AYM 2018/5586 Başvuru Numaralı BİRSEN TÜTÜNCÜLER Başvurusuna İlişkin Karar

Abaküs Yazılım
Birinci Bölüm
Esas No: 2018/5586
Karar No: 2018/5586
Karar Tarihi: 9/6/2021

AYM 2018/5586 Başvuru Numaralı BİRSEN TÜTÜNCÜLER Başvurusuna İlişkin Karar

 

 

 

 

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

BİRSEN TÜTÜNCÜLER BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2018/5586)

 

Karar Tarihi: 9/6/2021

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

 

Başkan

:

Hasan Tahsin GÖKCAN

Üyeler

:

Hicabi DURSUN

 

 

Muammer TOPAL

 

 

Yusuf Şevki HAKYEMEZ

 

 

İrfan FİDAN

Raportör

:

Mahmut ALTIN

Başvurucu

:

Birsen TÜTÜNCÜLER

Vekili

:

Av. Alper KAZAK

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru; özel şahıslar arasındaki alacak davasında eksik incelemeyle itirazların ve delillerin değerlendirilmemesi, hukuka aykırı ihtiyati tedbir kararı verilmesi ve düşük vekâlet ücretine hükmedilmesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru 14/2/2018 tarihinde yapılmıştır.

3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.

4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.

6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir.

III. OLAY VE OLGULAR

7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir:

8. Davacı Birleşik Fon Bankası A.Ş. tarafından başvurucu aleyhine 23/11/2015 tarihinde Gaziantep 2. İş Mahkemesinde (Mahkeme) alacak davası açılmıştır. Dava dilekçesinde EGS Yatırım A.Ş. Gaziantep Şubesi Yatırım Acentesi müşterilerinden H.T.nin hisse senedi alım emirlerinin müşteri overall"unda yeterli bakiye olmamasına karşın başvurucu tarafından işlemin gerçekleştirilmesi nedeniyle oluşan 17.007,33 TL zararın 27/2/2001 tarihinden itibaren faiziyle ödenmesi talep edilmiştir.

9. Mahkemece aldırılan 25/11/2016 tarihli bilirkişi raporunda;

i. Zararın oluştuğu EGS Yatırım Menkul Değerler A.Ş.deki EGS Bank A.Ş. hisselerinin Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonuna (TMSF) devredildiği, EGS Bank A.Ş.nin ise önce Bayındırbank A.Ş. ile birleştirildiği, daha sonra Bayındırbank A.Ş. unvanının Birleşik Fon Bankası A.Ş. olarak değiştirildiği belirtilmiştir.

ii. Raporda ayrıca söz konusu banka zararının müşteriden tahsil edilememesi hâlinde başvurucudan tahsil edileceği, davacı tarafından başvurucuya 12/4/2001 tarihinde tebliğ yapıldığı ve davacının 4/6/2015 tarihli yazısıyla başvurucudan 17.007,33 TL ana para ve 54.703,07 TL faizden oluşan alacak talep ettiği beyan edilmiştir.

iii. Bununla birlikte zamanaşımı yönünden değerlendirmenin mahkemenin takdirinde olduğu belirtilerek başvurucunun banka zararından sorumlu görülmesi durumunda 6.716,24 TL banka zararı ile dava tarihi itibarıyla 20.231,33 TL, rapor tarihi itibarıyla da 20.827,51 TL faiz hesaplanmıştır.

iv. Öte yandan ekonomik kriz dolayısıyla oluşan zarardan tek başına başvurucunun sorumlu tutulmasının hakkaniyet ilkelerine uygun düşmeyeceği kanaati açıklanarak söz konusu zarar ve faizin %50"lik kısmının işletme zararı olarak kabul edilerek davanın 3.358,12 TL asıl alacak ve dava tarihine kadar hesaplanan 10.115,67 TL işlemiş faizden sorumlu tutulabileceği görüşü ifade edilmiştir.

10. Mahkemece 25/4/2017 tarihinde zamanaşımı nedeniyle davanın reddine karar verilmiştir. Kararın gerekçesinde;

i. Davacı Bankanın bankacılık mevzuatına göre istekte bulunduğu ve zamanaşımının gerçekleşmediğini ileri sürdüğü ancak somut olayda uyuşmazlığın banka ve mudi arasında değil işçi ile işveren arasındaki ilişkiden kaynaklanan zararın tazminine yönelik olduğu vurgulanmıştır.

ii. Ayrıca zamanaşımı konusunda değişen mevzuat hükümleri söz konusu olduğunda sürecin başlangıcındaki mevzuat hükümlerinin esas alınması gerektiği, zamanaşımı sürenin indirilmesi hâlinde kısa süreli zamanaşımı süresi uygulanmayacağı gibi sürenin artışı durumunda da artırılan sürenin değil ilk baştaki sürenin uygulanacağı belirtilmiştir.

iii. Somut olayda faile ve zarara muttali olunan 12/4/2001 tarihinde başvurucudan istekte bulunulduğu ve 18/6/1999 tarihli ve 4389 sayılı mülga Bankalar Kanunu"na, 12/12/2003 tarihli ve 5020 sayılı Bankalar Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanun"un 27. maddesi ile eklenen geçici 3. maddesinde fon alacaklarında on yıllık zamanaşımı süresinin yirmi yıla çıkarıldığı ancak olayda uygulanması gereken zamanaşımı süresinin 12/4/2001 tarihinde yürürlükte bulunan mevzuat hükümlerine göre on yıl olduğu kabul edilmiştir.

iv. Buna göre zarara muttali olunan 12/4/2001 tarihinden davanın açıldığı 23/11/2015 tarihine kadar on yıllık zamanaşımı süresinin dolduğu ve başvurucunun da süresi içinde itirazda bulunduğu gözetilerek davanın zamanaşımından dolayı reddine karar verildiği ifade edilmiştir.

11. Davacının, eyleminin haksız fiil niteliğinde ve fon alacağı olduğu ve yirmi yıllık zamanaşımına tabi olduğuna ilişkin istinaf talebini inceleyen Gaziantep Bölge Adliye Mahkemesi 7. Hukuk Dairesi (Daire) 24/11/2017 tarihinde oyçokluğuyla davanın kesin olarak kısmen kabulüne karar vermiştir. Hükümde; 6.716,24 TL tazminatın talep gibi haksız fiil tarihi olan 27/2/2001"den itibaren işleyecek ticari işlerde uygulanan avans faizi oranını geçmemek üzere yasal faizi ile birlikte başvurucudan tahsili ile davacıya verilmesine, fazlaya ilişkin talebin reddine karar verilmiştir. Ayrıca taraflar lehine karşılıklı olarak 1.980 TL vekâlet ücretine hükmedilmiştir. Kararın gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:

"Dava Birleşik Fon Bankası A.Ş.’ye devredilen banka zararından kaynaklı alacak davasıdır. Davalı işçi olarak çalıştığı banka işlemlerinde H.T. isimli mudiye usulüne aykırı yaptığı işlemle banka zararına sebebiyet verdiğini, yapılan icra takibinde H. isimli mudi hakkında aciz vesikası alındığı ve davacıdan zararın tahsilinin istenildiği anlaşılmaktadır. Bilirkişi raporundan da anlaşılacağı üzere davacının işlem yaptığı sırada overall miktarının 5533,76 TL olduğu ve bunun üzerinde işlem yaparak alış satış değeri arasındaki 12500 TL ye göre 6716,24 TL usulsüz işlem yaptığı anlaşıldığından davacının bu oranda zarar verdiği sabittir. İşçi işveren ilişkilerinde zarara sebebiyet veren işçiden zararın tazmini için öncelikle asıl borçlu olan müşteriden tahsil yoluna gidilmesi ve aciz vesikası verilmesinden sonra işçiye yönlenilmesi esastır. Dava dışı H.T. hakkında 19/04/2013 tarihinde aciz vesikası düzenlenmiştir. Bu tarihten sonra borç davalıdan istenebilir hale gelmiştir. 5411 sayılı Bankalar Kanunu’nun 141. maddesi gereğince, bu kanundan kaynaklanan fon alacaklarına ilişkin dava ve takiplerde zamanaşımı 20 yıldır düzenlemesi yanında yine aynı yasanın geçici 16. maddesine göre anılan kanun ile fon alacağının tahsili bakımından zamanaşımı ve diğer konularda fon lehine getirilen hükümler geriye etkilidir (makable şamildir). Sözü edilen açık hükmü karşısında yürürlük tarihi yayım tarihi olmakla birlikte, etkisinin yayım tarihinden önceki alacaklar yönünden hüküm doğuracağının kabulü gerekir.(9. HD. 2007/30301 E. 2009/6217 K. 09/03/2009) Açıklanan nedenlerle Mahkemenin zamanaşımının dolduğu yönündeki gerekçesi hatalıdır. Alacak hüküm altına alınmalıdır. Her ne kadar bilirkişilerce ülkemizin içine girdiği ekonomik kriz gerekçesiyle zararın yarısının işletme zararı olarak kalması gerektiği ileri sürülmüş ise de yetkisiz işlem yapılmakla davalıdan zararın belirlenen tam zarar üzerinden tahsili gerekir.

Davacı tarafından alacak hakkında ticari faiz talep edilmiş ise de alacak iş sözleşmesinden kaynaklandığından yasal faiz ile tahsile karar verilmelidir. Faizin başlangıcı haksız fiili tarihidir. "

12. Daire kararındaki azınlık oyunun gerekçesinin ilgili kısmı ise şöyledir:

"1-Davacı tarafça, EGS bank A.Ş. ile EGS Yatırım Menkul Değerler A.Ş. arasında yapılmış bulunan herhangi bir acentelik sözleşmesi sunulmadığı, dava dosyası içerisinde de buna ilişkin herhangi bir sözleşme olmadığı görülmüştür. Bu şekilde davacı bankanın yatırım şirketindeki zararı karşılamakla zorunlu olup olmadığı hususu ispatlanamamıştır.

2-Söz konusu olayın gerçekleştiği yer EGS yatırım A.Ş. olup, EGS yatırım A.Ş.’nin Bankalar Kanununa tabi olmayan farklı tüzel kişiliğinin bulunduğu, BDK’nın 26.12.2011 tarih ve 562 nolu kararı ile banka devrinden bahsedilirken EGS yatırım A.Ş.’nin devrinden bahsedilmediği, bu yönüyle de davanın husumet yokluğu nedeniyle reddedilmesinin gerektiği anlaşılmıştır.

3-Davalının kusurlu olduğuna ilişkin tek dayanak soyut bir müfettiş raporudur. Davacının sorumluluğu sadece "belge ve kayıt düzeni" başlıklı belgede;

"Müşterilerin alım satım emirlerini brokera iletilmeden önce müşterinin;

a) Cari hesap bakiyesi

b)Repo dönüşleri

c)Hisse senedi portföyü

Kontrol edilmeli ve bu emrin gerçekleşmesinin uygun olup olmayacağı tespit edilmelidir. Bu duruma uygun olmayan müşteri emirleri kesinlikle kabul edilmemelidir. Müşterilerin satışını yaptığı kıymetlerin müşteri blokajında olmadığı görüldükten sonra satış emri gerçekleştirilmelidir." şeklindeki talimata dayandırılmaktadır.

Söz konusu talimatın davacı bankaca davalıya verildiğine ve bu talimat uyarınca gerekli eğitimin işveren banka tarafından davalıya verildiğine dair dava dosyası içerisinde herhangi bir kayıt, belge veya ispat vasıtası da bulunmamaktadır. Bu nedenlerle davalının kusurlu olduğu hiçbir şekilde ispatlanmamış olup; en azından mütefarik kusur durumu dahi değerlendirilmeden davalının varsayımsal olarak kusurlu kabul edilmesi nedeniyle sayın çoğunluk görüşüne katılmıyorum."

13. Nihai karar, başvurucu vekiline 18/1/2018 tarihinde tebliğ edilmiştir.

14. Başvurucu 14/2/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.

IV. İLGİLİ HUKUK

15. 22/4/1926 tarihli ve 818 sayılı mülga Borçlar Kanunu"nun dava tarihi itibarıyla yürürlükte olan 125. maddesi şöyledir:

""Bu kanunda başka suretle hüküm mevcut olmadığı takdirde, her dava on senelik müruru zamana tabidir.""

16. Karar tarihinde yürürlükte bulunan 11/1/2011 tarihli ve 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu"nun 146. maddesi şöyledir:

""Kanunda aksine bir hüküm bulunmadıkça, her alacak on yıllık zamanaşımına tabidir.""

17. 4389 sayılı mülga Kanun"a 12/12/2003 tarihli ve 5020 sayılı Bankalar Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanun ile eklenen Ek Madde 3 şöyledir:

"Bu Kanundan kaynaklanan Fon alacaklarına ve bu Kanuna göre Hazine alacağı sayılan alacaklara ilişkin dava ve takiplerde zamanaşımı süresi yirmi yıldır."

18. 19/10/2005 tarihli ve 5411 sayılı Bankacılık Kanunu"nun 168. maddesi şöyledir:

"Bu Kanunun geçici maddelerindeki düzenlemeler hariç olmak üzere, 18.6.1999 tarihli ve 4389 sayılı Bankalar Kanunu ile ek ve değişiklikleri yürürlükten kaldırılmıştır."

19. 5411 sayılı Kanun"un 141. maddesi şöyledir:

"Bu Kanundan kaynaklanan Fon alacaklarına ilişkin dava ve takiplerde zamanaşımı süresi yirmi yıldır."

20. 5411 sayılı Kanun"un Anayasa Mahkemesince iptal edilmeden önceki hâli ile geçici 16. maddesi şöyledir:

"Bu Kanun ile Fon alacağının tahsili bakımından yarar görülerek zamanaşımı ve diğer konularda Fon lehine getirilen hükümler makable şamildir."

21. Anayasa Mahkemesinin 4/6/2014 tarihli ve E.2014/85, K.2014/103 sayılı kararı şöyledir:

"...

1.11.2005 tarihinde yürürlüğe giren 5411 sayılı Kanun"un 141. maddesinde de mülga 4389 sayılı Kanun"un ek 3. maddesine benzer bir hükme yer verilmektedir. Buna göre, 5411 sayılı Kanun"dan kaynaklanan Fon alacaklarına ilişkin dava ve takiplerde zamanaşımı süresinin yirmi yıl olması kurala bağlanmaktadır.

Öte yandan, 5411 sayılı Kanun"un itiraz konusu geçici 16. maddesinde, "Bu Kanun ile Fon alacağının tahsili bakımından yarar görülerek zamanaşımı ve diğer konularda Fon lehine getirilen hükümler makable şamildir." hükmü getirilerek 141. maddede öngörülen yirmi yıllık zamanaşımı süresinin geçmişe etkili olması sağlanmaktadır. Zamanaşımına ilişkin hükmün geçmişe etkili olması gerçek geriye yürümeyi ifade etmektedir. Dolayısıyla itiraz konusu kural, kuralın yürürlük tarihinden önce dolmuş olan zamanaşımı sürelerini canlandırmaktadır.

İtiraz konusu geçici 16. maddenin yürürlüğe girdiği tarihte zamanaşımının dolup dolmadığı tespit edilirken mülga 4389 sayılı Kanun"a eklenen ek 3. maddenin de göz önünde tutulması zorunludur. Zira Fon alacaklarında zamanaşımı süresinin yirmi yıl olduğu kuralı, ilk kez 1.11.2005 tarihinde yürürlüğe giren 5411 sayılı Kanun"un 141. maddesiyle değil, mülga 4389 sayılı Kanun"a eklenen ve 26.12.2003 tarihinde yürürlüğe giren ek 3. maddeyle getirilmiştir. Söz konusu maddenin yürürlüğe girdiği 26.12.2003 tarihinde henüz on yılını doldurmamış tüm Fon alacaklarına ilişkin zamanaşımı süresi yirmi yıla uzadığından, bu alacaklar yönünden zamanaşımı süresinin bitmiş olduğundan söz edilemez. Bu durumda itiraz konusu kuralın, 26.12.2003 tarihinden önce on yılını dolduran alacaklara ilişkin zamanaşımı süresini yeniden canlandırarak yirmi yıla uzattığı söylenebilir.

Diğer taraftan itiraz konusu kuralın zamanaşımını uzatabilmesi için, kuralın yürürlüğe girdiği 1.11.2005 tarihi itibarıyla ihtilaf konusu Fon alacağının henüz yirmi yılını doldurmamış olması gerektiği de açıktır. Zira Fon alacaklarına ilişkin zamanaşımı süresi yirmi yıl olarak belirlenmiş olup şayet geçici 16. maddenin yürürlüğe girdiği tarihten önce yirmi yıl dolmuş ise zamanaşımının uzamasından söz edilemeyecektir.

Şu hâlde itiraz konusu kural nedeniyle yirmi yıla uzayan zamanaşımı, 26.12.2003 tarihinden önce on yılını doldurup, 1.11.2005 tarihinde ise henüz yirmi yılını doldurmayan alacaklara ilişkin olanlardır. Diğer bir ifadeyle, itiraz konusu kural gereğince, 26.12.2003 tarihinden önce on yılını doldurup, 1.11.2005 tarihinde ise henüz yirmi yılını doldurmayan alacaklara ilişkin zamanaşımı süreleri yirmi yıla uzamaktadır.

...

Kuralla, Fon alacaklarının daha yüksek oranda tahsilinin sağlanması amaçlanmakta ise de borçlunun, zamanaşımına uğramış alacaklarının yeniden canlandırılması ve bu suretle yürürlükte bulunan hukuk kurallarına göre doğmuş ve tahakkuk etmiş olan zamanaşımı def"ini ileri sürme hakkının geçmişe yönelik olarak elinden alınması hukuka olan güven duygusunu zedelemekte ve hukuk güvenliği ilkesini ihlal etmektedir.

Açıklanan nedenlerle, Kanun"un geçici 16. maddesinde yer alan itiraz konusu ".zamanaşımı." sözcüğü Anayasa"nın 2. maddesine aykırıdır. İptali gerekir.

..."

22. Yargıtay 4. Hukuk Dairesinin 9/2/2019 tarihli ve E.2008/13966, K.2009/1856 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:

"...

Mahkemece davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir. Karar taraflarca temyiz edilmiştir.

Davacı banka vekili, davalıların bankadaki görevleri sırasında dava dışı şirkete kullandırdıkları kredide teminat alma kriterlerine uymamaları sonucu, banka alacağının tahsil edilemediğini iddia ederek, davalıların haksız eylemi ile oluşan banka zararının tahsilini talep ve dava etmiştir.

Davalılar, yasal sürede zamanaşımı itirazında bulunarak davanın zamanaşımı ve esastan reddini istemişlerdir.

Mahkemece, davada 5020 sayılı Yasanın Ek 3. maddesi uyarınca 20 yıllık zamanaşımı süresinin uygulanacağı gerekçesiyle davalıların zamanaşımı itirazı reddedilerek, davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir.

Dava konusu kredi işlemi, davalıların davacı bankanın Heykel Şubesinde Müdür ve Müdür Yardımcısı olarak görev ifa ettikleri esnada Şube Kredi Tespit Kurumu Başkan ve üyesi olarak gerçekleştirdikleri işlemdir. 1997-1998 yılları arasında kullandırılan kredinin tahsili amacıyla davacı bankaca kredi hesabı kat edilerek, kredi kullanan şirket ve kefilleri hakkında icra takibi başlatılmıştır. Takip sonucu borçluya ait gayrimenkul ve menkul mal bulunamadığı gerekçesiyle 19/09/2000 tarihli borç ödemeden aciz belgesi düzenlenmiştir. İdari soruşturma ve disiplin kurulu kararı uyarınca davalılar hakkında iş bu dava açılmıştır.

5020 sayılı Bankalar Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanun’un 21. maddesiyle 4389 sayılı Bankalar Kanununun 15. maddesine eklenen 15/a maddesi ile Bankalar Kanunu’na göre hangi alacakların hazine alacağı olduğu düzenlenmiştir. 5411 sayılı Bankacılık Kanunu’nun geçici 11. maddesi uyarınca yürürlükte bulunan 15/a maddesinde hazine alacağı "…bankanın yönetim kurulu ve kredi komitesi başkan ve üyeleri ile genel müdür, genel müdür yardımcıları, imzaları bankayı ilzam eden memurları müdürlerinin kendileri, eşleri ve çocukları, evlatlıkları ile bunların diğer kan ve kayın hısımlarına aktarılan her türlü kaynakların tümü başkaca bir işleme gerek olmaksızın Hazine alacağı haline gelmiş sayılır…" şeklinde tanımlanmıştır.

Aynı yasanın Ek madde 3’de ise "bu kanundan kaynaklanan fon alacaklarına ve kanuna göre hazine alacağı sayılan alacaklara ilişkin dava ve takiplerde zamanaşımı süresi yirmi yıldır…" düzenlemesine yer verilmiştir.

Mahkemece, adı geçen yasal düzenlemeler gereğince somut olayda 20 yıllık zamanaşımının geçerli olacağı kabul edilmiştir.

Yasanın 15/a maddesinde bankanın her türlü kaynak aktarımına ilişkin özel bir düzenlemeye yer verilmiştir. Yasanın kapsamı açık ve ayrıntılı şekilde ifade edilmiştir. Yasa da banka görevlilerinin kullandırdıkları krediden doğan sorumluluklarına ilişkin zararın, hazine alacağı olacağına dair bir düzenleme mevcut değildir.

Davalılar, davacı bankada atama tasarrufu ile çalışan memurlardır. Memurların vermiş oldukları zarardan ötürü sorumluluğunda haksız eylem kuralları uygulanır. O halde bu davada B.K.nun 60. maddesinde sözü edilen 1 ve 10 yıllık zamanaşımı süresinin gözetilmesi gerekir. Zamanaşımı zarara uğrayanın zararı ve faili öğrendiği tarihten itibaren işlemeye başlar. Tüzel kişiler ve özellikle kamu kurumunda zamanaşımı, o kurumun dava açmaya emir vermeye yetkili makamın öğrendiği tarihten başlar.

Şu halde, mahkemece davacının dava açmaya yetkili makamının olur tarihinin araştırılarak davanın bir yıllık yasal süre de açılıp açılmadığının değerlendirilerek uygun sonuç çerçevesinde bir karar verilmesi gerekecektir. Somut olayda uygulama imkanı olmayan yasal düzenleme çerçevesinde davanın 20 yıllık zamanaşımına tabi olduğu gerekçesiyle zamanaşımı itirazının reddi yanlış olup bozmayı gerektirmiştir."

V. İNCELEME VE GEREKÇE

23. Mahkemenin 9/6/2021 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. Başvurucunun İddiaları

24. Başvurucu; Dairece dosyanın esasına ilişkin araştırılması gereken birçok husus olmasına ve özellikle görev, husumet ve taraf sıfatının yokluğuyla ilgili itirazlarının olmasına rağmen bu hususlar değerlendirilmeksizin, gerekçe de belirtilmeksizin ve duruşma yapılmaksızın karar verildiğini öne sürmüştür. Ayrıca Mahkemece aldırılan bilirkişi raporunun aksi kabul edilmesine rağmen yeni bilirkişi raporunun aldırılmadığı ve rücu şartlarının oluşup oluşmadığı ve müşteri hakkındaki ilgili icra dosyasının da incelenmediği ileri sürülmüştür. Başvurucu bu bağlamda esasa ilişkin hiçbir araştırma yapılmadan, deliller toplanmadan Mahkeme kararının Daire tarafından eksik incelemeyle kaldırılarak kesin olarak esastan davanın kabul edilmesinin savunma hakkını kısıtladığından yakınmaktadır. Başvurucu öncelikle davanın dava şartı yokluğu nedeniyle reddedilmesi gerektiğini vurgulamıştır.

25. Öte yandan başvurucu, somut olayda EGS Yatırım A.Ş. tarafından yapılan hisse senedi alım satımına ilişkin işlemin bankacılık işlemi olmadığını belirterek 5411 sayılı Kanun"dan kaynaklanan bir davanın söz konusu olmadığını beyan etmiştir. Bununla birlikte başvuru konusu 27/2/2001 tarihli işlemin gerçekleştiği dönemde 4389 sayılı Kanun"un yürürlükte olduğu, 5411 sayılı Kanun"un ise 1/11/2005 tarihinde yürürlüğe girdiği açıklanmıştır. Buna göre haksız fiil niteliğinde işlem nedeniyle açılacak davanın bir yıllık zamanaşımına tabi olduğu hâlde davanın 14 yıl 7 ay sonra açıldığı belirtilmiştir. Ayrıca yirmi yıllık zamanaşımı süresinin Anayasa Mahkemesinin (bkz. AYM, E.2014/85, K.2014/103, 4/6/2014) kararına aykırı olduğu ve bilirkişi raporunda da davanın zamanaşımına uğradığının belirtildiği ifade edilmiştir. Başvurucu, bu noktada hatalı eylemi olmadığı hâlde -bir an için olduğu varsayılsa dahi- zarar veren ve zarar bilindiğine göre haksız fiil kurallarına göre değerlendirme yapılması gerektiğini belirtmiştir. Buna göre olayın gerçekleştiği iddia edilen 27/2/2001 tarihinde yürürlükteki 818 sayılı Kanun"un 60. maddesindeki bir ve on yıllık zamanaşımı sürelerinin dolduğunu ve Yargıtay kararları ile de davanın zamanaşımı sebebiyle reddinin gerektiğini iddia etmiştir.

26. Başvurucu ayrıca başvuru konusu işlemin davacının devraldıklarını iddia ettiği bankalarda değil de Bankalar Kanun"u ile Bankacılık Kanunu"na tabi olmayan ve ayrı tüzel kişiliğe sahip EGS Yatırım A.Ş. Gaziantep Şubesinde meydana geldiğini beyan etmiştir. Öte yandan BDDK"nın 26/12/2001 tarihli kararında, Banka devrinden bahsedilirken işlemin gerçekleştirildiği EGS Yatırım A.Ş.nin devrinden bahis edilmediği belirtilmiştir. Ayrıca bilirkişilerin davacı kuruma giderek kayıt ve belgeler üzerinde inceleme yaptıklarını ancak EGS Bank A.Ş. ile EGS Yatırım Menkul Değerler A.Ş. arasında yapılmış olması gereken acentelik sözleşmesinin ibraz edilmediğinin rapora şerh edildiği, acentelik sözleşmesi olmadan banka namına hisse senedi işlemi yapılamayacağı vurgulanmıştır. Buna göre başvurucu, davacıya devredilmemiş ve banka alacağı da olmayan haksız fiilden doğan alacak nedeniyle açılan davanın husumet yokluğundan reddi gerektiğini öne sürmüştür. Başvurucu ayrıca söz konusu işlemin EGS Yatırım A.Ş.de gerçekleştirildiğinden davalı sıfatının olamayacağını da ileri sürmüştür. Diğer bir deyişle davacı ve davalı sıfatlarının yokluğu ve husumet sebepleriyle davanın reddinin gerektiği belirtilmiştir. Bununla birlikte iddia edilen haksız fiile konu olayda iş mahkemelerinin görevli olmadığı öne sürülmüştür.

27. Öte yandan başvurucu, EGS Yatırım A.Ş. ayrı bir tüzel kişilik olarak varlığını sürdürdüğü ve davacı Birleşik Fon Bankası"na devredilmediği iddialarının ispatına yönelik Ticaret Sicil Memurlukları ile yazışmalar yapılmayarak eksik inceleme ile karar verildiğini belirtmiştir. Ayrıca sunulan Ticaret Sicil Gazetesi belgelerinin dahi başvuruya konu alacağın fon alacağı olmadığını ve asla yirmi yıllık zamanaşımına tabi olamayacağını ispatladığı iddia edilmiştir.

28. Başvurucu, Mahkemece çözümü teknik bilgiyi gerektiren hisse alım satımına ilişkin başvuru konusu işlemle ilgili rapor alınarak karar verildiğini ancak Dairece bu teknik meseleyle ilgili yeni bir bilirkişi raporu da alınmaksızın aleyhe karar verildiğini açıklamıştır.

29. Başvurucu, somut olayda bir müfettiş raporuna göre on beş yıl sonra dava açıldığını ve müfettiş raporunun kendisine tebliğ edilmediğini belirtmiştir. Başvurucu en ufak bir ihmali davranışının olmadığını ve sorumluluğu olsaydı işlem tarihi itibarıyla gereğinin yapılacağını ifade etmiştir. Başvurucu, kusurunun varlığı kabul edilecek olsa bile on beş yıl sonra işlem başlatan davacı banka yetkililerinin kusurları değerlendirilmeden ve temerrüde de düşürülmediği hâlde olay tarihinden itibaren faize karar verilmesinin hukuka aykırı olduğunu öne sürmüştür.

30. Diğer taraftan başvurucu zarara sebebiyet veren kişinin daha önceden işlem yapan müşteri olduğunu, bu kişinin de borca yönelik bir itirazının bulunmadığını ve söz konusu işlemi yapan müşteriden/borçludan zararın tahsili için gerekenler yapılmadan karar verildiğini belirtmiştir.

31. Başvurucu, tedbir konulan taşınmazın aynına ilişkin bir dava olmadığı hâlde Mahkemece ihtiyati tedbir konulmasının da hukuka aykırı olduğunu beyan etmiştir.

32. Öte yandan başvurucu, kısmen kabul edilen davada reddedilen miktar üzerinden lehine nispi vekâlet ücretine hükmedilmesi gerekirken maktu vekâlet ücretine hükmedilmesinin de doğru olmadığını ifade etmiştir.

33. Sonuç olarak başvurucu bu gerekçelerle eşitlik ilkesiyle mahkemeye erişim, adil yargılanma ve mülkiyet ile özel hayat ve aile hayatına saygı haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

34. Başvurucu ayrıca haksız fiilden kaynaklanan söz konusu davada kusurlu olduğunu gösteren bir mahkeme kararı veya kusurlu olduğuna delil olabilecek ceza soruşturması veya kovuşturması olmadığı hâlde tek taraflı düzenlenen banka müfettiş raporu esas alınarak Dairece tam kusurlu kabul edilmesinin masumiyet karinesini ihlal ettiğini iddia etmiştir.

B. Değerlendirme

35. Anayasa’nın "Mülkiyet hakkı" kenar başlıklı 35. maddesi şöyledir:

 “Herkes, mülkiyet ve miras haklarına sahiptir.

Bu haklar, ancak kamu yararı amacıyla, kanunla sınırlanabilir.

Mülkiyet hakkının kullanılması toplum yararına aykırı olamaz.”

36. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucu; mülkiyet hakkıyla birlikte masumiyet karinesi ile eşitlik ilkesi ve mahkemeye erişim, adil yargılanma ile özel hayat ve aile hayatına saygı haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüş ise de başvurucunun şikâyetlerinin özünün mülkiyet hakkına ilişkin olduğu değerlendirilerek başvuru mülkiyet hakkı kapsamında incelenmesi uygun görülmüştür.

37. Başvurucu esas olarak başvuru konusu işlemin yapıldığı tarihte yürürlükte olan kanun ve Anayasa Mahkemesi ile Yargıtay kararlarına dayanarak Mahkeme gerekçesinde belirtildiği üzere davanın zamanaşımı nedeniyle reddedilmesi gerektiğini öne sürmüştür (bkz. § 25).

38. Anayasa Mahkemesinin norm denetimi sonucunda verdiği 4/6/2014 tarihli kararında 5411 sayılı Kanun"un geçici 16. maddesinde yer bulan zamanaşımı ibaresinin iptal edildiği görülmektedir. Ancak söz konusu kararda da açıklandığı üzere iptal edilen ibare ile 26/12/2003 tarihinden önce on yılını dolduran alacaklara ilişkin zamanaşımı süresi yeniden canlandırılmaktadır. Zira TMSF alacaklarında zamanaşımı süresinin yirmi yıl olduğu kuralı, ilk kez 4389 sayılı mülga Kanun"a eklenen ve 26/12/2003 tarihinde yürürlüğe giren ek 3. maddeyle getirilmiştir. Sonuç olarak iptal edilen ibare esasında 26/12/2003 tarihinden önce on yılını doldurup 1/11/2005 tarihinde ise henüz yirmi yılını doldurmayan alacaklara ilişkin zamanaşımı sürelerini yirmi yıla uzatmaktadır (bkz. § 21).

39. Somut olayda ise; 27/2/2001 tarihli işlemden kaynaklanan tahsil edilmek istenen alacağa ilişkin ödeme talebi başvurucuya 12/4/2001 tarihinde bildirilmiştir (bkz. § 9). Dolayısıyla söz konusu alacak, talep tarihi itibarıyla zamanaşımına uğramış bir alacak niteliğinde olmadığından belirtilen Anayasa Mahkemesi kararı başvurucunun durumunu etkilememektedir. Sonuç olarak Anayasa Mahkemesi kararının dikkate alınmaması ve zamanaşımına ilişkin diğer iddiaların açıkça dayanaktan yoksun olduğu değerlendirilmiştir.

40. Bununla birlikte başvurucu; Dairece görev, husumet ve taraf sıfatının yokluğuyla ilgili itirazlarının değerlendirilmediğini belirterek eksik incelemeyle karar verildiğini ileri sürmüştür. Başvurucu aynı savunmaları Mahkemeye sunduğu cevap dilekçesinde de dile getirmiş ve Mahkemece bilirkişi raporu alınarak zamanaşımı nedeniyle davanın reddine karar verilmiş, ardından Dairece alacağın zamanaşımına uğramadığı değerlendirilerek davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir.

41. Somut olayda özel kişiler arasındaki uyuşmazlıkla ilgili tarafların mülkiyet hakkını korumakla yükümlü bulunan devletin maddi ve usule ilişkin pozitif yükümlülüklerini yerine getirip getirmediği hususunda ilk olarak belirli, ulaşılabilir ve öngörülebilir bir kanun hükmünün mevcut olduğuna işaret etmek gerekir.

42. İkinci olarak tarafların etkin bir biçimde itiraz edebilme, savunma ve iddialarını yetkili makamlar önünde ortaya koyabilme olanağının başvuruculara tanınıp tanınmadığı incelenmelidir. Başvurucu cevap dilekçesiyle söz konusu itirazlarını Mahkemeye sunma imkânı bulmuştur. Derece mahkemeleri kararlarında uyuşmazlığın temeli olan zamanaşımına ilişkin itirazlar değerlendirilerek sonuca ulaşılmıştır (bkz. §§ 10-12).

43. Derece mahkemeleri başvurucunun görev, husumet ve taraf sıfatının yokluğuyla ilgili itirazları hakkında açık bir değerlendirmede bulunmamış ise de Mahkemece aldırılan bilirkişi raporunda bu hususlara ilişkin açıklamalara yer verilmiş ve derece mahkemelerince de bu rapor esas alınarak karar verilmiştir. Buna göre hukuk kurallarının yorumlanmasına ilişkin söz konusu itirazlar hakkında derece mahkemesi kararlarında bariz takdir hatası veya açık bir keyfîlik oluşturan bir hususun bulunduğu söylenemez.

44. Başvurucu ayrıca yeni bilirkişi raporu alınmadığını, müterafik kusur durumu araştırılmadığını ve asıl borçlu müşteri hakkındaki icra dosyasının incelenmediğini iddia etmiştir. Öncelikle Mahkeme gerekçesinde, anılan icra dosyasının getirtilip incelendiğinin belirtildiğini vurgulamak gerekir. Öte yandan bilirkişi raporunda esasa ilişkin tespitler esas alınarak karar verilmiş, ancak hesaplanan zarardan tek başına başvurucunun sorumlu tutulmasının hakkaniyet ilkelerine uygun düşmeyeceği değerlendirilmesine karşılık Dairenin, başvurucunun yetkisiz işlem yaptığı gerekçesiyle zararın tamamının tahsiline dair kararında bariz takdir hatası veya açık bir keyfîlik oluşturan bir hususun bulunmadığı sonucuna ulaşılmıştır.

45. Başvurucu, tedbir konulan taşınmazın aynına ilişkin bir dava olmadığı hâlde Mahkemece ihtiyati tedbir konulmasının da hukuka aykırı olduğunu ve reddedilen miktar üzerinden lehine nispi vekâlet ücretine hükmedilmesi gerekirken maktu vekâlet ücretine hükmedilmesinin de doğru olmadığını iddia etmiş ise de bu hususlarda yeterli gerekçe ve delil sunulmadığı anlaşıldığından başvurucunun bu iddialarını temellendiremediği değerlendirilmiştir.

46. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 47. maddesinin (3), 48. maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları uyarınca bireysel başvuruda, kamu gücünün neden olduğu iddia edilen ihlale dair olayların tarih sırasına göre özeti yapılmalı, bireysel başvuru kapsamındaki hakların ne şekilde ihlal edildiği ve buna ilişkin gerekçeler ve deliller açıklanmalıdır (Veli Özdemir, B. No: 2013/276, 9/1/2014, §§ 19, 20).

47. 6216 sayılı Kanun"un 48. maddesinin (2) numaralı fıkrasına göre Anayasa Mahkemesince açıkça dayanaktan yoksun başvuruların kabul edilemez olduğuna karar verilebilir. Başvurucunun ihlal iddialarını temellendiremediği, iddialarının salt kanun yolunda gözetilmesi gereken hususlara ilişkin olduğu, temel haklara yönelik bir müdahalenin olmadığı veya müdahalenin meşru olduğu açık olan başvurular ile karmaşık veya zorlama şikâyetlerden ibaret başvurular açıkça dayanaktan yoksun kabul edilebilir (Hikmet Balabanoğlu, B. No: 2012/1334, 17/9/2013, § 24).

48. Buna göre somut olayda, yapılan açık yargılama sonunda tarafların davanın sonucuna etkili olabilecek tüm iddia ve savunmalarının tartışılarak verilen kararlarda hükme ulaşılması için yeterli gerekçe bulunduğu görülmektedir. Derece mahkemelerinin gerekçelerinin hukuka aykırı olduğu iddiası ise delillerin değerlendirilmesi ve hukuk kurallarının yorumlanmasına ilişkin olup mahkeme kararlarında bariz takdir hatası veya açık bir keyfîlik oluşturan bir hususun bulunmadığı anlaşılmaktadır.

49. Açıklanan gerekçelerle başvurunun bu kısmının açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

VI. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. Mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddiaların açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,

B. Yargılama giderlerinin başvurucu üzerinde BIRAKILMASINA 9/6/2021 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.

Hemen Ara