Esas No: 2012/10-1258
Karar No: 2012/1830
Yargıtay Ceza Genel Kurulu 2012/10-1258 Esas 2012/1830 Karar Sayılı İlamı
"İçtihat Metni"
İtirazname : 2008/21587
Yargıtay Dairesi : 10. Ceza Dairesi
Mahkemesi : BİNGÖL 1. Asliye Ceza
Günü : 31.10.2007
Sayısı : 286-359
2313 sayılı Kanuna aykırılık suçundan sanık S.D."in aynı Kanunun 23/4-2, 5237 sayılı TCK"nın 62 ve 50/1-a maddeleri uyarınca 6.000 Lira adli para cezası ile cezalandırılmasına ilişkin, Bingöl 1. Asliye Ceza Mahkemesince verilen 31.10.2007 gün ve 286-359 sayılı hükmün, sanık tarafından temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay 10. Ceza Dairesince 31.05.2012 gün ve 19409-10306 sayı ile;
“...Hükümden sonra CMK"nın 231. maddesinde 08.02.2008 tarihli Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe giren 5728 sayılı Kanunla yapılan değişiklik ile sözü edilen maddenin 6. fıkrasına 25.07.2010 tarihli Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe giren 6008 sayılı Kanunla eklenen cümle dikkate alınarak, sanık hakkındaki hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilip verilmeyeceğinin tartışılıp değerlendirilmesinde zorunluluk bulunması” nedeniyle bozulmasına karar verilmiştir.
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığınca 16.07.2012 gün ve 21587 sayı ile;
“...Sanık hakkında 765 sayılı TCK"nun 456/4. maddesinden verilen ve 647 sayılı Yasa"nın 6. maddesi uyarınca ertelenen, 17.02.2004 tarihinde kesinleşmiş ilamının bulunduğu görülmektedir.
CMK"nın 231. maddesi uyarınca, önceki kasıtlı suçtan mahkumiyet, hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına engel teşkil etmektedir. Bu itibarla, hükmün açıklanmasının geri bırakılması koşulları bulunmamaktadır. Zira işbu suç erteleme süresi içinde işlenmiştir” görüşüyle itiraz yasa yoluna başvurularak, Özel Daire bozma kararının kaldırılması talep edilmiştir.
Özel Dairece 18.07.2012 gün ve 19287-13438 sayı ile;
“…Sanığın adli sicil belgesinde yer alan ve dosyada bir örneği bulunan Bingöl Sulh Ceza Mahkemesi"nin 14.01.2003 tarih ve 3-7 sayılı ceza kararnamesi ile; dosya üzerinde yapılan yargılama sonucu sanık hakkında 765 sayılı TCK"nın 456/4, 457/1 ve 457/1 maddeleri uyarınca doğrudan verilen 616.502.000 TL ağır para cezası ile cezalandırılmasına ve cezasının 647 sayılı Kanun"un 6. maddesi uyarınca ertelenmesine karar verilmiş, itiraz edilmeksizin 17.02.2004 tarihinde kesinleştiği anlaşılmıştır.
Ayrıntıları CGK"nın 28.02.2012 tarih, 2011/4-522 esas ve 2012/71 karar sayılı ilamında da açıklandığı üzere;
5271 sayılı CMK’da yer almayan ceza kararnamesine ilişkin 1412 sayılı CMUK’nun 386. maddesinde; "Sulh mahkemelerinin görevi içinde bulunan suçlara sulh hakimi, duruşma yapmaksızın bir ceza kararnamesi ile karar verebilir.
Bu ceza kararnamesi ile ancak hafif veya ağır para cezasına veya nihayet üç aya kadar hafif hapis veya bir meslek ve sanatın icrasının tatiline veya müsadereye yahut bunlardan birkaçına veya hepsine hükmedilebilir.
Ceza kararnamesiyle hükmedilecek hafif hapis cezası yerine ‘Cezaların infazı hakkında Kanun’ gereğince para cezası da hükmolunabilir" ,
388. maddesinde; "Ceza kararnamesi tertip edilmiş olan cezadan başka işlenmiş olan suçu, tatbik edilen kanun maddelerini sübut delillerini ve kararnamenin tebliği tarihinden itibaren sekiz gün içinde sulh mahkemesine bir istida takdimi veya bu hususta bir zabıt varakası yapılmak üzere mahkeme kâtibine yapılacak bir beyan ile itiraz olunabileceği ve aksi halde ceza kararnamesinin icra edileceğini ihtiva eder. Bu zabıt varakası hakime tasdik ettirilir. Mahkûm, müddet bitmeden evvel itirazından vazgeçebilir",
390. maddesinde; "Ceza kararnamesi ile hafif hapis cezasına hükmedilmişse itiraz üzerine duruşma yapılır. Şu kadar ki, sanık duruşmadan evvel itirazından vazgeçerse duruşmaya mahal kalmaz.
Duruşmada sanığı müdafii temsil edebilir. Hakim itiraz üzerine vereceği hükümde evvelki karar ile bağlı değildir.
Ceza kararnamesiyle hafif veya ağır para cezasına ya da muayyen bir meslek veya sanatın tatiline veya müsadereye yahut bunlardan birkaçına veya hepsine hükmedilmişse itiraz üzerine asliye mahkemesi başkan veya hakimi 301, 302 ve 303 ncü madde hükümlerine göre itirazı inceler. Bu halde itiraz dilekçesinin verilmesi, aleyhine itiraz olunan ceza kararnamesinin icrasını durdurur" şeklinde düzenlenmeler bulunmaktadır.
Ancak, Anayasa Mahkemesi’nin 22.10.2004 gün ve 25621 sayılı Resmi Gazete"de yayımlanan 30.06.2004 gün ve 481-91 sayılı kararı ile; "…Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu’nun 390. maddesinde ceza kararnamelerinin özelliği gereği farklı bir düzenleme yapıldığı görülmektedir. Bu maddenin birinci fıkrasında, ceza kararnamesi ile hafif hapis cezasına hükmedilmişse itiraz üzerine duruşma yapılacağı öngörülmüştür. Bu durumda genel usul kurallarının uygulanacağı açıktır. Maddenin üçüncü fıkrasında ise, diğer ceza ve yaptırımlar yönünden bu olanak ortadan kaldırılarak itirazın duruşma yapılmaksızın evrak üzerinden karara bağlanması kabul edilmiştir. Bu düzenlemeden, ceza kararnamesiyle hükmedilebilecek hafif hapis dışındaki ceza ve yaptırımların, özgürlüğü bağlayıcı ceza kadar önemli görülmediği anlaşılmakta ise de, para cezalarının ödenmemesi halinde hapis cezasına çevrilmesi, ayrıca bunlara cezalandırma amacıyla hükmedilmesi, bu ceza ve yaptırımlara muhatap olan ve bunu kabul etmeyerek itiraz hakkını kullanan sanıklara hafif hapis cezasını içeren ceza kararnamelerinde olduğu gibi duruşma açılarak adil yargılanma ve savunma hakkının tanınmasını zorunlu kılmaktadır… Açıklanan nedenlerle, itiraz konusu kural, Anayasa’nın 36. maddesine aykırıdır" gerekçesiyle, 1412 sayılı CMUK"nın 390. maddesinin 3. fıkrasının iptaline karar verilmiştir.
5320 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu"nun Yürürlük ve Uygulama Şekli Hakkındaki Kanun"un "Uyum Hükümleri" başlıklı ikinci bölümünde yer alan 10. maddesi ile, "(1) Ceza Muhakemesi Kanunu"nun yürürlüğe girdiği tarihten önce verilip henüz kesinleşmemiş ceza kararnamesi ile sonuçlandırılan dava dosyaları, mahkemesince re"sen ele alınarak duruşmalı yargılama yapılır" hükmü getirilmek suretiyle, 1 Haziran 2005 tarihinden önce verilen ve henüz kesinleşmeyen ceza kararnamesine ilişkin uygulama yöntemine son verilerek 5271 sayılı Kanuna uyumlu hale getirilmiştir.
1412 sayılı CYUY’nda yer alan düzenlemelere göre ceza kararnamesi ile verilen ve usulüne uygun olarak kesinleşmiş bulunan mahkûmiyetlerin son karar niteliğinde bir hüküm olduğunda kuşku bulunmamakta ise de, genel yargılama kurallarından farklı ve kendine özgü istisnai bir yargılama yöntemi ile verilmiş olmaları, temyize tabi olmamaları nedeniyle tekerrüre esas alınmamaları, doğurduğu sakıncalar nedeniyle bu kuruma 5271 sayılı CYY’nda yer verilmemesi, AİHM tarafından bu yöntemin adil yargılama ilkesine aykırı olduğuna karar verilmesi gibi hususlar göz önüne alındığında, ceza kararnamesi ile verilen mahkûmiyetlerin hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına engel oluşturmayacaklarının kabulü gerekmiştir .
Dairemizin itiraza konu olan kararının, itiraz yazısında ileri sürülen nedenler tartışılıp değerlendirilerek verildiği ve kararda bir yanlışlık bulunmadığı ..." görüşüyle Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının yerinde görülmediğine ve 5271 sayılı CMK"nın 308. maddesinin ikinci fıkrası uyarınca, itirazın incelenmesi için dosyanın Yargıtay Ceza Genel Kuruluna gönderilmesine karar verilmiştir.
Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilen dosya, Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır.
TÜRK MİLLETİ ADINA
CEZA GENEL KURULU KARARI
Sanığın 2313 sayılı Kanuna aykırılık suçundan cezalandırılmasına karar verilen ve suçun sübutuna yönelik bir uyuşmazlık bulunmayan olayda, Özel Daire ile Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı arasında oluşan ve Ceza Genel Kurulunca çözümlenmesi gereken uyuşmazlık, ceza kararnamesi ile verilmiş olan mahkûmiyet hükmünün, hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına engel oluşturup oluşturmayacağının belirlenmesine ilişkindir.
İncelenen dosya içeriğinden, Bingöl Sulh Ceza Mahkemesinin 14.01.2004 gün ve 3-7 sayılı ceza kararnamesi ile sanığın kasten yaralama suçundan 765 sayılı TCK’nın 456/4, 457/1, 647 sayılı Kanunun 6. maddeleri uyarınca 616.502.000 lira ağır para cezasıyla cezalandırılmasın karar verildiği, verilen bu kararın itiraz edilmeksizin 17.02.2004 tarihinde kesinleştiği anlaşılmaktadır.
Uyuşmazlık konusunun çözümü açısından öncelikle hükmün açıklanmasının geri bırakılması kurumunun incelenmesinde yarar bulunmaktadır.
Hükmün açıklanmasının geri bırakılması kurumu, hukukumuzda ilk kez çocuklar hakkında 5395 sayılı Çocuk Koruma Kanununun 23. maddesi ile kabul edilmiş olup, 19.12.2006 tarihinde yürürlüğe giren 5560 sayılı Kanunun 23. maddesiyle 5271 sayılı Kanunun 231. maddesine eklenen 5-14. fıkralar ile de büyükler için kabul edilmiş, aynı Kanunun 40. maddesiyle 5395 sayılı Kanunun 23. maddesi değiştirilmek suretiyle, denetim süresindeki farklılık hariç olmak koşuluyla, çocuk suçlular ile yetişkin suçlular hükmün açıklanmasının geri bırakılması açısından aynı koşullara tabi kılınmıştır.
Başlangıçta yetişkin sanıklar yönünden şikâyete bağlı suçlarla sınırlı olarak, hükmolunan bir yıl veya daha az süreli hapis veya adli para cezası için kabul edilen bu müessese, 08.02.2008 tarihinde yürürlüğe giren 5728 sayılı Kanunla 5271 sayılı Kanunun 231. maddesinin 5 ve 14. fıkralarında yapılan değişiklik ile hükmolunan iki yıl veya daha az süreli hapis veya adli para cezaları için uygulanabilir hale getirilmiş, şikâyete bağlı suçlarla sınırlı olarak uygulanan bu müessese Anayasanın 174. maddesinde güvence altına alınan inkılâp kanunlarında yer alan suçlar ayrık olmak üzere, tüm suçları kapsayacak şekilde düzenlenmiştir.
5560, 5728, 5739 ve 6008 sayılı Kanunlar ile 5271 sayılı CMK’nın 231. maddesinde gerçekleştirilen değişiklikler sonucu hükmün açıklanmasının geri bırakılabilmesi için;
1) Suça ilişkin;
a- Yapılan yargılama sonucu hükmolunan cezanın iki yıl veya daha az süreli hapis veya adli para cezası olması,
b- Suçun, Anayasanın 174. maddesinde güvence altına alınan inkılâp yasalarında yer alan suçlardan bulunmaması
2) Sanığa ilişkin;
a- Sanığın daha önce kasıtlı bir suçtan mahkûm olmamış olması,
b- Suçun işlenmesiyle mağdurun veya kamunun uğradığı zararın, aynen iade, suçtan önceki hale getirme veya tamamen giderilmesi,
c- Mahkemece, sanığın kişilik özellikleri ile duruşmadaki tutum ve davranışları göz önünde bulundurularak, sanığın yeniden suç işlemeyeceği hususunda kanaate ulaşılması,
d- Sanığın bu kurumun uygulanmasını kabul etmemiş olmaması,
Koşullarının varlığı gerekmektedir.
Tüm bu koşulların bulunması halinde, mahkemece hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilebilecek ve sanık beş yıl süreyle denetimli serbestlik tedbirine tabi tutulacaktır.
5271 sayılı CMK"nın 231. maddesinin 6. fıkrasının (a) bendinde öngörülen daha önce kasıtlı bir suçtan mahkûm olmama koşulu açısından herhangi bir ayrım gözetilmediğinden, hükmolunan cezanın hapis veya adli para cezası olmasının da herhangi bir önemi bulunmamaktadır.
Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 03.02.2009 gün ve 250-13 sayılı kararı başta olmak üzere birçok kararında da vurgulandığı üzere, 01.06.2005 tarihinden önce işlenen suçlar yönünden, önceki mahkûmiyetin 765 sayılı TCK’nın 95/2. maddesi uyarınca esasen vaki olmamış sayılacağı haller veya 3682 sayılı Adli Sicil Kanununun 8 ve 5352 sayılı Adli Sicil Kanununun Geçici 2. maddesi hükümleri uyarınca silinme koşulları oluşan önceki mahkûmiyetler, adli sicilden silinmiş olup olmadığına bakılmaksızın, 01.06.2005 tarihinden sonra işlenen suçlardan dolayı mahkûm edilen sanıklar yönünden ise, 5237 sayılı TCK"da tekerrür hükümlerinin uygulanması için 58. maddesinde öngörülen sürelerin geçmiş olması halinde, hükmün açıklanmasının geri bırakılmasının objektif koşullarının değerlendirilmesinde engel bir neden olarak kabul edilemeyecektir. Ancak, yasal engel oluşturmayan bu mahkûmiyetlerin yargılama mercilerince, subjektif koşulun ele alınmasında sanığın suç işleme eğilimi açısından değerlendirmeye esas alınmasına da bir mani bulunmamaktadır.
Bu bağlamda, Ceza kararnamesi kurumunun da ayrıca ele alınıp değerlendirilmesinde;
5271 sayılı CMK"da yer almayan ceza kararnamesine ilişkin 1412 sayılı CMUK’nın 386. maddesinde; “Sulh mahkemelerinin görevi içinde bulunan suçlara sulh hakimi, duruşma yapmaksızın bir ceza kararnamesi ile karar verebilir.
Bu ceza kararnamesi ile ancak hafif veya ağır para cezasına veya nihayet üç aya kadar hafif hapis veya bir meslek ve sanatın icrasının tatiline veya müsadereye yahut bunlardan bir kaçına veya hepsine hükmedilebilir.
Ceza kararnamesiyle hükmedilecek hafif hapis cezası yerine ‘Cezaların infazı hakkında Kanun’ gereğince para cezası da hükmolunabilir”,
388. maddesinde; “Ceza kararnamesi tertip edilmiş olan cezadan başka işlenmiş olan suçu, tatbik edilen kanun maddelerini sübut delillerini ve kararnamenin tebliği tarihinden itibaren sekiz gün içinde sulh mahkemesine bir istida takdimi veya bu hususta bir zabıt varakası yapılmak üzere mahkeme kâtibine yapılacak bir beyan ile itiraz olunabileceği ve aksi halde ceza kararnamesinin icra edileceğini ihtiva eder. Bu zabıt varakası hakime tasdik ettirilir.
Mahkûm, müddet bitmeden evvel itirazından vazgeçebilir”,
390. maddesinde; “Ceza kararnamesi ile hafif hapis cezasına hükmedilmişse itiraz üzerine duruşma yapılır. Şu kadar ki, sanık duruşmadan evvel itirazından vazgeçerse duruşmaya mahal kalmaz.
Duruşmada sanığı müdafii temsil edebilir. Hakim itiraz üzerine vereceği hükümde evvelki karar ile bağlı değildir.
Ceza kararnamesiyle hafif veya ağır para cezasına ya da muayyen bir meslek veya sanatın tatiline veya müsadereye yahut bunlardan birkaçına veya hepsine hükmedilmişse itiraz üzerine asliye mahkemesi başkan veya hakimi 301, 302 ve 303 ncü madde hükümlerine göre itirazı inceler. Bu halde itiraz dilekçesinin verilmesi, aleyhine itiraz olunan ceza kararnamesinin icrasını durdurur”,
Şeklinde düzenlenmeler bulunmaktadır.
Ancak, Anayasa Mahkemesi’nin 22.10.2004 gün ve 25621 sayılı Resmi Gazetede yayımlanan 30.06.2004 gün ve 481-91 sayılı kararı ile; “…Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu’nun 390. maddesinde ceza kararnamelerinin özelliği gereği farklı bir düzenleme yapıldığı görülmektedir. Bu maddenin birinci fıkrasında, ceza kararnamesi ile hafif hapis cezasına hükmedilmişse itiraz üzerine duruşma yapılacağı öngörülmüştür. Bu durumda genel usul kurallarının uygulanacağı açıktır. Maddenin üçüncü fıkrasında ise, diğer ceza ve yaptırımlar yönünden bu olanak ortadan kaldırılarak itirazın duruşma yapılmaksızın evrak üzerinden karara bağlanması kabul edilmiştir. Bu düzenlemeden, ceza kararnamesiyle hükmedilebilecek hafif hapis dışındaki ceza ve yaptırımların, özgürlüğü bağlayıcı ceza kadar önemli görülmediği anlaşılmakta ise de, para cezalarının ödenmemesi halinde hapis cezasına çevrilmesi, ayrıca, bunlara cezalandırma amacıyla hükmedilmesi, bu ceza ve yaptırımlara muhatap olan ve bunu kabul etmeyerek itiraz hakkını kullanan sanıklara hafif hapis cezasını içeren ceza kararnamelerinde olduğu gibi duruşma açılarak adil yargılanma ve savunma hakkının tanınmasını zorunlu kılmaktadır… Açıklanan nedenlerle, itiraz konusu kural, Anayasa’nın 36. maddesine aykırıdır” gerekçesiyle, 1412 sayılı CMUK’nın 390. maddesinin 3. fıkrasının iptaline karar verilmiştir.
5320 sayılı Ceza Muhakemesi Kanununun Yürürlük ve Uygulama Şekli Hakkındaki Kanunun “Uyum Hükümleri” başlıklı ikinci bölümünde yer alan 10. maddesi ile, “(1) Ceza Muhakemesi Kanununun yürürlüğe girdiği tarihten önce verilip henüz kesinleşmemiş ceza kararnamesi ile sonuçlandırılan dava dosyaları, mahkemesince re"sen ele alınarak duruşmalı yargılama yapılır” hükmü getirilmek suretiyle, 01 Haziran 2005 tarihinden önce verilen ve henüz kesinleşmeyen ceza kararnamesine ilişkin uygulama yöntemine son verilerek 5271 sayılı Kanuna uyumlu hale getirilmiştir.
Ceza Genel Kurulunun 19.04.2011 gün ve 84-55 sayılı kararında da açıkça vurgulandığı üzere; 5271 sayılı CMK"nda yer verilmeyen sulh ceza hakiminin ceza kararnamesi, genel yargılama kurallarından farklı kuralları bulunan, kendine özgü hızlandırılmış bir yargılama yöntemidir. Bu yargılamanın en önemli özelliği, sanık davet edilip sorgusu yapılmadan ve kanıtlar ortaya konulup tartışılmadan, evrak üzerinden karar verilmesidir. Bir başka anlatımla duruşma açılarak yüz yüze yargılama yapılmadan, mevcut delillerle yetinilmek suretiyle dosya üzerinden incelemeyle karar verilmektedir. Bu yolla mahkemelerin iş yüklerinin hafifletilmesi ve basit suçların yargılamalarının hızlı bir şekilde sonuçlandırılması amaçlanmıştır.
Ceza kararnamesi ile verilen kararlar temyiz yasa yoluna değil, 1412 sayılı CMUK"nın 390. maddesi uyarınca itiraz yasa yoluna tâbidir. İtiraz edilmeyen veya süresinde yapılan itirazın reddedilmesi halinde kesinleşen ceza kararnameleri, son karar niteliğini aldığından hükmün sonuçlarını doğuracak ve infaz edilecektir.
Bununla birlikte yerleşmiş yargısal kararlarla da; temyiz yasa yoluna tâbi olmayan kararların tekerrüre esas alınamayacağı, dolayısıyla ceza kararnamesi ile verilen cezaların da tekerrüre esas olamayacağı kabul edilmiştir.
Öte yandan, Anayasa’nın 36. maddesinde, herkesin meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahip olduğu öngörülmüş, yine Anayasamızın 90. maddesi uyarınca iç hukuk kuralı haline gelen Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 6. maddesinde adil yargılanma hakkı hükme bağlanmıştır. Nitekim Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi ülkemiz aleyhine açılmış olan birçok davada; (Piroğlu ve Karakaya/Türkiye, no:36370/02; Dağlı/Türkiye, no:28888/02; Karahanoğlu/Türkiye, no:74341/01; Mevlüt Kaya/Türkiye, no:1383/02; Taner/Türkiye, no:38414/02; Yeşilyurt ve Tutar/Türkiye, no:8296/05; Oyman/Türkiye, no:39856/02; Nurhan Yılmaz/Türkiye, no:16741/04; Akbulut/Türkiye, no:7076/05) aynı yöndeki başvuruları inceleyerek; "…Mahkeme, olay zamanında yürürlükte olan ilgili iç hukuk kurallarına uygun olarak başvuranın yargılanması sırasında açık duruşmaya yer verilmediğini gözlemler… Başvurana, davasını gören mahkemeler önünde kendisini bizzat ya da avukatı vasıtasıyla savunma imkânı tanınmamıştır. Bu nedenle mahkeme, başvuranın cezai kovuşturmaya aktif olarak katılamadığı kanaatindedir… Yukarıda belirtilenler ışığında mahkeme, adli merciler tarafından uygulanan usulün başvuranın savunma haklarını tam olarak kullanmasını engellediği ve dolayısıyla yargılamayı adil olmayan bir hale getirdiğine karar vermiştir" gerekçesiyle ceza kararnamesi ile verilen hükümleri AİHS’nin 6/1. maddesinin ihlali saymıştır.
Bu açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde;
1412 sayılı CMUK"da yer alan düzenlemelere göre ceza kararnamesi ile verilen ve usulüne uygun olarak kesinleşmiş bulunan mahkûmiyetlerin son karar niteliğinde bir hüküm olduğunda kuşku bulunmamakta ise de, genel yargılama kurallarından farklı ve kendine özgü istisnai bir yargılama yöntemi ile verilmiş olmaları, temyize tabi olmamaları nedeniyle tekerrüre esas alınmamaları, doğurduğu sakıncalar nedeniyle bu kuruma 5271 sayılı CMK"da yer verilmemesi, AİHM"si tarafından bu yöntemin adil yargılama ilkesine aykırı olduğuna karar verilmesi gibi hususlar göz önüne alındığında, ceza kararnamesi ile verilen mahkûmiyetlerin hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına engel oluşturmayacaklarının kabulü hakkaniyete uygun düşecektir. Nitekim CGK"nun 28.02.2012 gün ve 522-71 sayılı kararında da aynı sonuca ulaşılmıştır.
Bu nedenle, sanığa ceza kararnamesi ile verilmiş olan mahkûmiyet hükmü, 5271 sayılı CMK’nın 231. maddesinde düzenlenen hükmün açıklanmasının geri bırakılması kurumunun uygulanmasına engel olmayacağından, yerel mahkeme hükmünün bozulmasına ilişkin Özel Daire kararında bir isabetsizlik bulunmamaktadır.
Bu itibarla, haklı nedene dayanmayan Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının reddine karar verilmelidir.
SONUÇ:
Açıklanan nedenlerle;
1- Yargıtay C. Başsavcılığı itirazının REDDİNE,
2- Dosyanın mahalline gönderilmek üzere Yargıtay C. Başsavcılığına TEVDİİNE, 04.12.2012 günü yapılan müzakerede oybirliğiyle karar verildi.