AYM 2018/6904 Başvuru Numaralı ÇAĞLAR YEŞİLDAĞ Başvurusuna İlişkin Karar

Abaküs Yazılım
İkinci Bölüm
Esas No: 2018/6904
Karar No: 2018/6904
Karar Tarihi: 8/9/2021

AYM 2018/6904 Başvuru Numaralı ÇAĞLAR YEŞİLDAĞ Başvurusuna İlişkin Karar

 

 

 

 

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

ÇAĞLAR YEŞİLDAĞ BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2018/6904)

 

Karar Tarihi: 8/9/2021

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

 

Başkan

:

Kadir ÖZKAYA

Üyeler

:

Engin YILDIRIM

 

 

Celal Mümtaz AKINCI

 

 

M. Emin KUZ

 

 

Basri BAĞCI

Raportör

:

Fatma Burcu NACAR YÜCE

Başvurucu

:

Çağlar YEŞİLDAĞ

Vekili

:

Av. Ahmet AYAN

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru; boşanma davasında esaslı iddiaların cevaplandırılmaması nedeniyle gerekçeli karar hakkının, dosyadaki delillere karşı beyanda bulunma imkânı tanınmaması nedeniyle de silahların eşitliği ve çelişmeli yargılanma ilkelerinin ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru 7/3/2018 tarihinde yapılmıştır.

3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.

4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.

6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir.

III. OLAY VE OLGULAR

7. Başvuru formları ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir:

8. Başvurucu ile R.Y.Y. 2008 yılında evlenmişlerdir. 2012 yılında bu evlilikten bir çocuk dünyaya gelmiştir. Başvurucu aleyhine eski eşi tarafından 2/10/2013 tarihinde şiddetli geçimsizlik sebebiyle boşanma davası açılmıştır.

9. Eski eş dava dilekçesinde; başvurucunun annesinin oğluna aşırı düşkün biri olduğunu, evliliklerine çok müdahale ettiğini, başvurucunun annesi ile birlikte yaşama isteğini gizlemiş olduğunu, evlendikten sonra bu durumu kabul ettirmeye çalıştığını, başvurucunun annesinin evi ve maaşı olmasına rağmen yılın altı ayı tarafların evlerinde kaldığını, başvurucunun kendisine ağza alınmayacak hakaretlerde bulunduğunu, bebek ağlarsa uyuyamam diyerek evin küçük odasını davacı ve yeni doğan bebek için hazırlamış olduğunu, aday memur olmasına rağmen çocuğuna bakabilmek için ücretsiz izin aldığını ve çalışmadığını, başvurucunun kendisine ""Kızını da al git, çocuk olmasa çoktan senden boşanmıştım."" gibi sözler sarf ettiğini, G.Ö. ve S.A.nın tanık olarak dinlenmesini, boşanma davasında müşterek çocuğun velayetinin kendisine verilmesini, maddi ve manevi tazminat ile iştirak nafakasına hükmedilmesini talep etmiştir. Kocaeli 2. Aile Mahkemesinin 18/11/2014 tarihli kararı ile tarafların boşanmasına, müşterek çocuğun velayetinin anneye verilmesine, aylık 900 TL nafaka ile davalı başvurucu aleyhine 10.000 TL maddi, 10.000 TL manevi tazminata hükmedilmiştir.

10. Kararda davacı tanığının ""... davalının annesinin oğluna aşırı düşkün olması ve tarafların evinde 6-7 ay kalması ve gelinine olan antipatisi nedeniyle taraflar arasında huzursuzluk çıktığını duyduğunu, taraflar arasındaki sorunlar nedeniyle barıştırmak için gittiklerinde davalının kızınızı alın gidin, çocuk olmasa zaten boşardım, dediğini...""beyan etmesi, davalı tanıklarının da ""...tarafların evliliklerindeki problemler nedeniyle evlilik terapistine gittiklerini davalının anlattığını, davalının annesinin tarafların müşterek hanesine geldiğini ancak sürekli müşterek hanede kalmadığını, Kocaeli"de kız kardeşi ve onun çocuklarının yanında kaldığını, çocuk doğduktan sonra çocuğu bakmak için sürekli olarak tarafların müşterek hanesinde kaldığını, davalının çocukla görüşemediğini..."", ""... davalının annesinin tarafların evine kış mevsiminde birkaç aylığına gittiğini ancak sebepsiz gitmediğini, bir kış davalı ameliyat olduğu için, bir kış da davalı Somali"ye göreve gittiği için, bir kışın da tarafların çocukları olduğu için gittiğini ancak gittiğinde sadece tarafların müşterek hanesinde değil kardeşlerinde, kardeşinin çocuklarında da kaldığını, davalının annesinde tarafların evinin anahtarının olmadığını, tarafların evlendikten sonra ilk üç ay davalının annesi ile birlikte yaşadıklarını, daha sonra evlerini ayırdıklarını, davacının 1 Mart 2013 tarihinde evi terk ettiğini, tarafların o günden bu yana ayrı olduklarını, davacının babasının davalıya "geri zekalı herif salak salak konuşma" diye hakaret ettiğini, davalının deniz yüzbaşı olduğunu, davacının ise avukat olduğunu, çocuğun anne yanında olduğunu, davacının giderken altınlarını valizine koyduğunu..."" şeklinde beyanlarının bulunduğu söylenmiştir. Söz konusu hususlar ve diğer deliller değerlendirilerek başvurucunun davacı ile odaları ayırdığı, evlilik birliğinin görevlerini yerine getirmediği, geçimsizliğe neden olan olaylarda kusurlu olduğu, davacının ise kusurunun bulunmadığı, evlilik birliğinin temelinden sarsıldığı, bundan sonra bir araya gelip evlilik birliğini devam ettirmelerinin mümkün olmadığı, birbirlerine saygı ve sevgilerinin kalmadığı belirtilmiştir.

11. Taraflar boşanma ve velayete ilişkin kısım dışındaki karar yönünden hükmü temyiz etmiştir. Temyiz dilekçesinde davacı, boşanma ve velayete ilişkin hükümler yönünden kararın onanmasını talep etmiştir. Ayrıca G.Ö. ve S.A.nın tanık olarak dinlenmesini istediği hâlde Mahkemece dinlenmediğini, başvurucu ile arasındaki mesajlaşmaların içeriğine ve bir kısım tanık beyanına gerekçeli kararda değinilmediğini, manevi tazminata hükmedilirken az kusurlu kabul edilmesinin çelişkili olduğunu belirterek kararın bozulmasını istemiştir.

12. Temyiz dilekçesinde başvurucu; boşanmayı, davacıya nafaka verilmemesini ve velayet ile ilgili hükümlerin onanmasını istemiştir. Davacı lehine hükmedilen maddi ve manevi tazminat ile yüksek iştirak nafakasında mali durumların dikkate alınmadığını, tanık Ç.Y.nin beyanlarının hatalı değerlendirilerek kendisinin kusurlu kabul edildiğini, davacının evi terk ettiğini, daha sonra bir araya gelip aile terapistine gittiklerini, sonrasında beraber Çeşme"de bir gün tatil yaptıklarını, annesinin ortak karar ile müşterek konuta çağrıldığını, bebeğin bakımına ve ev işlerine yardım ettiğini, kısa süreliğine yanlarında kaldığını, davacının ve babasının kendisine hakaret ettiğini, davacının kusurlu olduğunu belirterek kusur, maddi ve manevi tazminat ile iştirak nafakası yönünden kararın bozulmasını istemiştir.

13. Yargıtay 2. Hukuk Dairesi 22/10/2015 tarihinde davacı kadının tahkikattan önce bildirmiş olduğu ve açıkça vazgeçmediği tanıkları G.Ö. ve S.A.nın dinlenilmeden, eksik inceleme ile hüküm tesis edildiği gerekçesiyle kararı bozmuştur.

14. Mahkemece 10/5/2016 tarihli duruşmada dinlenen davacı tanığı S.A.nın beyanı şöyledir:

"" Evlendikten sonra da arkadaşımla düzenli olarak görüştüm. Evlilikleri bildiğim kadarıyla kayınvalidesinin neredeyse senenin yarısını [R.]larda geçirmesi sebebiyle sorunluydu. O zamanlar benim gördüğüm kadarıyla sanki evin sahibi [R.]nın kayınvalidesiydi. Anne oğul adeta davacı arkadaşıma yabancı muamelesi yapıyorlardı. Çocuk dünyaya geldikten sonra sorunlar hepten arttı. Ben ziyaretlerine gittiğimde [R.] çocukla başka odada kalıyordu. Zira yatılı kaldım. Bu durumu doğru bulmadım. [R.] doğum sonrası ilgiye ihtiyacı olduğu halde ben ayrı kalmalarını yanlış bulunca aman kayınvalidem duymasın tatsızlık çıkmasın diyerek adeta ürktü. Daha sonra kayınvalidesine durumu dile getirdi. O da oğlunun en ufak sesten uykusunun bölündüğünü bunun işine olumsuz aksettiğini bu sebeple ayrı odalarda kaldıklarını olağan bir şeymiş gibi savundu. Sabah yine anne oğul kahvaltılarını yaptılar. Baba ne çocuğunu ne eşini görmedi bile. Davacı arkadaşımı adeta dışlamışlardı. Bakıcı pozisyonundaydı, ayrıldıklarından sonra da davalı baba çocuğunu aramadı. Davalının annesinin anahtarı vardı. İstediği gibi girip çıkıyordu. Düğünden bir hafta sonra takılan takıları salon masrafları için bozdurduklarını biliyorum. Ayrıca takılardan sadece annesinden kalan hatıra niteliğindeki küpe, yüzük ve düğünde takılan seti [R.]"ya kalmıştı, dedi.

Soruldu; ben aldatma ve dövmesini görmedim ancak yanlarında bulunduğum sürede davalı kocanın karısına saçma sapan konuşma, salak salak konuşma, gerizekalı şeklinde sözler söylediğini duydum. Ben birden çok kez eşimle de tarafların müşterek evine geldim. Diğer geldiğim seferlerde de kayınvalide yanlarındaydı. Yatılı kaldığım yukarıdaki olayda anahtarı kayınvalide de gördüm. Eve kendisi kapı açıp gelmişti. Diğer seferlerde kayınvalideyi kapı açıp eve geldiğini görmedim zira akşam gelip gece döndük. Ya da sabah erken döndük, dedi.

Soruldu: doğumdan sonra davacı aday memur olduğu için bir buçuk ay kadar kayınvalide ile dönüşümlü baktılar, daha sonra arkadaşım ücretsiz izin aldı, benim gördüğüm [R.] çocuğuna bakıyordu, kayınvalide de oğlu Çağlar"a bakıyordu, dedi.""

15. Bozmaya uyan Mahkeme tarafından tanıklar dinlenmiş; 15/6/2016 tarihli kararla başvurucu aleyhine 20.000 TL maddi, 15.000 TL manevi tazminata hükmedilmiştir. Ayrıca dava tarihinden geçerli olmak üzere müşterek çocuk için aylık 900 TL tedbir nafakasının başvurucudan alınarak davacıya verilmesine, karar kesinleştikten sonra iştirak nafakası olarak devamına ve fazlaya ilişkin talebin reddine karar verilmiştir. Kararın gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:

"

...

Mahkememizce dinlenen tanık beyanları değerlendirildiğinde; davalı erkek eşin annesinin tarafların ortak yaşamlarına müdahale ettiği, Torbalı Aile Mahkemesi"nin 2014/46 sayılı talimat evrakı ile dinlenen davacı tanığı; tarafların 2008 yılında evlendiklerini, 1,5 yaşında bir kızları olduğunu, davalının annesinin oğluna aşırı düşkün olması ve tarafların evinde 6-7 ay kalması ve gelinine olan antipatisi nedeniyle taraflar arasında huzursuzluk çıktığını duyduğunu, taraflar arasındaki sorunlar nedeniyle barıştırmak için gittiklerinde davalının kızınızı alın gidin, çocuk olmasa zaten boşardım, dediğini; Denizli Aile Mahkemesi tarafından alınan beyanda davalı tanığının davacının babasının davalıya "geri zekalı herif salak salak konuşma" diye hakaret ettiğini,dosya kapsamından davalının davacı ile odaları ayırdığı, birlik görevlerini yerine getirmediği, geçimsizlikte kusurlu olduğu anlaşılmakla davalının kusurunun daha fazla olduğu kanısına varılmıştır.

Maddi Tazminat: TMK 174/1. maddesi, "mevcut veya beklenen bir menfaati boşanma yüzünden zedelenen kusursuz veya az kusurlu tarafın, kusurlu taraftan uygun bir maddi tazminat isteyebileceğini" öngörmüştür. Boşanmayla davacı en azından diğerinin maddi desteğini yitirmiştir. Bu nedenle tarafların sosyal ve ekonomik durumları ile kusurları ve hakkaniyet ilkesi göz önünde bulundurularak davacı lehine maddi tazminata hükmedilmiştir.

Manevi Tazminat: TMK174/2. maddesi, "boşanmaya sebebiyet vermiş olan olaylar yüzünden kişilik hakları saldırıya uğrayan tarafın, kusurlu olandan manevi tazminat isteyebileceğini" öngörmüştür. Dosya kapsamından, evlilik birliğinin temelinden sarsılmasına sebep olan olaylarda tazminat isteyen davacının ağır ya da eşit kusurlu olmadığı, bu olayların kişilik haklarına saldırı oluşturduğu anlaşılmaktadır. Bu nedenle tarafların sosyal ve ekonomik durumları, tazminata esas olan eylemlerin ağırlığı özellikle kocanın sözlü ve psikolojik baskı gösteren davranışı ile hakkaniyet kuralları göz önünde bulundurularak davacı lehine manevi tazminata hükmedilmiştir.

Nafaka Yönünden: Davacı hazine avukatıdır. Davalı ise TSK"da görevli subaydır. TMK md. 169 uyarınca tedbir nafakasına hükmedilmiştir. Tarafların ortak 1 çocuğu bulunmaktadır. Tarafların sosyal ve ekonomik durumları gözetilerek hüküm fıkrasında belirtilen nafakanın ödenmesine karar vermek gerekmiştir. ""

16. Karar taraflarca temyiz edilmiştir. Temyiz dilekçesinde başvurucu, aleyhine beyan veren tanıkların davacının yakın arkadaşları olduğunu, yanlı şekilde beyan verdiklerini, davacı tarafından 15/6/2016 tarihli duruşma öncesi 14/6/2016 tarihinde Mahkemeye dilekçe ile ekran görüntüleri ve fotoğraflar sunularak sadakatsizlik iddiasında bulunulduğunu ancak bunun doğru olmadığını bu hususa ilişkin savunma hazırlamak için kendisine süre verilmediğini, davacının iddiaları kapsamında aynı celsede karar verildiğini, boşanma aşamasında şimdiki eşiyle birlikte yaşadığı iddialarının asılsız olduğunu, aldatma iddiasının tesiri altında kalarak tazminat miktarını artıran hâkimin, 15 Temmuz darbe teşebbüsünden sonra Fetullahçı Terör Örgütü (FETÖ) ve/veya Paralel Devlet Yapılanması (PDY) içinde yer aldığı iddiasıyla görevden el çektirildiğini, gerekçeyi başka hâkimin yazdığını, bu durumun gerekçeye yansıtılmadığını, kusur tespitinin doğru yapılmadığını ve daha önceki iddialarını da yineleyerek kararın bozulmasını istemiştir.

17. Temyiz dilekçesinde davacı taraf; başvurucunun dört yıldır öz kızını görmediğini, birlikte yaşadığı kişi ile başvurucunun kendisini terke zorladığını, evi terk etmediğini, boşandıktan kısa bir süre sonra da başvurucunun evlendiğini ileri sürerek kararın onanmasını talep etmiştir. Anılan karar, Dairenin 14/6/2017 tarihli kararıyla onanmış; 11/1/2018 tarihli kararıyla da karar düzeltme talebinin reddine karar verilerek aynı tarihte kesinleşmiştir.

18. Ret kararı 9/2/2018 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiş, 7/3/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunulmuştur.

IV. İLGİLİ HUKUK

19. 22/11/2001 tarihli ve 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun 174. maddesi şöyledir:

 “Mevcut veya beklenen menfaatleri boşanma yüzünden zedelenen kusursuz veya daha az kusurlu taraf, kusurlu taraftan uygun bir maddi tazminat isteyebilir.

Boşanmaya sebep olan olaylar yüzünden kişilik hakkı saldırıya uğrayan taraf, kusurlu olan diğer taraftan manevi tazminat olarak uygun miktarda bir para ödenmesini isteyebilir.”

V. İNCELEME VE GEREKÇE

20. Anayasa Mahkemesinin 8/9/2021 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. Gerekçeli Karar Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

1. Başvurucunun İddiaları

21. Başvurucu, aleyhine belirlenen tazminat miktarının bozma ilamı sonrası verilen hükümde hangi ilave kusur nedeniyle artırıldığı hususunda gerekçeli kararda açıklama yapılmadığını belirterek gerekçeli karar hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

2. Değerlendirme

22. Anayasa"nın 36. maddesinin birinci fıkrasında, herkesin adil yargılanma hakkına sahip olduğu belirtilmiş ancak açıkça gerekçeli karar hakkından söz edilmemiştir. Bununla birlikte Anayasa"nın 36. maddesine "...adil yargılanma" ibaresinin eklenmesine ilişkin gerekçede, Türkiye"nin taraf olduğu uluslararası sözleşmelerce de güvence altına alınan adil yargılama hakkının madde metnine dâhil edildiği vurgulanmıştır. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi"nin 6. maddesinin (1) numaralı fıkrasındaki hakkaniyete uygun yargılanma hakkının kapsamına gerekçeli karar hakkının da dâhil olduğu Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin (AİHM) birçok kararında vurgulanmıştır. Dolayısıyla Anayasa’nın 36. maddesinde düzenlenen adil yargılanma hakkının gerekçeli karar hakkı güvencesini de kapsadığının kabul edilmesi gerekir (Abdullah Topçu, B. No: 2014/8868, 19/4/2017, § 75).

23. Anayasa"nın 141. maddesinin üçüncü fıkrasında da “Bütün mahkemelerin her türlü kararları gerekçeli olarak yazılır.” denilerek mahkemelere kararlarını gerekçeli yazma yükümlülüğü yüklenmiştir. Anayasa’nın bütünlüğü ilkesi gereği anılan Anayasa kuralı da gerekçeli karar hakkının değerlendirilmesinde gözönünde bulundurulmalıdır (Abdullah Topçu, § 76).

24. Gerekçeli karar hakkı, kişilerin adil bir şekilde yargılanmalarını sağlamayı ve denetlemeyi amaçlamakta; tarafların muhakeme sırasında ileri sürdükleri iddiaların kurallara uygun biçimde incelenip incelenmediğini bilmeleri ve ayrıca demokratik bir toplumda, kendi adlarına verilen yargı kararlarının sebeplerini toplumun öğrenmesinin sağlanması için de gerekli görülmektedir (Sencer Başat ve diğerleri [GK], B. No: 2013/7800, 18/6/2014, §§ 31, 34).

25. Mahkemelerin anılan yükümlülüğü, yargılamada ileri sürülen her türlü iddia ve savunmaya karar gerekçesinde ayrıntılı şekilde cevap verilmesi gerektiği şeklinde anlaşılamaz. Ancak derece mahkemeleri, kendilerine sunulan tüm iddialara cevap vermek zorunda değilseler de (Yasemin Ekşi, B. No: 2013/5486, 4/12/2013, § 56) davanın esas sorunlarının incelenmiş olduğu gerekçeli karardan anlaşılmalıdır.

26. Bir kararda tam olarak hangi unsurların bulunması gerektiği davanın niteliğine ve koşullarına bağlıdır. Muhakeme sırasında açık ve somut bir biçimde öne sürülen iddia ve savunmaların davanın sonucuna etkili olması, başka bir deyişle davanın sonucunu değiştirebilecek nitelikte bulunması hâlinde davayla doğrudan ilgili olan bu hususlara mahkemelerce makul bir gerekçe ile yanıt verilmesi gerekir (Sencer Başat ve diğerleri, § 35).

27. Aksi bir tutumla mahkemenin davanın sonucuna etkili olduğunu kabul ettiği bir husus hakkında ilgili ve yeterli bir yanıt vermemesi veya yanıt verilmesini gerektiren usul ya da esasa dair iddiaların cevapsız bırakılmış olması hak ihlaline neden olabilecektir (Sencer Başat ve diğerleri, § 39).

28. Öte yandan temyiz merciinin yargılamayı yapan mahkemenin kararını uygun bulması hâlinde bunu ya aynı gerekçeyi kullanarak ya da bir atıfla kararına yansıtması yeterlidir. Burada önemli olan husus, temyiz merciinin bir şekilde temyizde dile getirilmiş ana unsurları incelediğini, derece mahkemesinin kararını inceleyerek onadığını ya da bozduğunu göstermesidir (Yasemin Ekşi, § 57).

29. Somut olayda, Mahkemece verilen 18/11/2014 tarihli karara karşı davacı tarafından tarafların ekonomik ve sosyal durumuna göre hükmedilen maddi, manevi tazminat ve nafaka miktarının az olduğu ileri sürülerek kararın temyiz edildiği, Yargıtay tarafından eksik araştırma yapıldığı gerekçesiyle hükmün bozulduğu, Mahkemenin eksik tanıkları dinleyerek yeniden kusur durumunu takdir ettiği ve tazminat miktarını artırdığı anlaşılmaktadır. Yargılama sürecinde bozma öncesi verilen kararda hükmedilen maddi ve manevi tazminat miktarları kesinleşmemiştir. Mahkeme dinlenilmeyen tanıkların beyanını alarak yeniden kusur değerlendirmesi yapmak suretiyle tazminat miktarlarını artırmış ve buna ilişkin ""... tarafların ekonomik sosyal durumları tazminata esas olan eylemlerin ağırlığı özellikle kocanın sözlü ve psikolojik baskı gösteren davranışları ile hakkaniyet kuralları göz önünde bulundurularak ..."" şeklinde açıklama yapmıştır. Dolayısıyla tazminat artırımına ilişkin kararda gerekçe bulunmadığı ileri sürülemez.

30. Buna göre yargılamada tazminat miktarlarının artırılmasına ilişkin makul ve kabul edilebilir ölçüde gerekçe sunularak sonuca ulaşıldığı anlaşılmıştır. Bu hâle göre gerekçeli karar hakkına yönelik bir ihlal bulunmadığının açık olduğu anlaşılmaktadır.

31. Açıklanan gerekçelerle başvurunun bu kısmının diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

B. Silahların Eşitliği ve Çelişmeli Yargılama İlkesinin İhlal Edildiğine İlişkin İddia

1. Başvurucunun İddiaları

32. Başvurucu; dosyaya sonradan sunulan delillere karşı beyanda bulunma imkânı tanınmadığını, kusur hesabını etkileyeceği aşikâr olan aldatma iddiasını 15/6/2016 tarihli karar duruşmasında öğrendiğini, bu iddiaya karşı beyanda bulunma talebinin dikkate alınmadığını, süre verilmediğini belirterek silahların eşitliği ve çelişmeli yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

2. Değerlendirme

33. Anayasa’nın “Hak arama hürriyeti” kenar başlıklı 36. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:

"Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir."

34. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun"un 48. maddesinin (2) numaralı fıkrasında açıkça dayanaktan yoksun başvuruların Anayasa Mahkemesince kabul edilemezliğine karar verilebileceği belirtilmiştir. Bu bağlamda başvurucunun ihlal iddialarını kanıtlayamadığı, temel haklara yönelik bir müdahalenin olmadığı veya müdahalenin meşru olduğu açık olan başvurular ile karmaşık ya da zorlama şikâyetlerden ibaret başvurular açıkça dayanaktan yoksun kabul edilebilir (Hikmet Balabanoğlu, B. No: 2012/1334, 17/9/2013, § 24).

35. Anayasa"nın 36. maddesi uyarınca herkes iddia, savunma ve adil yargılanma hakkına sahiptir. Anayasa"nın anılan maddesinde adil yargılanma hakkından ayrı olarak iddia ve savunma hakkına birlikte yer verilmesi, taraflara iddia ve savunmalarını mahkeme önünde dile getirme fırsatı tanınması gerektiği anlamını da içermektedir (Mehmet Fidan, B. No: 2014/14673, 20/9/2017, § 37).

36. Diğer yandan Anayasa"nın 36. maddesine adil yargılanma ibaresinin eklenmesine ilişkin gerekçede, Türkiye"nin tarafı olduğu uluslararası sözleşmelerce de güvence altına alınan adil yargılama hakkının madde metnine dâhil edildiği vurgulanmıştır. Nitekim Anayasa Mahkemesi de Anayasa’nın 36. maddesi uyarınca inceleme yaptığı birçok kararında, AİHM içtihadıyla adil yargılanma hakkının kapsamına dâhil edilen silahların eşitliği ilkelerine Anayasa’nın 36. maddesi kapsamında yer vermektedir. Bu itibarla anılan ilkenin adil yargılanma hakkının kapsam ve içeriğine dâhil olduğu sonucu ortaya çıkmaktadır. Anılan ilkeye uygun yürütülmeyen bir yargılamanın hakkaniyete uygun olması olanaklı değildir (Mehmet Fidan, § 38).

37. Silahların eşitliği ilkesi, davanın taraflarının usule ilişkin haklar bakımından aynı koşullara tabi tutulması ve taraflardan birinin diğerine göre daha zayıf bir duruma düşürülmeksizin iddia ve savunmalarını makul bir şekilde mahkeme önünde dile getirme fırsatına sahip olması anlamına gelir (Yaşasın Aslan, B. No: 2013/1134, 16/5/2013, § 32). Bu usul güvencesi gereğince uyuşmazlığın her iki tarafına da savunmasının temel dayanağı olan delilleri sunma imkânı tanınmasını kapsamaktadır (Yüksel Hançer, B. No: 2013/2116, 23/1/2014, § 18).

38. Silahların eşitliği ilkesi kapsamında yapılacak inceleme, başvuru konusu yargılamanın bir bütün olarak adil olup olmadığının değerlendirilmesidir (Yüksel Hançer, § 19).

39. Silahların eşitliği ilkesinin tamamlayıcısı olan çelişmeli yargılama ilkesi, kural olarak bir hukuk ya da ceza davasında tüm taraflara, gösterilen kanıtlar ve sunulan görüşler hakkında bilgi sahibi olma ve bunlarla ilgili görüş bildirebilme imkânı vermektedir. Bu çerçevede başvuranların bilirkişi raporunun sonucuna itiraz edememesi ya da delillerle ilgili görüş bildirmelerine fırsat verilmemesi çelişmeli yargılama ilkesinin ihlali olarak değerlendirilebilmektedir (Hüseyin Sezen, B. No: 2013/1793, 18/9/2014, § 38).

40. Hakkaniyete uygun yargılanmanın temel unsurları, yargılamanın çelişmeli olması ve taraflar arasında silahların eşitliğinin sağlanmasıdır. Anılan ilkelere uygun yürütülmeyen bir yargılamanın hakkaniyete uygun olması olanaklı değildir. Ancak silahların eşitliği ve çelişmeli yargılama ilkeleri uyarınca taraflara delillerini sunma ve inceletme noktasında uygun imkânların tanınıp tanınmadığı yargılamanın bütünü nazara alınarak değerlendirilecektir. Anayasa Mahkemesinin bireysel başvuru kapsamındaki görevi, somut olayın usul kurallarına uygunluğunu denetlemek değil adil yargılanma hakkı kapsamındaki güvencelerin somut olayda ihlal edilip edilmediğini yargılamanın bütünü ışığında denetlemektir (Fazlı Celep, B. No: 2015/1025, 21/3/2018, § 25).

41. Genel anlamda hakkaniyete uygun bir yargılamanın yürütülebilmesi için silahların eşitliği ilkesi ışığında taraflara delillerini sunma, inceletme noktasında uygun imkânların tanınması ve yargılamaya etkin katılımlarının sağlanması gerekir. Bu anlamda delillere ilişkin dengesizlik veya hakkaniyetsiz olma iddiaları da yargılamanın bütünü kapsamında değerlendirilecektir. Ceza davaları ile medeni hak ve yükümlülüklere ilişkin davaların usul kuralları da dâhil olmak üzere yargılamanın tüm aşamalarında silahların eşitliği ilkesinin güvence altına alınarak adil yargılanma hakkının korunması hukuk devleti olmanın bir gereğidir (Mustafa Kupal, B. No: 2013/7727, 4/2/2016, §§ 50-52).

42. Başvurucu somut davada, davacı tarafından sonradan sunulan delile karşı beyanda bulunma ve karşı delil sunma hakkı tanınmadan yargılamanın sona erdirilmesi nedeniyle silahların eşitliği ilkesinin ihlal edildiğini ileri sürmüştür. Mahkemenin gerekçeli kararında, davacı tarafından sonradan dosyaya sunulan aldatma iddiası ile ilgili herhangi bir değerlendirme yapılmadığı, başka bir ifadeyle sadakatsizlik olgusunun tarafların kusurunun belirlenmesinde dikkate alınmadığı anlaşılmaktadır. Dolayısıyla başvurucuya söz konusu meseleyle ilgili beyanda bulunma ve karşı delil sunma hakkı tanınmaması silahların eşitliği ilkesinin bir unsuru olan tarafların usule ilişkin haklarda eşit koşullara tabi tutulması yönüyle başvurucuyu diğer tarafa karşı zayıf duruma düşürmemiştir.

43. Açıklanan gerekçelerle başvurunun bu kısmının diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

VI. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. 1. Gerekçeli karar hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,

 2. Silahların eşitliği ve çelişmeli yargılama ilkesinin ihlal edildiğine ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,

B. Yargılama giderlerinin başvurucu üzerinde BIRAKILMASINA 8/9/2021 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.

Hemen Ara