AYM 2018/21083 Başvuru Numaralı ERHAS DEMİR ÇELİK OTO YEDEK PARÇALARI İTHALAT VE TİCARET LTD. ŞTİ. Başvurusuna İlişkin Karar

Abaküs Yazılım
İkinci Bölüm
Esas No: 2018/21083
Karar No: 2018/21083
Karar Tarihi: 14/9/2021

AYM 2018/21083 Başvuru Numaralı ERHAS DEMİR ÇELİK OTO YEDEK PARÇALARI İTHALAT VE TİCARET LTD. ŞTİ. Başvurusuna İlişkin Karar

 

 

 

 

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

ERHAS DEMİR ÇELİK OTO YEDEK PARÇALARI İTHALAT VE TİCARET LTD. ŞTİ. BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2018/21083)

 

Karar Tarihi: 14/9/2021

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

 

Başkan

:

Kadir ÖZKAYA

Üyeler

:

Engin YILDIRIM

 

 

Celal Mümtaz AKINCI

 

 

M. Emin KUZ

 

 

Basri BAĞCI

Raportör

:

Ayhan KILIÇ

Başvurucu

:

Erhas Demir Çelik Oto Yedek Parçaları İthalat ve Ticaret Ltd. Şti.

Başvurucu Vekilleri

:

Av. Emrullah GÖZCÜ

 

 

Av. Nedret ALTUNTAŞ

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru, yargısal kesinlik kazanan vakıanın başka bir mahkeme tarafından dikkate alınmaması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru 6/7/2018 tarihinde yapılmıştır.

3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.

4. Makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin şikâyet yönünden Komisyonca ayırma kararı verilerek anılan şikâyet 2018/37728 başvuru numarasına kaydedilmiş ve belirtilen şikâyetin başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle kabul edilemez olduğuna 12/2/2019 tarihinde karar verilmiştir.

5. Komisyonca diğer ihlal iddiaları yönünden başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

6. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.

7. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir.

III. OLAY VE OLGULAR

8. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir:

9. İstanbul Büyükşehir Belediyesi (Belediye) tarafından İstanbul ili Beyoğlu ilçesinde bulunan Karaköy Katlı Otoparkı olarak tabir edilen taşınmaz, ihale yoluyla başvurucuya kiralanmış ve taraflar arasında 4/8/1986 tarihli kira sözleşmesi düzenlenmiştir. Anılan sözleşmesinin başlangıç tarihi sonradan Belediye Başkanlığının onayıyla 1/3/1992 olarak değiştirilmiştir.

A. Kiracılık Sıfatının Tespiti ve Müdahalenin Önlenmesi Davası

10. Belediye Meclisi 15/9/2006 tarihli kararla Belediyenin tasarrufu altında bulunan otoparkların İstanbul Otopark İşletmeleri Ticaret Anonim Şirketine (İSPARK) devredilmesine karar vermiştir. Bunun üzerine Belediye 26/1/2007 ve 30/1/2007 tarihlerinde noter aracılığıyla başvurucuya ihtarname göndererek kira sözleşmesinin 1/3/2007 tarihinden itibaren yenilenmeyeceğini bildirmiştir.

11. Başvurucu 20/2/2007 tarihinde Beyoğlu 3. Asliye Hukuk Mahkemesinde Belediye aleyhine kiracılık sıfatının tespiti ve müdahalenin önlenmesi davası açmıştır. Beyoğlu 3. Asliye Hukuk Mahkemesi dosyadan anlaşılamayan bir tarihte davayı reddetmiştir. Beyoğlu 3. Asliye Hukuk Mahkemesi 3/7/2005 tarihli ve 5393 sayılı Belediye Kanunu"nun 15. maddesinin birinci fıkrasının (p) bendi ile beşinci fıkrasına göre 8/9/1983 tarihli ve 2886 sayılı Devlet İhale Kanunu"nun 75. maddesi hükümlerinin belediye taşınmazları hakkında da uygulanacağını belirtmiş ve bu hükümlere dayanarak davanın reddi gerektiğini ifade etmiştir.

12. Beyoğlu 3. Asliye Hukuk Mahkemesi kararı Yargıtay 14. Hukuk Dairesinin 6/11/2008 tarihli kararıyla bozulmuştur. Yargıtay, taraflar arasındaki kira ilişkisinin 22/4/1926 tarihli ve 818 sayılı mülga Borçlar Kanunu"nun 284. ve devamı maddelerinde düzenlenen hasılat kirası niteliğinde olduğunu kabul etmiştir. Yargıtaya göre 2886 sayılı Kanun"un 75. maddesi somut olayda uygulanabilir değildir. Belediye 818 sayılı mülga Kanun"un 287. maddesi uyarınca kira sözleşmesinin sona ermesinden altı ay önce ihbarda bulunma yükümlülüğünü yerine getirmediğinden kira sözleşmesi hukuki varlığını sürdürmektedir.

13. Bozma kararına uyan Beyoğlu 3. Asliye Hukuk Mahkemesi 17/11/2009 tarihli kararıyla davayı kabul etmiştir. Kararda, Belediyenin sözleşmenin sona ereceği tarihten en az altı ay önce bildirimde bulunmaması sebebiyle sözleşmenin hâlen yürürlükte olduğu belirtilmiştir. Bu karar, Yargıtay 14. Hukuk Dairesinin 16/2/2010 tarihli kararıyla onanmıştır.

B. Tahliye İşlemine Karşı İdari Yargıda Açılan İptal Davası

14. Belediye tarafından 29/8/2008 tarihinde 2886 sayılı Kanun"un 75. maddesi uyarınca taşınmazın tahliyesine karar verilmiştir. Başvurucu bu işleme karşı İstanbul 7. İdare Mahkemesinde (İdare Mahkemesi) iptal davası açmıştır.

15. Bu arada Belediye, Beyoğlu Kaymakamlığına (Kaymakamlık) müracaat ederek başvurucun 4/12/1984 tarihli ve 3091 sayılı Taşınmaz Mal Zilyedliğine Yapılan Tecavüzlerin Önlenmesi Hakkında Kanun hükümleri uyarınca taşınmazdan çıkarılmasını ve taşınmazın Belediyeye teslim edilmesini talep etmiştir. Kaymakamlık, taşınmazı 8/9/2008 tarihinde tahliye ettirmiştir.

16. İdare Mahkemesi 15/9/2009 tarihinde Belediyenin tahliye işleminin iptaline karar vermiştir. İdare Mahkeme, Beyoğlu 3. Asliye Hukuk Mahkemesi kararının Yargıtay 14. Hukuk Dairesinin 6/11/2008 tarihli kararıyla bozulduğuna dikkat çekerek Belediye ile başvurucu arasındaki kiracılık ilişkinin sona erdiğinin kabul edilemeyeceğini ve başvurucunun fuzuli şagil statüsünde bulunmadığını belirtmiştir. İdare Mahkemesi kararı Danıştay Onuncu Dairesinin 8/1/2014 tarihli kararıyla onanmıştır.

17. Ancak Belediyenin davaya konu tahliye kararına istinaden 8/9/2008 tarihinde Kaymakamlık tarafından tahliye ettirilen taşınmaz iptal kararından sonra da başvurucuya teslim edilmemiştir.

C. Başvuruya Konu Müdahalenin Önlenmesi ve Tazminat Davası

18. Belediye 23/7/2009 tarihli noter ihtarnamesiyle kira sözleşmesini 1/3/2010 tarihinde yenilemeyeceğini başvurucuya bildirmiştir.

19. Başvurucu 29/7/2010 tarihinde İstanbul 9. Asliye Hukuk Mahkemesinde (Mahkeme) Belediye ve İSPARK aleyhine tazminat davası açmıştır. Dava dilekçesinde, kira sözleşmesi devam ettiği hâlde taşınmazın üçüncü kişiye tahsis edildiği, bu sebeple İSPARK"ın işgalci konumunda olduğu ve otoparkın başvurucuya teslim edilmesi gerektiği öne sürülmüştür. Dilekçede, tahliye kararının da İdare Mahkemesince iptal edildiğine dikkat çekilmiş ve bu durumda taşınmazın üçüncü kişiye teslim edilmesinin hukuki dayanağının bulunmadığı ileri sürülmüştür. Dilekçede ayrıca Beyoğlu 3. Asliye Hukuk Mahkemesinin 17/11/2009 tarihli kararının kesin delil niteliğinde olduğu ifade edilmiştir. Başvurucu, tahliye tarihi (8/9/2008) ile 30/6/2010 tarihi arasındaki dönem için -fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydıyla- 100.000 TL tazminata hükmedilmesini ve taşınmazın kendisine teslimine karar verilmesini talep etmiştir.

20. Mahkeme birkaç kez bilirkişi raporları ve ek raporlar aldırarak başvurucunun 8/9/2008-30/6/2010 tarihleri arasındaki gelir kaybı sebebiyle oluşan zararını hesaplatmıştır. En son bilirkişi raporunda başvurucunun zararı 2.546.053,05 TL olarak belirlenmiştir.

21. Ancak Mahkeme 4/11/2016 tarihli kararıyla davayı reddetmiştir. Kararın gerekçesinde, 5393 sayılı Kanun"un 15. maddesinin beşinci fıkrasının ikinci cümlesi uyarınca 2886 sayılı Kanun"un 75. maddesinin belediyelerin taşınmazları hakkında da uygulanacağı ve mevcut uyuşmazlığın bu hükme göre çözümlenmesi gerektiği belirtilmiştir. Kararda, kira sözleşmesinin 1/3/2007 tarihinde sona erdiği ifade edilmiştir. Mahkeme, Belediyenin 2886 sayılı Kanun"un 75. maddesi uyarınca taşınmazın idari yoldan tahliyesini sağlayabileceğini, Belediye"nin sözleşmeyi her zaman feshedebileceğini, bu sebeple taşınmazın teslimi talebinin reddi gerektiğini vurgulamıştır. Mahkemeye göre sözleşmenin feshi tarihinden önce yürürlüğe giren 5393 sayılı Kanun"un 15. maddesinin beşinci fıkrasının ikinci cümlesi karşısında 18/5/1955 tarihli ve 6570 sayılı mülga Gayrimenkul Kiraları Hakkında Kanun"un somut olayda uygulanması mümkün değildir. Bu sebeple kira sözleşmesinin süresinin dolmasıyla sözleşme kendiliğinden sona ermiştir. Dolayısıyla tazminat ödenmesinin koşulları oluşmamıştır.

22. Başvurucu bu karara karşı istinaf yoluna başvurmuştur. İstinaf dilekçesinde önceki aşamalarda ileri sürülen iddialara ek olarak Beyoğlu 3. Asliye Hukuk Mahkemesinin 17/11/2009 tarihli kararı ile İdare Mahkemesinin 15/9/2009 tarihli kararına dikkat çekilerek kira sözleşmesinin devam ettiğinin yargı kararıyla sabit hâle geldiği savunulmuştur.

23. İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 35. Hukuk Dairesi (Bölge Adliye Mahkemesi) 4/10/2017 tarihli kararıyla istinaf istemini esastan reddetmiştir. Bölge Adliye Mahkemesi ilk derece mahkemesinin gerekçesini benimsemekle birlikte ek olarak taraflar arasındaki sözleşmenin 2886 sayılı Kanun hükümlerine göre kurulduğunu vurgulamış ve bu sebeple sözleşmenin sona ermesine ilişkin ihtilafların anılan Kanun hükümlerine göre çözümleneceğini belirtmiştir. Bölge Adliye Mahkemesine göre yeni bir ihale yapılmaması hâlinde 2886 sayılı Kanun hükümlerine göre taşınmazın tahliyesi gerekecektir.

24. Başvurucunun benzer iddialarla yaptığı temyiz istemi de Yargıtay 3. Hukuk Dairesinin 15/5/2018 tarihli kararıyla reddedilmiş ve Bölge Adliye Mahkemesi kararı onanmıştır. Nihai karar 20/6/2018 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir.

25. Başvurucu 6/7/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.

IV. İLGİLİ HUKUK

A. Ulusal Hukuk

26. 818 sayılı mülga Kanun’un 270. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:

"Hasılat icarı, bir akittirki onunla mucir, müstecire ücret mukabilinde hasılat veren bir malın veya hakkın kullanılmasını ve semerelerinin iktitafını terk etmeği iltizam eder."

27. 818 sayılı mülga Kanun’un 287. maddesi şöyledir:

"İcar, muayyen bir müddet için akdolunupta bu müddetin hitamında mucirin malumatiyle ve muhalefeti olmaksızın mecurun istimaline devam olunduğu yahut mukavelede fesih hakkında gösterilen ihbarı iki taraftan hiç biri yapmadığı takdirde; hilafına mukavele yok ise, bir senelik bir müddetin hitamından altı ay evvel ihbar suretiyle fesholununcaya kadar seneden seneye akit tecdit edilmiş sayılır"

28. 2886 sayılı Kanun’un 64. maddesi şöyledir:

"Kiraya verilecek taşınır ve taşınmaz malların kira süresi, on yıldan çok olamaz. Turistik tesis kurulacak yerlerin ve turistik tesislerin ve enerji üretimi tesisleri ile iletim ve dağıtım tesis ve şebekelerinin ihtiyacı olan arazilerin ve doğal gaz iletim, dağıtım ve depolama tesis ve şebekelerinin ihtiyacı olan arazilerin on yıldan fazla süre ile kiraya verilmesi mümkündür.

Üç yıldan fazla süre ile kiraya verme işlerinde, önceden Maliye Bakanlığından izin alınması şarttır. Katma bütçeli idarelerde bu izin, idarelerin bağlı bulundukları bakanlıktan alınır. Özel İdare ve belediyeler için kendi özel kanunları uygulanır.

Üç yıldan fazla süre ile kiraya verme işlerinde, kira bedeli her yıl şartname ve sözleşmesindeki esaslara göre yeniden tespit edilir"

29. 2886 sayılı Kanun’un 75. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:

"Devletin özel mülkiyetinde veya hüküm ve tasarrufu altında bulunan taşınmaz malları, özel bütçeli idarelerin mülkiyetinde bulunan taşınmaz mallar ve Vakıflar Genel Müdürlüğü ile idare ve temsil ettiği mazbut vakıflara ait taşınmaz malların, gerçek ve tüzelkişilerce işgali üzerine, fuzuli şagilden, bu Kanunun 9 uncu maddesindeki yerlerden sorulmak suretiyle, idareden taşınmaz ve değerleme konusunda işin ehli veya uzmanı üç kişiden oluşan komisyonca tespit tarihinden geriye doğru beş yılı geçmemek üzere tespit ve takdir edilecek ecrimisil istenir. Ecrimisil talep edilebilmesi için, idarelerin işgalden dolayı bir zarara uğramış olması gerekmez ve fuzuli şagilin kusuru aranmaz."

30. 5393 sayılı Kanun’un 15. maddesinin birinci fıkrasının ilgili kısmı ile olay tarihindeki beşinci fıkrası şöyledir:

"Belediyenin yetkileri ve imtiyazları şunlardır:

...

p) Kara, deniz, su ve demiryolu üzerinde işletilen her türlü servis ve toplu taşıma araçları ile taksi sayılarını, bilet ücret ve tarifelerini, zaman ve güzergâhlarını belirlemek; durak yerleri ile karayolu, yol, cadde, sokak, meydan ve benzeri yerler üzerinde araç park yerlerini tespit etmek ve işletmek, işlettirmek veya kiraya vermek; kanunların belediyelere verdiği trafik düzenlemesinin gerektirdiği bütün işleri yürütmek.

...

Belediye mallarına karşı suç işleyenler Devlet malına karşı suç işlemiş sayılır. 2886 sayılı Devlet İhale Kanununun 75 inci maddesi hükümleri belediye taşınmazları hakkında da uygulanır."

B. Uluslararası Hukuk

31. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi"nin (Sözleşme) 6. maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:

"Herkes davasının medeni hak ve yükümlülükleri ile ilgili uyuşmazlıklar[ın] ... esası konusunda karar verecek olan ... bir mahkeme tarafından ... görülmesini isteme hakkına sahiptir..."

32. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) adil yargılanma hakkının demokratik toplumda önemli bir yere sahip olduğunu vurgulamaktadır (Airey/İrlanda, B. No: 6289/73, 9/10/1979, § 24). AİHM"e göre hukuk devletinin temel ilkelerinden biri olan hukuki belirlilik Sözleşme"nin bütün maddelerinde mündemiçtir (Iordan Iordanov/Bulgaristan, B. No: 23530/02, 2/7/2009, § 47). Adil yargılanma hakkı hukukun kabul edilmiş evrensel ilkelerine uygun olarak yorumlanmalıdır. Bu bağlamda hakkın tesliminden kaçınma (denial of justice) yasağı bu ilkelerin başında gelmektedir (Golder/Birleşik Krallık, B. No: 4451/70, 21/2/1975, § 35).

33. AİHM iç hukukun yorumlanmasında öncelikli görevin ulusal otoritelere ait olduğunu vurgulamaktadır. AİHM’in görevi ulusal hukuk mercilerinin yorumlarının etkilerinin Sözleşme ile uyumlu olup olmadığını tespit etmekle sınırlıdır (Waite ve Kennedy/Almanya, B. No: 26083/94, 18/2/1999, § 54). AİHM kural olarak kendisinin ulusal mahkemelerin yerine geçerek değerlendirme yapma görevinin bulunmadığını, ulusal hukukun yorumlanmasına ilişkin sorunları çözmenin öncelikli olarak ulusal otoritelerin -özellikle ulusal mahkemelerin- yetkisinde olduğunu ifade etmektedir. AİHM bu sebeple ulusal mahkemelerin iç hukukun yorumuna ilişkin tartışmalarına karışmayacağını belirtmektedir. Ancak AİHM keyfîliğin bulunduğu, diğer bir ifadeyle ulusal mahkemelerin iç hukuku açıkça hatalı veya keyfî ya da adaleti hiçe sayacak şekilde uyguladıklarını gözlemlediği hâllerde bunu sorgulayabileceğine işaret etmektedir (Anđelkovıć/Sırbistan, B. No: 1401/08, 9/4/2013, § 24).

34. AİHM objektif bir temelde bireyleri koruyan bir insan hakları antlaşması olarak Sözleşme’nin amacının ve hedeflerinin, Sözleşme hükümlerinin onu işlevsel ve etkili kılacak şekilde yorumlanmasını ve uygulanmasını gerektirdiğini vurgulamaktadır. AİHM’e göre taraf devletler, Sözleşme’ye uyumun en azından Avrupa kamu düzeninin temelini koruyacak düzeyde denetlenmesini sağlama yükümlülüğündedir. Avrupa kamu düzeninin temel unsurlarından biri hukukun üstünlüğü ilkesidir ve keyfîlik ise bu ilkeyi izale eder. AİHM, ulusal hukukun yorumlanması ve uygulanması gibi ulusal otoritelerin geniş takdir yetkisine sahip olduğu alanlarda bile keyfîlik yasağı yönünden denetim yaptığını ifade etmektedir (El-Dulimi ve Montana Management İnc./İsviçre, B. No: 5809/08, 21/6/2016, § 145).

35. AİHM Büyük Dairesi Bochan/Ukrayna kararında AİHM"in daha önce verdiği ihlal kararını Yüksek Mahkemenin gerekçesinde aşırı derecede yanlış sunması, bu kapsamda belirttiği hususların açıkça yanlış olması, dolayısıyla gerekçesinin aşırı keyfî (grossly arbitrary) ve adaleti hiçe sayacak (denial of justice) şekilde olması nedeniyle hakkaniyete uygun yargılanma hakkının ihlal edildiğine karar vermiştir (Bochan/Ukrayna [BD], B. No: 22251/08, 5/2/2015, § 64).

V. İNCELEME VE GEREKÇE

36. Mahkemenin 14/9/2021 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. Başvurucunun İddiaları

37. Başvurucu, kira sözleşmesinin feshinin geçersiz olduğunu ve sözleşmenin yürürlükte bulunduğunu tespit eden mahkeme kararlarına rağmen Mahkemenin bu sözleşmenin sona erdiğine karar vermesinin hak arama özgürlüğünü ihlal ettiğini ileri sürmüştür. Başvurucu, Mahkemenin Belediyenin argümanlarına üstünlük tanıyarak eşitlik ve mahkemelerin bağımsızlığı ilkelerini ihlal ettiğini iddia etmiştir. Başvurucu ayrıca İdare Mahkemesinin iptal kararının yerine getirilmediğinden şikâyet etmiş ve etkili başvuru hakkının ihlal edildiğini ifade etmiştir. Bilirkişi raporlarıyla zarar hesaplandığı hâlde Mahkemenin davayı reddettiğine işaret eden başvurucu, bunun devletin kayrıldığının göstergesi olduğunu vurgulamış; adil yargılanma hakkının zedelendiğini belirtmiştir.

B. Değerlendirme

38. Anayasa"nın iddianın değerlendirilmesinde dayanak alınacak "Hak arama hürriyeti" kenar başlıklı 36. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:

"Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir."

39. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucunun şikâyetinin özü, Beyoğlu 3. Asliye Hukuk Mahkemesinin 17/11/2009 tarihli kararıyla kira sözleşmenin yürürlükte olduğu tespit edildiği hâlde sözleşme hükümlerinin ihlaline dayalı olarak açılan tazminat davasında sözleşmenin sona erdiğinin kabul edilmesine yöneliktir. Bu durumda başvurucunun şikâyetinin adil yargılanma hakkının güvencelerinden biri olan hakkaniyete uygun yargılanma hakkı kapsamında incelenmesi uygun görülmüştür.

1. Kabul Edilebilirlik Yönünden

40. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan hakkaniyete uygun yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

2. Esas Yönünden

a. Genel İlkeler

41. Anayasa"nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı maddi adaleti değil şeklî adaleti temin etmeye yönelik güvenceler içermektedir. Bu bakımdan adil yargılanma hakkı davanın taraflardan biri lehine sonuçlanmasını garanti etmemektedir. Adil yargılanma hakkı temel olarak yargılama sürecinin ve usulünün hakkaniyete uygun olarak yürütülmesini teminat altına almaktadır (M.B. [GK], B. No: 2018/37392, 23/7/2020, § 80).

42. Anayasa"nın 148. maddesinin dördüncü fıkrasında, kanun yolunda gözetilmesi gereken hususlara ilişkin şikâyetlerin bireysel başvuruda incelenemeyeceği belirtilmiştir. Bu kapsamda ilke olarak mahkemeler önünde dava konusu yapılmış maddi olay ve olguların kanıtlanması, delillerin değerlendirilmesi, hukuk kurallarının yorumlanması ve uygulanması ile uyuşmazlık konusunda varılan sonucun adil olup olmaması bireysel başvuru konusu olamaz. Ancak bireysel başvuru kapsamındaki hak ve özgürlüklere müdahale teşkil eden, bariz takdir hatası veya açık bir keyfîlik içeren tespit ve sonuçlar bu kapsamda değildir (konuya ilişkin birçok karar arasından bkz. Ahmet Sağlam, B. No: 2013/3351, 18/9/2013).

43. Ancak temel hak ve özgürlüklere müdahalenin söz konusu olduğu durumlarda derece mahkemelerinin takdir ve değerlendirmelerinin Anayasa"daki güvencelere etkisini nihai olarak değerlendirecek merci Anayasa Mahkemesidir. Bu itibarla Anayasa"da öngörülen güvenceler dikkate alınarak bireysel başvuru kapsamındaki temel hak ve özgürlüklerin ihlal edilip edilmediğine ilişkin herhangi bir inceleme "kanun yolunda gözetilmesi gereken hususun incelenmesi" olarak nitelendirilemez (Şahin Alpay (2) [GK], B. No: 2018/3007, 15/3/2018, § 53).

44. Diğer taraftan Anayasa Mahkemesi çok istisnai durumlarda temel hak ve özgürlüklerden biri ile doğrudan ilgili olmayan bir şikâyeti kanun yolunda gözetilmesi gereken hususlara ilişkin yasak kapsamına girmeden inceleyebilir. Açık bir keyfîlik nedeniyle yargılamanın hakkaniyetinin temelden sarsıldığı ve adil yargılama hakkı kapsamındaki usule ilişkin güvencelerin anlamsız hâle geldiği çok istisnai hâllerde, aslında yargılamanın sonucuna ilişkin olan bu durumun bizatihi kendisi usule ilişkin bir güvenceye dönüşmüş olur. Dolayısıyla Anayasa Mahkemesinin derece mahkemelerinin değerlendirmelerinin usule ilişkin güvenceleri anlamsız hâle getirip getirmediğini ve açık bir keyfîlik nedeniyle yargılamanın hakkaniyetinin temelden sarsılıp sarsılmadığını incelemesi yargılamanın sonucunu değerlendirdiği anlamına gelmez. Sonuç olarak Anayasa Mahkemesi derece mahkemelerinin delillerle ilgili değerlendirmelerine ancak açık bir keyfîlik ve adil yargılanma hakkı kapsamındaki usule ilişkin güvenceleri anlamsız hâle getiren bir uygulama varsa müdahale edebilecektir (Ferhat Kara [GK], B. No: 2018/15231, 4/6/2020, § 149; M.B., § 83).

45. Adil yargılanma hakkı, hukuk kuralının davanın başvurucu lehine sonuçlanmasını temin eden yorumunun esas alınmasını güvence altına almamaktadır. Uyuşmazlığa uygulanacak hukuk kurallarının yorumlanması -yukarıda belirtildiği gibi- derece mahkemelerinin takdirindedir. Bununla birlikte derece mahkemelerinin hukuk kurallarını yorumlarken Anayasa"nın 2. maddesinde düzenlenen ve Cumhuriyet"in nitelikleri arasında sayılan hukuk devleti ilkesini gözönünde bulundurmaları gerekir. Esasen hukuk devleti ilkesi Anayasa"nın tüm maddelerinin yorumlanmasında dikkate alınması zorunlu olan bir ilkedir. Bu bağlamda Anayasa"nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkının kapsam ve içeriğinin yorumlanmasında da hukuk devletinin gerekleri gözetilmelidir (M.B., § 84).

46. Bu noktada hukuk devletinin gereklerinden birini de hukuk güvenliği ilkesi oluşturmaktadır (AYM, E.2008/50, K.2010/84, 24/6/2010 ve E.2012/65, K.2012/128, 20/9/2012). Kişilerin hukuki güvenliğini sağlamayı amaçlayan hukuki güvenlik ilkesi; hukuk normlarının öngörülebilir olmasını, bireylerin tüm eylem ve işlemlerinde devlete güven duyabilmesini, devletin de yasal düzenlemelerinde bu güven duygusunu zedeleyici yöntemlerden kaçınmasını gerekli kılar. Belirlilik ilkesi ise yasal düzenlemelerin hem kişiler hem de idare yönünden herhangi bir duraksamaya ve kuşkuya yer vermeyecek şekilde açık, net, anlaşılır ve uygulanabilir olmasını, ayrıca kamu otoritelerinin keyfî uygulamalarına karşı koruyucu önlem içermesini ifade etmektedir (AYM, E.2013/39, K.2013/65, 22/5/2013).

47. Başvurucuların medeni haklarıyla ilgili uyuşmazlıklarda uygulanan hukuk kurallarının açıkça keyfî veya hakkın tesliminden kaçınacak (adaleti hiçe sayacak) biçimde yorumlanması usule ilişkin güvenceleri anlamsız hâle getireceğinden adil yargılanma hakkının ihlal edildiğinden söz edilebilir. Zira bu hâlde, derece mahkemesinin yorumunun başvurucu tarafından öngörülmesi mümkün olmayıp hukuk kurallarının öngörülemez biçimde yorumlanması hukuk devleti ilkesini örseler. Özellikle hak ve özgürlükleri kısıtlayıcı hükümlerin geniş yoruma tabi tutulması keyfîliğe ve bireylerin kendilerini hukuk karşısında güvensiz hissetmelerine yol açar (M.B., § 86).

b. İlkelerin Olaya Uygulanması

48. Somut olayda ihaleye dayalı olarak Belediye ile başvurucu arasında 4/8/1986 tarihinde akdedilen ve sonradan Belediye Başkanlığının onayıyla başlangıç tarihi 1/3/1992 olarak değiştirilen kira sözleşmesinin 1/3/2007 tarihine kadar yürürlükte olduğu hususunda bir ihtilaf bulunmamaktadır. İhtilaf, Belediyenin 26/1/2007 ve 30/1/2007 tarihlerinde yaptığı fesih bildirimlerinden sonra kira sözleşmesinin 1/3/2007 tarihi itibarıyla sona erip ermediğine yöneliktir.

49. Başvurucunun 26/1/2007 ve 30/1/2007 tarihli fesih bildirimlerinden sonra açtığı dava sonucunda Beyoğlu 3. Asliye Hukuk Mahkemesi önce 5393 sayılı Kanun"un 15. maddesinin beşinci fıkrasının ikinci cümlesini dikkate alarak olayda 2886 sayılı Kanun"un 75. maddesi hükmünün uygulanacağını kabul ederek sözleşmenin sona erdiğini kabul etmiş ise de bu karar, Yargıtay 14. Hukuk Dairesinin 6/11/2008 tarihli kararıyla bozulmuştur. Yargıtay taraflar arasındaki kira ilişkisinin 818 sayılı mülga Kanun"un 284. ve devamı maddelerinde düzenlenen hasılat kirası niteliğinde olduğunu kabul ederek 2886 sayılı Kanun"un 75. maddesinin somut olayda uygulanabilir olmadığı sonucuna ulaşmıştır. Yargıtay Belediyenin 818 sayılı mülga Kanun"un 287. maddesi uyarınca kira sözleşmesinin sona ermesinden altı ay önce ihbarda bulunma yükümlülüğünü yerine getirmediğinden kira sözleşmesinin hukuki varlığını sürdürdüğünü kabul etmiştir. Beyoğlu 3. Asliye Hukuk Mahkemesi bozma kararına uymuş ve 17/11/2009 tarihli kararıyla, 26/1/2007 ve 30/1/2007 tarihli fesih bildirimlerinin geçersiz olduğunu ve kira sözleşmesinin hâlen yürürlükte bulunduğunu tespit etmiştir. Bu karar aynı Daire tarafından onanarak kesinleşmiştir.

50. Kaymakamlıkça tahliye ettirilen kiralananın teslim edilmemesi üzerine başvurucunun sözleşme hükümlerinin ihlali gerekçesiyle açtığı tazminat ve müdahalenin önlenmesi davasında ise Mahkeme sözleşmenin 1/3/2007 tarihi itibarıyla sona erdiğini kabul etmiştir. Mahkeme 5393 sayılı Kanun"un 15. maddesinin beşinci fıkrasının ikinci cümlesini gözetmiş ve olayda borçlar hukuku hükümlerinin değil 2886 sayılı Kanun hükümlerinin uygulanacağına karar vermiş ve tazminat istemini reddetmiştir. Bölge Adliye Mahkemesi de Mahkemenin vardığı sonucu benimsemiş, ayrıca sözleşmenin 2886 sayılı Kanun uyarınca yapılan ihaleyle kiraya verildiğini, bu nedenle anılan Kanun"a göre sürenin bitimiyle sözleşmenin kendiliğinden sona erdiğini vurgulamıştır.

51. Böylece Mahkeme 26/1/2007 ve 30/1/2007 tarihli fesih bildirimlerinin geçerli olup olmadığıyla ilgili olarak Beyoğlu 3. Asliye Hukuk Mahkemesinin kesinleşmiş kararındaki kabulden tamamen farklı bir sonuca ulaşmıştır. Başvurucu, Beyoğlu 3. Asliye Hukuk Mahkemesinin kesinleşmiş kararının mevcut dava yönünden kesin delil teşkil ettiğini ve bu delilin dikkate alınmamasının adil yargılanma hakkını ihlal ettiğini ileri sürmüştür.

52. Beyoğlu 3. Asliye Hukuk Mahkemesinin 17/11/2009 tarihli kararıyla yapılan ve Belediyenin 26/1/2007 ve 30/1/2007 tarihli fesih bildirimlerinin geçersiz olduğu ve Belediye ile başvurucu arasında başlangıç tarihi 1/3/1992 olan kira sözleşmesinin 1/3/2007 tarihinde sona ermediği tespitinin yargısal kesinlik kazandığı ve artık bir vakıaya dönüştüğü not edilmelidir. Anayasa Mahkemesinin önündeki mesele bu vakıanın Mahkemece dikkate alınmamasının bariz takdir hatası veya keyfîlik içerip içermediğinin ve bunun bir bütün olarak yargılamanın hakkaniyetini zedeleyip zedelemediğinin tespit edilmesidir.

53. Anayasa"nın 138. maddesinin dördüncü fıkrasına göre yasama ve yürütme organları ile idare, mahkeme kararlarına uymak zorundadır. Bu hükümde mahkeme kararlarına uyma ve bu kararları değiştirmeksizin yerine getirme hususunda yasama ve yürütme organları ile idare lehine herhangi bir istisnaya yer verilmemiştir. Yargı kararlarının ilgili kamu makamlarınca zamanında yerine getirilmediği bir devlette, bireylerin yargı kararıyla kendilerine sağlanan hak ve özgürlükleri tam anlamıyla kullanabilmeleri mümkün olmaz. Dolayısıyla devlet, yargı kararlarının zamanında icra edilmesini sağlayarak bireyler aleyhine oluşabilecek hak kayıplarını engellemekle ve bu yolla bireylerin kamu otoritelerine ve hukuk sistemine olan güven ve saygılarını korumakla yükümlüdür. Bu sebeple Anayasa"nın 2. maddesinde öngörülen hukuk devleti ilkesinin bir gereği olarak bireylerin kamu otoritesi ve hukuk sistemine olan güven ve saygılarını koruma adına vazgeçilemez bir görev ifa eden yargı kararlarının zamanında icra edilmeyerek sonuçsuz bırakılması kabul edilemez (bazı farklılıklarla birlikte bkz. Arman Mazman, B. No: 2013/1752, 26/6/2014, § 61).

54. Somut olayda Mahkeme, Beyoğlu 3. Asliye Hukuk Mahkemesinin 17/11/2009 tarihli kararı ile İdare Mahkemesinin 15/9/2009 tarihli kararını uygulamakla yükümlü bir kamu otoritesi olmadığı açıktır. Dolayısıyla somut olaydaki sorunun yargı kararlarının icra edilmemesi meselesi olmadığını vurgulamak gerekir. Olaydaki sorun, Beyoğlu 3. Asliye Hukuk Mahkemesinin 17/11/2009 tarihli kararıyla tespit edilen Belediyenin fesih bildiriminin geçersiz olduğu ve dolayısıyla taraflar arasındaki sözleşmenin 1/3/2007 tarihinde sona ermediği vakıasının Mahkeme tarafından yeniden tartışmaya açılmasının bariz takdir hatası veya keyfîlik olarak değerlendirilmesinin mümkün olup olmadığıdır.

55. Mahkeme kararlarının sadece kararı uygulamakla yükümlü olan kamu otoritesi yönünden bağlayıcı olmadığının altı çizilmelidir. Mahkeme kararında tespit edilen ve hukuki manada kesinleşerek vakıa hâlini alan olguların aynı maddi olaydan kaynaklanan, tarafları ve sebebi aynı olan diğer yargılamalarda da dikkate alınması gerekir. Diğer bir ifadeyle taraflar arasında uyuşmazlıktaki bir olgu, yargı kararıyla kesinliğe kavuşturulmuşsa aynı taraflar arasında ve aynı maddi sebepten kaynaklanan başka bir uyuşmazlıkta bu olgunun yeniden tartışmaya açılması -yargılamanın yenilenmesi gibi istisnai bazı durumlar hariç- mahkeme kararlarının kesinliği ve bağlayıcılığı ilkesini zedeleyebilir. Bir mahkemece belli taraflar yönünden kesin hükme bağlanan bir olgunun aynı kişilerin taraf olduğu ve aynı maddi sebepten kaynaklanan diğer bir davada dikkate alınmaması hukuki belirlilik ve mahkeme kararına güven ilkelerini törpüler.

56. Mahkemeler, yargı kararına saygı gösterme yükümlülüğünden muaf değildir. Bir mahkeme kararının yanlış olduğunun düşünülmesi o kararla kesinleşen olguların yeniden tartışmaya açılmasına haklılık kazandırmaz. Maddi adalet ile şeklî adaletin çatıştığı bu gibi durumlarda Anayasa, tercihini şeklî adaletten yana koymuş ve aynı taraflar arasında yargı kararıyla kesinleşen vakıaların yeniden münakaşa edilmesine ve başka bir mahkemece görmezden gelinmesine izin vermemiştir. Önceki mahkeme kararının hukuken hatalı olduğu düşüncesiyle aynı taraflar arasında yeniden tartışmaya açılması mahkeme kararlarının kesinliğini anlamsız hâle getirir ve yargı kararının toplum nezdindeki değerini ve manevi gücünü zayıflatır.

57. Olaydaki Mahkeme kararına bakıldığında Beyoğlu 3. Asliye Hukuk Mahkemesinin dayandığı hukuksal argümanların çürütülmesi üzerine kurulduğu görülmektedir. Diğer bir ifadeyle Mahkemenin Belediye ile başvurucu arasındaki kira sözleşmesinin 1/3/2007 tarihinde sona erip ermediği meselesine ilişkin olarak Beyoğlu 3. Asliye Hukuk Mahkemesinden farklı sonuca ulaşmasının sebebinin maddi olgulardaki farklılıklar değil bütünüyle hukuk kurallarını farklı yorumlaması olduğu görülmektedir. Hukuki görüş ayrılıkları anayasal bir ilke olan mahkeme kararlarının taraflar arasında bağlayıcılığı ilkesinin yok sayılmasının gerekçesi olamaz.

58. Uyuşmazlıkta uygulanacak hukuk kurallarını yorumlamak derece mahkemelerinin görevinde olmakla birlikte bu durum, aynı taraflar arasında yargı kararıyla kesinleşen bir vakıanın görmezden gelinmesini gerektirmez. Taraflar arasında kesinleşen yargı kararlarına saygı duyma yükümlülüğü mahkemelerin hukuk kurallarını yorumlama yetkisinin sınırını oluşturur. Bu sebeple Belediye ile başvurucu arasında kesinleşmiş vakıaya dönüşen Belediyenin fesih bildiriminin geçersiz olduğu ve kira sözleşmesinin 1/3/2007 tarihinde sona ermediği olgusunun bireysel başvuru konusu yargılamada dikkate alınmaması yargı kararlarının bağlayıcılığı ve hukuk güvenliği ilkelerini zedelemenin yanında başvurucunun medeni hakkıyla ilgili olarak açılan davada usule ilişkin güvenceleri anlamsız hâle getirmiştir. Mahkemenin söz konusu yargı kararına saygı göstermekten uzak ve bariz takdir hatası teşkil eden tutumu başvurucu aleyhine karar verilmesinde belirleyici olmuştur. Dolayısıyla bunların bir bütün olarak yargılamanın hakkaniyetini zedelediği kanaatine varılmıştır.

59. Açıklanan gerekçelerle Anayasa"nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamında hakkaniyete uygun yargılanma hakkının ihlal edildiği sonucuna ulaşılmaktadır.

3. 6216 Sayılı Kanun"un 50. Maddesi Yönünden

60. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun"un 50. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

"(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir…

 (2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir."

61. Başvurucu, ihlalin tespiti ve yargılamanın yenilenmesine karar verilmesi talebinde bulunmuştur.

62. Anayasa Mahkemesinin Mehmet Doğan ([GK], B. No: 2014/8875, 7/6/2018) kararında ihlal sonucuna varıldığında ihlalin nasıl ortadan kaldırılacağı hususunda genel ilkeler belirlenmiştir. Anayasa Mahkemesi diğer bir kararında ise bu ilkelerle birlikte ihlal kararının yerine getirilmemesinin sonuçlarına da değinmiş ve bu durumun ihlalin devamı anlamına geleceği gibi ilgili hakkın ikinci kez ihlal edilmesiyle sonuçlanacağına işaret etmiştir (Aligül Alkaya ve diğerleri (2), B. No: 2016/12506, 7/11/2019).

63. Bireysel başvuru kapsamında bir temel hakkın ihlal edildiğine karar verildiği takdirde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırıldığından söz edilebilmesi için temel kural, mümkün olduğunca eski hâle getirmenin yani ihlalden önceki duruma dönülmesinin sağlanmasıdır. Bunun için ise öncelikle ihlalin kaynağı belirlenerek devam eden ihlalin durdurulması, ihlale neden olan karar veya işlemin ve bunların yol açtığı sonuçların ortadan kaldırılması, varsa ihlalin sebep olduğu maddi ve manevi zararların giderilmesi, ayrıca bu bağlamda uygun görülen diğer tedbirlerin alınması gerekmektedir (Mehmet Doğan, §§ 55, 57).

64. İhlalin mahkeme kararından kaynaklandığı veya mahkemenin ihlali gideremediği durumlarda Anayasa Mahkemesi, 6216 sayılı Kanun"un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrası ile Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün 79. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) bendi uyarınca, ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere kararın bir örneğinin ilgili mahkemeye gönderilmesine hükmeder. Anılan yasal düzenleme, usul hukukundaki benzer hukuki kurumlardan farklı olarak ihlali ortadan kaldırmak amacıyla yeniden yargılama sonucunu doğuran ve bireysel başvuruya özgülenen bir giderim yolunu öngörmektedir. Bu nedenle Anayasa Mahkemesi tarafından ihlal kararına bağlı olarak yeniden yargılama kararı verildiğinde usul hukukundaki yargılamanın yenilenmesi kurumundan farklı olarak ilgili mahkemenin yeniden yargılama sebebinin varlığını kabul hususunda herhangi bir takdir yetkisi bulunmamaktadır. Dolayısıyla böyle bir kararın kendisine ulaştığı mahkemenin yasal yükümlülüğü, ilgilinin talebini beklemeksizin Anayasa Mahkemesinin ihlal kararı nedeniyle yeniden yargılama kararı vererek devam eden ihlalin sonuçlarını gidermek üzere gereken işlemleri yerine getirmektir (Mehmet Doğan, §§ 58, 59; Aligül Alkaya ve diğerleri (2), §§ 57-59, 66, 67).

65. İncelenen başvuruda Mahkemenin taraflar arasında yargı kararıyla kesinleşen bir vakıayı dikkate almadan karar vermesi nedeniyle hakkaniyete uygun yargılanma hakkının ihlal edildiği sonucuna ulaşılmıştır. Dolayısıyla ihlalin mahkeme kararından kaynaklandığı anlaşılmaktadır.

66. Bu durumda hakkaniyete uygun yargılanma hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmaktadır. Yapılacak yeniden yargılama ise bireysel başvuruya özgü düzenleme içeren 6216 sayılı Kanun"un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrasına göre ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılmasına yöneliktir. Bu kapsamda yapılması gereken iş, yeniden yargılama kararı verilerek Anayasa Mahkemesini ihlal sonucuna ulaştıran nedenleri gideren, ihlal kararında belirtilen ilkelere uygun yeni bir karar verilmesinden ibarettir. Bu sebeple kararın bir örneğinin yeniden yargılama yapılmak üzere İstanbul 9. Asliye Hukuk Mahkemesine gönderilmesine karar verilmesi gerekmektedir.

67. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 294,70 TL harç ve 3.600 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 3.894,70 TL yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.

VI. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. Hakkaniyete uygun yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

B. Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamındaki hakkaniyete uygun yargılanma hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,

C. Kararın bir örneğinin adil yargılanma hakkı kapsamındaki hakkaniyete uygun yargılanma hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere İstanbul 9. Asliye Hukuk Mahkemesine (E.2011/28, K.2016/449) GÖNDERİLMESİNE,

D. 294,70 TL harç ve 3.600 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 3.894,70 TL yargılama giderinin başvurucuya ÖDENMESİNE,

E. Ödemenin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,

F. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 14/9/2021 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.

Hemen Ara