AYM 2018/22153 Başvuru Numaralı Z.D. Başvurusuna İlişkin Karar

Abaküs Yazılım
İkinci Bölüm
Esas No: 2018/22153
Karar No: 2018/22153
Karar Tarihi: 8/9/2021

AYM 2018/22153 Başvuru Numaralı Z.D. Başvurusuna İlişkin Karar

 

 

 

 

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

Z.D. BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2018/22153)

 

Karar Tarihi: 8/9/2021

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

GİZLİLİK TALEBİ KABUL

 

Başkan

:

Kadir ÖZKAYA

Üyeler

:

Engin YILDIRIM

 

 

Celal Mümtaz AKINCI

 

 

M. Emin KUZ

 

 

Basri BAĞCI

Raportör

:

Fatma Burcu NACAR YÜCE

Başvurucu

:

Z.D.

Vekili

:

Av. Ramazan KARA

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru, boşanma davasında verilen karar için yapılan tavzih talebinin reddedilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru 18/7/2018 tarihinde yapılmıştır.

3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.

4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.

6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir.

III. OLAY VE OLGULAR

7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir:

8. Başvurucu ile V.K. Ankara 11. Aile Mahkemesinin 30/11/2012 tarihli ve E.2012/1462, K.2012/1630 sayılı kararıyla anlaşmalı olarak boşanmıştır. Boşanma davasının karar duruşmasında Duruşma Tutanağı"nda şu hususlara yer verilmiştir:

"Taraflar birlikte söz alarak, biz boşanma konusunda anlaştık. Bununla ilgili protokolü dosyaya ibraz ettik. Gerekli tahkikat yapılarak boşanmamıza karar verilsin dediler.

...

 (...) biz2002 yılında evlendik, şimdi geçinemiyoruz, özgür irademiz ile hiçbir zorlama altında kalmaksızın ve irademiz dışında kalan bir saike dayanmaksızın boşanmak istiyoruz, dava tarihinden geçerli olmak üzere davalı için aylık 250,00 TL yoksulluk nafakası davacı tarafından davalıya ödenecektir, birbirimizden karşılıklı olarak nafaka talebimiz yoktur. Maddi ve manevi tazminat istemiyoruz, eşyalarımızı ayırdık, birbirimizde hak ve alacağımız kalmamıştır, müşterek mülkümüz bulunmamaktadır, boşanmadan sonra birbirimizden her ne suretle olursa olsun maddi bir talepte bulunmayacağız, boşanmaya karar verilsin, yargılama gideri istemiyoruz dediler, beyanları okundu, imzaları alındı."

9. Mahkeme anılan duruşmada tarafların beyanlarının serbest iradelerini yansıttığı kanaatine vardığını belirterek tarafların boşanmalarına karar vermiştir. Kararın hüküm kısmında boşanma hükmünün yanı sıra şu hususlara da yer verilmiştir.

"Taraflar karşılıklı olarak birbirlerinden maddi ve manevi tazminat ile nafaka talebinde bulunmadıkları gibi ev eşyalarını kendi aralarında pay etmiş olmaları nedeniyle bu hususta karar verilmesine yer olmadığına,

02/10/2012 tarihli protokolün tarafların mahkememiz huzurundaki beyanları da esas alınmak suretiyle aynen onaylanmasına"

10. Söz konusu karar temyiz edilmeksizin 26/12/2012 tarihinde kesinleşmiştir.

11. Başvurucu 23/1/2017 tarihinde yoksulluk nafakasının artırılması talebiyle dava açmıştır. Ankara 3. Aile Mahkemesi; kesinleşen boşanma kararında, onandığı belirtilen protokolün hükme farklı geçirilerek ""tarafların birbirinden nafaka talepleri bulunmadığına"" şeklinde karar verildiğini, bu hususun kesinleştiğini, kararın tavzih de edilmediğini, yoksulluk nafakasına ilişkin hüküm tesis edilmemesi nedeniyle nafaka artırımına karar verilemeyeceğini belirterek 30/5/2017 tarihinde davanın reddine karar vermiştir.

12. Başvurucu, Ankara 11. Aile Mahkemesinin 30/11/2012 tarihli kararına ilişkin olarak 11/12/2017 tarihinde tavzih talebinde bulunmak suretiyle protokolde belirtilen 250 TL yoksulluk nafakasının hükümde de gösterilmesini istemiştir.

13. Ankara 11. Aile Mahkemesi 20/12/2017 tarihli ek kararıyla talebi reddetmiştir. Karar gerekçesinde 12/1/2011 tarihli ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 305. maddesinin (1) numaralı fıkrası gereğince hükmün icrasının tamamlanmasına kadar tavzih talep edilebileceği ve kararın 26/12/2012 tarihinde kesinleşerek infaz edildiği belirtilmiştir.

14. Tavzihe ilişkin ek karara karşı başvurucu 12/1/2018 tarihinde istinaf yoluna başvurmuştur. Ankara 11. Aile Mahkemesi, başvurucunun süresi içinde istinaf kanun yoluna başvurmadığı gerekçesiyle istinaf talebinin reddine karar vermiştir.

15. Başvurucu, istinaf talebinin süreden reddedilmesine ilişkin Ankara 11. Aile Mahkemesi kararına karşı da istinaf yoluna başvurmuştur. İstinaf dilekçesinde başvurucu öncelikle tavzih talebinin reddine ilişkin kararın usulüne uygun olarak tefhim ya da tebliğ edilmediğini belirtilerek bu karara karşı süresinde ve usulüne uygun olarak istinaf talebinde bulunduğunu vurgulamıştır. Dilekçede ayrıca boşanma kararında açık bir çelişki bulunduğundan tavzih talebinin tüm yasal koşullarının oluştuğunu, hükmün infaz edildiği yolundaki gerekçenin ise isabetli olmadığını ileri sürerek tavzih taleplerinin kabul edilmesine karar verilmesini istemiştir.

16. Ankara Bölge Adliye Mahkemesi 2. Hukuk Dairesi 22/5/2018 tarihli kararında istinaf başvurusunun süresinde olduğunu ancak tavzih talebinin reddine ilişkin ek karara karşı 6100 sayılı Kanun"un 341. maddesinin (1) numaralı fıkrasına göre istinaf kanun yoluna başvurulmasının mümkün olmadığını belirterek başvurucunun talebinin kesin olarak reddine karar vermiştir.

17. Nihai karar başvurucuya 18/6/2018 tarihinde tebliğ edilmiştir.

18. Başvurucu 18/7/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.

IV. İLGİLİ HUKUK

A. Ulusal Hukuk

1. İlgili Mevzuat

19. 6100 sayılı Kanun"un geçici 3. maddesi şöyledir:

"(1) Bölge adliye mahkemelerinin, 26/9/2004 tarihli ve 5235 sayılı Adli Yargı İlk Derece Mahkemeleri ile Bölge Adliye Mahkemelerinin Kuruluş, Görev ve Yetkileri Hakkında Kanunun geçici 2 nci maddesi uyarınca Resmî Gazete’de ilan edilecek göreve başlama tarihine kadar, 1086 sayılı Kanunun temyize ilişkin yürürlükteki hükümlerinin uygulanmasına devam olunur.

 (2) Bölge adliye mahkemelerinin göreve başlama tarihinden önce aleyhine temyiz yoluna başvurulmuş olan kararlar hakkında, kesinleşinceye kadar 1086 sayılı Kanunun 26/9/2004 tarihli ve 5236 sayılı Kanunla yapılan değişiklikten önceki 427 ilâ 454 üncü madde hükümlerinin uygulanmasına devam olunur.

 (3) Bu Kanunda bölge adliye mahkemelerine görev verilen hallerde bu mahkemelerin göreve başlama tarihine kadar 1086 sayılı Kanunun bu Kanuna aykırı olmayan hükümleri uygulanır."

20. Karar tarihinde yürürlükte bulunan 18/6/1927 tarihli ve 1086 sayılı mülga Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu"nun427. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

"Mahkemelerden verilen nihai kararlara karşı temyiz yoluna başvurulabilir. Davada haklı çıkmış olan taraf da hukuki yararı bulunmak şartıyla, hükmü temyiz edebilir.

Miktar veya değeri BİR MİLYAR lirayı geçmeyen taşınır mal ve alacak davalarına ilişkin nihai kararlar kesindir.""

21. 6100 sayılı Kanun’un 305. maddesi şöyledir:

"(1) Hüküm yeterince açık değilse veya icrasında tereddüt uyandırıyor yahut birbirine aykırı fıkralar içeriyorsa, icrası tamamlanıncaya kadar taraflardan her biri hükmün açıklanmasını veya tereddüt ya da aykırılığın giderilmesini isteyebilir.

 (2) Hüküm fıkrasında taraflara tanınan haklar ve yüklenen borçlar, tavzih yolu ile sınırlandırılamaz, genişletilemez ve değiştirilemez. "

22. 6100 sayılı Kanun’un 341. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

"İlk derece mahkemelerinin aşağıdaki kararlarına karşı istinaf yoluna başvurulabilir:

a) Nihai kararlar.

b) İhtiyati tedbir ve ihtiyati haciz taleplerinin reddi kararları, karşı tarafın yüzüne karşı verilen ihtiyati tedbir ve ihtiyati haciz kararları, karşı tarafın yokluğunda verilen ihtiyati tedbir ve ihtiyati haciz kararlarına karşı yapılan itiraz üzerine verilen kararlar.

... "

2. Yargıtay Kararı

23. Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 6/11/2018 tarihli ve E.2014/23-865, K.2015/1288 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:

"...IV. Hükümlerin tavzihi:

Hükümlerin tavzihi 1086 sayılı HUMK"un "Hükümlere karşı müracaat tarikleri" başlıklı Bölümünün Dördüncü faslında düzenlenmiş olup bu faslın ilk hükmü olan 459"uncu maddeye göre, "Hüküm müphem ve gayrıvazıh olur veya mütenakız fıkraları ihtiva ederse icrasına kadar iki taraftan her biri iphamın tavzihini ve tenakuzun ref"ini istiyebilir.". 6100 sayılı HMK ise aynı konuyu 305"inci maddesinde, " Hüküm yeterince açık değilse veya icrasında tereddüt uyandırıyor yahut birbirine aykırı fıkralar içeriyorsa, icrası tamamlanıncaya kadar taraflardan her biri hükmün açıklanmasını veya tereddüt ya da aykırılığın giderilmesini isteyebilir. " şeklinde düzenlemiştir.

Hâkim karar verdikten sonra kanun yollarına başvurulup bozulmadığı sürece kendiliğinden kararını değiştiremez. Bu kural, ilk derece mahkemeleri kadar üst derece mahkemeleri için de geçerlidir. Ancak bazı hâllerde hüküm açık olmayabilir, hükmün uygulanması aşamasında tereddütler ortaya çıkabilir ya da birbirine aykırı fıkralar içerebilir. İşte Kanun, açık olmayan, uygulama aşamasında tereddüt yaratan ya da çelişkili olan hükmün açıklanması, tereddüt ve çelişkilerin giderilmesi için "hükümlerin tavzihi" müessesini düzenlemiştir.

Hükmün tavzihi kararı veren mahkemeden talep edilir; bu kapsamda hüküm ilk derece mahkemesince verilmiş ise ilk derece mahkemesinden; bölge adliye mahkemesi ya da Yargıtay tarafından verilmiş ise bu mahkemelerden hükmün tavzihi (açıklanması) talep edilir.

Tavzih bir kanun yolu değildir. Zira tavzih hükmün kesinleşmesini önlemediği gibi, tavzih talebi bir üst mahkeme tarafından değil bizzat hükmü veren mahkemece incelenir. Öte yandan belirtmek gerekir ki, tavzih talebinde bulunmak için belli bir süre öngörülmemiştir. HMK"nın 305"inci maddesinin birinci fıkrasında belirtildiği üzere "hükmün icrası tamamlanıncaya kadar" hükmün tavzihini istemek mümkündür.

Tavzih kural olarak sadece hüküm fıkrası hakkında olur; hükmün gerekçesinin açıklanması için, tavzih yoluna başvurulamaz. Ancak. hüküm fıkrası ile gerekçe arasında bir çelişme (tenakuz) varsa, bu çelişkinin giderilmesi için tavzih yoluna başvurulabilir (Kuru, s. 5275).

Tavzih talebi haklı ise, mahkeme hükmündeki bu kapalılık, açık olmayan hâl, tereddüt ya da çelişkiyi ortadan kaldırır. Ancak, tavzihle hükümde belirtilen haklar ve borçlar sınırlandırılamayacağı gibi genişletilemez ve değiştirilemez ( m. 305/2). Bu çerçevede hükmün tavzihine karar veren mahkeme, daha önce unuttuğu bir hususu hükme ekleyemez ya da hükmünü düzeltemez. Zira tavzihin amacı, hükümdeki hatanın düzeltilmesi ya da eksik kalan, unutulan talepler hakkında karar verilmesi değildir (Pekcanıtez, s.2005).

Hemen belirtmek gerekir ki, tavzih kararı nihâi bir karar olduğundan kanun yollarına başvurulması mümkündür.

..."

B. Uluslararası Hukuk

1. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi

24. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi"nin (Sözleşme) “Adil yargılanma hakkı” kenar başlıklı 6. maddesi şöyledir:

"Herkes medeni hak ve yükümlülükleri ile ilgili uyuşmazlıklar ya da cezai alanda kendisine yöneltilen suçlamalar konusunda karar verecek olan, kanunla kurulmuş bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından davasının makul bir süre içinde, hakkaniyete uygun ve açık olarak görülmesini istemek hakkına sahiptir. …"

2. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi İçtihadı

25. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin (AİHM) süregelen içtihatlarına göre Sözleşme"nin 6. maddesinin uygulanabilmesi için ya cezai anlamda bir suçlamanın ya da medeni hak ve yükümlülüklerin esasıyla ilgili bir uyuşmazlığın olması gerekmektedir (pek çok karar arasından bkz. Boulois/Lüksemburg [BD], B. No: 37575/04, 3/4/2012, §§ 85, 86).

26. Sözleşme"nin 6. maddesinin medeni hak ve yükümlülükler alanına giren konularda uygulanabilirliği ilk olarak bir uyuşmazlığın varlığına bağlıdır. İkinci olarak uyuşmazlık en azından savunulabilir bir şekilde iç hukukta tanınmış olduğu söylenebilecek hak ve yükümlülükler ile ilgili olmalıdır. Son olarak ise bu hak ve yükümlülükler -her ne kadar bizzat 6. madde bu hak ve yükümlülüklere Sözleşmeci devletlerin hukuk sistemi içinde belirli bir anlam atfetmese de- Sözleşme anlamında medeni nitelikte olmalıdır (James ve diğerleri/Birleşik Krallık, B. No: 8793/79, 21/2/1986, § 81).

27. AİHM Sözleşme"nin 6. maddesinin (1) numaralı fıkrasının "hukuki" kısmının uygulanabilmesi için en azından savunulabilir şekilde öne sürülebilecek ve iç hukukta tanınmış olan bir hak üzerinde -bu hak Sözleşme’de korunsun korunmasın- bir ihtilaf bulunması gerektiğini hatırlatmaktadır. Bir hakkın varlığını veya kullanılma şekillerini kapsayabilecek olan, gerçek ve ciddi bir ihtilaf söz konusu olmalıdır. Nihayet davanın sonucunun söz konusu hak için belirleyici olması gerekmektedir ve çok ince bir bağın veya uzaktan etkilerin bulunması 6. maddesinin (1) numaralı fıkrasının devreye girmesi için yeterli olmamaktadır (diğerlerinin yanı sıra bkz. Micallef/Malta [BD], B. No: 17056/06, 15/10/2009, § 74).

28. AİHM"e göre Sözleşme"nin 6. maddesinin (1) numaralı fıkrasının medeni hukuk alanına giren konularda uygulanabilirliği öncelikle bir uyuşmazlığın varlığına bağlıdır. İkinci olarak söz konusu uyuşmazlık iç hukukta tanınan ve en azından savunulabilir bir biçimde söylenebilecek hak ve yükümlülüklerle ilgili olmalıdır. Son olarak bu hak ve yükümlülükler -her ne kadar 6. maddenin kendisi bu hak ve yükümlülüklere Sözleşmeci devletlerin hukuk sistemi içinde belirli bir anlam atfetmiyorsa da- Sözleşme anlamında medeni nitelikte olmak zorundadır (James ve diğerleri/Birleşik Krallık [GK], B. No: 8793/79, 21/2/1986, § 81).

29. AİHM kararlarında uyuşmazlık sözcüğüne şeklî bir tanımdan çok maddi bir tanım verilmesinin daha uygun olduğu benimsenmiştir (Le Compte, Van Leuven ve De Meyere/Belçika [GK], B. No: 6878/75-7238/75, 23/6/1981, § 45). Buna göre görünüşün ve kullanılan dilin ötesine bakılması ve her davanın koşullarına göre durumun gerçeklerine yoğunlaşılması gerekmektedir (Gorou/Yunanistan (No. 2) [BD], B. No: 12686/03, 20/3/2009, § 29). AİHM, 6. maddenin karşıt tarafların ve haklara ilişkin herhangi bir uyuşmazlığın bulunmadığı durumlara ilişkin çekişmesiz ve tek taraflı yargılamalara uygulanamayacağını kabul etmiştir (Alaverdyan/Ermenistan (k.k.), B. No: 4523/04, 24/8/2010, § 35).

V. İNCELEME VE GEREKÇE

30. Mahkemenin 8/9/2021 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. Başvurucunun iddiaları

31. Başvurucu, açık kanun hükmüne rağmen tavzih talebini ilk derece mahkemesinin esastan incelemediğini ve bu konuda bir gerekçe açıklamadığı, tavzih talebiyle ilgili olarak istinaf incelemesi yapılmadığını belirterek adil yargılanma hakkının zedelendiğini, eski eşinin nafakayı bir süre ödediğini ancak hükümdeki çelişkinin giderilmemesi üzerine nafaka ödemeyi de durdurduğunu, bu nedenle mülkiyet hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür. Başvurucu kamuya açık belgelerde kimliğinin gizli tutulmasını talep etmiştir.

B. Değerlendirme

32. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucunun şikâyetlerinin özünün, tavzih talebinin reddine yönelik olduğu tespit edildiğinden başvurunun adil yargılanma hakkı kapsamında incelenmesi gerektiği değerlendirilmiştir. Ayrıca tavzih talebine konu, kesinleşen kararda mülk kapsamında değerlendirilebilecek herhangi bir nafaka ya da başka bir alacağa hükmedilmemiş olmakla mülkiyet hakkı yönünden ayrıca bir değerlendirme yapılmamıştır.

33. Anayasa’nın 148. maddesinin üçüncü fıkrası şöyledir:

 “Herkes, Anayasada güvence altına alınmış temel hak ve özgürlüklerinden, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi kapsamındaki herhangi birinin kamu gücü tarafından, ihlal edildiği iddiasıyla Anayasa Mahkemesine başvurabilir. Başvuruda bulunabilmek için olağan kanun yollarının tüketilmiş olması şarttır.”

34. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 45. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:

 “Herkes, Anayasada güvence altına alınmış temel hak ve özgürlüklerinden, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve buna ek Türkiye’nin taraf olduğu protokoller kapsamındaki herhangi birinin kamu gücü tarafından, ihlal edildiği iddiasıyla Anayasa Mahkemesine başvurabilir.”

35. Anayasa"nın 36. maddesinin birinci fıkrasında, herkesin meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahip olduğu belirtilmiş ancak hakkın kapsamı düzenlenmemiştir. 3/10/2001 tarihli ve 4709 sayılı Kanun"un Anayasa"nın 36. maddesinin birinci fıkrasına "adil yargılanma hakkı" ibaresinin eklenmesine ilişkin 14. maddesinin gerekçesine göre "değişiklikle Türkiye Cumhuriyeti"nin taraf olduğu uluslararası sözleşmelerce de güvence altına alınmış olan adil yargılama hakkı metne dahil" edilmiştir. Dolayısıyla Anayasa"nın 36. maddesinde herkesin adil yargılanma hakkına sahip olduğu ibaresinin eklenmesinin amacının Sözleşme"de düzenlenen adil yargılanma hakkını anayasal güvence altına almak olduğu anlaşılmaktadır (Yaşar Çoban [GK], B. No: 2014/6673, 25/7/2017, § 54). Bu itibarla Anayasa"da güvence altına alınan adil yargılanma hakkının kapsam ve içeriği belirlenirken Sözleşme"nin "Adil yargılanma hakkı" kenar başlıklı 6. maddesinin de gözönünde bulundurulması gerekir (Onurhan Solmaz, B. No: 2012/1049, 26/3/2013, § 22).

36. Sözleşme, bir kişinin sahip olduğunu ileri sürebileceği tüm hak ve yükümlülükler bakımından adil yargılanma hakkını güvenceye almamaktadır. Sözleşme"nin adil yargılanma hakkını düzenleyen 6. maddesinde adil yargılanmaya ilişkin hak ve ilkelerin "medeni hak ve yükümlülükler ile ilgili uyuşmazlıklar"ın ve bir "suç isnadı"nın esasının karara bağlanması esnasında geçerli olduğu belirtilerek hakkın kapsamı bu konularla sınırlandırılmıştır. Hak arama hürriyetinin ihlal edildiği gerekçesiyle bireysel başvuruda bulunabilmek için ya başvurucunun medeni hak ve yükümlülükleriyle ilgili bir uyuşmazlığın tarafı olması ya da başvurucuya yönelik bir suç isnadının esası hakkında karar verilmiş olması gerektiği anlaşılmaktadır. Dolayısıyla bahsedilen hâller dışında kalan adil yargılanma hakkının ihlali iddiasına dayanan başvurular Anayasa ve Sözleşme"nin ortak koruma alanı kapsamı dışında kalacağından bireysel başvuruya konu olamaz (Onurhan Solmaz, § 23).

37. Somut olayda suç isnadına bağlı bir yargılamanın mevcut olmadığı hususunda tereddüt bulunmamaktadır. Diğer taraftan yukarıda da belirtildiği üzere bir kimsenin medeni hak ve yükümlülüklerinin karara bağlanmasıyla ilgili bir yargılama usulünde Sözleşme"nin 6. maddesi uygulanabilir. AİHM, Sözleşme"nin 6. maddesinin (1) numaralı fıkrasının medeni meselelerde uygulanabilmesi için ilk olarak ortada bir uyuşmazlığın bulunması koşulunu aramakta; uyuşmazlığın iç hukukta tanınmış olduğu söylenebilecek haklar ve yükümlülükler ile ilgili olması, bu haklar ve yükümlülüklerin de Sözleşme"deki anlamıyla medeni olması gerektiğini vurgulamaktadır (bkz. §§ 28, 29).

38. 6100 sayılı Kanun’un 305. maddesine göre, hükmün (nihai kararın) yeterince açık olmaması veya icrasının nasıl olacağı konusunda tereddüt edilen yahut fıkraları birbirine aykırı (çelişkili) olan hükümler için tavzih talebinde bulunulabilir. Hükmün tavzihi verilen nihai kararın açıklanması veya düzeltilmesi hususlarına ilişkin olup tavzih talebinin reddine ilişkin karar yeni ve nihai bir hüküm niteliği taşımaz.

39. Somut olayda Mahkemece tavzih talebinin kanunda öngörülen koşulların gerçekleşmemesi nedeniyle reddedildiği anlaşılmaktadır. Esasen tavzih müessesinde Mahkemenin vereceği karar uyuşmazlığın esasına yönelik bir değerlendirme içermediğinden normal bir yargılama sürecinde verilen bir karar niteliğinde değerlendirilmesi mümkün değildir. Dolayısıyla kural olarak tavzih talebi süreci Sözleşme"nin 6. maddesindeki medeni hak ve yükümlülükler ile ilgili uyuşmazlıkların esasının karara bağlanması kapsamında bulunmamaktadır. Ancak bazı durumlarda mahkemelerin tavzih yoluyla hükmün içeriğini değiştirmek suretiyle taraflara ek hak ve yükümlülükler tanıdığı görülmektedir. Bu gibi durumlarda yapılacak başvuruların adil yargılanma hakkı kapsamında incelenmesi mümkün olabilir.

40. Başvurucu, kesinleşen bir hükme karşı hükmün içeriğinin değiştirilmesi sonucunu doğuracak nitelikte tavzih talebinde bulunmuş; kararın icra edildiği gerekçesiyle talebi reddedilmiştir. Dolayısıyla somut olay açısından medeni hak ve yükümlülükler ile ilgili uyuşmazlıkların esasının karara bağlanmasına yönelik bir süreç bulunmadığından başvuru konusu olay çerçevesinde dile getirilen adil yargılanma hakkına ilişkin şikâyetlerin Anayasa ve Sözleşme"nin ortak koruma alanının dışında kaldığı ve bireysel başvuruya konu yapılamayacağı sonucuna varılmıştır.

41. Açıklanan gerekçelerle başvurunun diğer kabul edilebilirlik şartları yönünden incelenmeksizin konu bakımından yetkisizlik nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

VI. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. Kamuya açık belgelerde başvurucunun kimliğinin gizli tutulması talebinin KABULÜNE,

B. Adil yargılanma hakkına ilişkin iddiaların konu bakımından yetkisizlik nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,

C. Yargılama giderlerinin başvurucu üzerinde BIRAKILMASINA 8/9/2021 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.

Hemen Ara