gerektiği ileri sürülmüştür. Bakanlık ise başvurucunun sakat kalmasına sebep olduğu ileri sürülen enjeksiyonla ilgili hiçbir tıbbi bulgu ve tespitin bulunmadığını, tazminat koşullarının oluşmadığını ve hizmet kusurunun bulunmadığını ileri sürerek davanın reddinin gerektiğini savunmuştur.

14. 15/10/2012 tarihli ATK raporunda, başvurucuya uygulanan enjeksiyon sonucu gelişen bulguların enjeksiyon nöropatisi ile uyumlu olduğu ancak tıbbi belgelerde enjeksiyonun yanlış yere uygulandığına dair kayıt bulunmadığı, enjeksiyonun doğru bölgeye uygulanması durumlarında da çeşitli nedenlerle nöropatinin gelişebileceği, nöropatinin enjeksiyon uygulamalarının beklenebilir komplikasyonu olarak değerlendirildiği ifade edilmiştir.

15. Başvurucu, ATK raporuna itiraz etmiştir. İtiraz dilekçesinde özetle enjeksiyonun hatalı yapılıp yapılmadığı konusu aydınlatılmadan komplikasyon yönünde değerlendirme yapıldığını ifade etmiş, yeni bir bilirkişi raporu alınması talebinde bulunmuştur. Ayrıca Hastanede hasta öyküsünün alınmadığını, bu kadar ağır sonuçları olabilecek enjeksiyon işlemi ile ilgili olarak bilgilendirilmediğini ve rızasının alınmadığını, işlemin hemen sonrasında şikâyetlerini dile getirmesine ve devamında defalarca Hastaneye benzer şikâyetlerle başvurmasına rağmen gerekli dikkat ve özenin gösterilmediğini ve tedavi edilmediğini ifade etmiştir.

16. Mahkeme, davalı idarelere atfedilebilecek bir hizmet kusuru bulunmadığını değerlendirerek 28/12/2012 tarihinde davanın reddine karar vermiştir.

17. Başvurucu 20/5/2013 tarihinde kararı temyiz etmiştir. Başvurucu temyiz dilekçesinde ATK raporuna ilişkin itirazlarının dikkate alınmayarak eksik bir inceleme yapıldığını, enjeksiyon sebebiyle ortaya çıkan sakatlık olgusunun varlığının açık olmasına rağmen tazminat taleplerinin reddedildiğini ifade etmiştir. Başvurucu ek beyan dilekçesiyle, aynı Hastanede bu sefer sağ tarafından 4/2/2013 tarihinde yapılan enjeksiyon sebebiyle benzer şikâyetlerin ortaya çıkması üzerine, şikâyetlerine ilişkin olarak Pamukkale Üniversitesi Tıp Fakültesi Adli Tıp Ana Bilim Dalı Başkanlığından aldığı bir raporu dosyaya sunmuştur. 8/2/2016 tarihli bu raporda hem söz konusu enjeksiyona ilişkin sürece hem de mevcut başvuruya konu sürece ilişkin değerlendirmelere yer verilmiştir. Bu kapsamda raporda mevcut başvuruya konu enjeksiyon süreci ve ATK raporu da değerlendirilmiştir. Raporda, hatalı enjeksiyon sonrası gelişen nöropatinin enjeksiyonun hatalı yapılmamış olsa da ortaya çıkabileceğine ilişkin ATK raporunda yapılan değerlendirme eleştirilmiş, nöropatinin hatalı enjeksiyon sonucu ortaya çıkmasının daha yaygın görülen bir durum olduğu ifade edilmiştir. Bu durumda enjeksiyonun yanlış yere yapılıp yapılmadığının ve şikâyetlerin ortaya çıkması ile birlikte gerekli tedbirlerin alınıp uygun tedavilerin yapılıp yapılmadığının aydınlatılması gereken asıl mesele olduğu, ancak ATK raporunda bu konuda neredeyse hiçbir değerlendirme yapılmamış olduğu ifade edilmiştir.

18. Başvurucunun temyiz talebi bozma nedenlerinden birinin bulunmadığı gerekçesiyle Danıştay On beşinci Dairesinin 12/4/2017 tarihli kararıyla oy çokluğu ile reddedilmiştir. Muhalif üye görüşünde, başvurucunun şikâyetlerinin uygulanan enjeksiyon sonucu geliştiğinin açık olduğunu, sunulan sağlık hizmetine kusur atfedilememesi nedeniyle tazmin edilemeyen davacının zararlarının kusursuz sorumluluk ilkesi uyarınca tazmin edilmesi gerektiğini ifade etmiştir.

19. Başvurucunun karar düzeltme talebi ise aynı Dairenin 17/10/2017 tarihinde kararın hukuk ve usule uygun olduğu gerekçesiyle oy çokluğuyla reddedilmiştir.

20. Nihai karar başvurucuya 27/11/2017 tarihinde tebliğ edilmiştir.

21. Başvurucu 21/12/2017 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.

IV. İLGİLİ HUKUK

22. İlgili hukuk için bkz. bkz. Fındık Kılıçaslan, B. No: 2015/97, 11/10/2018, §§ 19-27; Cihan Beyribey, B. No: 2014/19450, 26/12/2018, §§ 23-28, Fesih Aydar, B. No: 2015/4259, 10/1/2019, §§ 24-30.

V. İNCELEME VE GEREKÇE

23. Mahkemenin 18/5/2021 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. Başvurucunun İddiaları

24. Başvurucu, ilgili Hastanede gerekli tetkikler yapılmadan enjeksiyonun uygun olmayan bir yere uygulandığını, bu hatalı işlemin ardından ortaya çıkan şikâyetleri Hastanede dile getirmesine rağmen gerekli tedbirlerin alınmadığını ifade etmiştir. Başvurucu defalarca aynı şikâyetlerle Hastaneye başvurduğunu ve on farklı doktorun birbirine benzer teşhisler koyduğunu ve bu teşhislerin enjeksiyonla bağlantılı olduğunun açık olduğunu, devam eden şikâyetlerine rağmen uygun tedavilerin yapılmadığını ve netice itibarıyla sakat kaldığını ifade ederek yaşam hakkının, yargı mercilerince iddialarının ve itirazlarının tümüyle incelenmemesi ve hatalı değerlendirmeler neticesinde tazminat talebinin reddedilmiş olması nedeniyle de hakkaniyete uygun yargılanma hakkı ile etkili başvuru hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

B. Değerlendirme

25. Anayasa’nın iddianın değerlendirilmesinde dayanak alınacak "Kişinin dokunulmazlığı, maddi ve manevi varlığı" kenar başlıklı 17. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:

"Herkes, yaşama, maddî ve manevî varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahiptir."

26. Anayasa"nın 56. maddesinin üçüncü fıkrası şöyledir:

"Devlet, herkesin hayatını, beden ve ruh sağlığı içinde sürdürmesini sağlamak; insan ve madde gücünde tasarruf ve verimi artırarak, işbirliğini gerçekleştirmek amacıyla sağlık kuruluşlarını tek elden planlayıp hizmet vermesini düzenler."

27. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16).

28. Anayasa’nın 17. maddesinin birinci fıkrasında, herkesin maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahip olduğu belirtilmekte olup söz konusu düzenleme, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 8. maddesi çerçevesinde özel hayata saygı hakkı kapsamında güvence altına alınan fiziksel ve zihinsel bütünlüğün korunması hakkına karşılık gelmektedir (Hatice Çalış ve diğerleri, B. No: 2017/40500, 29/9/2020, § 31).

29. Anayasa Mahkemesi daha önceki kararlarında, kasıt söz konusu olmaksızın hekim kusuru nedeniyle vücut bütünlüğünün zarar gördüğü şeklindeki tıbbi ihmale dair şikâyetleri Anayasa"nın 17. maddesinin birinci fıkrasında düzenlenen kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkı kapsamında incelemiştir (Melahat Sönmez, B. No: 2013/7528, 9/9/2015; Ahmet Sevim, B. No: 2013/474, 9/9/2015; Hilmi Düzgüner, B. No: 2014/9690, 11/5/2017; Emrah Egeç, B. No: 2015/9714, 11/12/2018, § 31;Neslihan Altuğ ve diğerleri, B. No: 2016/2796, 10/12/2019; Hatice Çalış ve diğerleri, § 32).

30. Anılan kararlar doğrultusunda somut olayda başvurucuların tıbbi ihmalin bulunduğuna ve ihmalden kaynaklandığı ileri sürülen zararlarının giderilmediğine ilişkin tüm şikâyetlerinin Anayasa"nın 17. maddesinin birinci fıkrasında düzenlenen kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkı kapsamında incelenmesi gerekmektedir (Hatice Çalış ve diğerleri, § 33).

1. Kabul Edilebilirlik Yönünden

31. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

2. Esas Yönünden

a. Genel İlkeler

32. Anayasa"nın 17. maddesinin birinci fıkrasında herkesin maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahip olduğu belirtilmektedir. Bu kapsamda anılan Anayasa hükmü ile kişinin maddi ve manevi varlığının bütünlüğü gerek kamusal yetkilerle donatılmış kişilerin gerekse özel kişilerin müdahalelerine karşı güvence altına alınmıştır (Özkan Şen, B. No: 2012/791, 7/11/2013, § 40; Neslihan Altuğ ve diğerleri, § 33, Hatice Çalış ve diğerleri, § 35).

33. Anayasa’nın 17. maddesinin amacı, esas olarak bireylerin maddi ve manevi varlığına karşı devlet tarafından yapılabilecek keyfî müdahalelerin önlenmesidir. Bunun yanı sıra devletin tıbbi müdahaleler nedeniyle kişilerin maddi ve manevi varlığını etkili olarak koruma, maddi ve manevi varlığına saygı gösterme şeklinde pozitif yükümlülüğü de bulunmaktadır (Ahmet Acartürk, B. No: 2013/2084, 15/10/2015, § 49). Nitekim Anayasa’nın 56. maddesinde de belirtildiği üzere pozitif yükümlülük, sağlık alanında yürütülen faaliyetleri de kapsamaktadır (İlker Başer ve diğerleri, B. No: 2013/1943, 9/9/2015, § 44; Neslihan Altuğ ve diğerleri, § 34; Hatice Çalış ve diğerleri, § 36).

34. Devlet, bireylerin yaşam hakkı ile maddi ve manevi varlıklarını koruma hakkı kapsamında -ister kamu isterse özel sağlık kuruluşları tarafından yerine getirilsin- sağlık hizmetlerini hastaların yaşamları ile maddi ve manevi varlıklarının korunmasına yönelik gerekli tedbirlerin alınabilmesini sağlayacak şekilde düzenlemek zorundadır (Ahmet Acartürk, § 51; Neslihan Altuğ ve diğerleri, § 35, Hatice Çalış ve diğerleri, § 37).

35. İlke olarak tıbbi ihmallere ilişkin şikâyetler konusunda temel başvuru yolu, hukuki sorumluluğu tespit adına takip edilecek olan hukuk veya idari tazminat davası yoludur (Nail Artuç, B. No: 2013/2839, 3/4/2014, § 38; Neslihan Altuğ ve diğerleri, § 36, Hatice Çalış ve diğerleri, § 38).

36. Maddi ve manevi varlığı koruma hakkı kapsamında hukuki sorumluluğu ortaya koymak adına adli ve idari yargıda açılacak tazminat davalarının makul derecede dikkatli ve özenli inceleme şartını yerine getirmesi gerekmektedir. Derece mahkemelerinin bu tür olaylara ilişkin yürüttükleri yargılamalarda Anayasa’nın 17. maddesinin gerektirdiği seviyede derinlik ve özenle bir inceleme yapıp yapmadıklarının ya da ne ölçüde yaptıklarının da Anayasa Mahkemesi tarafından değerlendirilmesi gerekmektedir. Zira derece mahkemeleri tarafından bu konuda gösterilecek hassasiyet, yürürlükteki yargı sisteminin daha sonra ortaya çıkabilecek benzer hak ihlallerinin önlenmesinde sahip olduğu önemli rolün zarar görmesine engel olacaktır (Yasin Çıldır, B. No: 2013/8147, 14/4/2016, § 57; Tevfik Gayretli, B. No: 2014/18266, 25/1/2018, § 32; Neslihan Altuğ ve diğerleri, § 37, Hatice Çalış ve diğerleri, § 39).

37. Diğer taraftan belirtmek gerekir ki olayların oluşumuna ilişkin delillerin değerlendirilmesi öncelikle idari ve yargısal makamların ödevidir. Aynı şekilde başvuru dosyasında bulunan tıbbi bilgi ve belgelerden hareketle bilirkişilerin vardığı sonuçların doğruluğu hakkında fikir yürütmek Anayasa Mahkemesinin görevi değildir (Mehmet Çolakoğlu, B. No: 2014/15355, 21/2/2018, § 47). Ancak kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkı kapsamında yerine getirmek zorunda olduğu usul yükümlülüklerinin somut olayda yerine getirilip getirilmediğinin nesnel bir şekilde değerlendirilmesi için ilgili anayasal kurallar bağlamında derece mahkemelerinin kendilerine tanınmış takdir yetkileri çerçevesinde hareket edip etmediklerinin denetlenmesi gerekir. Bu bağlamda müdahaleyi haklı göstermek için öne sürülen gerekçelerin ilgili ve yeterli olup olmadığı incelenmelidir (Murat Atılgan, B. No: 2013/9047, 7/5/2015 § 44; Neslihan Altuğ ve diğerleri, § 38, Hatice Çalış ve diğerleri, § 40).

38. Bu bağlamda derece mahkemelerinin gerekçeleri, tarafların kanun yoluna başvuru imkânını etkili şekilde kullanabilmesini sağlayacak surette ayrıntılı olarak ortaya konulmalı; ulaşılan sonuçlar yeterli açıklıktaki bilimsel görüş ve raporlar gibi somut, nesnel verilere dayandırılmalıdır (Murat Atılgan, § 45; Neslihan Altuğ ve diğerleri, § 39, Hatice Çalış ve diğerleri, § 41).

b. İlkelerin Olaya Uygulanması

39. Anayasa Mahkemesi Anayasa"nın yukarıda değinilen 17. maddesi kapsamında devlete düşen pozitif yükümlülüklerin somut olay bağlamında yerine getirilip getirilmediğini denetlemek durumundadır (Tevfik Gayretli, § 36). Bu sebeple başvuruya konu olay, devletin kişinin maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına ilişkin pozitif yükümlülüğü kapsamında incelenmiştir (Hatice Çalış ve diğerleri, § 42).

40. Hukukumuzda hasta hakları, tıbbi işlemlerden önce kişilerin bu işlemler ve sonuçları hakkında aydınlatılması yükümlülüğü ile Sağlık Bakanlığının tıbbi hizmetler sunan kurumlar üzerindeki denetim görevi konusunda oldukça ayrıntılı ve yeterli düzenlemelerin mevcut olduğu anlaşılmaktadır (Ahmet Acartürk, § 66). Ancak bu düzenlemelerin mevcut olması yeterli olmayıp Anayasa"nın 17. maddesindeki güvencelerin sağlanabilmesi için pratikte de etkin bir şekilde uygulanması gerekmektedir (Mehmet Çolakoğlu, § 49; Kemal Demirtaş ve Gülcan Demirtaş, B. No: 2017/18196, 16/9/2020, §44).

41. Somut olayda derece mahkemesi tarafından hükme esas alınan ATK raporunda soyut olarak enjeksiyon sonucu ortaya çıkabilecek komplikasyonlardan bahsedildiği görülmektedir. Buna karşın raporda başvurucunun sol bacağında meydana gelen duyu kaybının ilgili doktor ve hemşirenin kusurundan kaynaklanıp kaynaklanmadığı bakımından somut olaya özgü koşulların incelenmediği, ortaya çıkan engellilik hâlinin enjeksiyonun hatalı şekilde yapılmasından kaynaklandığını belirten başvurucunun bu iddiası doğrultusunda enjeksiyon işlemine ilişkin bir değerlendirme yapılmadığı ve başvurucuya uygulanan enjeksiyonun yapılış tekniği bakımından hatalı olup olmadığı konusunda herhangi bir araştırma yapılmadığı anlaşılmaktadır. Bu durumda bilirkişi raporunda varsayımlara dayalı görüşün ötesinde başvurucunun engelli kalmasına yol açan enjeksiyon uygulamasında tıbbi hata olup olmadığı konusunda yeterli somut bulgu ve tespitlere yer verilmediği sonucuna varılmaktadır (aynı yönde bkz. Emrah Egeç, § 43).

42. Diğer taraftan, başvurucunun enjeksiyon işleminden kısa bir süre sonra ayağını hissetmediğini bildirdiği ancak bu şikâyetine ilişkin bir tedbir alınmadığı yönündeki iddiası, yargılamanın sonucunu etkileyebilecek mahiyette olmasına rağmen, söz konusu iddiaların ATK raporunda ve derece mahkemelerince yapılan yargılamada değerlendirilmediği ve bu hususta bir gerekçe sunulmadığı görülmektedir.

43. Sonuç olarak başvurucuya uygulanan enjeksiyonun yapılış tekniği bakımından hatalı olup olmadığı konusunda somut bulgulara dayalı ilgili ve yeterli gerekçelerin derece mahkemelerince ortaya konulamadığı, başvurucunun iddialarının anayasal güvenceler çerçevesinde tartışılıp karşılanmadığı anlaşılmaktadır. Dolayısıyla kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkının devlete yüklediği pozitif yükümlülüklerin gereklerinin yerine getirilmediği kanaatine varılmıştır.

44. Öte yandan başvurucunun başvuru formunda söz konusu tıbbi müdahaleden önce kendisinin yeterince aydınlatılmadığı ve gerektiği şekilde rızasının alınmadığı yönünde bir şikâyeti bulunmadığından bu yönden ayrıca bir inceleme yapılmamıştır

45. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına alınan kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

3. 6216 Sayılı Kanun"un 50. Maddesi Yönünden

46. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun"un 50. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

"(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir…

(2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir."

47. Başvurucu, ihlalin tespiti ile tazminat talep etmiştir.

48. Anayasa Mahkemesinin Mehmet Doğan ([GK.], B. No: 2014/8875, 7/6/2018) kararında ihlal sonucuna varıldığında ihlalin nasıl ortadan kaldırılacağı hususunda genel ilkeler belirlenmiştir. Anayasa Mahkemesi diğer bir kararında ise bu ilkelerle birlikte ihlal kararının yerine getirilmemesinin sonuçlarına da değinmiş ve bu durumun ihlalin devamı anlamına geleceği gibi ilgili hakkın ikinci kez ihlal edilmesiyle sonuçlanacağına işaret etmiştir (Aligül Alkaya ve diğerleri (2), B. No: 2016/12506, 7/11/2019).

49. Bireysel başvuru kapsamında bir temel hakkın ihlal edildiğine karar verildiği takdirde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırıldığından söz edilebilmesi için temel kural, mümkün olduğunca eski hâle getirmenin yani ihlalden önceki duruma dönülmesinin sağlanmasıdır. Bunun için ise öncelikle ihlalin kaynağı belirlenerek devam eden ihlalin durdurulması, ihlale neden olan karar veya işlemin ve bunların yol açtığı sonuçların ortadan kaldırılması, varsa ihlalin sebep olduğu maddi ve manevi zararların giderilmesi, ayrıca bu bağlamda uygun görülen diğer tedbirlerin alınması gerekmektedir (Mehmet Doğan, §§ 55, 57).

50. İhlalin mahkeme kararından kaynaklandığı veya mahkemenin ihlali gideremediği durumlarda Anayasa Mahkemesi, 6216 sayılı Kanun’un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrası ile Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü"nün 79. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) bendi uyarınca ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere kararın bir örneğinin ilgili mahkemeye gönderilmesine hükmeder. Anılan yasal düzenleme, usul hukukundaki benzer hukuki kurumlardan farklı olarak ihlali ortadan kaldırmak amacıyla yeniden yargılama sonucunu doğuran ve bireysel başvuruya özgülenen bir giderim yolunu öngörmektedir. Bu nedenle Anayasa Mahkemesi tarafından ihlal kararına bağlı olarak yeniden yargılama kararı verildiğinde usul hukukundaki yargılamanın yenilenmesi kurumundan farklı olarak ilgili mahkemenin yeniden yargılama sebebinin varlığını kabul hususunda herhangi bir takdir yetkisi bulunmamaktadır. Dolayısıyla böyle bir karar kendisine ulaşan mahkemenin yasal yükümlülüğü, ilgilinin talebini beklemeksizin Anayasa Mahkemesinin ihlal kararı nedeniyle yeniden yargılama kararı vererek devam eden ihlalin sonuçlarını gidermek üzere gereken işlemleri yerine getirmektir (Mehmet Doğan, §§ 58, 59; Aligül Alkaya ve diğerleri (2), §§ 57-59, 66, 67).

51. İncelenen başvuruda, başvurucunun iddialarının derece mahkemesince verilen karara dayanak olarak alınan ATK raporunda tümüyle ortaya konulmadığı, söz konusu iddialar yönünden derece mahkemelerince başka bir araştırma yapılmasının neden gerekli olmadığı ile iddiaların bütün yönleriyle aydınlatıldığının ilgili ve yeterli bir gerekçeyle ortaya konulmadığı gerekçesiyle kişinin maddi ve manevi varlığının korunması hakkının ihlal edildiği sonucuna ulaşılmıştır. Bu durumda ihlalin derece mahkemesi kararından kaynaklandığı anlaşılmıştır.

52. Bu durumda başvurucuların maddi ve manevi varlığının korunması hakkına yönelik ihlalin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmaktadır. Buna göre yapılacak yeniden yargılama ise 6216 sayılı Kanun"un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrasına göre ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılmasına yöneliktir. Bu kapsamda yeniden yargılama sürecinde mahkemelerce yapılması gereken iş, öncelikle hak ihlaline yol açan mahkeme kararının ortadan kaldırılmasından ve Anayasa Mahkemesini ihlal sonucuna ulaştıran nedenleri gideren, ihlal kararında belirtilen ilkelere uygun yeni bir karar verilmesinden ibarettir. Bu sebeple kararın bir örneğinin yeniden yargılama yapılmak üzere Denizli İdare Mahkemesine gönderilmesine karar verilmesi gerekir.

53. İhlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılamanın yeterli bir giderim sağlayacağı anlaşıldığından tazminat talebinin reddine karar verilmesi gerektiği sonucuna ulaşılmıştır.

54. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 257,50 TL harç ve 3.600 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 3.857,50 TL yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.

VI. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. Kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

B. Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına alınan kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,

C. Kararın bir örneğinin kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere Denizli İdare Mahkemesine (E.2011/170, K.2012/1617) GÖNDERİLMESİNE,

D. Başvurucunun tazminat taleplerinin REDDİNE,

E. 257,50 TL harç ve 3.600 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 3.857,50 TL yargılama giderinin başvurucuya ÖDENMESİNE,

F. Ödemenin, kararın tebliğini takiben başvurucuların Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,

G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 18/5/2021 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.

Hemen Ara