AYM 2017/17832 Başvuru Numaralı ŞAHİN AYDOĞAN Başvurusuna İlişkin Karar

Abaküs Yazılım
İkinci Bölüm
Esas No: 2017/17832
Karar No: 2017/17832
Karar Tarihi: 29/6/2021

AYM 2017/17832 Başvuru Numaralı ŞAHİN AYDOĞAN Başvurusuna İlişkin Karar

 

 

 

 

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

ŞAHİN AYDOĞAN BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2017/17832)

 

Karar Tarihi: 29/6/2021

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

 

Başkan

:

Kadir ÖZKAYA

Üyeler

:

Engin YILDIRIM

 

 

Celal Mümtaz AKINCI

 

 

Yıldız SEFERİNOĞLU

 

 

Basri BAĞCI

Raportör

:

Ali KOZAN

Başvurucu

:

Şahin AYDOĞAN

Vekili

:

Av. Ramazan GÖNEN

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru; tıbbi ihmal sonucu zarara uğranılması nedeniyle kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkının, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle de makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru 21/3/2017 tarihinde yapılmıştır.

3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.

4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.

6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir.

III. OLAY VE OLGULAR

7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir:

8. Başvurucu Üsküdar Devlet Hastanesi Göz Hastalıkları servisine başvurmuştur. Muayene sonrasında katarakt tespitiyle ameliyat kararı alınmış, 17/2/2010 tarihinde yapılan ameliyat esnasında göz merceğinin vitreus boşluğuna düşme olayı gerçekleşmiştir. Ancak hastanede başvurucunun gözüne düşen lensin alınmasını sağlayacak tıbbi cihazın olmaması (vitrektomi sistemi) nedeniyle başvurucu müşahede altında tutulmuş ve ertesi gün Dr. Lütfü Kırdar Kartal Eğitim ve Araştırma Hastanesine sevk edilmiştir.

9. Bu hastanede 18/2/2010 tarihinde yapılan ameliyat sırasında ameliyatta kullanılan cihaz bozulmuştur. Nihayetinde başvurucu 23/2/2010 tarihinde ameliyat edilmiş ancak gözünde görme kaybı oluşmuştur.

10. Başvurucu, yapılan hatalı tıbbi müdahaleler sonucunda yüzde doksan oranında görme kabiliyetini yitirdiği iddiasıyla ilgili doktorlar hakkında suç duyurusunda bulunmuştur. Üsküdar Cumhuriyet Başsavcılığı ve Kartal Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından yürütülen soruşturmalarda İstanbul İl Sağlık Müdürlüğü soruşturma izni vermemiştir. Anılan kararın iptali için yapılan başvurular ise İstanbul Bölge İdare Mahkemesi tarafından verilen 13/1/2011 ve 20/4/2011 tarihli kararlarla reddedilmiştir. Bu durum gözetilerek anılan Başsavcılıklar tarafından kovuşturma yapılmasına yer olmadığına karar verilmiştir.

11. Başvurucu ayrıca, hatalı tıbbi müdahaleden kaynaklanan zararlarının giderimi istemiyle 18/5/2011 tarihinde İstanbul 6. İdare Mahkemesinde (Mahkeme) tam yargı davası açmıştır. Dava dilekçesinde başvurucu vekili; normalde yirmi dakika süren göz ameliyatının başvurucunun gözüne lens düşmesi nedeniyle üç saat sürdüğünü ve düşen lensi çıkaracak tıbbi cihaz olmaması nedeniyle başka bir hastaneye sevk edildiğini belirtmiştir. Ancak bu hastanede de tıbbi cihazın bozulması nedeniyle ameliyatın geciktiğini, yapılan ameliyat sonrası da gözün tam olarak düzelmediğini hatta ameliyat öncesinden daha kötü bir durum oluştuğunu ve başvurucunun yüzde doksan oranında görme kabiliyetini yitirdiğini iddia etmiştir. Meydana gelen olayda amaca uygun tıbbi cihaz bulundurulmaması, sağlık hizmetlerinin amaca uygun ve yeterli yapılmaması, sağlık hizmetinin geç işlemesi nedenleriyle idarenin hizmet kusuru olduğu vurgulanmıştır. Ayrıca millî sporcu olan başvurucunun iş gücü kaybının da tespit edilmesi amacıyla Adli Tıp Kurumundan rapor aldırılması ile 125.000 TL maddi ve 125.000 TL manevi tazminata hükmedilmesi talep edilmiştir.

12. Mahkeme, tıbbi müdahalenin ve sonrası tedavilerin tıbbi açıdan yeterli olup olmadığı ile kusur oranı ve iş gücü kaybının tespiti amacıyla dosya üzerinden bilirkişi incelemesi yapılmasına karar vermiştir. Cerrahpaşa Tıp Fakültesinde görevli üç kişilik öğretim üyesince 17/2/2014 tarihli rapor hazırlanmıştır. Anılan raporda; bilirkişi heyeti tarafından yapılan muayenede elde edilen bulgular da gözetildiğinde sonuç olarak başvurucunun dövüş sporları ile uğraşması nedeniyle travmatik kataraktının geliştiği, ameliyat sırasında göz merceğinin vitreus boşluğuna düşmesinin travmatik kataraktlarda daha fazla oranda görülebilecek bir komplikasyon olduğu belirtilmiştir. Komplikasyonun hekim kusuru ve ihmali sayılamayacağı, ameliyat yapan hekimin gerekli tıbbi cihaz olmaması nedeniyle başvurucuyu müşahede altında tutarak başka bir hastaneye sevkini sağladığı, yapılan ikinci ameliyatla başvurucunun 8-9/10 oranında görme seviyesini kazandığı vurgulanmıştır. Komplikasyonun düzeltilmesi için yapılan ameliyat ile ilk ameliyatı arasında geçen yaklaşık bir haftalık sürenin tıbbi açıdan bir olumsuzluk arz etmediğinin yapılan muayenede de anlaşıldığı ifade edilmiştir. Başvurucunun bir gözündeki görme kaybının önemli bir oranda olmadığı, 1/10"luk görme eksikliğinin ameliyat dışındaki diğer birçok sebeplere bağlı olabileceği değerlendirmesine yer verilmiştir.

13. Başvurucu vekili bilirkişi raporuna itiraz dilekçesinde; raporda sadece doktor kusuruna dayalı olarak inceleme yapıldığını oysa kendilerinin ekipman, teçhizat ve organizasyon yokluğu gibi sebeplerle idarenin sağlık hizmetinin yetersiz olduğu gerçeğine dayanarak dava açtıklarını belirtmiştir. Başvurucunun gözüne lens düşmesi, lensin çıkarılması için gerekli tıbbi cihazın hastanede mevcut olmaması ya da bozulması gibi sağlık hizmetinin işleyişindeki aksaklıkları normal bir durum olarak kabul etmenin mümkün olmadığını belirtmiştir. Ayrıca başvurunun 8-9/10 oranında görme kaybı yaşadığını ancak raporda bu oranın 1/10 olarak kabul edildiğini vurgulayarak başvurucunun görme kaybı oranının ve idarenin kusurunun tespiti için Adli Tıp Kurumundan rapor alınmasını talep etmiştir.

14. Mahkeme anılan bilirkişi raporundaki tespitlere dayanarak 21/3/2014 tarihinde davanın reddine ve 13.150 TL vekâlet ücretinin başvurucudan tahsiline karar vermiştir. Kararın gerekçesinde, dosyadaki bilgi belgeler ile bilirkişi raporundan idarenin hizmet kusurunun olmadığının anlaşıldığı belirtilmiştir. Ayrıca tıbbi donanımların devletin maddi imkânlarıyla orantılı olduğu, bazı sistemlerin her hastanede bulunmasının mümkün olmadığı, başvurucudaki görme kaybının %10 olduğu hususları dikkate alınarak başvurucunun bilirkişi raporuna yönelik itirazlarına itibar edilmediği vurgulanmıştır.

15. Başvurucu bu kararı temyiz etmiştir. Danıştay Onbeşinci Dairesi 18/2/2016 tarihinde oyçokluğuyla anılan kararın bozulmasına karar vermiştir. Kararın gerekçesinde; idarenin yürütmekle yükümlü olduğu bir hizmetin kuruluşunda, düzenlenişinde veya işleyişindeki nesnel nitelikli bozukluk, aksaklık veya boşluk olarak tanımlanabilen hizmet kusurunun; hizmetin kötü işlemesi, geç işlemesi veya hiç işlememesi hallerinde gerçekleştiği ve idarenin tazmin yükümlülüğünün doğmasına yol açığı vurgulanmıştır. Adalet işlerinde bilirkişilik görevi yapmak üzere Adli Tıp Kurumunun kurulduğu belirtilmiş, bilirkişi raporunun içeriği ve başvurucunun rapora itiraz ettiği hatırlatılmıştır. Başvurucuya uygulanan teşhis, tetkik ve tedavide hizmet kusuru olup olmadığı, ameliyat sırasında göz merceğinin vitreus boşluğuna düşmesinin bir komplikasyon olup olmadığı, komplikasyon ise katarakt ameliyatı yapılan bir hastanede vitrektomi ameliyatının da yapılabiliyor olmasının gerekip gerekmediği, katarakt ameliyatı ile vitrektomi ameliyatı arasında geçen süre dikkate alındığında tedavide gecikme olup olmadığı ve davacının anılan olay nedeniyleişgücü kaybına uğrayıp uğramadığı hususları hakkında Adli Tıp Kurumu tarafından bilirkişi incelemesi yaptırıldıktan sonra karar verilmesi gerektiği ifade edilmiştir. Bunun yerine İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi öğretim üyelerince hazırlanan bilirkişi raporu esas alınmak suretiyle karar verilmesinin hukuka uygun olmadığı değerlendirmesine yer verilmiştir.

16. İdarenin karar düzeltme talebi anılan Dairenin 10/1/2017 tarihli kararıyla kabul edilerek derece mahkemesinin kararının onanmasına hükmedilmiştir. Kararın gerekçesinde; temyiz istemine konu kararın hukuka ve usule uygun olduğu, bilirkişi raporunun hükme esas alınacak nitelikte ve yeterlikte olduğu, kararın bozulmasını gerektirecek yasal bir sebebin bulunmadığı ifade edilmiştir.

17. Nihai karar 28/2/2017 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir.

18. Başvurucu 21/3/2017 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.

IV. İLGİLİ HUKUK

19. İlgili hukuk için bkz. Fındık Kılıçaslan, B. No: 2015/97, 11/10/2018, §§ 19-27; Cihan Beyribey, B. No: 2014/19450, 26/12/2018, §§ 23-28, Fesih Aydar, B. No: 2015/4259, 10/1/2019, §§ 24-30.

V. İNCELEME VE GEREKÇE

20. Mahkemenin 29/6/2021 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. Makul Sürede Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

1. Başvurucunun İddiaları

21. Başvurucu, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğini iddia etmiştir.

2. Değerlendirme

22. 9/1/2013 tarihli ve 6384 sayılı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine Yapılmış Bazı Başvuruların Tazminat Ödenmek Suretiyle Çözümüne Dair Kanun"a eklenen geçici 2. maddeye göre Anayasa Mahkemesine yapılan ve münhasıran bu maddenin yürürlüğe girdiği 31/7/2018 tarihi itibarıyla Anayasa Mahkemesinde derdest olan yargılamaların makul sürede sonuçlandırılmadığı iddiasıyla ilgili bireysel başvuruların Adalet Bakanlığı İnsan Hakları Tazminat Komisyonu (Tazminat Komisyonu) tarafından incelenerek karara bağlanması öngörülmüştür. Anayasa Mahkemesi Ferat Yüksel (B. No: 2014/13828, 12/9/2018, §§ 27-36) kararında Tazminat Komisyonuna başvuru imkânının getirilmesine ilişkin yolu ulaşılabilir olma, başarı şansı sunma ve yeterli giderim sağlama kapasitesinin bulunup bulunmadığı yönünden inceleyerek Tazminat Komisyonuna başvuru yolu tüketilmeden yapılan başvurunun incelenmesinin bireysel başvurunun ikincil niteliği ile bağdaşmayacağı sonucuna varmış; başvuru yollarının tüketilmemiş olması nedeniyle başvurunun kabul edilemezliğine karar vermiştir.

23. Mevcut başvuruda da söz konusu karardan ayrılmayı gerektiren bir durum bulunmamaktadır.

24. Açıklanan gerekçelerle başvurunun bu kısmının diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

B. Kişinin Maddi ve Manevi Varlığını Koruma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

1. Başvurucunun İddiaları

25. Başvurucu; doktor hatası nedeniyle ameliyat sırasında gözüne lens düştüğünü, sonra tıbbi cihaz eksikliği nedeniyle başka bir hastaneye sevk edildiğini ancak burada da cihazın bozulduğunu ve beş gün sonra ameliyat edilebildiğini belirtmiştir. Doktor hatası ve yönetim eksikliği nedeniyle sağ gözünde %90 oranında görme kaybı oluştuğunu, idarenin kusurlu olduğunun açık olmasına rağmen suç duyurularının kovuşturmaya yer olmadığına dair kararlarla sonuçlandığını belirtmiştir. Bununla birlikte tam yargı davasının da zararın meydana gelmesine sebep olan olaylar tam olarak irdelenmeden haksız olarak reddedildiğini, sonuç olarak mağduriyetine ilişkin etkin bir soruşturma ve kovuşturma yapıldığından söz edilemeyeceğini vurgulayan başvurucu, kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

2. Değerlendirme

26. Anayasa’nın iddianın değerlendirilmesinde dayanak alınacak "Kişinin dokunulmazlığı, maddi ve manevi varlığı" kenar başlıklı 17. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:

"Herkes, yaşama, maddî ve manevî varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahiptir."

27. Anayasa"nın "Sağlık hizmetleri ve çevrenin korunması" kenar başlıklı 56. maddesinin üçüncü fıkrası şöyledir:

"Devlet, herkesin hayatını, beden ve ruh sağlığı içinde sürdürmesini sağlamak; insan ve madde gücünde tasarruf ve verimi artırarak, işbirliğini gerçekleştirmek amacıyla sağlık kuruluşlarını tek elden planlayıp hizmet vermesini düzenler."

28. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16).

29. Anayasa’nın 17. maddesinin birinci fıkrasında, herkesin maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahip olduğu belirtilmekte olup söz konusu düzenleme, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 8. maddesi çerçevesinde özel hayata saygı hakkı kapsamında güvence altına alınan fiziksel ve zihinsel bütünlüğün korunması hakkına karşılık gelmektedir.

30. Anayasa Mahkemesi daha önceki kararlarında, kasıt söz konusu olmaksızın hekim kusuru nedeniyle vücut bütünlüğünün zarar gördüğü şeklindeki tıbbi ihmale dair şikâyetleri Anayasa"nın 17. maddesinin birinci fıkrasında düzenlenen kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkı kapsamında incelemiştir (Melahat Sönmez, B. No: 2013/7528, 9/9/2015; Ahmet Sevim, B. No: 2013/474, 9/9/2015; Hilmi Düzgüner, B. No: 2014/9690, 11/5/2017).

31. Anılan kararlar doğrultusunda somut olayda başvurucunun tıbbi ihmale dayalı tüm şikâyetlerinin Anayasa"nın 17. maddesinin birinci fıkrasında düzenlenen kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkı kapsamında incelenmesi gerekmektedir. Bununla birlikte başvurucunun ceza soruşturmasına ilişkin iddialarıyla ilgili bilgi ve belge sunmadığı, tam yargı davası sonrasında bireysel başvuru yaptığı gözetilerek başvurunun iddiaları bir bütün olarak tam yargı davası kapsamında incelenmiştir.

a. Kabul Edilebilirlik Yönünden

32. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

b. Esas Yönünden

i. Genel İlkeler

33. Anayasa"nın 17. maddesinin birinci fıkrasında herkesin maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahip olduğu belirtilmektedir. Bu kapsamda anılan Anayasa hükmü ile kişinin maddi ve manevi varlığının bütünlüğü gerek kamusal yetkilerle donatılmış kişilerin gerekse özel kişilerin müdahalelerine karşı güvence altına alınmıştır (Özkan Şen, B. No: 2012/791, 7/11/2013, § 40).

34. Anayasa’nın 17. maddesinin amacı, esas olarak bireylerin maddi ve manevi varlığına karşı devlet tarafından yapılabilecek keyfî müdahalelerin önlenmesidir. Bunun yanı sıra devletin tıbbi müdahaleler nedeniyle kişilerin maddi ve manevi varlığını etkili olarak koruma, maddi ve manevi varlığına saygı gösterme şeklinde pozitif yükümlülüğü de bulunmaktadır (Ahmet Acartürk, B. No: 2013/2084, 15/10/2015, § 49). Nitekim Anayasa’nın 56. maddesinde de belirtildiği üzere pozitif yükümlülük, sağlık alanında yürütülen faaliyetleri de kapsamaktadır (İlker Başer ve diğerleri, B. No: 2013/1943, 9/9/2015, § 44).

35. Devlet, bireylerin yaşam hakkı ile maddi ve manevi varlıklarını koruma hakkı kapsamında -ister kamu isterse özel sağlık kuruluşları tarafından yerine getirilsin- sağlık hizmetlerini hastaların yaşamları ile maddi ve manevi varlıklarının korunmasına yönelik gerekli tedbirlerin alınabilmesini sağlayacak şekilde düzenlemek zorundadır (Ahmet Acartürk, § 51).

36. İlke olarak tıbbi ihmallere ilişkin şikâyetler konusunda temel başvuru yolu, hukuki sorumluluğu tespit adına takip edilecek olan hukuk veya idari tazminat davası yoludur (Nail Artuç, B. No: 2013/2839, 3/4/2014, § 38).

37. Maddi ve manevi varlığı koruma hakkı kapsamında hukuki sorumluluğu ortaya koymak adına adli ve idari yargıda açılacak tazminat davalarının makul derecede dikkatli ve özenli inceleme şartını yerine getirmesi gerekmektedir. Derece mahkemelerinin bu tür olaylara ilişkin yürüttükleri yargılamalarda Anayasa’nın 17. maddesinin gerektirdiği seviyede derinlik ve özenle bir inceleme yapıp yapmadıklarının ya da ne ölçüde yaptıklarının da Anayasa Mahkemesi tarafından değerlendirilmesi gerekmektedir. Zira derece mahkemeleri tarafından bu konuda gösterilecek hassasiyet, yürürlükteki yargı sisteminin daha sonra ortaya çıkabilecek benzer hak ihlallerinin önlenmesinde sahip olduğu önemli rolün zarar görmesine engel olacaktır (Yasin Çıldır, B. No: 2013/8147, 14/4/2016, § 57; Tevfik Gayretli, B. No: 2014/18266, 25/1/2018, § 32).

38. Diğer taraftan belirtmek gerekir ki olayların oluşumuna ilişkin delillerin değerlendirilmesi öncelikle idari ve yargısal makamların ödevidir. Aynı şekilde başvuru dosyasında bulunan tıbbi bilgi ve belgelerden hareketle bilirkişilerin vardığı sonuçların doğruluğu hakkında fikir yürütmek Anayasa Mahkemesinin görevi değildir (Mehmet Çolakoğlu, B. No: 2014/15355, 21/2/2018, § 47). Ancak kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkı kapsamında yerine getirmek zorunda olduğu usul yükümlülüklerinin somut olayda yerine getirilip getirilmediğinin nesnel bir şekilde değerlendirilmesi için ilgili anayasal kurallar bağlamında derece mahkemelerinin kendilerine tanınmış takdir yetkileri çerçevesinde hareket edip etmediklerinin denetlenmesi gerekir. Bu bağlamda müdahaleyi haklı göstermek için öne sürülen gerekçelerin ilgili ve yeterli olup olmadığı incelenmelidir (Murat Atılgan, B. No: 2013/9047, 7/5/2015 § 44).

39. Bu bağlamda derece mahkemelerinin gerekçeleri, tarafların kanun yoluna başvuru imkânını etkili şekilde kullanabilmesini sağlayacak surette ayrıntılı olarak ortaya konulmalı; ulaşılan sonuçlar yeterli açıklıktaki bilimsel görüş ve raporlar gibi somut, nesnel verilere dayandırılmalıdır (Murat Atılgan, § 45).

ii. İlkelerin Olaya Uygulanması

40. Anayasa Mahkemesi Anayasa"nın yukarıda değinilen 17. maddesi kapsamında devlete düşen pozitif yükümlülüklerin somut olay bağlamında yerine getirilip getirilmediğini denetlemek durumundadır (Tevfik Gayretli, § 36). Bu sebeple başvuruya konu olay, devletin kişinin maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına ilişkin pozitif yükümlülüğü kapsamında incelenmiştir.

41. Başvurucunun iddialarının hatalı tıbbi müdahaleler sonucu görme kaybına uğramasında devletin hizmet kusurunun olmasına rağmen açmış olduğu tam yargı davasının hatalı bir değerlendirmeyle reddedilerek zararlarının giderilmemesine yönelik olduğu anlaşılmaktadır.

42. Yargı kararlarında hükme esas alınan bilirkişi raporu incelendiğinde rapordaki tespitlere hangi tedavi belgelerine ve hangi bilgilere dayanılarak ulaşıldığına dair açıklık olmadığı görülmüştür. Bununla birlikte başvurucunun hastaneye başvurmadan önceki ve tıbbi müdahale sonrası görme kaybının düzeyi ilgili belgelerden tespit edilerek tıbbi sürecin başvurucunun görme yetisine etkisinin ortaya konulmadığı anlaşılmaktadır. Ayrıca tıbbi cihaz yokluğu ve sağlık hizmetinde meydana gelen diğer aksaklıklar gözetilerek idarenin alt yapı eksikliği bağlamında hizmet kusuruna ilişkin bir değerlendirme yapılmadığı daha çok doktorun kusuruna ilişkin görüşlere yer verildiği ve başvurucunun ifa ettiği meslek de gözetilerek iş gücü kaybının tespit edilmediği görülmüştür.

43. Öte yandan dava dilekçesinde, sağlık hizmetinin işleyişindeki somut olayda yaşanılan aksaklıklar da gözetilerek Adli Tıp Kurumundan rapor aldırılmasını talep eden başvurucunun anılan bilirkişi raporuna yönelik davanın esasını etkileyecek itirazları olduğu görülmüştür (bkz. § 13). Başvurucunun görme kaybının raporda belirtildiğinden fazla olduğunu vurguladığı esaslı itirazlarına ve Adli Tıp Kurumundan yeniden rapor aldırılmasına yönelik talebine derece mahkemesi tarafından yeterli gerekçeyle cevap verildiği söylenemez.

44. Ayrıca temyiz incelemesinde Danıştay Onbeşinci Dairesince, bilirkişi raporu başvurucunun itirazları ile birlikte detaylı incelenmiş ve rapor yeterli bulunmayarak Adli Tıp Kurumundan yeni bir rapor aldırılması gerektiği vurgulanmıştır. Kararda, alınacak raporun hangi konuları nasıl irdelemesi gerektiğine yönelik hususlar da açıkça belirtilmiştir. Bu duruma rağmen karar düzeltme incelemesinde, temyiz incelemesinde tespit edilen eksiklikler hakkında yeterli bir gerekçe ortaya konulmadan derece mahkemesi kararı onanmıştır.

45. Bu açıklamalarla birlikte yargılama süreci bir bütün hâlinde değerlendirildiğinde başvurucunun bilirkişi raporuna yönelik dayanaktan yoksun olmayan itirazlarının ve taleplerinin karşılanmadığı, bu durumda uyuşmazlığın çözümü için esaslı olan iddiaların derece mahkemelerince Anayasa"nın 17. maddesinin gerektirdiği özen ve derinlikte incelenmediği, uyuşmazlığa özgü yeterli ve ilgili gerekçe sunulmadığı anlaşılmaktadır. Somut olay bakımından kamu makamlarının pozitif yükümlülüklerini yerine getirdiği söylenemeyeceğinden kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkının ihlal edildiği sonucuna varılmıştır.

46. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına alınan kişinin maddi ve manevi varlığının korunması hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

47. Öte yandan başvurucu aleyhine hükmedilen vekâlet ücretinin fahiş olduğu ve mahkemeye erişim hakkını ihlal ettiği yönündeki iddiası bulunmaktaysa da maddi hak yönünden ihlal kararı verilmiş olması ve anılan esaslı şikâyetin derece mahkemesi tarafından değerlendirilebileceği gözetilerek bu iddia yönünden ayrıca değerlendirme yapılmamıştır.

C. 6216 Sayılı Kanun"un 50. Maddesi Yönünden

48. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun"un 50. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

 “(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir…

 (2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”

49. Başvurucu, yargılamanın yenilenmesi ile tazminat talebinde bulunmuştur.

50. Anayasa Mahkemesinin Mehmet Doğan ([GK.], B. No: 2014/8875, 7/6/2018,) kararında ihlal sonucuna varıldığında ihlalin nasıl ortadan kaldırılacağı hususunda genel ilkeler belirlenmiştir. Anayasa Mahkemesi diğer bir kararında ise bu ilkelerle birlikte ihlal kararının yerine getirilmemesinin sonuçlarına da değinmiş ve bu durumun ihlalin devamı anlamına geleceği gibi ilgili hakkın ikinci kez ihlal edilmesiyle sonuçlanacağına işaret etmiştir (Aligül Alkaya ve diğerleri (2), B. No: 2016/12506, 7/11/2019).

51. Bireysel başvuru kapsamında bir temel hakkın ihlal edildiğine karar verildiği takdirde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırıldığından söz edilebilmesi için temel kural, mümkün olduğunca eski hâle getirmenin yani ihlalden önceki duruma dönülmesinin sağlanmasıdır. Bunun için ise öncelikle ihlalin kaynağı belirlenerek devam eden ihlalin durdurulması, ihlale neden olan karar veya işlemin ve bunların yol açtığı sonuçların ortadan kaldırılması, varsa ihlalin sebep olduğu maddi ve manevi zararların giderilmesi, ayrıca bu bağlamda uygun görülen diğer tedbirlerin alınması gerekmektedir (Mehmet Doğan, §§ 55, 57).

52. İhlalin mahkeme kararından kaynaklandığı veya mahkemenin ihlali gideremediği durumlarda Anayasa Mahkemesi, 6216 sayılı Kanun’un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrası ile Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü"nün 79. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) bendi uyarınca ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere kararın bir örneğinin ilgili mahkemeye gönderilmesine hükmeder. Anılan yasal düzenleme, usul hukukundaki benzer hukuki kurumlardan farklı olarak ihlali ortadan kaldırmak amacıyla yeniden yargılama sonucunu doğuran ve bireysel başvuruya özgülenen bir giderim yolunu öngörmektedir. Bu nedenle Anayasa Mahkemesi tarafından ihlal kararına bağlı olarak yeniden yargılama kararı verildiğinde usul hukukundaki yargılamanın yenilenmesi kurumundan farklı olarak ilgili mahkemenin yeniden yargılama sebebinin varlığını kabul hususunda herhangi bir takdir yetkisi bulunmamaktadır. Dolayısıyla böyle bir karar kendisine ulaşan mahkemenin yasal yükümlülüğü, ilgilinin talebini beklemeksizin Anayasa Mahkemesinin ihlal kararı nedeniyle yeniden yargılama kararı vererek devam eden ihlalin sonuçlarını gidermek üzere gereken işlemleri yerine getirmektir (Mehmet Doğan, §§ 58, 59; Aligül Alkaya ve diğerleri (2), §§ 57-59, 66, 67).

53. İncelenen başvuruda, bilirkişi raporlarına yönelik esaslı itirazları karşılayacak şekilde gerekçe sunulmaması ve özenli bir yargılama yapılmaması nedeniyle ihlal kararı verilmiştir. Bu durumda ihlalin derece mahkemesi kararından kaynaklandığı anlaşılmıştır.

54. Bu durumda başvurucunun maddi ve manevi varlığının korunması hakkına yönelik ihlalin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmaktadır. Buna göre yapılacak yeniden yargılama ise 6216 sayılı Kanun"un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrasına göre ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılmasına yöneliktir. Bu kapsamda yeniden yargılama sürecinde mahkemelerce yapılması gereken iş, öncelikle hak ihlaline yol açan mahkeme kararının ortadan kaldırılmasından ve Anayasa Mahkemesini ihlal sonucuna ulaştıran nedenleri gideren, ihlal kararında belirtilen ilkelere uygun yeni bir karar verilmesinden ibarettir. Bu sebeple kararın bir örneğinin yeniden yargılama yapılmak üzere ilgili yargı merciine gönderilmesine karar verilmesi gerekir.

55. İhlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılamanın yeterli bir giderim sağlayacağı anlaşıldığından tazminat talebinin reddine karar verilmesi gerektiği sonucuna ulaşılmıştır.

56. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 257,50 TL harç ve 3.600 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 3.857,50 TL yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.

VI. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. 1. Makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,

2. Kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

B. Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına alınan kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,

C. Kararın bir örneğinin kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere İstanbul 6. İdare Mahkemesine (E.2011/1059, K.2014/533) GÖNDERİLMESİNE,

D. Başvurucunun tazminat talebinin REDDİNE,

E. 257,50 TL harç ve 3.600 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 3.857,50 TL yargılama giderinin başvurucuya ÖDENMESİNE,

F. Ödemenin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması halinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,

G. Kararın bir örneğinin bilgi için Danıştay Onbeşinci Dairesi ile Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 29/6/2021 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.

Hemen Ara