AYM 2018/14460 Başvuru Numaralı SELVİ KARAKOÇOĞLU VE DİĞERLERİ Başvurusuna İlişkin Karar

Abaküs Yazılım
Birinci Bölüm
Esas No: 2018/14460
Karar No: 2018/14460
Karar Tarihi: 15/9/2021

AYM 2018/14460 Başvuru Numaralı SELVİ KARAKOÇOĞLU VE DİĞERLERİ Başvurusuna İlişkin Karar

 

 

 

 

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

SELVİ KARAKOÇOĞLU VE DİĞERLERİ BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2018/14460)

 

Karar Tarihi: 15/9/2021

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

 

Başkan

:

Hasan Tahsin GÖKCAN

Üyeler

:

Muammer TOPAL

 

 

Recai AKYEL

 

 

Yusuf Şevki HAKYEMEZ

 

 

Selahaddin MENTEŞ

Raportör

:

Ayhan KILIÇ

Başvurucular

:

1. Selvi KARAKOÇOĞLU

 

 

2. Telli GÜRHAN

 

 

3. Rukiye KARAKOÇ

 

 

4. Sabur KARAKOÇOĞLU

 

 

5. Yeter KARAKOÇOĞLU

 

 

6. Süreyya KARAKOÇOĞLU

Başvurucular Vekili

:

Av. Hürriyet AZAK

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru, riskli alandaki taşınmaza ilişkin olarak paydaşların üçte ikisinden fazlası tarafından yüklenici ile yapılan kat karşılığı inşaat sözleşmesine rıza göstermeyen paydaşların hisselerinin kamu otoritelerince resen satılması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru 8/5/2018 tarihinde yapılmıştır.

3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.

4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.

6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir.

7. Başvurucular, Bakanlığın görüşüne karşı beyanda bulunmuştur.

III. OLAY VE OLGULAR

8. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir:

9. Başvurucular Selvi Karakoçoğlu, Telli Gürhan, Rukiye Karakoç, Sabur Karakoçoğlu, Yeter Karakoçoğlu ve Süreyya Karakoçoğlu sırasıyla 1936, 1956, 1959, 1961, 1964 ve 1970 doğumlu olup İstanbul"da ikamet etmektedir.

A. Olayın Arka Planı

10. Başvurucular; İstanbul ili Kadıköy ilçesi Merdivenköy Mahallesi"nde kâin 268 pafta 1356 ada 9 parsel numaralı taşınmazın paydaşlarıdır. Taşınmazın bulunduğu bölge 31/5/2013 tarihli ve 28663 sayılı Resmî Gazete"de yayımlanan 9/5/2013 tarihli ve 2013/4794 sayılı Bakanlar Kurulu kararıyla 16/5/2012 tarihli ve 6306 sayılı Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Hakkında Kanun"un 2. maddesine göre riskli alan olarak belirlenmiştir.

11. Taşınmazları söz konusu alanın içinde kalan bazı malikler 9/5/2013 tarihli Bakanlar Kurulu kararının kendi taşınmazlarına ilişkin kısmının iptali istemiyle Danıştay Altıncı Dairesinde dava açmıştır. Danıştay Altıncı ve Ondördüncü Dairelerinin müşterek heyetinin 7/7/2015 tarihli kararıyla, dava konusu edilen taşınmazların riskli olduğuna dair tespitin yeterli bir teknik incelemeye dayanmadığı gerekçesiyle söz konusu taşınmazlar yönünden Bakanlar Kurulu kararı iptal edilmiştir. Bu karara karşı yapılan temyiz istemi İdari Dava Daireleri Kurulunun 28/12/2015 tarihli kararıyla reddedilmiş ve karar onanmıştır. Başvurucuların kendi taşınmazları yönünden Bakanlar Kurulu kararının iptali istemiyle dava açtıklarına dair bir bilgi bireysel başvuru dosyasında bulunmamaktadır.

12. Çevre ve Şehircilik Bakanlığı tarafından Bakanlar Kurulunun 31/5/2013 tarihli kararına istinaden anılan bölge için 1/5000 ölçekli Nâzım İmar Planı ve 1/1000 ölçekli Uygulama İmar Planı hazırlanmış ve yürürlüğe konulmuştur.

B. Birleştirme ve Parselasyon İşlemine İlişkin Süreç

13. Çevre ve Şehircilik Bakanlığı tarafından 10/3/2016 tarihli yazıyla İstanbul Büyükşehir Belediyesinden donatı terk, bedelsiz yola terk, yol birleştirme, tevhit, ifrazen taksim işlemlerinin yapılması istenmiştir. İstanbul Büyükşehir Belediyesi Encümenince 25/5/2016 tarihinde resen terk, yola terk, ifraz, ifrazen taksim, bedelsiz olarak Maliye Hazinesi adına tesciline yönelik olarak işlem tesis edilmiştir. Bu işlemin sonucunda başvurucularınki de dâhil olmak üzere bölgede bulunan taşınmazlar 3423 ada 2 parsel numarasında birleştirilmiştir.

14. Başvurucular, ikinci kez düzenleme ortaklık payı kesintisi yapıldığı iddiasıyla resen terk, yola terk, ifraz, ifrazen taksim, bedelsiz olarak Maliye Hazinesi adına tescil işleminin iptali istemiyle İstanbul 7. İdare Mahkemesinde dava açmıştır. İstanbul 7. İdare Mahkemesi 31/1/2019 tarihli kararıyla işlemi iptal etmiştir. Kararın gerekçesinde, dava konusu taşınmazların bulunduğu bölgenin riskli alan olarak ilanına ilişkin Bakanlar Kurulu kararı ile anılan riskli alan kararına istinaden hazırlanan 1/5000 ölçekli Nâzım İmar Planı ve 1/1000 ölçekli Uygulama İmar Planı değişikliğinin ve 4, 27, 28, 29, 37 ve 44 No.lu plan notlarının hukuka aykırı olduğunun mahkeme kararıyla tespit edilmiş olduğuna vurgu yapılmıştır. Kararda, bilirkişi raporundaki tespitler bir bütün olarak değerlendirildiğinde dava konusu resen terk, ifraz, tevhit, taksim ve tescil işlemlerinin hukuka aykırı olduğu belirtilmiştir. İlk derece mahkemesi kararına karşı yapılan istinaf başvurusu İstanbul Bölge İdare Mahkemesi 4. İdari Dava Dairesinin (Bölge İdare Mahkemesi) 21/11/2019 tarihli kararıyla esastan ve kesin olarak reddedilmiştir.

C. Satış İşlemine İlişkin Süreç

15. Yeni oluşan parselin maliklerince S. Anonim Şirketiyle kat karşılığı inşaat sözleşmesi imzalanması amacıyla 28/7/2016 tarihinde yapılan toplantıya tebligata rağmen başvurucular katılmamış ve 204 malikten 188"i arasında yapılan anlaşmaya rıza göstermemiştir.

16. Anlaşma sağlayan maliklerin talebiyle İstanbul Çevre ve Şehircilik İl Müdürlüğünce (Çevre ve Şehircilik Müdürlüğü) başvurucuların hisselerinin 19/10/2016 tarihinde satılmasına karar verilmiştir. Çevre ve Şehircilik Müdürlüğü tarafından taşınmaza ilişkin olarak bedel tespiti yaptırılmış ve taşınmazın metrekare birim değeri 12.700 TL olarak saptanarak her bir malikin hissesine isabet eden bedel ayrı ayrı hesaplanmıştır. Açık artırma usulüyle yapılan ihale sonucu başvurucuların hisseleri Çevre ve Şehircilik Müdürlüğünce belirlenen bedel üzerinden S. Anonim Şirketine (yüklenici firmaya) satılmıştır. Satış bedeli, başvurucular adına açılan banka hesabına bloke edilmiştir.

17. Başvurucular, satış işleminin iptali istemiyle 10/10/2016 tarihinde İstanbul 13. İdare Mahkemesinde (Mahkeme) dava açmıştır. Dava dilekçesinde, resen birleştirme kararına karşı dava açıldığı belirtilmiştir. Dilekçede 6306 sayılı Kanun"un uygulanma koşullarının oluşmadığı, binanın güçlendirilmesi mümkünken kentsel dönüşüm kapsamına alınmasının hukuka aykırı olduğu ifade edilmiştir. Dilekçede, değer tespitinin Çevre ve Şehircilik Müdürlüğü tarafından yapılmadığı, firmaların yaptığı tespitlerin esas alındığı iddia edilmiştir. Başvurucular, fiilen toplantı yapılmadığını ve imzaların elden toplandığını ileri sürmüş; buna dair tutulan tutanakların sahte olduğunu iddia etmiştir.

18. Mahkeme 25/9/2017 tarihli kararıyla davayı reddetmiştir. Kararın gerekçesinde, 6306 sayılı Kanun ile bu Kanun"a dayalı olarak çıkartılan ilgili yönetmelik hükümlerine yer verildikten sonra söz konusu mevzuata göre riskli alan tespitinden sonra yürütülecek uygulamalar konusunda tüm maliklerin anlaşamaması hâlinde hisseleri oranında paydaşların en az üçte iki çoğunluğu ile karar verilmesinin mümkün olduğu belirtilmiştir. Kararda, olayda üçte iki çoğunluk sağlandığından ve tüm tebligatlar usulüne uygun olarak yapıldığından başvurucuların hisselerinin satışının hukuka uygun olduğu açıklanmıştır. Mahkeme kararında, birleştirme işlemine karşı açılan davanın henüz karara bağlanmamasının satış işleminin hukukiliğine etkisi konusunda bir tartışma yapılmamıştır.

19. Başvurucular bu karara karşı benzer iddialarla istinaf yoluna müracaat etmiştir. Bölge İdare Mahkemesi 19/3/2018 tarihinde istinaf talebini esastan ve kesin olarak reddetmiştir. Nihai karar 9/4/2018 tarihinde başvuruculara tebliğ edilmiştir.

20. Başvurucular 8/5/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.

IV. İLGİLİ HUKUK

21. 6306 sayılı Kanun"un "Tanımlar" kenar başlıklı 2. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

"(1) Bu Kanunun uygulanmasında;

...

ç) Riskli alan: Zemin yapısı veya üzerindeki yapılaşma sebebiyle can ve mal kaybına yol açma riski taşıyan, Cumhurbaşkanınca kararlaştırılan alanı,

d) Riskli yapı: Riskli alan içinde veya dışında olup ekonomik ömrünü tamamlamış olan ya da yıkılma veya ağır hasar görme riski taşıdığı ilmî ve teknik verilere dayanılarak tespit edilen yapıyı,

...

ifade eder."

22. 6306 sayılı Kanun"un "Uygulama işlemleri" kenar başlıklı 6. maddesinin (1) numaralı fıkrasının 14/4/2016 tarihli ve 6704 sayılı Kanun"un 23. maddesiyle değişik hâli şöyledir:

"(1) Üzerindeki bina yıkılarak arsa hâline gelen taşınmazlarda daha önce kurulmuş olan kat irtifakı veya kat mülkiyeti, ilgililerin muvafakatleri aranmaksızın Bakanlığın talebi üzerine ilgili tapu müdürlüğünce resen terkin edilerek, önceki vasfı ile değerlemede bulunularak veya malik ile yapılan anlaşmanın şartları tapu kütüğünde belirtilerek malikleri adına payları oranında tescil edilir. Taşınmazların niteliği resen mevcut duruma göre tescil edilir. Bu taşınmazların sicilinde bulunan ayni ve şahsi haklar ile temlik hakkını kısıtlayan veya yasaklayan her türlü şerh, hisseler üzerinde devam eder. Belirtilen haklar ve şerhler, tapuda; tevhit, ifraz, terk, tescil, kat irtifakı ve kat mülkiyeti tesisine ilişkin işlemlerin yapılmasına engel teşkil etmez ve bu işlemlerde muvafakat aranmaz. Bu şekilde belirlenen uygulama alanında cins değişikliği, tevhit, ifraz, terk, ihdas ve tescil işlemleri muvafakat aranmaksızın Bakanlık, TOKİ veya İdare tarafından resen yapılır veya yaptırılır. Bu parsellerin malikleri tarafından değerlendirilmesi esastır. Bu çerçevede riskli alanlar ve rezerv yapı alanlarında uygulama yapılan etap veya adada, riskli yapılarda ise bu yapıların bulunduğu parsellerde, yapılar yıktırılmadan önce, parsellerin tevhit edilmesine, münferit veya birleştirilerek veya imar adası bazında uygulama yapılmasına, ifraz, terk, ihdas ve tapuya tescil işlemlerine, yeniden bina yaptırılmasına, payların satışına, kat karşılığı veya hasılat paylaşımı ve diğer usuller ile yeniden değerlendirilmesine, yapının paydaşı olup olmadıkları gözetilmeksizin sahip oldukları hisseleri oranında paydaşların en az üçte iki çoğunluğu ile karar verilir. Bu karara katılmayanların arsa payları, Bakanlıkça rayiç değeri tespit ettirilerek ve bu değerden az olmamak üzere anlaşma sağlayan diğer paydaşlara açık artırma usulü ile satılır. Bu suretle paydaşlara satış gerçekleştirilemediği takdirde, bu paylar, Bakanlığın talebi üzerine, tespit edilen rayiç bedeli de Bakanlıkça ödenmek kaydı ile tapuda Hazine adına resen tescil edilir ve yapılan anlaşma çerçevesinde değerlendirilmek üzere Bakanlığa tahsis edilmiş sayılır veya Bakanlıkça uygun görülenler TOKİ’ye veya İdareye devredilir. Bu durumda, paydaşların kararı ile yapılan anlaşmaya uyularak işlem yapılır. Açık artırma ile satışı yapılacak payların üzerindeki ipotek, ihtiyati haciz, haciz ve intifa hakkı gibi haklar, satış sonrasında satış bedeli üzerinde devam eder. Satış işlemi sonrasında tapu kaydındaki haklar ve şerhler Bakanlığın talebi üzerine tapu müdürlüğünce resen terkin edilir."

23. 6306 sayılı Kanun"un 6704 sayılı Kanun"un 25. maddesiyle eklenen ek 1. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

"(1) a) Kamu düzeni veya güvenliğinin olağan hayatı durduracak veya kesintiye uğratacak şekilde bozulduğu yerlerde; planlama ya da altyapı hizmetleri yetersiz olan veya imar mevzuatına aykırı yapılaşma bulunan yahut yapı ya da altyapısı hasarlı olan alanlar,

b) Üzerindeki toplam yapı sayısının en az %65’i imar mevzuatına aykırı olan veya yapı ruhsatı alınmaksızın inşa edilmiş olmakla birlikte sonradan yapı ve iskân ruhsatı alan yapılardan oluşan alanlar,

fen ve sanat norm ve standartlarına uygun, sağlıklı ve güvenli yaşama çevrelerini teşkil etmek, sağlık, eğitim ve ulaşım gibi kamu hizmetlerinin düzenli bir şekilde yürütülmesini sağlamak amacıyla, Cumhurbaşkanınca riskli alan olarak kararlaştırılabilir. Riskli alan sınırı uygulama bütünlüğü gözetilerek belirlenir.

 (2) a) Riskli alan kararına karşı Resmî Gazete’de yayımı tarihinden itibaren dava açılabilir. Uygulama işlemleri üzerine riskli alan kararına karşı dava açılamaz. ..."

24. 6306 sayılı Kanun"un Türkiye Büyük Millet Meclisine sunulan genel gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:

"Bilindiği üzere, Ülkemizin çok mühim bir kısmı, başta deprem olmak üzere tabiî afetlerin riski altındadır. Buna rağmen, mevcut yapıların büyük bir kısmının muhtemel afetlere karşı dayanıklı olmadıkları ve orta şiddetteki bir depremde bile ağır derecede hasar görüp yıkıldıkları, bundan dolayı sosyo-ekonomik problemlerin yaşandığı ve Devletin beklenmedik bir anda büyük malî külfetler ile karşı karşıya kaldığı bilinmektedir. Onbinlerce insanın ölümüne ve çok yüksek malî kayıplara sebebiyet veren ve 1999 yılında Marmara Bölgesinde vuku bulan büyük deprem felâketleri, müteakip depremler ve en son olarak 2011 yılında Van’da meydana gelen deprem ile bu gerçek acı bir şekilde ortaya çıkmıştır. Ülkemizin bazı yerleri ve buralardaki yerleşim merkezleri hâlen çok yüksek deprem riski altındadır. Örneğin, İstanbul’un yakın bir zaman içinde çok şiddetli bir depremle karşı karşıya kalacağı, bu hususta ihtisas sahibi bilim adamlarınca ifade edilmektedir. Bazı yerleşim merkezlerinin jeolojik durumu ve zemin özellikleri ise, buralarda iskânın tehlikeler arz ettiğini ve afet riski altında bulunan bu yerleşim merkezlerinin bir an önce bulundukları yerlerde dönüştürülerek buralardaki iskânın yeniden düzenlenmesini ve hatta bunların başka yerlere nakledilmesini zarurî kılmaktadır.

...

Kanun sayesinde, başta deprem olmak üzere tabiî afetler sebebiyle meydana gelmesi kuvvetle muhtemel can ve mal kayıpları önlenecek; mülkiyet haklarına saygı, sağlıklı ve düzenli yerleşme, daha az maliyet ile en fazla sosyal faydanın temin edilmesi, kaynakların plânlı, sağlıklı ve verimli kullanılması ilkelerinin hayata geçirilmesi de mümkün olacaktır.

...

Özellikle belirtilmelidir ki afet riski altında olduğu kabûl edilen yerlerde deprem afeti meydana gelmeden önce buralardaki meskenlerin, işyerlerinin ve sanayi tesislerinin yeni alanlara nakledilmesi sayesinde, yerleşme ve yapı emniyeti temin edilecek ve muhtemel can ve mal kayıpları ile iktisadî ve sosyal diğer zararların en aza indirilmesi mümkün olacaktır. Ayrıca, hâlihazırda yaşanabilirlikten uzak, köhnemiş, can ve mal emniyeti bakımından riskli ve görüntü itibarı ile de çirkin olan yapılaşmalar ortadan kaldırılabilecek, estetik yapılar inşa edilecek ve halkın daha sıhhatli ve emniyetli şartlar altında ikameti de temin edilecektir."

V. İNCELEME VE GEREKÇE

25. Mahkemenin 15/9/2021 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. Başvurucuların İddiaları ve Bakanlık Görüşü

26. Başvurucular, 6306 sayılı Kanun kapsamında yapılan birleştirme ve parselasyon işlemi sırasında ikinci kez düzenleme ortaklık payı kesilmesinin kanuni dayanağının bulunmadığını ve bu nedenle mülkiyet hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür. Başvurucular 6306 sayılı Kanun"un uygulanabilmesi için taşınmaz üzerindeki binanın yıkılması gerektiğini oysa taşınmazdaki yapı yıkılmadan uygulama işlemlerine girişildiğini belirtmiştir. Başvurucular ayrıca taşınmazın üzerindeki binanın güçlendirilmesi yönteminin tercihi mümkün iken riskli yapı kapsamına alınmasının hukuka aykırı olduğunu iddia etmiştir. Hissesinin satışı için haklı bir sebebin bulunmadığını ve kat karşılığı inşaat sözleşmesine katılmamalarının satışı müstahak kılmadığını değerlendiren başvurucular, hisseleri hakkında üçte iki çoğunluğun satış kararı alabilmesinin kendi başına mülkiyet hakkını ihlal ettiğini ifade etmiştir. Başvurucular son olarak Bölge İdare Mahkemesi kararının gerekçesiz olmasından yakınmıştır.

27. Bakanlık görüşünde;

i. Danıştay Altıncı ve Ondördüncü Dairelerinin müşterek heyetinin 7/7/2015 tarihli kararıyla Bakanlar Kurulunun 31/5/2013 tarihli kararının bütününün değil bazı maliklerin taşınmazları yönünden iptal edildiğine dikkat çekilmiştir. İkinci kez düzenleme ortaklık payı kesildiği iddiasıyla başvurucular tarafından birleştirme ve parselasyon işlemine karşı açılan dava sonucunda İstanbul 7. İdare Mahkemesinin 31/1/2019 tarihinde parselasyon işleminin iptaline karar verdiği ve anılan kararın kesinleştiği hatırlatılmıştır. Başvurucuların taşınmazlarının riskli alandan çıkarılması talebiyle yaptıkları başvurunun reddine ilişkin işleme karşı açtıkları davanın İstanbul 7. İdare Mahkemesinin 30/11/2018 tarihli kararıyla reddedildiği belirtilmiştir.

ii. Başvurucuların ikinci kez düzenleme ortaklık payı kesildiği şikâyetiyle ilgili olarak parselasyon işleminin iptal edilmiş olması sebebiyle mağdur statülerinin ortadan kalktığı ileri sürülmüştür. Taşınmazın riskli alan kapsamına alınmasına yönelik şikâyet hakkında, ilgili Bakanlar Kurulu kararına karşı dava açılmaması nedeniyle başvuru yollarının tüketilmediğine karar verilmesi gerektiği savunulmuştur. Satış işlemi yönünden ise başvurucuların kat karşılığı inşaat sözleşmesine rıza göstermemelerine vurgu yapılarak bu koşullarda satış işleminin hukuka uygun olduğu ifade edilmiştir. Satış bedelinin başvuruculara ödendiği gözetildiğinde mağdur statülerinin sona erip ermediğinin Anayasa Mahkemesince değerlendirilmesi gerektiği açıklanmıştır.

iii. Mülkiyet hakkı yönünden yapılan değerlendirmede ise satış işleminin kanuni dayanağının ve meşru amacının bulunduğu belirtilmiştir. Kamu otoritelerinin sağlıklı çevre hakkı alanında tedbirler alma konusunda geniş takdir yetkisini haiz olduğu ifade edilmiştir. Başvurucuların usul imkânlarından yararlanabildikleri de gözetildiğinde müdahalenin ölçülü olduğu vurgulanmıştır.

28. Başvurucular, Bakanlık görüşüne karşı beyanlarında parselasyon işleminin iptal edilmesiyle taşınmazlarının birleştirme sonucu oluşan parselin dışına çıkmış olduğunu belirtmiştir. Başvurucular, Mahkemenin sahtecilik iddialarını yeterli ölçüde araştırmadan karar verdiğini ifade etmiştir. Başvurucular, bunun dışında başvuru formundaki iddialarını tekrarlamıştır.

B. Değerlendirme

29. Anayasa’nın "Mülkiyet hakkı" kenar başlıklı 35. maddesi şöyledir:

"Herkes, mülkiyet ve miras haklarına sahiptir.

Bu haklar, ancak kamu yararı amacıyla, kanunla sınırlanabilir.

Mülkiyet hakkının kullanılması toplum yararına aykırı olamaz."

1. Kabul Edilebilirlik Yönünden

a. İkinci Kez Düzenleme Ortaklık Payı Kesildiği İddiası Yönünden

30. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün (İçtüzük) "Düşme kararı" kenar başlıklı 80. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

"(1) Bölümler ya da Komisyonlarca yargılamanın her aşamasında aşağıdaki hâllerde düşme kararı verilebilir:

...

c) ihlalin ve sonuçlarının ortadan kalkmış olması,

...

 (2) Bölümler ya da Komisyonlar; yukarıdaki fıkrada belirtilen nitelikteki bir başvuruyu, Anayasanın uygulanması ve yorumlanması veya temel hakların kapsamının ve sınırlarının belirlenmesi ya da insan haklarına saygının gerekli kıldığı hâllerde incelemeye devam edebilir."

31. İçtüzük"ün 80. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (c) bendine göre ihlalin ve sonuçlarının ortadan kalkmış olması durumunda Anayasa Mahkemesi başvurunun düşmesine karar verebilir. Bununla birlikte İçtüzük"ün 80. maddesinin (2) numaralı fıkrasında Anayasa"nın uygulanması, yorumlanması veya temel hakların kapsamının ve sınırlarının belirlenmesi ya da insan haklarına saygının gerekli kıldığı hâllerde başvurunun incelenmesine devam edilebileceği öngörülmüştür.

32. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un "Bireysel başvuru hakkına sahip olanlar" kenar başlıklı 46. maddesinin (1) numaralı fıkrası uyarınca bireysel başvuru ancak ihlale yol açtığı ileri sürülen işlem, eylem ya da ihmal nedeniyle güncel ve kişisel bir hakkı doğrudan etkilenenler tarafından yapılabilir.

33. Buna göre bir kişinin Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunabilmesi için üç temel ön koşulun birlikte bulunması gerekmektedir. Bunlar, başvuruya konu edilen kamu gücü eylem veya işleminden ya da ihmalinden başvurucunun güncel bir hakkı nedeniyle kişisel olarak ve doğrudan etkilenmesidir. Bu çerçevede ortaya çıkan sonuç nedeniyle başvurucunun mağdur olduğunu ileri sürmesi gerekir (Onur Doğanay, B. No: 2013/1977, 9/1/2014, § 42).

34. Öte yandan bireysel başvurunun yapılması sırasında var olması gereken mağdur statüsünün kural olarak bireysel başvuru karara bağlanana kadar devam etmesi gerekir. Bireysel başvuru derdest iken mağdur statüsünün ortadan kalkması hâlinde Anayasa Mahkemesi somut olayın koşullarını gözeterek başvuru hakkında düşme kararı verebilir.

35. Somut olayda başvurucuların taşınmazıyla ilgili olarak tesis edilen 25/5/2016 tarihli birleştirme ve parselasyon işleminin İstanbul 7. İdare Mahkemesinin 31/1/2019 tarihli kararıyla iptal edildiği ve anılan kararın kesinleştiği görülmektedir. Bu durumda başvurucuların parselasyon işlemi sebebiyle oluşan mağduriyetlerinin ortadan kalktığı sonucuna varılmıştır. Somut olaydaki müdahalenin niteliği gözetildiğinde Anayasa"nın uygulanması, yorumlanması veya temel hakların kapsamının ve sınırlarının belirlenmesi ya da insan haklarına saygı yönünden başvurunun incelenmesini gerekli kılan bir nedenin de bulunmadığı değerlendirilmiştir.

36. Bu durumda İçtüzük’ün 80. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (c) bendine göre başvurunun bu kısmının incelenmesinin sürdürülmesini haklı kılan bir nedenin kalmadığı anlaşılmıştır.

37. Açıklanan gerekçelerle ikinci kez düzenleme ortaklık payı kesildiği iddiası yönünden başvurunun düşmesine karar verilmesi gerekir.

b. Taşınmazın Riskli Alan Kapsamına Alınmasına İlişkin İşlem Yönünden

38. Anayasa"nın 148. maddesinin üçüncü fıkrası ile 6216 sayılı Kanun"un 45. maddesinin (2) numaralı fıkrasında bireysel başvuruda bulunulmadan önce ihlal iddiasının dayanağı olan işlem, eylem ya da ihmal için kanunda öngörülmüş olan idari ve yargısal başvuru yollarının tamamının tüketilmiş olması gerektiği belirtilmiştir. Temel hak ihlallerini öncelikle derece mahkemelerinin gidermekle yükümlü olması, kanun yollarının tüketilmesi koşulunu zorunlu kılar (Necati Gündüz ve Recep Gündüz, B. No: 2012/1027, 12/2/2013, §§ 19, 20; Güher Ergun ve diğerleri, B. No: 2012/13, 2/7/2013, § 26).

39. Başvurucuların kendi taşınmazları yönünden Bakanlar Kurulu kararının iptali istemiyle dava açtıklarına dair bir bilgi bireysel başvuru dosyasında bulunmamaktadır. Danıştay Altıncı ve Ondördüncü Dairelerinin müşterek heyetinin 7/7/2015 tarihinde verdiği iptal kararının sadece belli taşınmazlara yönelik olduğu gözlemlenmektedir. Bu durumda başvurucuların Bakanlar Kurulu kararına karşı etkili olduğu noktasında kuşku bulunmayan iptal davası açma yolunu tüketmeden bireysel başvuruda bulunduğu anlaşılmaktadır.

40. Açıklanan gerekçelerle taşınmazın riskli alan kapsamına alınmasına ilişkin işlem açısından başvurunun diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

c. Satış İşlemi Yönünden

41. Bakanlık satış bedelinin başvuruculara ödendiği gözetildiğinde başvurucuların mağdur statüsünün bulunup bulunmadığının değerlendirilmesi gerektiğini belirtmiştir.

42. Bireysel başvuruda, bir başvurunun kabul edilebilmesi için başvurucunun sadece mağdur olduğunu ileri sürmesi yeterli olmayıp ihlalden doğrudan etkilendiğini yani mağdur olduğunu göstermesi veya mağdur olduğu konusunda Anayasa Mahkemesini ikna etmesi gerekir. Bu itibarla mağdur olduğu zannı veya şüphesi de mağdurluk statüsünün varlığı için yeterli değildir (Ayşe Hülya Potur, B. No: 2013/8479, 6/2/2014, § 24).

43. Mağdur statüsü bulunduğu tespit edilen bir kimse bireysel başvuru yapma hakkına kural olarak sahip olmakla birlikte bireysel başvuru yapılmasından önceki aşamada mağduriyetin sona ermesi hâlinde bireysel başvuru ehliyeti de ortadan kalkar. Mağduriyetin sona erdiğinden söz edilebilmesi için kamu makamlarınca ihlalin tanınması ve sonuçlarının giderilmesi gerekir. Tek başına ihlalin tanınması mağduriyeti gidermeye yetmeyeceği gibi açık veya zımni tanıma söz konusu olmadan tazminat veya benzeri yollarla ihlalin sonuçlarının ortadan kaldırılması da mağdur statüsüne son vermez.

44. Bu bağlamda kamu makamlarınca mülkiyet hakkına yapılan bir müdahaleden dolayı malikin mağduriyetinin bireysel başvurudan önce ortadan kalktığının kabul edilebilmesi ihlalin tanınması ve sonuçlarının telafi edilmesi zorunludur. Mülkiyet hakkının ihlalinin tanınması müdahalenin hukuka aykırı olduğunun ya da meşru amacının bulunmadığının veyahut ölçülü olmadığının açık veya örtülü olarak deklare edilmesiyle gerçekleşir. İhlalin sonuçlarının giderilip giderilmediği ise her somut olayın kendi koşullarına ve müdahalenin türüne göre yapılacak değerlendirme sonucu tespit edilebilir. Bu sebeple giderime ilişkin olarak önceden kesin kurallar konulması mümkün değildir.

45. Somut olayda başvurucuların taşınmazının satılması sonucu elde edilen bedel başvuruculara ödenmiştir. Tazminat veya benzeri ödemelerin kamu otoritelerince mülkiyet hakkına yapılan müdahale yönünden yeterli bir giderim teşkil ettiği durumlar söz konusu olabilir. Örneğin kamulaştırma işlemi sonucunda malike tazminat ödenmesi somut olayın koşullarında yeterli bir giderim olarak kabul edilebilir. Bununla birlikte mağduriyetin ortadan kalkabilmesi için giderim sağlanmasından önce ihlalin tanınmış olması gerekir. Hisselerinin bedelinin başvuruculara ödendiği doğrudur ancak ödeme yapılmış olması ihlalin tanındığı anlamına gelmemektedir. Bireysel başvurudan önceki aşamada hiçbir kamu otoritesi satış işleminin hukuka aykırı olduğunu, meşru amacının bulunmadığını veya ölçülü olmadığını tespit etmiş değildir. Bu durumda hisse bedelinin başvuruculara ödenmiş olmasından hareketle mağdur statülerinin ortadan kalktığı söylenemeyecektir.

46. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan mülkiyet hakkının satış işlemi sebebiyle ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

2. Esas Yönünden

a. Mülkün Varlığı

47. Mülkiyet hakkının ihlal edildiğinden şikâyet eden bir kimse, önce böyle bir hakkının var olduğunu kanıtlamak zorundadır. Bu nedenle öncelikle başvurucunun Anayasa"nın 35. maddesi uyarınca korunmayı gerektiren mülkiyete ilişkin bir menfaate sahip olup olmadığı noktasındaki hukuki durumunun değerlendirilmesi gerekir (Cemile Ünlü, B. No: 2013/382, 16/4/2013, § 26; İhsan Vurucuoğlu, B. No: 2013/539, 16/5/2013, § 31).

48. Somut olayda başvurucuların İstanbul ili Kadıköy ilçesi Merdivenköy Mahallesi"nde kâin 1356 ada 9 parsel numaralı taşınmazın müşterek malikleri olduğu sabit bulunduğuna göre mülkün varlığı konusunda bir tereddüt yoktur.

b. Müdahalenin Varlığı ve Türü

49. Anayasa’nın 35. maddesi ile mülkiyet hakkına temas eden diğer hükümleri birlikte değerlendirildiğinde Anayasa"nın mülkiyet hakkına müdahaleyle ilgili üç kural ihtiva ettiği görülmektedir. Buna göre Anayasa"nın 35. maddesinin birinci fıkrasında, herkesin mülkiyet hakkına sahip olduğu belirtilmek suretiyle mülkten barışçıl yararlanma hakkına yer verilmiş; ikinci fıkrasında da mülkten barışçıl yararlanma hakkına müdahalenin çerçevesi belirlenmiştir. Maddenin ikinci fıkrasında, genel olarak mülkiyet hakkının hangi koşullarda sınırlanabileceği belirlenerek aynı zamanda mülkten yoksun bırakmanın şartlarının genel çerçevesi de çizilmiştir. Maddenin son fıkrasında ise mülkiyet hakkının kullanımının toplum yararına aykırı olamayacağı kurala bağlanmak suretiyle devletin mülkiyetin kullanımını kontrol etmesine ve düzenlemesine imkân sağlanmıştır. Anayasa"nın diğer bazı maddelerinde de devlet tarafından mülkiyetin kontrolüne imkân tanıyan özel hükümlere yer verilmiştir. Ayrıca belirtmek gerekir ki mülkten yoksun bırakma ve mülkiyetin düzenlenmesi, mülkiyet hakkına müdahalenin özel biçimleridir (Recep Tarhan ve Afife Tarhan, B. No: 2014/1546, 2/2/2017, §§ 55-58).

50. Başvurucuların hisselerinin rıza dışı satılması, mülkiyet hakkına müdahale niteliği taşımaktadır. Satış işlemi sonucu başvurucuların taşınmaz üzerindeki mülkiyet hakkını yitirdiği gözetildiğinde müdahalenin mülkten yoksun bırakma niteliğinde olduğu anlaşılmaktadır.

c. Müdahalenin İhlal Oluşturup Oluşturmadığı

51. Anayasa"nın 13. maddesi şöyledir:

"Temel hak ve hürriyetler, özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasanın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz."

52. Anayasa’nın 35. maddesinde mülkiyet hakkı sınırsız bir hak olarak düzenlenmemiş, bu hakkın kamu yararı amacıyla ve kanunla sınırlandırılabileceği öngörülmüştür. Mülkiyet hakkına müdahalede bulunulurken temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılmasına ilişkin genel ilkeleri düzenleyen Anayasa"nın 13. maddesinin de gözönünde bulundurulması gerekmektedir. Anılan madde uyarınca temel hak ve özgürlükler, demokratik toplum düzeninin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olmaksızın Anayasa"nın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Dolayısıyla mülkiyet hakkına yönelik müdahalenin Anayasa"ya uygun olabilmesi için müdahalenin kanuna dayanması, kamu yararı amacı taşıması ve ölçülülük ilkesi gözetilerek yapılması gerekmektedir (Recep Tarhan ve Afife Tarhan, § 62).Bu bağlamda öncelikle müdahalenin kanuni dayanağının bulunup bulunmadığı incelenmelidir.

53. Anayasa"nın 35. maddesinin ikinci fıkrasında mülkiyet hakkının ancak kamu yararı amacıyla kanunla sınırlanabileceği belirtilmek suretiyle mülkiyet hakkına yönelik müdahalelerin kanunda öngörülmesi gereği ifade edilmiştir. Öte yandan temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılmasına ilişkin genel ilkelerin düzenlendiği Anayasa"nın 13. maddesinde de hak ve özgürlüklerin ancak kanunla sınırlanabileceği temel bir ilke olarak benimsenmiştir. Buna göre mülkiyet hakkına yapılan müdahalelerde dikkate alınacak öncelikli ölçüt, müdahalenin kanuna dayalı olmasıdır. Bu ölçütün sağlanmadığı tespit edildiğinde diğer ölçütler bakımından inceleme yapılmaksızın mülkiyet hakkının ihlal edildiği sonucuna varılacaktır (Ford Motor Company, B. No: 2014/13518, 26/10/2017, § 49).

54. Müdahalenin kanuna dayalı olması öncelikle şeklî manada bir kanunun varlığını zorunlu kılar. Şeklî manada kanun, Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM) tarafından Anayasa"da belirtilen usule uygun olarak kanun adı altında çıkarılan düzenleyici yasama işlemidir. Hak ve özgürlüklere müdahale edilmesi ancak yasama organınca kanun adı altında çıkarılan düzenleyici işlemlerde müdahaleye imkân tanıyan bir hükmün bulunması şartına bağlıdır. TBMM tarafından çıkarılan şeklî anlamda bir kanun hükmünün bulunmaması hakka yapılan müdahaleyi anayasal temelden yoksun bırakır (Ali Hıdır Akyol ve diğerleri [GK], B. No: 2015/17510, 18/10/2017, § 56).

55. Hak ve özgürlüklerin, bunlara yapılacak müdahalelerin ve sınırlandırmaların kanunla düzenlenmesi bu haklara ve özgürlüklere keyfî müdahaleyi engelleyen ve hukuk güvenliğini sağlayan demokratik hukuk devletinin en önemli unsurlarından biridir (Tahsin Erdoğan, B. No: 2012/1246, 6/2/2014, § 60). Kanunun varlığı kadar kanun metninin ve uygulamasının da bireylerin davranışlarının sonucunu öngörebileceği kadar hukuki belirlilik taşıması gerekir. Bir diğer ifadeyle kanunun kalitesi de kanunilik koşulunun sağlanıp sağlanmadığının tespitinde önem arz etmektedir (Necmiye Çiftçi ve diğerleri, B. No: 2013/1301, 30/12/2014, § 55). Müdahalenin kanuna dayalı olması, müdahaleye ilişkin yeterince erişilebilir ve öngörülebilir kuralların bulunmasını gerektirmektedir (Türkiye İş Bankası A.Ş. [GK], B. No: 2014/6192, 12/11/2014, § 44).

56. Somut olayda başvurucuların 1356 ada 9 parsel numaralı taşınmazı riskli alan kapsamına alındıktan sonra aynı bölgede bulunan birçok taşınmazla birleştirilmiş ve 3423 ada 2 parsel numarasına dönüşmüştür. Yeni oluşan parselin 204 malikinden 188"i taşınmaz üzerinde yeniden bina inşa edilmek üzere S. Anonim Şirketi ile kat karşılığı inşaat sözleşmesi yapılmasını kararlaştırmış, başvurucuların buna rıza göstermemesi üzerine hisselerinin satılması için Çevre ve Şehircilik Müdürlüğünden talepte bulunmuştur. Çevre ve Şehircilik Müdürlüğü tarafından başvurucuların hisseleri 19/10/2016 tarihinde açık artırma usulüyle yapılan ihale neticesinde S. Anonim Şirketine satılmıştır.

57. 6306 sayılı Kanun"un 6. maddesinin, riskli alanda kalan taşınmazın maliklerinin hisse itibarıyla üçte ikisinin taşınmazın değerlendirilmesi konusundaki kararına rıza göstermeyen paydaşların hisselerinin satışını Çevre ve Şehircilik Müdürlüğünden talep etme ve Çevre ve Şehircilik Müdürlüğüne de bu hisseleri satma yetkisi verdiği noktasında bir tereddüt bulunmamaktadır. Somut olayda başvurucuların hisse itibarıyla üçte iki çoğunluğunu oluşturan paydaşların S. Anonim Şirketi ile yaptığı kat karşılığı inşaat sözleşmesine rıza göstermedikleri de açıktır.

58. Bununla birlikte paydaşların üçte iki çoğunluğunun tüm taşınmaz üzerinde tasarrufta bulunabilmesi ve anlaşmaya varmayan paydaşların hisselerinin satışını isteyebilmesi için birleştirme işleminin hukuka uygun olması gerekmektedir. Diğer bir ifadeyle üçte iki çoğunluğun satış talep etme yetkisi hukuka uygun bir birleştirme işleminin varlığı şartına bağlıdır. Birleştirme işleminin hukuka uygun olup olmadığını ilk elden denetlemek Anayasa Mahkemesinin görevi olmamakla birlikte bunun hukuka aykırı olduğunun açık bir biçimde anlaşıldığı veya başka bir yargısal merci tarafından bunun tespit edilmiş olduğu durumlarda birleştirme işlemiyle sıkı bir bağlantı içerisinde olan satış işlemi de hukuki dayanaktan yoksun hâle gelir.

59. Somut olayda birleştirme işlemi İstanbul 7. İdare Mahkemesinin 31/1/2019 tarihli kararıyla iptal edilmiştir. Bu durumda satış işlemi de hukuki temelini yitirmiştir. Mahkemenin satış işlemiyle ilgili davayı karara bağladığı tarihte henüz birleştirme işlemi iptal edilmemiş olsa da başvurucunun birleştirme işlemine karşı dava açtığını Mahkemenin bilgisine sunduğu ve söz konusu davanın sonucunun beklenmesini talep ettiği görülmektedir. Buna rağmen Mahkemece İstanbul 7. İdare Mahkemesinde görülen davanın sonucu beklenmeden karar verilmiştir. Hangi meselelerin bekletici sorun olarak kabul edileceğinin takdiri Mahkemeye ait olsa da birleştirme işleminin iptali hâlinde iptal kararının sonuçsuz kalmasına sebep olacak tutumlardan kaçınma yükümlülüğünün mahkemeler dâhil tüm kamu otoritelerinin sorumluluğu olduğu dikkate alınmalıdır. Dolayısıyla Mahkemenin birleştirme işlemiyle ilgili olarak verilecek muhtemel bir iptal kararının sonuçsuz kalmamasına yönelik tedbirler almamış olması bir bütün olarak bakıldığında kamu otoritesinin yükümlülüklerinin ihlali sonucunu doğurmuştur.

60. Netice olarak başvurucuların taşınmazının 6306 sayılı Kanun"un 6. maddesi kapsamında riskli alan içinde kalan başka taşınmazlarla 3423 ada 2 parsel numarasında birleştirilmesine ilişkin işleminin hukuk aykırı olduğu tespit edilerek iptal edilmesi nedeniyle başvurucuların hisselerinin satışının hukuki dayanaktan yoksun hâle geldiği sonucuna ulaşılmaktadır. Varılan sonuca göre müdahalenin meşru bir amacının bulunup bulunmadığının veya ölçülü olup olmadığının değerlendirilmesine gerek görülmemiştir.

61. Açıklanan gerekçelerle Anayasa"nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

3. 6216 Sayılı Kanun"un 50. Maddesi Yönünden

62. 6216 sayılı Kanun"un 50. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

"(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir…

 (2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir."

63. Başvurucular, ihlalin tespit edilmesini ve yeniden yargılamaya ve her biri için 1.000.000 TL tazminata hükmedilmesine karar verilmesini talep etmiştir.

64. Anayasa Mahkemesinin Mehmet Doğan ([GK], B. No: 2014/8875, 7/6/2018) kararında ihlal sonucuna varıldığında ihlalin nasıl ortadan kaldırılacağı hususunda genel ilkeler belirlenmiştir. Anayasa Mahkemesi diğer bir kararında ise bu ilkelerle birlikte ihlal kararının yerine getirilmemesinin sonuçlarına da değinmiş ve bu durumun ihlalin devamı anlamına geleceği gibi ilgili hakkın ikinci kez ihlal edilmesiyle sonuçlanacağına da işaret etmiştir (Aligül Alkaya ve diğerleri (2), B. No: 2016/12506, 7/11/2019).

65. Bireysel başvuru kapsamında bir temel hakkın ihlal edildiğine karar verildiği takdirde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırıldığından söz edilebilmesi için temel kural, mümkün olduğunca eski hâle getirmenin yani ihlalden önceki duruma dönülmesinin sağlanmasıdır. Bunun için ise öncelikle ihlalin kaynağı belirlenerek devam eden ihlalin durdurulması, ihlale neden olan karar veya işlemin ve bunların yol açtığı sonuçların ortadan kaldırılması, varsa ihlalin sebep olduğu maddi ve manevi zararların giderilmesi, ayrıca bu bağlamda uygun görülen diğer tedbirlerin alınması gerekmektedir (Mehmet Doğan, §§ 55, 57).

66. İhlalin mahkeme kararından kaynaklandığı veya mahkemenin ihlali gideremediği durumlarda Anayasa Mahkemesi, 6216 sayılı Kanun"un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrası ile İçtüzük’ün 79. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) bendi uyarınca ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere kararın bir örneğinin ilgili mahkemeye gönderilmesine hükmeder. Anılan yasal düzenleme, usul hukukundaki benzer hukuki kurumlardan farklı olarak ihlali ortadan kaldırmak amacıyla yeniden yargılama sonucunu doğuran ve bireysel başvuruya özgülenen bir giderim yolunu öngörmektedir. Bu nedenle Anayasa Mahkemesi tarafından ihlal kararına bağlı olarak yeniden yargılama kararı verildiğinde usul hukukundaki yargılamanın yenilenmesi kurumundan farklı olarak ilgili mahkemenin yeniden yargılama sebebinin varlığını kabul hususunda herhangi bir takdir yetkisi bulunmamaktadır. Dolayısıyla böyle bir kararın kendisine ulaştığı mahkemenin yasal yükümlülüğü, ilgilinin talebini beklemeksizin Anayasa Mahkemesinin ihlal kararı nedeniyle yeniden yargılama kararı vererek devam eden ihlalin sonuçlarını gidermek üzere gereken işlemleri yerine getirmektir (Mehmet Doğan, §§ 58, 59; Aligül Alkaya ve diğerleri (2), §§ 57-59, 66, 67).

67. İncelenen başvuruda, başvurucuların hisselerinin satışının kanuni temelden yoksun olması sebebiyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği sonucuna ulaşılmıştır. Dolayısıyla ihlalin idarenin işleminden kaynaklandığı anlaşılmıştır. Ancak mahkemeler de ihlali giderememiştir.

68. Bu durumda mülkiyet hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmaktadır. Yapılacak yeniden yargılama ise bireysel başvuruya özgü düzenleme içeren 6216 sayılı Kanun"un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrasına göre ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılmasına yöneliktir. Bu kapsamda yapılması gereken iş, yeniden yargılama kararı verilerek Anayasa Mahkemesini ihlal sonucuna ulaştıran nedenleri gideren, ihlal kararında belirtilen ilkelere uygun yeni bir karar verilmesinden ibarettir. Bu sebeple kararın bir örneğinin yeniden yargılama yapılmak üzere İstanbul 13. İdare Mahkemesine gönderilmesine karar verilmesi gerekmektedir.

69. İhlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılamanın yeterli bir giderim sağlayacağı anlaşıldığından tazminat talebinin reddine karar verilmesi gerektiği sonucuna ulaşılmıştır.

70. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 294,70 TL harç ve 3.600 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 3.894,70 TL yargılama giderinin başvuruculara müştereken ödenmesine karar verilmesi gerekir.

VI. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. 1. İkinci kez düzenleme ortaklık payı kesilmesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddia yönünden başvurunun incelenmesinin sürdürülmesini haklı kılan bir neden kalmaması sebebiyle DÜŞMESİNE,

2. Taşınmazın riskli alan kapsamına alınması sebebiyle mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,

3. Hisselerin satılması sebebiyle mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

B. Anayasa"nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,

C. Kararın bir örneğinin mülkiyet hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere İstanbul 13. İdare Mahkemesine (E.2016/1553, K.2017/1592) GÖNDERİLMESİNE,

D. Başvurucuların tazminat talebinin REDDİNE,

E. 294,70 TL harç ve 3.600 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 3.894,70 TL yargılama giderinin başvuruculara MÜŞTEREKEN ÖDENMESİNE,

F. Ödemenin, kararın tebliğini takiben başvurucuların Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,

G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 15/9/2021 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.

Hemen Ara