AYM 2018/24915 Başvuru Numaralı PEMPE CANBOLAT VE DİĞERLERİ Başvurusuna İlişkin Karar

Abaküs Yazılım
İkinci Bölüm
Esas No: 2018/24915
Karar No: 2018/24915
Karar Tarihi: 19/10/2021

AYM 2018/24915 Başvuru Numaralı PEMPE CANBOLAT VE DİĞERLERİ Başvurusuna İlişkin Karar

 

 

 

 

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

PEMPE CANBOLAT VE DİĞERLERİ BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2018/24915)

 

Karar Tarihi: 19/10/2021

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

 

Başkan

:

Kadir ÖZKAYA

Üyeler

:

Celal Mümtaz AKINCI

 

 

M. Emin KUZ

 

 

Yıldız SEFERİNOĞLU

 

 

Basri BAĞCI

Raportör

:

Çağlar ÖNCEL

Başvurucular

:

1. Pempe CANBOLAT

 

 

2. Cuma CANBOLAT

 

 

3. Meral CANBOLAT

 

 

4. Mert CANBOLAT

 

 

5. Mesut CANBOLAT

Başvurucular Vekili

:

Av. Mehmet Doğan YALIM

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru; tıbbi ihmal sonucu zarara uğranılması nedeniyle kişinin maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkının, buna ilişkin olarak açılan tam yargı davasının uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru 28/8/2018 tarihinde yapılmıştır.

3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.

4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.

6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir.

III. OLAY VE OLGULAR

7. Başvuru formu ile eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir:

8. Başvurucu Pempe Canbolat, ikinci başvurucunun eşi, diğer başvurucuların annesidir. Başvurucu 2003 yılı Ocak ayında bazı şikayetlerle Ankara Doğum Evi ve Kadın Hastalıkları Eğitim Hastanesine (Hastane) müracaat etmiştir. Bu Hastanede yapılan muayeneler sonucunda başvurucuda uterin cervix de squamöz hücreli non-keratinize tipte kanser tespit edilmiş ve bu sebeple 24/2/2003 tarihinde ameliyat edilmiştir.

9. Başvurucunun ameliyatı sırasında idrarı böbrekten mesaneye taşıyan üreter sistemlerde ve buna bağlı olarak böbreklerde hasar meydana gelmiştir. Bu ameliyat sonrasında çekilen MR sonucunda sağda belirgin olmak üzere üreter izlenebilen distal kesimlerde dilatasyon olduğu belirlenmiş, tedavi ve kontrollerini müteakip üç ay sonra jinekoloji ve üroloji kontrolü yaptırması önerisi ile 14/3/2003 tarihinde taburcu edilmiştir.

10. Başvurucu, bu ameliyattan yaklaşık iki ay sonra idrar zehirlenmesi nedeniyle Ankara Yıldırım Beyazıt Eğitim ve Araştırma Hastanesi (Dışkapı Hastanesi) üroloji servisine müracaat etmiştir. Bu hastanede yapılan tetkikler sonucunda, taburcu olmasından sonraki süreçte iki üreterinin de tıkanmış olduğu tespit edilerek başvurucuya 12/5/2003 tarihinde iki yanlı hortum takılmış ve idrarını bu yolla tahliye etmesi sağlanmıştır. Bu tedavi süreci sonunda, idrarın tahliyesi için konulan hortumların kalmasına karar verilerek 28/8/2003 tarihinde taburcu edildiği anlaşılmıştır.

11. Başvurucu, ağrı şikâyetlerinin artması üzerine 1/6/2004 tarihinde Türkiye Yüksek İhtisas Eğitim ve Araştırma Hastanesine (İhtisas Hastanesi) müracaat etmiş ve başvurucunun yatışı yapılmıştır. Buradaki tedavilerin sonucunda hortumlar olmadan da idrar yapma imkânı elde etmiş ve bu hortumlar çıkarılmıştır. Başvurucu taburcu işleminin ardından İhtisas Hastanesi ve Ankara Üniversitesi İbni Sina Hastanesinde çeşitli ameliyat ve tedavi süreçlerinden geçmiştir.

12. 18/9/2008 tarihinde İhtisas Hastanesi hasta hakları birimine müracaat eden başvurucu, kendisine yapılan tıbbi müdahalelerin incelenerek hatalı uygulama yapan kişilerin tespitini talep etmiştir. Bu birim tarafından verilen cevapta; başvurucunun şikâyetine konu olan tıbbi müdahalelerin İhtisas Hastanesinde yapılmadığı, bu sebeple ilgili sağlık kuruluşlarına başvuru hakkının bulunduğu bildirilmiştir. Bu yazının ekinde bulunan ve İhtisas Hastanesinde görevli doktorun imzasını taşıyan 18/11/2008 tarihli raporda ise başvurucunun böbreklerinde meydana gelen hasarın iki-üç hafta sonra belirlenebilmiş olmasının tıbben kabul edilemeyeceği ve sorumsuz bir yaklaşım teşkil ettiği ifade edilmiştir. Raporda ayrıca; başvurucunun idrar çıkışının sağlanması için konulan hortumların hayatı boyunca kalacağının söylenmiş olmasının da başvurucu nezdinde psikolojik bir çöküntü oluşturduğu bildirilmiştir.

13. Bunun üzerine başvurucu, eşi ve çocukları tarafından 16/3/2009 tarihinde Sağlık Bakanlığı ile İhtisas Hastanesi aleyhinde tam yargı davası açılarak maddi ve manevi zararlarının tazmini talep edilmiştir. Dava dilekçesinde; ameliyat öncesi ve sonrasında bilgilendirme yapılmadığı, tıbbi hatalar nedeniyle aile olarak büyük sıkıntılar yaşadıkları iddia edilmiştir. Ankara 15. İdare Mahkemesinde (Mahkeme) yapılan yargılama sırasında Adli Tıp Kurumu (ATK) 3. İhtisas Kurulundan rapor alınmıştır. 19/10/2011 tarihli raporda; serviks kanseri nedeniyle yapılan ameliyatlar sırasında üreter yaralanmasının görülebilen komplikasyonlardan biri olduğu, her iki üreterde tam olmayan daralma nedeniyle zamanla böbrek ve üreterlerde genişlemenin meydana geldiği belirtilmiştir. Raporda ayrıca; tam daralma, tıkanma olmuş olsaydı hiç idrarın çıkamayacağı, kesilme olsaydı drenlerden veya yaradan idrar kaçağının olacağı, tam olmayan daralma bulgu verdiğinde nefrostomi yapılmasının uygun olduğu, ameliyat sonrası ortaya çıkan üreter daralmasının komplikasyon olduğu ifade edilerek müdahalelerin tıp kurallarına uygun olduğu bildirilmiştir.

14. Başvurucular bu rapora itiraz etmiştir. İtiraz dilekçesinde, ATK raporunun bilimsel gerçeklerle uyuşmadığı, zira İhtisas Hastanesi"ne müracaatı üzerine hazırlanan raporda, yapılan tıbbi müdahalelerin hatalı olduğu belirtilmesine rağmen ATK raporunda bu hususların değerlendirilmediği belirtilmiştir. Dilekçede ayrıca başvurucuda meydana gelen komplikasyonların hangi sebeple oluştuğu konusunda yeterli açıklama bulunmadığı ileri sürülmüştür.

15. Mahkeme 15/3/2013 tarihinde davayı reddetmiştir. Kararın gerekçesinde; ATK raporuna atıf yapılarak ATK 3. İhtisas Kurulu tarafından oybirliği ile karar verildiği, yine olayın daha ayrıntılı olarak incelenebilmesi için 1., 2. ve 6. Adli Tıp İhtisas Kurulundan üyelerin de ilgili kurula çağrıldığı, bu üyelerin de verilen görüşe katıldıkları ifade edilerek idarenin herhangi bir hizmet kusurunun bulunmadığı vurgulanmıştır.

16. Başvurucular bu kararı temyiz etmiştir. Temyiz dilekçesinde; ATK raporunun meslek dayanışması içinde hazırlanmış taraflı bir rapor olduğu belirtilmiş, bu raporda İhtisas Hastanesinin verdiği cevapta belirtilen hususların açıklanmadığı, aradaki çelişkinin giderilmediği ifade edilmiştir. Dilekçede ayrıca ATK raporunun tıbbi hata kavramını ortadan kaldıracak bir görüş ortaya koyarak, somut olaydaki neticeyi olağan bir komplikasyon olarak nitelendirdiği beyan edilmiştir.

17. Danıştay Onbeşinci Dairesi (Daire) tarafından yapılan temyiz incelemesi sonucunda 21/5/2014 tarihinde Mahkeme kararının bozulmasına karar verilmiştir. Bozma gerekçesinde; ATK raporunda başvurucuya yönelik tıbbi müdahalelerin tıp kurallarına uygun olduğu belirtilmiş ise de başvurucuda gelişen komplikasyonların sebeplerinin ne olduğu ve komplikasyon olarak ifade edilen durumu engelleme adına gereken dikkat ve özenin gösterilip gösterilmediğinin doyurucu şekilde açıklanmadığı belirtilmiştir. Bunun yanında Mahkeme kararında taraf iddiaları ile bilirkişi raporuna itiraz dilekçesindeki hususlar ve hasta hakları birimi tarafından olayla ilgili düzenlenen rapordaki açıklamalar değerlendirilmek suretiyle, Adli Tıp Genel Kurulundan açıklamalı ve gerekçeli rapor alınması gerektiği belirtilmiştir.

18. Davalı Sağlık Bakanlığı tarafından bu karar hakkında karar düzeltme yoluna başvurulmuş, Daire 8/10/2015 tarihinde bozma kararının usul ve yasaya uygun olduğundan bahisle talebin reddine karar vermiştir.

19. Mahkeme tarafından bozma kararı üzerine yapılan yargılama sırasında, dosyanın ATK Genel Kuruluna gönderilerek yeniden bilirkişi raporu alınmasına karar verilmiştir. ATK Genel Kurulunun 29/9/2016 tarihli raporunda; başvurucuda oluşan sağlık sorunlarının her türlü tıbbi özene rağmen oluşabilecek, herhangi bir kusur veya ihmalden kaynaklanmayan tıbbi komplikasyonun sonucu olduğu belirtilmiştir. Raporun sonuç kısmında ise başvurucuya müdahalede bulunan hastanelerde yapılan işlemlerin tıp kurallarına uygun olduğu vurgulanmıştır.

20. Başvurucular tarafından bu rapora itiraz edilerek ATK Genel Kurulu tarafından hazırlanan raporun önceki raporda yer alan ifadelerin tekrarından ibaret olduğu, taraflı hazırlandığı; nitekim ilk raporda imzası bulunan ve başvurucunun rahatsızlıkları konusunda uzman olan Kadın Doğum Hastalıkları, Radyoloji ve Üroloji hekimlerinin heyete dâhil edildiklerini ifade etmiştir. Mahkeme, bu itirazları yerinde görmeyerek 22/12/2016 tarihinde yeniden davanın reddine karar vermiştir. Karar gerekçesinde, ATK Genel Kurulunun hazırladığı rapora atıf yapılarak idare personeline kusur atfedilemeyeceğinin bilirkişi raporu ile ortaya konulmuş olması karşısında davalı idarenin maddi ve manevi tazminat ödeme yükümlülüğünün bulunmadığı belirtilmiştir.

21. Başvurucular temyiz yoluna müracaat etmiştir. Temyiz dilekçesinde; ATK Genel Kurulu tarafından sunulan bilirkişi raporunda Daire"nin bozma kararına konu olan hususları açıklamadığı, komplikasyonun sebebinin ne olduğu, meydana gelen neticenin önlenmesi imkânı olup olmadığı konusunda bir açıklama yapılmadığı ileri sürülmüştür. Dairenin incelemesi sonucunda 25/1/2018 tarihinde tazminat taleplerinin reddine ilişkin kararın onanmasına, vekâlet ücretine ilişkin kararın ise maktu vekâlet ücreti yerine, nispi ücret takdir edilmesi nedeniyle bozulmasına karar verilmiştir.

22. Başvurucular karar düzeltme yoluna müracaat etmiş, Daire tarafından 21/6/2018 tarihinde talebin reddine karar verilmesi nedeniyle tazminat taleplerinin reddine ilişkin karar kesinleşmiştir.

23. Nihâi karar, başvurucular vekiline 30/7/2018 tarihinde tebliğ edilmiştir.

24. Başvurucular 28/8/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.

IV. İLGİLİ HUKUK

25. İlgili hukuk için bkz. Fındık Kılıçaslan, B. No: 2015/97, 11/10/2018, §§ 19-27; Cihan Beyribey, B. No: 2014/19450, 26/12/2018, §§ 23-28; Fesih Aydar, B. No: 2015/4259, 10/1/2019, §§ 24-30.

V. İNCELEME VE GEREKÇE

26. Anayasa Mahkemesinin 19/10/2021 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. Makul Sürede Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

1. Başvurucuların İddiaları

27. Başvurucular, yargılamanın çok uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğini iddia etmiştir.

2. Değerlendirme

28. Anayasa"nın 36. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:

"Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir."

29. Başvurucuların yargılamanın uzun sürdüğüne ilişkin şikâyetinin Anayasa"nın 36. maddesinde güvence altına alınan makul sürede yargılanma hakkı kapsamında incelenmesi gerekir.

a. Kabul Edilebilirlik Yönünden

30. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

b. Esas Yönünden

31. Medeni hak ve yükümlülüklerle ilgili uyuşmazlıklara ilişkin idari yargılamanın süresi tespit edilirken sürenin başlangıç tarihi olarak davanın ikame edildiği tarih; sürenin sona erdiği tarih olarak -çoğu zaman icra aşamasını da kapsayacak şekilde- yargılamanın sona erdiği, yargılaması devam eden davalar yönünden ise Anayasa Mahkemesinin makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin şikâyetle ilgili kararını verdiği tarih esas alınır (Selahattin Akyıl, B. No: 2012/1198, 7/11/2013, §§ 45, 47).

32. Medeni hak ve yükümlülüklerle ilgili uyuşmazlıklara ilişkin idari yargılama süresinin makul olup olmadığı değerlendirilirken yargılamanın karmaşıklığı ve kaç dereceli olduğu, tarafların ve ilgili makamların yargılama sürecindeki tutumu ve başvurucunun yargılamanın süratle sonuçlandırılmasındaki menfaatinin niteliği gibi hususlar dikkate alınır (Selahattin Akyıl, § 41).

33. Somut başvuru açısından sürenin başladığı tarih, tam yargı davasının açıldığı 16/3/2009 tarihidir. Sürenin bitiş tarihi ise başvurucunun karar düzeltme talebinin reddedildiği 21/6/2018 tarihidir.

34. Anılan ilkeler ve Anayasa Mahkemesinin benzer başvurularda verdiği kararlar dikkate alındığında başvuruya konu olaydaki 9 yıl 3 ay 5 günlük yargılama süresinin makul olmadığı sonucuna varmak gerekir.

35. Açıklanan gerekçelerle başvurucunun Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

B. Kişinin Maddi ve Manevi Varlığını Koruma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

1. Başvurucuların İddiaları

36. Başvurucular vekili; birinci başvurucunun ameliyatı esnasında ve ameliyat sonrasındaki tedavi sürecinde tıbbi hatalar yapılarak vücut bütünlüğünün bozulduğunu, böbreklerinin ve mesanesinin zarar gördüğünü, idrarını yıllarca vücuduna bağlı hortumlar aracılığıyla yapmak durumunda kaldığını belirtmiştir. Başvurucular vekili ayrıca başvurucu çocukların küçük yaşta olmaları nedeniyle annelerinin ilgi ve bakımından mahrum kaldıklarını, ailenin maddi olarak da olumsuz etkilendiğini, yıllarca idrar kokusu ile yaşamak zorunda kaldıklarını, eşlerin cinsel yaşamının sona erdiğini belirtmiştir. Başvurucular vekili, başvurucuların ameliyat öncesinde riskler konusunda bilgilendirilmediklerini, İhtisas Hastanesinde görevli doktorun hazırladığı raporda idarenin kusurlu olduğunun açıkça belirlendiğini ifade etmiştir. Vekil, Mahkemenin yetersiz ve soyut nitelikteki bilirkişi raporlarına yönelik itirazlarını gözetmeden, eksik inceleme ile karar vermesi nedeniyle başvurucuların, kişinin maddi ve manevi varlığının korunması hakkının ve adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

2. Değerlendirme

37. Anayasa’nın “Kişinin dokunulmazlığı, maddî ve manevî varlığı” kenar başlıklı 17. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:

"Herkes, yaşama, maddî ve manevî varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahiptir."

38. Anayasa"nın "Sağlık hizmetleri ve çevrenin korunması" kenar başlıklı 56. maddesinin üçüncü fıkrası şöyledir:

"Devlet, herkesin hayatını, beden ve ruh sağlığı içinde sürdürmesini sağlamak; insan ve madde gücünde tasarruf ve verimi artırarak, işbirliğini gerçekleştirmek amacıyla sağlık kuruluşlarını tek elden planlayıp hizmet vermesini düzenler."

39. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16).

40. Anayasa’nın 17. maddesinin birinci fıkrasında, herkesin maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahip olduğu belirtilmektedir. Söz konusu düzenleme Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 8. maddesi çerçevesinde özel hayata saygı hakkı kapsamında güvence altına alınan fiziksel ve zihinsel bütünlüğün korunması hakkına karşılık gelmektedir.

41. Anayasa Mahkemesi daha önceki kararlarında, kasıt söz konusu olmaksızın hekim kusuru nedeniyle vücut bütünlüğünün zarar gördüğü şeklindeki tıbbi ihmale dair şikâyetleri Anayasa"nın 17. maddesinin birinci fıkrasında düzenlenen kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkı kapsamında incelemiştir (Melahat Sönmez, B. No: 2013/7528, 9/9/2015; Ahmet Sevim, B. No: 2013/474, 9/9/2015; Hilmi Düzgüner, B. No: 2014/9690, 11/5/2017).

42. Anılan kararlar doğrultusunda somut olayda başvurucuların tıbbi ihmale dayalı tüm şikâyetlerinin Anayasa"nın 17. maddesinin birinci fıkrasında düzenlenen kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkı kapsamında incelenmesi gerekmektedir.

a. Kabul Edilebilirlik Yönünden

43. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

b. Esas Yönünden

i. Genel İlkeler

44. Anayasa"nın 17. maddesinin birinci fıkrasında herkesin maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahip olduğu belirtilmektedir. Bu kapsamda anılan Anayasa hükmü ile kişinin maddi ve manevi varlığının bütünlüğü gerek kamusal yetkilerle donatılmış kişilerin gerekse özel kişilerin müdahalelerine karşı güvence altına alınmıştır (Özkan Şen, B. No: 2012/791, 7/11/2013, § 40).

45. Anayasa’nın 17. maddesinin amacı, esas olarak bireylerin maddi ve manevi varlığına karşı devlet tarafından yapılabilecek keyfî müdahalelerin önlenmesidir. Bunun yanı sıra devletin tıbbi müdahaleler nedeniyle kişilerin maddi ve manevi varlığını etkili olarak koruma ve maddi ve manevi varlığına saygı gösterme şeklinde pozitif yükümlülüğü de bulunmaktadır (Ahmet Acartürk, B. No: 2013/2084, 15/10/2015, § 49). Nitekim Anayasa’nın 56. maddesinde de belirtildiği üzere pozitif yükümlülük, sağlık alanında yürütülen faaliyetleri de kapsamaktadır (İlker Başer ve diğerleri, B. No: 2013/1943, 9/9/2015, § 44).

46. Devlet, bireylerin yaşam hakkı ile maddi ve manevi varlıklarını koruma hakkı kapsamında ister kamu isterse özel sağlık kuruluşları tarafından yerine getirilsin sağlık hizmetlerini hastaların yaşamları ile maddi ve manevi varlıklarının korunmasına yönelik gerekli tedbirlerin alınabilmesini sağlayacak şekilde düzenlemek zorundadır (Ahmet Acartürk, § 51).

47. İlke olarak tıbbi ihmallere ilişkin şikâyetler konusunda temel başvuru yolu, hukuki sorumluluğu tespit adına takip edilecek olan hukuk veya idari tazminat davası yoludur (Nail Artuç, B. No: 2013/2839, 3/4/2014, § 38).

48. Maddi ve manevi varlığı koruma hakkı kapsamında hukuki sorumluluğu ortaya koymak için adli ve idari yargıda açılacak tazminat davalarında makul derecede dikkatli ve özenli inceleme şartının yerine getirilmesi gerekmektedir. Derece mahkemelerinin bu tür olaylara ilişkin yürüttükleri yargılamalarda Anayasa’nın 17. maddesinin gerektirdiği seviyede derinlik ve özenle bir inceleme yapıp yapmadıklarının ya da ne ölçüde yaptıklarının da Anayasa Mahkemesi tarafından değerlendirilmesi gerekmektedir. Zira derece mahkemeleri tarafından bu konuda gösterilecek hassasiyet, yürürlükteki yargı sisteminin daha sonra ortaya çıkabilecek benzer hak ihlallerinin önlenmesinde sahip olduğu önemli rolün zarar görmesine engel olacaktır (Yasin Çıldır, B. No: 2013/8147, 14/4/2016, § 57; Tevfik Gayretli, B. No: 2014/18266, 25/1/2018, § 32).

49. Diğer taraftan belirtmek gerekir ki olaylara ilişkin delillerin değerlendirilmesi öncelikle idari ve yargısal makamların ödevidir. Aynı şekilde başvuru dosyasında bulunan tıbbi bilgi ve belgelerden hareketle bilirkişilerin vardığı sonuçların doğruluğu hakkında fikir yürütmek Anayasa Mahkemesinin görevi değildir (Mehmet Çolakoğlu, B. No: 2014/15355, 21/2/2018, § 47). Ancak kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkı kapsamında yerine getirmek zorunda olduğu usul yükümlülüklerinin somut olayda yerine getirilip getirilmediğinin nesnel bir şekilde değerlendirilmesi için ilgili anayasal kurallar bağlamında derece mahkemelerinin kendilerine tanınmış takdir yetkileri çerçevesinde hareket edip etmediklerinin denetlenmesi gerekir. Bu bağlamda müdahaleyi haklı göstermek için öne sürülen gerekçelerin ilgili ve yeterli olup olmadığı incelenmelidir (Murat Atılgan, B. No: 2013/9047, 7/5/2015 § 44).

50. Bu bağlamda derece mahkemelerinin gerekçeleri, tarafların kanun yoluna başvuru imkânını etkili şekilde kullanabilmesini sağlayacak surette ayrıntılı olarak ortaya konulmalı; ulaşılan sonuçlar yeterli açıklıktaki bilimsel görüş ve raporlar gibi somut, nesnel verilere dayandırılmalıdır (Murat Atılgan, § 45).

51. Ayrıca tıbbi müdahaleden önce kişinin gerektiği şekilde bilgilendirilerek rızasının alınmaması, kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkının ihlaline sebep olabilir. İstisnai hâller dışında tıbbi müdahale ancak ilgili kişi bilgilendirilip rızası alındıktan sonra yapılabilir. Hastaların durumun farkında olarak karar verebilmelerini sağlamak için uygulanması düşünülen tedavi ve bununla bağlantılı riskler hakkında kendilerine bilgi verilmiş olmalıdır. Bunun yanı sıra yapılan bilgilendirme ile tıbbi müdahale arasında hastanın sağlıklı bir kanaate varmasını sağlayacak kadar uygun bir zaman aralığı bırakılmış olmalıdır (Ahmet Acartürk, § 56).

ii. İlkelerin Olaya Uygulanması

52. Anayasa Mahkemesi yukarıda değinilen Anayasa"nın 17. maddesi kapsamında devlete düşen pozitif yükümlülüklerin somut olay bağlamında yerine getirilip getirilmediğini denetlemek durumundadır (Tevfik Gayretli, § 36). Bu sebeple başvuruya konu olay, devletin kişinin maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına ilişkin pozitif yükümlülüğü kapsamıyla sınırlı olarak incelenmiştir.

53. Başvurucuların olaya dair şikâyetlerinin özü, hatalı yapılan ameliyat ve tedavi süreçleri nedeniyle başvurucu Pempe Canbolat"ın vücut bütünlüğünün bozulmasına ilişkindir. Tam yargı davasında da anılan şikâyet yönünden inceleme yapıldığı ve idareye yüklenebilecek kusur bulunmadığı gerekçesi ile davanın reddine karar verildiği anlaşılmıştır.

54. Başvurucular, Mahkemenin hükme esas aldığı bilirkişi raporları hakkındaki itirazlarının gözetilmediğini, başvurucuda gelişen komplikasyonların sebeplerinin ne olduğu ve komplikasyon olarak ifade edilen durumu engelleme adına gereken dikkat ve özenin gösterilip gösterilmediğinin açıklanmadığını iddia etmektedir.

55. Yargılama öncesinde alınan rapor ile yargılama sürecinde alınan rapor arasındaki çelişkinin giderilmesi ve başvurucuların iddialarını karşılayan yeterli içerikteki yeni bir rapor ile olayın aydınlatılması gerektiği hususu somut olayın en önemli meselesi olarak karşımıza çıkmaktadır.

56. Nitekim Danıştay da 21/5/2014 tarihli bozma kararında, başvurucuda gelişen komplikasyonların sebeplerinin ne olduğunun ve komplikasyon olarak ifade edilen durumu engelleme adına gereken dikkat ve özenin gösterilip gösterilmediğinin doyurucu şekilde açıklanmadığı gerekçesine dayanmıştır. Bu durumda bozma kararı üzerine yapılan yargılamada ATK genel kurulunca düzenlenen raporda söz konusu eksikliklerin giderilmiş olması gerekir.

57. Oysa derece mahkemelerince hükme esas alınan ATK genel kurulu raporunun genel ifadeler içerdiği ve önceki raporu tekrar eder mahiyette olduğu, dolayısıyla çelişkiyi giderecek açıklık ve yeterlilikte olmadığı değerlendirilmektedir. Derece mahkemelerince bilirkişi raporuna yönelik dayanaktan yoksun olmayan itirazların ve taleplerin karşılanmadığı, bu durumda uyuşmazlığın çözümü için esaslı olan iddiaların Anayasa"nın 17. maddesinin gerektirdiği özen ve derinlikte incelenmediği, uyuşmazlığa özgü yeterli ve ilgili gerekçe sunularak karşılanmadığı anlaşılmaktadır.

58. Diğer taraftan hukukumuzda hasta hakları, tıbbi işlemlerden önce kişilerin bu işlemler ve sonuçları hakkında aydınlatılması yükümlülüğü ve Sağlık Bakanlığının tıbbi hizmetler sunan kurumlar üzerindeki denetim görevi konusunda oldukça ayrıntılı ve yeterli düzenlemelerin mevcut olduğu anlaşılmaktadır (Ahmet Acartürk, § 66). Ancak bu düzenlemelerin teorik olarak mevcut olması yeterli olmayıp Anayasa"nın 17. maddesindeki güvencelerin sağlanabilmesi için pratikte de etkin bir şekilde uygulanması gerekmektedir (Mehmet Çolakoğlu, § 49).

59. Somut olayda başvurucular, söz konusu tıbbi müdahaleden önce olası riskler hakkında bilgilendirilmediklerini ve gerektiği şekilde rızalarının alınmadığını ileri sürmüştür. Başvurucuların söz konusu iddialarını dava dilekçesinde ileri sürdükleri ancak derece mahkemelerinin kararlarında bu konuyla ilgili hiçbir gerekçeye yer verilmediği gözetildiğinde anılan iddianın yargılama makamları tarafından karşılanmadığı anlaşılmaktadır.

60. Bu durumda serviks kanseri nedeniyle yapılan ameliyat sonucu oluşabilecek komplikasyon riski yönünden başvurucuların tıbbi müdahale yapılmadan bilgilendirilmesinin gerekip gerekmediğine ilişkin olarak yargılama sürecinde bir araştırma yapılmamış ve bu konu açıklığa kavuşturulamamıştır. Diğer bir deyişle derece mahkemelerinin kararlarında, başvurucuların ameliyat öncesinde yeterli bir biçimde aydınlatılıp aydınlatılmadığı ve rızalarının usulüne uygun olarak alınıp alınmadığı hususları tartışılmamıştır.

61. Sonuç olarak başvurucunun vücut bütünlüğüne yönelik tıbbi müdahale öncesinde tıp kurallarına göre öngörülebilir nitelikte komplikasyon ve riskler hakkında yeterli bir biçimde aydınlatılmadığı iddiasına ilişkin değerlendirme neticesinde de mahkeme kararlarında konuyla ilgili ve yeterli bir gerekçe ortaya konulmadığı anlaşılmaktadır. Üstelik başvurucuların belirtilen iddia ve şikâyetleri, yargılamanın sonucuna doğrudan etki edebilecek mahiyettedir. Dolayısıyla yargısal makamlarca bu değerlendirmelerin yapılmaması nedeniyle kişinin maddi ve manevi varlığının korunması ve geliştirilmesi hakkı bakımından kamu makamlarının pozitif yükümlülüklerini yerine getirmedikleri kanaatine varılmıştır.

62. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına alınan kişinin maddi ve manevi varlığının korunması hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

C. 6216 Sayılı Kanun"un 50. Maddesi Yönünden

63. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun"un 50. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

 “(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir…

 (2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”

64. Başvurucular, yargılamanın yenilenmesi ile 290.000 TL maddi ve 520.000 TL manevi tazminat talep etmiştir.

65. Anayasa Mahkemesinin Mehmet Doğan ([GK], B. No: 2014/8875, 7/6/2018) kararında ihlal sonucuna varıldığında ihlalin nasıl ortadan kaldırılacağı hususunda genel ilkeler belirlenmiştir. Anaysa Mahkemesi diğer bir kararında ise bu ilkelerle birlikte ihlal kararının yerine getirilmemesinin sonuçlarına da değinmiş ve bu durumun ihlalin devamı anlamına geleceği gibi ilgili hakkın ikinci kez ihlal edilmesiyle sonuçlanacağına da işaret etmiştir (Aligül Alkaya ve diğerleri, B. No: 2016/12506, 7/11/2019).

66. Bireysel başvuru kapsamında bir temel hakkın ihlal edildiğine karar verildiği takdirde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırıldığından söz edilebilmesi için temel kural, mümkün olduğunca eski hâle getirmenin, yani ihlalden önceki duruma dönülmesinin sağlanmasıdır. Bunun için ise öncelikle ihlalin kaynağı belirlenerek devam eden ihlalin durdurulması, ihlale neden olan karar veya işlemin ve bunların yol açtığı sonuçların ortadan kaldırılması, varsa ihlalin sebep olduğu maddi ve manevi zararların giderilmesi, ayrıca bu bağlamda uygun görülen diğer tedbirlerin alınması gerekmektedir (Mehmet Doğan, §§ 55, 57).

67. İhlalin mahkeme kararından kaynaklandığı durumlarda Anayasa Mahkemesi, 6216 sayılı Kanun"un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrası ile Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün 79. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) bendi uyarınca, ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere kararın bir örneğinin ilgili mahkemeye gönderilmesine hükmeder. Anılan yasal düzenleme, usul hukukundaki benzer hukuki kurumlardan farklı olarak ihlali ortadan kaldırmak amacıyla yeniden yargılama sonucunu doğuran ve bireysel başvuruya özgülenen bir giderim yolunu öngörmektedir. Bu nedenle Anayasa Mahkemesi tarafından ihlal kararına bağlı olarak yeniden yargılama kararı verildiğinde usul hukukundaki yargılamanın yenilenmesi kurumundan farklı olarak ilgili mahkemenin yeniden yargılama sebebinin varlığını kabul hususunda herhangi bir takdir yetkisi bulunmamaktadır. Dolayısıyla böyle bir karar kendisine ulaşan mahkemenin yasal yükümlülüğü, ilgilinin talebini beklemeksizin Anayasa Mahkemesinin ihlal kararı nedeniyle yeniden yargılama kararı vererek devam eden ihlalin sonuçlarını gidermek üzere gereken işlemleri yerine getirmektir (Mehmet Doğan, §§ 58, 59; Aligül Alkaya ve diğerleri, §§ 57-59, 66, 67).

68. İncelenen başvuruda kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkının ve makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği sonucuna varılmıştır. Derece mahkemelerince bilirkişi raporuna yönelik dayanaktan yoksun olmayan itirazların ve taleplerin karşılanmadığı iddiası ile birinci başvurucunun vücut bütünlüğüne yönelik tıbbi müdahale öncesinde tıp kurallarına göre öngörülebilir nitelikteki komplikasyon ve riskler hakkında yeterli bir biçimde aydınlatılmadığı iddiası yönünden ilgili ve yeterli bir gerekçe ortaya konulmadığı gerekçesiyle kişinin maddi ve manevi varlığının korunması hakkının ihlal edildiği sonucuna ulaşılmıştır. Bu durumda ihlalin derece mahkemesi kararından kaynaklandığı anlaşılmıştır.

69. Bu sebeple kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmaktadır. Yapılacak yeniden yargılama ise usul hukukunda yer alan benzer kurumlardan farklı ve bireysel başvuruya özgü bir düzenleme içeren 6216 sayılı Kanunun 50. maddesinin (2) numaralı fıkrasına göre ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılmasına yöneliktir. Bu kapsamda yeniden yargılama sürecinde mahkemelerce yapılması gereken iş, öncelikle hak ihlaline yol açan mahkeme kararının ortadan kaldırılmasından ve Anayasa Mahkemesini ihlal sonucuna ulaştıran nedenleri gideren, ihlal kararında belirtilen ilkelere uygun yeni bir karar verilmesinden ibarettir. Bu sebeple kararın bir örneğinin yeniden yargılama yapılmak üzere ilgili mahkemeye gönderilmesine karar verilmesi gerekir.

70. Kişinin maddi ve manevi varlığının korunması hakkına ilişkin ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılamanın yeterli bir giderim sağlayacağı anlaşıldığından bu ihlal iddiasına ilişkin tazminat talebinin reddine karar verilmesi gerektiği sonucuna ulaşılmıştır.

71. Öte yandan başvurucuların makul sürede yargılanma hakkının ihlali yönünden ihlal tespitiyle ve yeniden yargılama yapılmasıyla giderilemeyecek olan manevi zararları karşılığında başvuruculara net 28.000 TL manevi tazminatın müştereken ödenmesine karar verilmesi gerekir.

72. Anayasa Mahkemesinin maddi tazminata hükmedebilmesi için başvurucuların uğradıklarını iddia ettiği maddi zarar ile tespit edilen ihlal arasında illiyet bağı bulunmalıdır. Talepte bulunan başvurucuların bu konuda herhangi bir belge sunmamış olması nedeniyle maddi tazminat taleplerinin reddine karar verilmesi gerekir.

73. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 294,70 TL harç ve 3.600 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 3.894,70 TL yargılama giderinin başvuruculara müştereken ödenmesine karar verilmesi gerekir.

VI. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. 1. Makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

2. Kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

B. 1. Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamındaki makul sürede yargılanma hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,

2. Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına alınan kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,

C. Başvuruculara net 28.000 TL manevi tazminatın MÜŞTEREKEN ÖDENMESİNE, tazminata ilişkin diğer taleplerin REDDİNE,

D. Kararın bir örneğinin tıbbi ihmal nedeniyle kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere Ankara 15. İdare Mahkemesine (E.2016/77, K.2016/5722) GÖNDERİLMESİNE,

E. 294,70 TL harç ve 3.600 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 3.894,70 TL yargılama giderinin başvuruculara MÜŞTEREKEN ÖDENMESİNE,

F. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucuların Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması halinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,

G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 19/10/2021 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.

Hemen Ara