AYM 2018/31464 Başvuru Numaralı HÜSEYİN UZUNYAYLA Başvurusuna İlişkin Karar

Abaküs Yazılım
Birinci Bölüm
Esas No: 2018/31464
Karar No: 2018/31464
Karar Tarihi: 15/6/2021

AYM 2018/31464 Başvuru Numaralı HÜSEYİN UZUNYAYLA Başvurusuna İlişkin Karar

 

 

 

 

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

HÜSEYİN UZUNYAYLA BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2018/31464)

 

Karar Tarihi: 15/6/2021

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

 

Başkan

:

Hasan Tahsin GÖKCAN

Üyeler

:

Hicabi DURSUN

 

 

Muammer TOPAL

 

 

Yusuf Şevki HAKYEMEZ

 

 

İrfan FİDAN

Raportör

:

Murat İlter DEVECİ

Başvurucu

:

Hüseyin UZUNYAYLA

Vekili

:

Av. Bedia BORAN BULUT

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru; kamu makamları tarafından öngörülebilir ve önlenebilir nitelikte olduğu ileri sürülen canlı bomba saldırısı sonucu meydana gelen yaralanma olayından kaynaklanan zararların tazmini istemiyle açılan tam yargı davalarında olayın idarenin kusuruyla meydana geldiğine ilişkin iddialar hakkında açık bir cevap verilmeden ve davacının dayandığı delillerin toplanıp toplanmadığı hususunda açıklama yapılmadan sonuca varılması nedeniyle yaşam hakkının, saldırının gerçekleşmesini önlemek için gerekli tedbirlerin alınmamasının sebebinin mitingi düzenleyen sivil toplum kuruluşlarının muhalif kimliği olması ve ayrımcı bir yaklaşımın sonucu yetersiz manevi tazminata hükmedilmesi nedeniyle yaşam hakkıyla bağlantılı olarak eşitlik ilkesinin, olaydan sonra güvenlik güçlerinin gazlı müdahalede bulunup yaralıya acil tıbbi müdahalede bulunulmasını engellemesi nedeniyle kötü muamele yasağının, saldırıya ilişkin istihbarat bilgisine rağmen mitinge katılacak kişilerin korunması ve mitingin sağlıklı bir şekilde yapılması için gerekli tedbirlerin kamu makamlarınca alınmaması nedeniyle toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının ihlal edildiğini iddialarına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru 30/10/2018 tarihinde yapılmıştır.

3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.

4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.

6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir.

7. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur.

III. OLAY VE OLGULAR

8. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla temin edilen belgelere göre ilgili olaylar özetle şöyledir:

9. Bazı sivil toplum kuruluşlarınca gerekli yasal izinler alınarak 10/10/2015 Cumartesi günü 12.00-16.00 saatleri arasında Ankara"da barış, emek ve demokrasi konulu bir miting yapılması kararlaştırılmıştır. Planlamaya göre Ankara Tren Garı"nda toplanılacak ve Talatpaşa Bulvarı, Opera Meydanı ile Atatürk Bulvarı"nı takiben Sıhhiye Meydanı"na yürünecektir.

10. Ankara Tren Garı önünde 10/10/2015 tarihinde toplanan kalabalığın hazırlıkları sürerken saat 10.04 sıralarında peş peşe iki patlama meydana gelmiş ve yaşanan bu elim olay nedeniyle pek çok kişi ölmüş, aralarında başvurucunun da bulunduğu birçok kişi yaralanmıştır. Başvurucu; olay nedeniyle vücudunda kemik kırığı meydana geldiğini, göğsüne ve akciğerine üç metal cisim saplandığını, bu cisimlerden birinin omuriliğe çok yakın bir bölgeye saplanması nedeniyle çıkarılamadığını, ameliyat geçirdiğini ve yaralanması sonrasında vücudunun sol tarafında his ve güç kaybı oluştuğunu iddia etmektedir. Hakkında düzenlenen tıbbi belgelere göre başvurucu, olay nedeniyle yaşamsal tehlike geçirmiş ve olaydan sonra Ankara"daki bir hastanede üç gün yatarak tedavi görmüştür. Ayrıca meydana gelen kemik kırığı hayati fonksiyonlara orta derecede etki etmiştir.

11. İçişleri Bakanlığı, başka hususlar yanında olay öncesinde yeterli güvenlik önlemlerinin alınıp alınmadığı konusunda iki mülkiye başmüfettişi ile iki polis başmüfettişine ön inceleme yaptırmıştır. Ön inceleme sonunda hazırlanan raporda başka hususlar yanında şu tespitler yer almıştır:

2015 yılı başından itibaren İstihbarat ve Terörle Mücadele (TEM) Şube Müdürlüklerine değişik kaynaklardan birçok istihbarat bilgisi gelmiştir. Bu istihbarat bilgilerinin büyük çoğunluğu ya yer, zaman ve kişiye ilişkin somut bilgiler ihtiva etmemekte ya da teyide muhtaç niteliktedir ancak sözü edilen istihbarat bilgilerinin yine de güvenlik tedbirlerinin planlamasında dikkate alınması gerekir. 2015 yılında DEAŞ terör örgütü ile ilişkili istihbaratın fazlalığına rağmen Ankara Tren Garı önünde canlı bomba terör eylemini gerçekleştiren Y.E.A.nın da aralarında olduğu bazı şahısların canlı bomba eyleminde bulunabileceğine ve irtibatlı oldukları DEAŞ terör örgütünün Diyarbakır ve Suruç terör eylemlerinden sonra Türkiye"de ses getirecek başka terör eylemi hazırlığı içinde olduğuna, halkın kalabalık olduğu yerlerde, toplantı ve gösteri yürüyüşlerinde birden fazla canlı bomba eylemi yapabileceğine yönelik istihbaratlar son derece önemlidir zira toplantı ve gösteri yürüyüşlerinin yoğun olarak yapıldığı illerin başında Ankara gelmektedir. Bu sebeple anılan nitelikteki bilgilerin toplantı ve gösteri yürüyüşlerinin güvenliğini planlamakla sorumlu il emniyet müdürü, emniyet müdür yardımcısı, emniyet birimleri hatta vali ile paylaşılması gereklidir. Buna rağmen TEM Şube Müdürlüğü, emniyet tedbirlerinin gözden geçirilmesi veya sıklaştırılması amacıyla emniyet birimlerine çoğunlukla aynı içerikli yazılar göndermiştir (ön incelemeyle ilgili süreç için bkz. Hasan Kılıç, B. No: 2018/22085, 27/1/2021, §§ 11-14).

12. Başvurucu, canlı bomba saldırısı yapılabileceğine ilişkin istihbarat bilgisine rağmen saldırının önlenmesi için gerekli tedbirlerin alınmadığını iddia ederek 9/12/2015 tarihinde İçişleri Bakanlığından 200.000 TL manevi tazminat talep etmiştir. Başvurucu aynı gün aynı iddialarla ayrı bir dilekçeyle İçişleri Bakanlığından 200.000 TL maddi tazminat da talep etmiştir.

A. Manevi Tazminat Talebiyle İlgili Süreç

13. Tazminat talebine cevap verilmemesi üzerine başvurucu, yaptığı başvurunun zımnen reddedilmesine ilişkin işlemin iptal edilerek lehine 50.000 TL manevi tazminata hükmedilmesi istemiyle İçişleri Bakanlığı aleyhine Ankara 2. İdare Mahkemesinde tam yargı davası açmıştır. Dava dilekçesinde başvurucu, saldırı gerçekleşebileceği yönünde istihbarat bilgisine sahip olmasına rağmen idarenin saldırının önlenmesi ve mitingle gösteri yürüyüşünün sağlıklı bir şekilde yapılması için gerekli tedbirleri almadığına ilişkin çokça iddia bulunup güvenlik güçlerinin olaydan sonra ölenlerin, yaralananların ve yaralılara yardım edenlerin üzerine gaz bombası atıp cankurtaranların olay yerine ulaşmasını ve ilk yardım çalışmalarını fiilen engellediğini ileri sürmüştür. Bununla birlikte başvurucu, gazlı müdahaleye maruz kaldığına ve/veya kendisine yapılacak tıbbi müdahalenin fiilen engellendiğine yönelik bir iddiayı açık biçimde dile getirmemiştir.

14. Başvurucu dava dilekçesinde ayrıca Ankara 2. İdare Mahkemesinden DEAŞ saldırılarına ilişkin uyarı yazılarının ilgili yerlerden getirtilmesini, DEAŞ ile ilgili istihbarat bilgilerinin temini için Millî İstihbarat Teşkilatı ile yazışma yapılmasını, Adıyaman Cumhuriyet Başsavcılığıyla yazışma yapılarak DEAŞ faaliyetleri hakkında yürütülen soruşturma dosyalarının istenmesini, olay nedeniyle yürütülen disiplin soruşturmalarına ilişkin dosyaların İçişleri Bakanlığından getirtilmesini, askerî personelin saldırı öncesinde canlı bomba konusunda uyarılıp uyarılmadığı hususunda Millî Savunma Bakanlığı ve Genel Kurmay Başkanlığıyla yazışma yapılmasını, mitinge katılan kişilerin güvenliğinin sağlanması için miting öncesinde yapılan planlamalara, alınan fiilî tedbirlere, kararlara ve istihbarat bilgilerine, miting için şehir dışından gelenleri taşıyan otobüslerin aranıp aranmadığına ilişkin tüm bilgi ve belgelerin (yazışmalar, görüntü kayıtları, fotoğraflar, telsiz ve telefon görüşmelerine ilişkin kayıtlar) Ankara Valiliği ile Ankara Emniyet Müdürlüğünden temin edilmesini istemiştir.

15. İçişleri Bakanlığı idarenin hizmet kusurundan kaynaklanan bir güvenlik açığı olmadığını, idarenin üzerine düşen dikkat ve özeni gösterdiğini, olayın bir terör saldırısı olduğunu, patlamaların miting alanı dışında ve miting için kararlaştırılan zaman diliminden önce yaşandığını, Anayasa"nın devlete yüklediği pozitif yükümlülüklerin yetkililer üzerinde aşırı yük oluşturacak şekilde yorumlanamayacağını, uyuşmazlığın 17/7/2004 tarihli ve 5233 sayılı Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında Kanun çerçevesinde çözülmesi gerektiğini, 5233 sayılı Kanun"un yürürlüğe girmesinden sonra idarenin terör olaylarından kaynaklanan zararlar dolayısıyla sosyal risk ilkesi çerçevesinde dahi sorumlu tutulamayacağını ve manevi zararların 5233 sayılı Kanun kapsamında olmadığını savunmuştur.

16. Ankara 2. İdare Mahkemesi davalı idareden saldırıya ilişkin kamera kayıtlarını, olay yeri fotoğraflarını ve varsa başvurucunun yaralandığı anı gösteren tüm kayıtları istemiştir. Bu ara kararın gereği idarece yerine getirilmiştir ancak sözü edilen kayıtların içeriği belirlenememiştir.

17. Başvurucu tarafından maddi tazminat istemiyle İçişleri Bakanlığı aleyhine açılan davanın Ankara 6. İdare Mahkemesinde (İdare Mahkemesi) derdest olduğunu tespit eden Ankara 2. İdare Mahkemesi, davalar arasındaki bağlantı olup olmadığının tespiti için dava dosyasını Ankara Bölge İdare Mahkemesi 10. İdari Dava Dairesine (Daire) göndermiştir.

18. Daire 7/6/2017 tarihinde davalar arasındaki bağlantıyı tespit ederek İdare Mahkemesini manevi tazminat istemli davada yetkili kılmıştır. Bu nedenle dava dosyası Ankara 2. İdare Mahkemesi tarafından İdare Mahkemesine gönderilmiştir.

19. İdare Mahkemesi yürüttüğü yargılama sonunda olayın bir terör eylemi olduğunu ve idari hizmetin işleyişine ilişkin kusur bulunmadığını belirterek sosyal risk ilkesi çerçevesinde başvurucuya dava tarihinden itibaren işletilecek yasal faizi ile birlikte 25.000 TL manevi tazminat ödenmesine karar vermiş, kabul edilen tazminat miktarı yönünden zımni ret işlemini de iptal etmiştir. Anılan kararın ilgili kısmı şöyledir:

 “...

...[O]layın bir terör eylemi olduğunun anlaşılması (İdarenin hizmetin işleyişine ilişkin kusurunun bulunmadığının tespit edilmesi) karşısında, terör olayları nedeniyle meydana gelen ve sosyal risk ilkesi kapsamında bulunup, 5233 sayılı Kanun uyarınca karşılanmayan ilgilinin ileri sürdüğü manevi zarara bağlı tazminat talebine ilişkin uyuşmazlığın, idare hukukunun tazminata ilişkin ilke ve kuralları çerçevesinde 2577 sayılı Kanunun öngördüğü usullere tabi olarak manevi tazminat ödenip ödenmeyeceğine ilişkin yargısal incelemenin yapılması gerekmektedir.

Manevi tazminata hükmedilmesi için kişinin fizik yapısını zedeleyen, yaşama ve kazanma gücünün azalması sonucunu doğuran olayların meydana gelmesi veya idarenin hukuka aykırı bir işlem veya eylemi sonucunda ağır bir elem ve üzüntünün duyulmuş olması veya şeref ve haysiyetinin rencide edilmiş bulunması gerekir.

...

...[D]avacının olay yerinde yaralandığı, göğüs duvarında yabancı cisim bulunduğu, hastalığının basit tıbbi müdahale ile giderilebilecek şekilde hafif olmadığı, yaşamı tehlikeye sokan bir durum olduğu, kemik kırığının bulunduğu, kemik kırığının hayati fonksiyonlara etkisinin orta derecede olduğu ve yaşanan olayların etkisi nedeniyle davacının ağır elem ve üzüntü içerisinde kaldığı anlaşıldığından, olay nedeniyle duyulan acı, üzüntü ve ruhsal sıkıntının giderilmesi için çekilen manevi üzüntü ve ızdıraba karşılık olarak 25.000,00 TL manevi tazminatın ödenmesinin uygun olacağı sonucuna varılmıştır.

...”

20. Başvurucu ile davalı idare, İdare Mahkemesince verilen karar aleyhine istinaf kanun yoluna başvurmuştur. Başvurucu, istinaf istemine ilişkin dilekçesinde dava dilekçesindeki iddialarını yineleyip davada öncelikle olayın meydana gelmesinde hizmet kusuru bulunup bulunmadığının araştırılması ve tazminat talebinin tamamıyla kabul edilmesi gerektiğini ileri sürmüştür.

21. Daire, dava konusu edilemeyeceği gerekçesiyle zımni ret işleminin iptaline yönelik hükmü kaldırarak incelemeksizin reddetmiş ve İdare Mahkemesi kararının usul ve hukuka uygun olduğunu belirterek manevi tazminat talebi yönünden kurulan hükmü 11/9/2018 tarihinde onamıştır.

B. Maddi Tazminat Talebiyle İlgili Süreç

22. Başvurucu, manevi tazminat istemiyle açtığı davaya esas dilekçesinde dile getirdiği iddiaları tekrar etmek suretiyle İçişleri Bakanlığı aleyhine İdare Mahkemesinde tam yargı davası açmış ve olaydan sonra kendisine otuz gün yatak istirahati verildiğini ve yaralanması çalışma koşullarını güçleştirdiği için emekli olmak zorunda kalabileceğini ileri sürerek lehine 35.000 TL maddi tazminata hükmedilmesini istemiştir. Başvurucu, ayrıca İdare Mahkemesinden bazı delillerin toplanmasını talep etmiştir. Bahse konu deliller manevi tazminat talebiyle açılan davada toplanması istenen delillerdir.

23. İdare Mahkemesi, Ankara Valiliğini de hasım olarak tespit edip dava dilekçesinin bir örneğini sözü edilen davalıya tebliğ edilmesine karar vermiştir.

24. İçişleri Bakanlığı yaşanan olay hakkında yapılmış bir ihbarın bulunmadığını belirtip manevi tazminat istemiyle açılan davada dile getirdiği savunmaları yinelemiştir.

25. Olay günü saat 08.00"den itibaren alınan tedbirlere, görevlendirmelere, taleplere, istişarelere, trafik düzenlemelerine, toplantı ve gösteri yürüyüşünde yapılması gereken tüm iş ve işlemlere ilişkin bilgi ve belgeler İçişleri Bakanlığı tarafından İdare Mahkemesine gönderilmiştir.

26. Ankara Valiliği savunmasında kısaca başvurucunun 5233 sayılı Kanun çerçevesinde talep ettiği maddi tazminatın eksik evrakın tamamlanmaması nedeniyle reddedildiği, olayın bir terör eylemi olduğunu, bu nedenle davanın 5233 sayılı Kanun çerçevesinde ele alınabileceğini ve olayın meydana gelmesinde idarenin hizmet kusurunun bulunmadığını ileri sürmüştür. Başka belgeler yanında mitinge katılacak kişilerin güvenliklerinin sağlanması konusunda alınan tedbirlere ilişkin bilgi notlarını içerir bazı belgeler, bazı kolluk amir ve memurları tarafından düzenlenen Olay Tutanağı ve olay sırasında 112 Acil Çağrı Merkezi ile kurulan iletişimlere ait belgeler savunma dilekçesinin ekinde İdare Mahkemesine sunulmuştur.

27. İdare Mahkemesi, başvurucu hakkında düzenlenen tıbbi teşhis ve tedavilerle ilgili belgeleri ilgili hastanelerden getirtmiştir. Buna göre ilgili hastanelerce 2015 yılından başvurucu hakkında düzenlenmiş hiçbir tıbbi belge bulunmamaktadır.

28. İdare Mahkemesi başvurucudan ne iş yaptığına, maddi tazminat talebinin dayanağına, zararın neye ilişkin olduğuna ve zarar kalemlerinin ne olduğuna ilişki bilgi ve belge sunmasını istemiştir. Başvurucu İdare Mahkemesine sunduğu 9/2/2018 havale tarihli dilekçesinde olaydan sonra kendisine otuz gün yatak istirahati verildiğini, istirahat süresince çalışamadığını, öğretmenlik mesleğini gereğini gibi yerine getiremediği için 65 yaşını doldurmasından yaklaşık 13 ay önce -15/8/2017 tarihinde- emekli olduğunu, bu nedenle maaşının 1/3 oranında düştüğünü, ayrıca emekli olması nedeniyle yaş haddinden emekli oluncaya kadar alması gereken ek ders ücretlerini alamadığını iddia etmiştir.

29. Yapılan yargılama sonunda İdare Mahkemesi, olayda hizmet kusuru bulunmadığı için saldırı nedeniyle uğranılan maddi zararın sosyal risk kapsamında tazmin edilmesi gerektiği ancak başvurucunun uğradığı maddi zararı kanıtlayamadığı gerekçesiyle davayı reddetmiştir. Bu kararın gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:

 “...

...Olayın bir terör eylemi olduğunun anlaşılması (İdarenin hizmetin işleyişine ilişkin kusurunun bulunmadığının tespit edilmesi) karşısında, terör olayları nedeniyle meydana gelen ve sosyal risk ilkesi kapsamında bulunup, 5233 sayılı Kanun uyarınca karşılanmayan ilgilinin ileri sürdüğü maddi zararına bağlı tazminat talebine ilişkin uyuşmazlığın, idare hukukunun tazminata ilişkin ilke ve kuralları çerçevesinde 2577 sayılı Kanunun öngördüğü usullere tabi olarak maddi tazminat ödenip ödenmeyeceğine ilişkin yargısal incelemenin yapılması gerekmektedir.

İdarenin hukuki sorumluluğundan söz edebilmek için, ortada bir zararın bulunması ve bunun idareye yüklenebilen hatalı bir işlem veya eylemden doğması başka bir deyişle, zararla idari faaliyet veya idari işlem arasında illiyet bağı bulunması gerekir. Daha açık bir anlatımla, idari faaliyet ya da hukuka aykırılığı saptanan idari işlem zararın gerçek nedenini oluşturmalıdır.

...

...30 gün istirahat raporu bulunduğu ve çalışamadığı bu sürelerde davacının ara karar cevabında sunduğu üzere kamu görevlisi olması nedeniyle maaşında herhangi bir eksilmenin meydana gelmeyeceği, 05.09.2019 tarihine kadar görev yapabilecekken daha erken olan 15.08.2017 tarihinde emekli olması ve erken emekli olması nedeniyle ek ders ücretlerinden mahrum kalması yönünden, olayın 13.10.2015 tarihinde meydana geldiği, davacının olayın ardından iki yıl kadar çalıştıktan sonra, 15.08.2017 tarihinde emekli olduğu, erken emekliliğinin olayda yaralanmasına bağlı olduğunun kabul edilmesinin doğrudan illiyet bağı kurulamaması nedeniyle mümkün olmadığı, idarece karşılanabilecek zarara ilişkin olarak davacı tarafından açıklama yapılamadığı, zararın oluşumunun kanıtlanamadığı, davacının yaralanması nedeniyle oluşmuş maddi zararının bulunmadığı görüldüğünden, dava konusu işlemde hukuka aykırılık bulunmamaktadır.

...”

30. Başvurucu, İdare Mahkemesince verilen karara karşı istinaf kanun yoluna başvurmuştur. istinaf istemine ilişkin dilekçesinde başvurucu, olayın meydana gelmesinde idarenin hizmet kusuru bulunduğuna ve uğradığı maddi zarar kalemlerine ilişkin iddiaları tekrar etmiş; olaydan sonra güvenlik güçlerinin çevreye ateş edip gazlı müdahalede bulunması ve bulunduğu alana cankurtaranları yaklaştırmaması nedeniyle dakikalarca cankurtaran beklediğini iddia etmiş ve davanın kusur sorumluluğu çerçevesinde ele alınması gerektiğini, uğradığı gelir kaybı konusunda bilirkişiden rapor alınmasının gerekli olduğunu öne sürmüştür.

31. Daire, usul ve hukuka uygun olduğu gerekçesiyle İdare Mahkemesince verilen kararı 26/9/2018 tarihinde onamıştır.

IV. İLGİLİ HUKUK

32. 6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu"nun Doğrudan doğruya tam yargı davası açılması” kenar başlıklı 13. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:

İdari eylemlerden hakları ihlal edilmiş olanların idari dava açmadan önce, bu eylemleri yazılı bildirim üzerine veya başka suretle öğrendikleri tarihten itibaren bir yıl ve her halde eylem tarihinden itibaren beş yıl içinde ilgili idareye başvurarak haklarının yerine getirilmesini istemeleri gereklidir. Bu isteklerin kısmen veya tamamen reddi halinde, bu konudaki işlemin tebliğini izleyen günden itibaren veya istek hakkında altmış gün içinde cevap verilmediği takdirde bu sürenin bittiği tarihten itibaren, dava süresi içinde dava açılabilir.

33. Danıştay Onuncu Dairesinin 21/10/2020 tarihli ve E.2015/4478, K.2020/4057 sayılı kararın ilgili kısmı şöyledir:

 “...[İ]dare kural olarak yürüttüğü kamu hizmetiyle nedensellik bağı kurulabilen zararları tazminle yükümlü olup, idari eylem ve/veya işlemlerden doğan zararlar idare hukuku kuralları çerçevesinde, hizmet kusuru veya kusursuz sorumluluk ilkeleri gereği tazmin edilmektedir.

İdarenin yürütmekle görevli olduğu bir hizmetin kuruluşunda, düzenlenişinde veya işleyişindeki nesnel nitelikli bozukluk, aksaklık veya boşluk olarak tanımlanabilen hizmet kusuru, hizmetin kötü işlemesi, geç işlemesi veya hiç işlememesi hallerinde gerçekleşmekte ve idarenin tazmin yükümlülüğünün doğmasına yol açmaktadır.

İdarenin kusura dayalı ya da kusursuz sorumluluğu yanında, Anayasanın öngördüğü sosyal hukuk devleti anlayışına uygun olarak ve bu temel üzerinden, kollektif sorumluluk anlayışı çerçevesinde bilimsel ve yargısal içtihatlar ile geliştirilen sosyal risk ilkesi de, Anayasanın öngördüğü amaçların gerçekleştirilmesine yöneliktir.

Sosyal risk ilkesi ile toplumun içinde bulunduğu koşullardan kaynaklanan, idarenin faaliyet alanında meydana gelmekle birlikte, yürütülen kamu hizmetinin doğrudan sonucu olmayan, toplumsal nitelikli riskin gerçekleşmesi sonucu oluşan, salt toplumun bireyi olunması nedeniyle uğranılan özel ve olağandışı zararların topluma pay edilerek giderilmesi amaçlanmıştır.

Sosyal risk ilkesinin, terör olaylarına ilişkin olarak 5233 sayılı Kanun ile yasalaşması karşısında, terör eylemleri nedeniyle uğranılan maddi zararlara yönelik istemlerin anılan Kanun çerçevesinde karara bağlanması gerektiği açıktır. Ancak, 5233 sayılı Kanun, sosyal risk ilkesi dışında, nedensellik bağına dayalı hizmet kusuru veya kusursuz sorumluluk sebebine dayanılarak 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu"nun 13. maddesine göre tam yargı davası açılmasına engel oluşturmadığı gibi, olayda idarelerin hizmet kusurunun ya da kusursuz sorumluluğunun saptandığı durumlarda, olay terör eylemi olsa bile uyuşmazlığın 5233 sayılı Kanun kapsamında çözümlenemeyeceğinde duraksama bulunmamaktadır. Danıştay Onuncu Dairesi"nin konuyla ilgili yerleşik içtihadı da; terör eylemi sonucu bir zararın ortaya çıkması durumunda, öncelikle söz konusu olayın meydana gelmesinde idarelere atfı kabil bir hizmet kusuru veya kusursuz sorumluluk hallerinin bulunup bulunmadığının araştırılması, idarenin gerek hizmet kusuru gerekse kusursuz sorumluluk hallerinin olayda bulunmaması durumunda 5233 sayılı Kanun kapsamında gerekli inceleme ve araştırma yapılarak karar verileceği yönündedir.""

V. İNCELEME VE GEREKÇE

34. Mahkemenin 15/6/2021 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. Yaşam Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

1. Başvurucunun İddiaları ve Bakanlık Görüşü

35. Başvurucu, İçişleri Bakanlığı tarafından yaptırılan ön inceleme sonunda düzenlenen rapordaki bazı tespit ve değerlendirmeleri de esas alarak özetle ve öz itibarıyla;

i. Bombalı saldırı gerçekleştirileceğine dair gerçek ve yakın bir riskin varlığına rağmen bu riskten haberdar olan kamu makamlarının sahip oldukları yetkiler kapsamında ve makul ölçüler çerçevesinde riskin gerçekleşmesini önlemek için gerekli önlemleri almadığını,

ii. İdare Mahkemesinin kamu makamlarının saldırıyı önleme konusundaki görev ve yetkileri yönünden herhangi bir değerlendirme yapmadığını oysa davanın hizmet kusuru çerçevesinde ele alınması gerektiğini,

iii. Hükmedilen manevi tazminatın yetersiz ve onur kırıcı olduğunu,

iv. Haksız bir şekilde maddi tazminat talebinin reddedildiğini, hâlbuki olaydan sonra tedavi gördüğü süre zarfında ve kendisine verilen otuz günlük istirahat raporu süresince çalışamadığı gibi ek ders ücreti de alamadığını, ayrıca dava dosyasındaki tıbbi belgelerin mesleğini yerine getirmesindeki zorluğu tespit için yeterli olduğunu belirterek yaşam ve adil yargılanma hakları ile insan haklarına saygı yükümlülüğünün ve kötü muamele yasağının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

36. Bakanlık görüşünde öncelikle başvurucu lehine sosyal risk ilkesi uyarınca hükmedilen manevi tazminata ve İdare Mahkemesinin başvurucunun maddi tazminat talebini reddetmesinin gerekçesine işaret edilerek başvurucunun uğradığı zararın giderildiği ve bu nedenle başvurucunun mağdur sıfatının ortadan kalkıp kalmadığının değerlendirilmesi gerektiği ifade edilmiştir. Anılan görüşte daha sonra miting için alınan tedbirler açıklanarak bireysel bir olay olan terör eylemine yönelik herhangi bir ihbarın ya da istihbari bilginin idareye intikal etmediği, terör olaylarının tamamen önlenmesinin mümkün olmadığı, olayda devletin kusurlu sorumluluğunun bulunduğunu kabul etmenin kamu makamları üzerinde aşırı yük meydana getirecek bir yorum olacağı, başvurucunun yaralanmasına sebep olan patlamanın terör örgütü bağlantılı olarak organize edilen bir eylem olduğu ve zararın üçüncü şahısların kusurundan doğduğu belirtilmiştir. Bakanlık görüşünde son olarak idareye karşı hizmet kusuru ya da sosyal risk ilkelerine dayanarak açılan tam yargı davalarında terör olayları nedeniyle ödenmesine hükmedilen tazminat miktarlarının birbirlerinden çok farklılık göstermediği, başvurucuya ödenen tazminatın yeterli olduğu ve yaşam hakkının içerdiği pozitif yükümlülük kapsamında yargı sürecinin gerçekleşen zararın nedenlerini tespit etme ve zararı giderme bakımından yeterince etkili şekilde işlediği ifade edilmiştir.

37. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanında önceki iddialarıyla benzer hususları dile getirip hükmedilen manevi tazminatın yetersiz olması ve maddi tazminat talebinin ise bilirkişi incelemesi yaptırılmadan reddedilmesi nedeniyle mağdur sıfatının ortadan kalkmadığını ileri sürmüştür. Başvurucu ayrıca aynı olayda yaralanan bir başka kişi tarafından açılan bir davada maddi zarar yönünden düzenlenen iki bilirkişi raporu ile söz konusu kişiye maddi tazminat ödenmesine dair kararın birer örneğini sunmuştur. Anılan kararın kesinleşip kesinleşmediği tespit edilememiştir.

2. Değerlendirme

a. Uygulanabilirlik ve İddiaların Nitelendirilmesi Yönünden

38. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Mahkemeye göre başvurucunun bütün iddiaları aslında yaşam hakkının ihlal edildiğine ilişkindir. O hâlde başvuruda incelenmesi gereken ilk husus başvurunun yaşam hakkı kapsamında incelenip incelenemeyeceği meselesidir.

39. Ölümün gerçekleşmediği bazı hâllerde de başvuru; kişiye karşı kullanılan gücün derecesi, türü, kullanımının ardında yatan niyet ve amaç ile maruz kalınan eylemin mağdurun fiziki bütünlüğü üzerindeki sonuçları gibi hususlar birlikte değerlendirilerek yaşam hakkı ve dolayısıyla bu hakla bağlantılı olarak etkili başvuru hakkı kapsamında incelenebilir (Mehmet Karadağ, B. No: 2013/2030, 26/6/2014, § 20; Mustafa Çelik ve Siyahmet Şeran, B. No: 2014/7227, 12/1/2017, § 69; Yasin Ağca, B. No: 2014/13163, 11/5/2017, § 110).

40. Başvuruya konu olay, miting için toplanan kalabalığın bulunduğu bir yerde üzerindeki patlayıcı maddeleri patlatan iki kişinin saldırısı sonucu gerçekleşmiş ve öldürücü niteliği konusunda şüphe bulunmayan bu saldırı nedeniyle pek çok kişi ölmüş, aralarında başvurucunun da bulunduğu birçok kişi de yaralanmıştır. Bu sebeple başvurunun yaşam hakkı kapsamında incelenmesi gerektiği sonucuna varılmıştır.

41. Anayasa’nın iddianın değerlendirilmesinde dayanak alınacak “Kişinin dokunulmazlığı, maddî ve manevî varlığı” kenar başlıklı 17. maddesinin birinci fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:

Herkes, yaşama... hakkına sahiptir.

42. Anayasa’nın “Devletin temel amaç ve görevleri” kenar başlıklı 5. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

 “Devletin temel amaç ve görevleri, … kişinin temel hak ve hürriyetlerini, sosyal hukuk devleti ve adalet ilkeleriyle bağdaşmayacak surette sınırlayan siyasal, ekonomik ve sosyal engelleri kaldırmaya, insanın maddî ve manevî varlığının gelişmesi için gerekli şartları hazırlamaya çalışmaktır.”

b. İncelemenin Kapsamı Yönünden

43. Başvurunun yaşam hakkı kapsamında incelenmesi gerektiği sonucuna varılması sonrasında incelemenin kapsamı belirlenmelidir.

44. Yaşam hakkını güvence altına alan Anayasa"nın 17. maddesi, devletin temel amaç ve görevlerini düzenleyen Anayasa"nın 5. maddesiyle birlikte değerlendirildiğinde devlete birtakım negatif ve pozitif yükümlülükler yükler (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, B. No: 2012/752, 17/9/2013, § 50).

45. Anılan pozitif yükümlülükler kapsamında devlet; yetki alanında bulunan tüm bireylerin yaşam hakkını kamu görevlilerinin, diğer bireylerin ve hatta kişinin kendi eylemlerinden kaynaklanabilecek risklere karşı koruma ödevi altındadır (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, § 51). Sözü edilen koruma ödevini yerine getirilebilmesi için devletin -başka hususlar yanında- önceden belirlenebilir bir veya daha fazla bireyin yaşamına yönelik bir tehdit söz konusu olmasa bile kişilerin yaşamını korumak için genel güvenlik tedbirleri alması da gerekir (Mehmet Çetinkaya ve Maide Çetinkaya, B. No: 2013/1280, 28/5/2014, § 59).

46. Bununla birlikte özellikle insan davranışlarının öngörülemezliği, öncelikler ve kaynaklar değerlendirilerek yapılacak işlem veya yürütülecek faaliyet tercihi dikkate alındığında sözü edilen pozitif yükümlülük kamu makamları üzerinde aşırı yük oluşturacak şekilde yorumlanamaz (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, § 53) ve yaşam hakkının gerektirdiği pozitif yükümlülüklerin yerine getirilmesi kapsamında alınacak tedbirlerin belirlenmesi idari ve yargısal makamların takdirinde olan bir husustur. Hak ve özgürlüklerin güvence altına alınması adına pek çok yöntem benimsenebilir ve mevzuatta düzenlenmiş herhangi bir tedbirin yerine getirilmesinde başarısız olunsa bile pozitif yükümlülükler diğer bir tedbirle yerine getirilebilir (Bilal Turan ve diğerleri (2), B. No: 2013/2075, 4/12/2013, § 59).

47. Başvurucu, yaşam hakkının usul boyutu yanında devletin kusuru nedeniyle gerçekleşen terör saldırısı sonucu yaralandığını öne sürerek yaşam hakkının koruma yükümlülüğüne ilişkin maddi boyutunun da ihlal edildiğini iddia etmiştir. Ne var ki bu iddia hakkında değerlendirme yapılmasına imkân sağlayacak nitelikteki kanıt, Anayasa Mahkemesinin elinde bulunmamaktadır. Bu nedenle yaşam hakkı kapsamında yapılacak inceleme yaşam hakkının usul boyutuyla sınırlı olacaktır.

c. Kabul Edilebilirlik

48. İdare Mahkemesi, yürüttüğü yargılama sonunda başvurucuya dava tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte 25.000 TL manevi tazminat ödenmesine karar vermiş; başvurucunun maddi tazminat istemini ise maddi zararın kanıtlanmaması nedeniyle reddetmiştir. Anılan her iki karar da Daire tarafından onanmıştır. Bu nedenle -yaşam hakkının maddi boyutu yönünden inceleme yapılamayacak olsa da- başvurucunun mağdur sıfatının ortadan kalkıp kalkmadığının değerlendirilmesi gerekir.

49. Sözü edilen değerlendirme öncesinde belirtilmesi gerekir ki Anayasa Mahkemesi, yaşam hakkının ihlal edildiğine ilişkin şikâyetleri devletin negatif ve pozitif yükümlülüklerini dikkate alarak maddi ve usul boyutları bakımından ayrı ayrı incelemektedir. Devletin negatif yükümlülüğü, kamusal bir yetkiyle güç kullanan görevlilerin kasıtlı ve hukuka aykırı bir şekilde hiçbir bireyin yaşamına son vermeme ödevini (öldürmeme yükümlülüğü) içerirken; pozitif yükümlülük hem her türlü tehlikeye karşı bireylerin yaşam hakkını korumayı (yaşamı koruma yükümlülüğü) hem de olayın niteliğine -yaşam hakkının kasten ihlal edilip edilmediğine- bağlı olarak cezai, hukuki ve idari nitelikte soruşturmalar yürüterek olayı soruşturma ve gerektiğinde ihlale uygun karşılık gelen yeterli yaptırımlara karar verme (usul yükümlülüğü) yükümlülüğünü içermektedir (Aziz Biter ve diğerleri, B. No: 2015/4603, 19/2/2019, § 58). Bu sebeple devletin bir ölümden kusursuz sorumluluk veya sosyal risk ilkesi gereğince sorumlu olunduğuna ilişkin iddianın yaşam hakkı kapsamında incelenmesi mümkün değildir.

50. Somut olayda olduğu gibi yaşam hakkının ihlaline kasten sebebiyet verilmediği hâllerde -bazı istisnaları bulunsa da- idari makamlar veya derece mahkemeleri tarafından ödenmesine karar verilen tazminatın başvurucuların mağdur sıfatını ortadan kaldırabilmesi için yaşam hakkının ihlalinin idari makamlar veya derece mahkemelerince açıkça veya en azından öz itibarıyla tespit edilmesi ve tazminat olarak ödenmesine karar verilen meblağın Anayasa Mahkemesinin benzer yaşam hakkı ihlallerinde hükmettiği meblağlarla uyumlu olması gerekir (Hasan Kılıç, § 42).

51. İdare Mahkemesi, yaşamı koruma yükümlülüğünün ihlal edildiği yönünde bir tespitte bulunmamış; idarenin sosyal risk ilkesi uyarınca olaydan sorumlu olduğunu kabul ederek manevi tazminata hükmetmiştir. Bu sebeple başvurucunun mağdur sıfatının ortadan kalkmadığı açıktır. Ayrıca başvuruda herhangi bir kabul edilemezlik nedeni tespit edilmemiştir.

52. Açıklanan gerekçelerle yaşam hakkının usul boyutunun ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

d. Esas Yönünden

i. Genel İlkeler

53. Yaşam hakkı kapsamında hukuki sorumluluğu ortaya koymak adına adli ve idari yargıda açılacak tazminat davalarında makul derecede ivedilik ve özen şartının yerine getirilmesi, dolayısıyla derece mahkemelerinin bu tür olaylara ilişkin yürüttükleri yargılamalarda Anayasa"nın 17. maddesinin gerektirdiği seviyede bir inceleme yapıp yapmadıklarının Anayasa Mahkemesi tarafından değerlendirilmesi gerekmektedir. Zira derece mahkemeleri tarafından bu konuda gösterilecek hassasiyet, yürürlükteki yargı sisteminin daha sonra ortaya çıkabilecek benzer hak ihlallerinin önlenmesinde sahip olduğu önemli rolün zarar görmesine engel olacaktır (Perihan Uçar, B. No: 2013/5860, 1/12/2015, § 52).

54. Öte yandan söz konusu özen şartının yerine getirilmesi, yaşam hakkı ile ilgili her davada mutlaka mağdurlar lehine bir sonuca varılmasını garanti altına almamaktadır (Aysun Okumuş ve Aytekin Okumuş, B. No: 2013/4086, 20/4/2016, § 73).

ii. İlkelerin Olaya Uygulanması

55. Başvurucu gerek maddi tazminat istemiyle gerek manevi tazminat istemiyle açtığı davada idarenin saldırı gerçekleşebileceği yönünde istihbarat bilgisine sahip olmasına rağmen saldırının önlenmesi ve mitingle gösteri yürüyüşünün sağlıklı bir şekilde yapılması için gerekli tedbirleri almadığına ilişkin çokça iddia bulunup güvenlik güçlerinin olaydan sonra ölenlerin, yaralananların ve yaralılara yardım edenlerin üzerine gaz bombası atıp cankurtaranların olay yerine ulaşmasını ve ilk yardım çalışmalarını fiilen engellediğini ileri sürmüştür.

56. İdare Mahkemesi manevi tazminat istemiyle açılan davada olayın bir terör eylemi olduğu ve idari hizmetin işleyişine ilişkin olarak kusurun bulunmadığı sonucuna varıp -ki bu sonuç kararda parantez içerisinde belirtilmiştir- sosyal risk ilkesi çerçevesinde başvurucuya dava tarihinden itibaren işletilecek yasal faizi ile birlikte 25.000 TL manevi tazminat ödenmesine karar vermiş ancak anılan sonuca nasıl vardığı konusunda herhangi bir gerekçe sunmamıştır. Ayrıca İdare Mahkemesince verilen karardan başvurucunun toplanmasını istediği delillerin ispat edilmek istenen hususa etkisinin İdare Mahkemesince değerlendirilip değerlendirilmediği, esasa etkili ise bu delillerin toplanıp toplanmadığı anlaşılamamıştır.

57. İdare Mahkemesi maddi tazminat istemiyle açılan davada da olayın bir terör eylemi olduğu ve idari hizmetin işleyişine ilişkin olarak kusurun bulunmadığı sonucuna varmış -ki bu sonuç kararda parantez içinde belirtilmiştir- ancak başvurucunun maddi zararını kanıtlayamadığı gerekçesiyle maddi tazminat istemini reddetmiştir. İdare Mahkemesi yine anılan sonuca nasıl vardığı konusunda herhangi bir gerekçe sunmamış ve kararında başvurucunun toplanmasını istediği delilleri toplayıp toplamadığı konusunda bir açıklama yapmamıştır.

58. Başvurucu, İdare Mahkemesi önünde dile getirdiği iddiaları istinaf isteminde de dile getirmiş ancak Daire, başvurucunun iddiaları yönünde açık bir değerlendirme yapmadan usul ve hukuka uygun bulduğunu belirttiği İdare Mahkemesi kararlarını onamıştır.

59. Başvurucunun iddiaları gözetildiğinde İdare Mahkemesinin hem manevi tazminat istemiyle açılan davada hem de maddi tazminat istemiyle açılan davada başvurucunun yaralanmasına neden olan saldırının olay öncesinde davalı idare tarafından bilinip bilinmediği veya en azından bilinmesinin gerekip gerekmediği, davalı idare tarafından biliniyor ya da bilinmesi gerekiyor ise saldırının önlenmesi için makul ölçüler çerçevesinde tedbirlerin alınıp alınmadığı, böylece genel koruma yükümlülüğünün ihlal edilip edilmediği hususunda açık bir değerlendirme yapması ve başvurucunun toplanmasını istediği delillerin ispat edilmek istenen hususa etkilerini değerlendirerek davanın esasına etki edecek delilleri toplaması gerekirdi. Bu nedenle derece mahkemelerinin Anayasa"nın 17. maddesinin gerektirdiği dikkat ve özende inceleme yapmadıkları sonucuna varılmıştır. Bununla birlikte varılan bu sonuç, Mahkemenin İdare Mahkemesinin maddi zararın ispatıyla ilgili değerlendirmelerinin doğruluğu ya da yanlışlığı hususunda da bir kanaat ifade ettiği şeklinde yorumlanmamalıdır.

60. Ulaşılan sonuç nedeniyle başvurucunun lehine hükmedilen manevi tazminatın yetersiz olduğuna ilişkin iddiası hakkında değerlendirme yapılmasına gerek görülmemiştir.

61. Açıklanan gerekçelerle hem manevi tazminat istemiyle açılan dava hem maddi tazminat istemiyle açılan dava yönünden Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına alınan yaşam hakkının usul boyutunun ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

B. Yaşam Hakkıyla Bağlantılı Olarak Eşitlik İlkesinin İhlal Edildiğine İlişkin İddia

1. Başvurucunun İddiaları

62. Başvurucu, öz itibarıyla mitingi düzenleyen sivil toplum kuruluşlarının muhalif kimliği nedeniyle saldırının gerçekleşmesini önlemek için gerekli tedbirlerin alınmadığını ve ayrımcı bir yaklaşımın sonucu yetersiz manevi tazminata hükmedildiğini iddia ederek eşitlik ilkesinin ihlal edildiğini öne sürmüştür.

2. Değerlendirme

63. Mevcut başvuruda yaşam hakkının sadece usul boyutu kapsamında inceleme yapılarak ihlal sonucuna ulaşılması dikkate alınarak bu aşamada yaşam hakkıyla bağlantılı olarak eşitlik ilkesinin ihlal edildiği iddiası hakkında ayrı bir inceleme yapılmasına gerek görülmemiştir.

C. Kötü Muamele Yasağının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

1. Başvurucunun İddiaları

64. Başvurucu, saldırı sonrasında yerde yatan ölü ve yaralıları gördüğünü, yaralılara acil tıbbi müdahaleye izin verilmemesi nedeniyle öleceğini düşündüğünü, yaralı vaziyette iken güvenlik güçlerinin yoğun bir şekilde kullandığı biber gazı nedeniyle nefes alamaz hâle geldiğini ve yaşadığı travmanın ömür boyu süreceğini belirterek kötü muamele yasağının ihlal edildiğini iddia etmiştir. Başvurucu başvuru formunda olay sonrasında hastaneye zorlukla götürüldüğünü belirtmiş ancak hastaneye kim ya da kimler tarafından götürüldüğünü açıklamamıştır.

2. Değerlendirme

65. Anayasa’nın 148. maddesinin üçüncü fıkrası şöyledir:

 “…Başvuruda bulunabilmek için olağan kanun yollarının tüketilmiş olması şarttır.

66. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un “Bireysel başvuru hakkı” kenar başlıklı 45. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:

 “İhlale neden olduğu ileri sürülen işlem, eylem ya da ihmal için kanunda öngörülmüş idari ve yargısal başvuru yollarının tamamının bireysel başvuru yapılmadan önce tüketilmiş olması gerekir.

67. Başvuru yollarının tüketilmesi koşulu, bireysel başvurunun temel hak ihlallerini önlemek için son ve olağanüstü bir çare olmasının doğal sonucudur. Diğer bir ifadeyle temel hak ihlallerini öncelikle idari makamların ve derece mahkemelerinin gidermekle yükümlü olması, başvuru yollarının tüketilmesi koşulunu zorunlu kılmaktadır (Necati Gündüz ve Recep Gündüz, B. No: 2012/1027, 12/2/2013, § 20).

68. Temel hak ve özgürlüklere saygı, devletin tüm organlarının anayasal ödevi olup bu ödevin ihmal edilmesi nedeniyle ortaya çıkan hak ihlallerinin düzeltilmesi idari ve yargısal makamların görevidir (Ayşe Zıraman ve Cennet Yeşilyurt, B. No: 2012/403, 26/3/2013, § 16).

69. Anayasa Mahkemesi kolluk görevlilerinin güç kullanımı sonucunda gerçekleştiği ileri sürülen kötü muamele yasağının ihlali iddialarını incelediği birçok başvuruda tüketilmesi gereken etkili hukuk yolunun ceza soruşturması olduğunu belirtmiştir (birçok karar arasından bkz. Onur Cingil, 2013/7836, 16/4/2015, § 52; Zeki Güngör, B. No: 2013/8491, 31/3/2016, § 39; N.T.U. ve N.T., B. No: 2014/4372, 19/12/2017, § 28; Seyfullah Turan ve diğerleri, B. No: 2014/1982, 9/11/2017, § 140). Zira güvenlik güçlerinin kasıtlı eylemleri ya da kötü muameleleri sonucu meydana gelen yaralama olayları hakkında devletin Anayasa"nın 17. maddesi gereğince sorumluların tespitine ve cezalandırılmalarına imkân verebilecek nitelikte cezai soruşturmalar yürütme yükümlülüğü bulunmaktadır ve bu tür olaylarda yürütülen idari ve hukuki soruşturmalar ve davalar sonucunda sadece tazminat ödenmesi, bu hak ihlalini gidermek, mağdur sıfatını ortadan kaldırmak için yeterli değildir (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, B. No: 2012/752, 17/9/2013, § 55).

70. Başvurucu, idari yargıda açtığı tam yargı davaları neticesinde bireysel başvuruda bulunmuş ancak kötü muamele yasağının ihlal edildiğine ilişkin şikâyetleri hakkında ceza soruşturması yürütülüp yürütülmediği hakkında hiçbir bilgi vermemiştir. Oysa ileri sürülen hak ihlali iddiasına ilişkin olarak delillerin etkili şekilde toplanması, maddi gerçeğin ortaya çıkarılması ve sorumluların bulunarak gerekiyorsa cezalandırılması yönünde makul bir başarı şansı sunma ihtimali olan etkili hukuk yolu ceza soruşturmasıdır.

71. Açıklanan gerekçelerle kötü muamele yasağının ihlal edildiğine ilişkin iddianın başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

D. Toplantı ve Gösteri Yürüyüşü Düzenleme Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

1. Başvurucunun İddiaları

72. Başvurucu, özetle saldırıya ilişkin istihbarat bilgisine rağmen mitinge katılacak kişilerin korunması ve mitingin sağlıklı bir şekilde yapılması için gerekli tedbirlerin kamu makamlarınca alınmadığını belirterek toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının ihlal edildiğini iddia etmiştir. Başvurucu ayrıca saldırının önlenememesinin ifade hürriyetini ihlal ettiğini ve muhalif kesimleri susturmaya yönelik olduğunu, nitekim başvuruya konu olay sonrasında kalabalık eylemlerin yapılamadığını öne sürmüştür.

2. Değerlendirme

73. Toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkı, bireylerin ortak fikirlerini birlikte savunmak ve başkalarına duyurmak için bir araya gelebilme imkânını korumayı amaçlamaktadır. Dolayısıyla bu hak, ifade özgürlüğünün özel bir biçimidir. İfade özgürlüğünün demokratik ve çoğulcu bir toplumdaki önemi, toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkı için de geçerlidir (Ali Rıza Özer ve diğerleri [GK], B. No: 2013/3924, 6/1/2015, § 115). O hâlde başvurucunun yukarıda bahsedilen iddialarının Anayasa’nın 26. maddesinin ışığında ve 34. maddesi kapsamında incelenmesi gerekir.

74. Anayasa’nın iddianın değerlendirmesinde esas alınacak “Toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkı” kenar başlıklı 34. maddesi şöyledir:

 “Herkes, önceden izin almadan, silahsız ve saldırısız toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkına sahiptir.

Toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkı ancak, milli güvenlik, kamu düzeni, suç işlenmesinin önlenmesi, genel sağlığın ve genel ahlakın veya başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması amacıyla ve kanunla sınırlanabilir.

Toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının kullanılmasında uygulanacak şekil, şart ve usuller kanunda gösterilir.

75. Anılan Anayasal norm devletin temel amaç ve görevlerin düzenleyen Anayasa"nın 5. maddesiyle birlikte değerlendirildiğinde devlete, toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkının etkin bir şekilde kullanılmasını güvence altına alma yönünde bazı pozitif yükümlülükler yüklemektedir. Bu pozitif yükümlülüklerden birisi de hukuka uygun toplantı ve yürüyüşlerin barışçıl bir şekilde yapılmasını ve sözü edilen toplantı ve gösteri yürüyüşüne katılacak kişilerin güvenliğinin sağlanması için uygun tedbirleri uygulama yükümlülüğüdür. Tedbirlerin seçimi ise kamu makamlarının takdir yetkisindedir (bahsedilen pozitif yükümlükler konusunda Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi yaklaşımı için bkz. Kudrevičius ve diğerleri/Litvanya [BD], B. No:37553/05, 15/10/2015, § 159; Frumkin/Rusya, B. No: 74568/12, 5/1/2016, §§ 128, 129).

76. Bununla birlikte başvurudaki asıl mesele, başvurucunun iştirak edeceği miting ve gösteri yürüyüşünün barışçıl bir şekilde yapılmasının sağlanması, bu miting ve gösteri yürüyüşüne katılacak kişilerin güvenliklerinin temini değil İdare Mahkemesinin idari hizmetin işleyişine ilişkin olarak kusurun bulunmadığı sonucuna nasıl vardığı konusunda gerekçe sunmaması, başvurucunun toplanmasını istediği delillerin ispat edilmek istenen hususa etkisi yönünden herhangi bir değerlendirme yapmaması, esasa etkili ise bu delillerin toplanıp toplanmadığı hususunda açıklama yapmamasıdır. Bu nedenle toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddiası hakkında ayrıca inceleme yapılmasına gerek görülmemiştir.

E. 6216 Sayılı Kanun"un 50. Maddesi Yönünden

77. 6216 sayılı Kanun’un 50. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

“(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir...

(2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”

78. Başvurucu ihlalin tespit edilmesini istemiş ve yeniden yargılama yapılması yanında lehine manevi tazminat olarak 100.000 TL, maddi tazminat olarak 35.000 TL ödenmesi talebinde bulunmuştur.

79. Anayasa Mahkemesinin Mehmet Doğan ([GK], B. No: 2014/8875, 7/6/2018) kararında ihlal sonucuna varıldığında ihlalin nasıl ortadan kaldırılacağı hususunda genel ilkeler belirlenmiştir. Mahkeme diğer bir kararında ise bu ilkelerle birlikte ihlal kararının yerine getirilmemesinin sonuçlarına da değinmiş ve bu durumun ihlalin devamı anlamına geleceği gibi ilgili hakkın ikinci kez ihlal edilmesiyle sonuçlanacağına işaret etmiştir (Aligül Alkaya ve diğerleri (2), B.No: 2016/12506, 7/11/2019).

80. Bireysel başvuru kapsamında bir temel hakkın ihlal edildiğine karar verildiği takdirde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırıldığından söz edilebilmesi için temel kural mümkün olduğunca eski hâle getirmenin, yani ihlalden önceki duruma dönülmesinin sağlanmasıdır. Bunun için ise öncelikle ihlalin kaynağı belirlenerek devam eden ihlalin durdurulması, ihlale neden olan karar veya işlemin ve bunların yol açtığı sonuçların ortadan kaldırılması, varsa ihlalin sebep olduğu maddi ve manevi zararların giderilmesi, ayrıca bu bağlamda uygun görülen diğer tedbirlerin alınması gerekmektedir (Mehmet Doğan, §§ 55, 57).

81. İhlalin mahkeme kararından kaynaklandığı veya mahkemenin ihlali gideremediği durumlarda Anayasa Mahkemesi, 6216 sayılı Kanun’un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrası ile Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü"nün 79. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) bendi uyarınca ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere kararın bir örneğinin ilgili mahkemeye gönderilmesine hükmeder. Anılan yasal düzenleme, usul hukukundaki benzer hukuki kurumlardan farklı olarak ihlali ortadan kaldırmak amacıyla yeniden yargılama sonucunu doğuran ve bireysel başvuruya özgülenen bir giderim yolunu öngörmektedir. Bu nedenle Anayasa Mahkemesi tarafından ihlal kararına bağlı olarak yeniden yargılama kararı verildiğinde usul hukukundaki yargılamanın yenilenmesi kurumundan farklı olarak ilgili mahkemenin yeniden yargılama sebebinin varlığını kabul hususunda herhangi bir takdir yetkisi bulunmamaktadır. Dolayısıyla böyle bir kararın kendisine ulaştığı mahkemenin yasal yükümlülüğü, ilgilinin talebini beklemeksizin Anayasa Mahkemesinin ihlal kararı nedeniyle yeniden yargılama kararı vererek devam eden ihlalin sonuçlarını gidermek üzere gereken işlemleri yerine getirmektir (Mehmet Doğan, §§ 58, 59; Aligül Alkaya ve diğerleri (2), §§ 57-59, 66, 67).

82. İncelenen başvuruda başvurucunun yaşamını koruyucu önlemleri almayan idarenin, yaralanmasına neden olan olaydan kusuruna istinaden sorumlu olduğuna ilişkin iddiaları yönünden uyuşmazlığın çözümü için gerekli delillerin toplandığının İdare Mahkemesince verilen kararda ortaya koyulamaması ve başvurucunun zikredilen iddialarının derece mahkemelerince verilen kararlarda açık bir şekilde karşılanmaması nedeniyle Anayasa’nın 17. maddesi kapsamında yaşam hakkının usul boyutunun ihlal edildiğine karar verilmiştir. Dolayısıyla ihlalin mahkeme kararlarından kaynaklandığı anlaşılmıştır.

83. Bu durumda yaşam hakkının usul boyutunun ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için hem manevi tazminat istemiyle açılan dava hem maddi tazminat istemiyle açılan dava yönünden yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmaktadır. Yapılacak yeniden yargılamalar ise bireysel başvuruya özgü düzenleme içeren 6216 sayılı Kanun"un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrasına göre ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılmasına yöneliktir. Bu kapsamda yapılması gereken iş yeniden yargılama kararları verilerek Anayasa Mahkemesini ihlal sonucuna ulaştıran nedenleri gideren, ihlal kararında belirtilen ilkelere uygun yeni kararlar verilmesinden ibarettir. Bu sebeple kararın bir örneğinin hem manevi tazminat istemiyle açılan dava hem maddi tazminat istemiyle açılan dava yönünden yeniden yargılama yapılmak üzere İdare Mahkemesine gönderilmesine karar verilmesi gerekmektedir.

84. İhlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılamanın yeterli bir giderim sağlayacağı anlaşıldığından başvurucunun maddi ve manevi tazminat talebinin reddine karar verilmesi gerektiği sonucuna ulaşılmıştır.

85. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 294,70 TL harç ve 3.600 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 3.894,70 TL yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.

VI. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. 1. Yaşam hakkının usul boyutunun ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

 2. Kötü muamele yasağının ihlal edildiğine ilişkin iddianın başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,

B. Hem manevi tazminat istemiyle açılan dava hem maddi tazminat istemiyle açılan dava yönünden Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına alınan yaşam hakkının usul boyutunun İHLAL EDİLDİĞİNE,

C. Kararın bir örneğinin yaşam hakkının usul boyutunun ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere Ankara 6. İdare Mahkemesine (E.2016/1609, K.2018/392; 2017/2122, K.2018/180) GÖNDERİLMESİNE,

D. Başvurucunun tazminat talebinin REDDİNE,

E. 294,70 TL harç ve 3.600 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 3.894,70 TL yargılama giderinin başvurucuya ÖDENMESİNE,

F. Ödemenin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,

G. Kararın bir örneğinin bilgi için Ankara Bölge İdare Mahkemesi 10. İdari Dava Dairesine (2018/747, K.2018/792; E.2018/1014, K.2018/955) GÖNDERİLMESİNE,

H. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 15/6/2021 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.

Hemen Ara